TEBDER KURULUMUDUR
MANA YAZILARI
ALEVİLİK İNANCININ ÖZLERİ

Süreği

ABDAL MUSA SÜREĞİ…

Abdal Musa Dergahı’nda Kaygusuz Abdal Erkanı Sürülüyor!..

ABDAL MUSA SÜREĞİ…

Abdal Musa Dergahı’nda Kaygusuz Abdal Erkanı Sürülüyor!..

Hoy kentinden gelmiş, Pir Hacı Bektaş Veli’nin yolundan gitmişti.

Bir alp eren olarak Batı Anadolu’nun, Bursa’nın alınmasına, Ehlibeyt sevgisinin gönüllere girmesine, Rum diyarının Türkleşmesinde önemli roller üstlenmiş Bektaşiliğin temellerini atmıştı. Tüm Batı Anadolu ta Marmara’dan, Akdeniz’e kadar Ege Denizi’ne kadar Türkmenler onun ismini anmış, dillerde, gönüllerde yaşatmış, adına cemler yapılmış, nice koçlar onun adına kurban edilmişti. Anadolu’da Rumeli’de gönülleri fetheden Rum ve Horasan Erenlerinin en çok bilineni, Anadolu toprağındaki en önemli Alevi-Bektaşi İnanç merkezinin güneşi olarak her tarafı aydınlatmıştı. İmamların soyundan geliyordu, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Dergahı’nda pişmişti, yürüyü yürüyü dağlar aşmıştı, diyardan diyara göçmüş sonunda ala karlı dağlar eteğinde büyük bir ovaya kurmuştu dergahı ve insanların gönül köşklerine oturmuştu sonsuza kadar. Yüzlerce dervişiyle, muhibiyle, talibiyle mihmanların gönül kıblegahlarından birisi olmuştu.

Evet bir büyük Alevi-Bektaşi ulusudur Abdal Musa Sultan…

İnsanı kutsal bilmiş, toprağı kutsal bilmiş Ehlibeyt’in damarlarından sevgi tohumları ekmişti Anadolu’ya…

Kurmuş olduğu dergaha Çin’den Maçin’den ziyaretçileri gelmiş, gönüller durağı olan Tekkesi’nde nice ilim irfan sahibi inanç önderleri, ozanlar yetişmişti. Gönülleri teklemiş, ikiliklerden birliğe ulaşmış, sevgiyle, Hüseyin aşkıyla dağları yürütmüş, döndüğü semahlarla nadanların ateşlerini söndürmüş, gönlündeki ışıkla ağulu ağızları bal, düşmanı dost, ceylanı insan etmiş, küleklerden yağlar taşırmış, bolluk ve bereket getiren, Zülfikar’ı kuşanmış, Düldül’e binmiş bir Hz. Ali gibi, eren gibi, veli gibi, ata gibi, dilimizi, inancımızı, kültürümüzü yaşatmış, hastaların iyi olduğu bir şifa merkezi olmuştur Pir Abdal Musa…

Ve de bu ulu dergahtan yetişen özünü, varlığını, ruhunu Alevi Bektaşi İslam Yolu’na teslim edip, varlığından geçip, tüm kaygılarından kurtulan Kaygusuz Abdal gibi bir büyük Ozan çıkmıştır bu topraklardan…

Abdal Musa’dan, bu dergahtan yetişen gönüllerde ölümsüz bir bayrak gibi yaşayan Kaygusuz Abdal’ımız da vardır. Yazdığı eserler, söylediği şiirler Mısır’dan Balkanlar’a halkın gönlüne girmiş, dertlerine, dileklerine tercüman olmuştur. Sözünü çekinmeden söyleyen, doğru bildiği yoldan yılmadan yürüyen, bu büyük Derviş, bir inanç önderi, bir halife, bir abdaldır. Ama o büyük bir ozandır. Ulu ozanlardan bir ulu ozan, ulu gönül erlerinden bir er olarak çağlar boyunca çağıl çağıl akarak bugünlere ulaşmış, gönlümüzün değirmeninden aşk, sevgi, muhabbet türküleri söyler olagelmiştir.



Değerli dostlar; on – on beş kez ziyaret ettiğim Abdal Musa Türbesi’ne yani Antalya, Elmalı İlçesi Tekke Köyü’ne bu sefer gidişim bir başka gidişti. Törenlerin veya günübirlik koşuşturmaların dışındaki bir ziyaretti bu seferki. Bu sefer genç yaşında yolun haliyle hallenmiş, yoğrulmuş bir genç dervişimiz Hüseyin Durak ve Nesimi’nin rengine boyanmaya and içmiş Nesimi Doğan ve aynı özelliklerdeki eşi gönlümde açan Yasemin Doğan’la düştük yollara… Dağlarında kar, dağ eteklerinde çiçekler, yeşile batmış bir büyük ovada şavkı ve şulesi gözlerimizi kamaştıran türbesindeki Pir Abdal Musa’ya, Kaygusuz Abdal’a, Budala Sultan’a, Mestan Dede, ve Dervişanlara burada nice hizmetler görmüş dervişlerin, babaların yanına gitmek için yol almıştık.

Ve vardık… Sarmaş dolaş olduk… Yorgunluklarımız gitti… Ağrılarımız çekip gitti bedenlerimizden… Gönlümüz huzur buldu… Mihman olduk bir haneye… Yolu yaşatanların, var edenlerin, Anadolu’nun gerçek sahipleri olan, sevgi, barış, dostluk, misafirperverlik, kardeşlik, paylaşım, içtenlik kavramlarının yerli yerine oturduğu Sarıkaya ailesine mihman olduk… Kurulduk sanki kırk yıldır bizim evimizmiş gibi rahat ettiğimiz evin ortasına…

Dikme Baba, Derviş, Hüseyin Sarıkaya bu yolun haliyle hallenmiş bir dost gülüşüyle bizi karşıladı, sevgili eşiyle birlikte, annesiyle, çocukları hısım ve akrabalarıyla birlikte.

Bu altı gün boyunca iliklerimde hissettiğim gibi insanlık yaşıyordu bu topraklarda. Ulu sultanlarıma bin şükür ki, inancımız, kültürümüz, adetlerimiz, törelerimiz buralarda halen yaşıyor, yaşatılıyordu. Şükür, bin şükür, Tanrım, bin şükür… On beş yıldır Anadolu ve Balkanlar’daki, Suriye’deki her ziyaretimde olduğu gibi her birisi birer anam, her birisi birer babam, kardeşim, bacım olan canlarla birlikteyim yine, bin şükür.

Hava yağmurlu, serin. Dağ başları halen karlı… Dumanlar zaman zaman dağları örtüyor. Tekke Köyü yeşile batmış bir masal kenti gibi. Sobalar yanıyor, ördekler su birikintilerinde nasiplerini arıyorlar, çiftciler tarlalarda, binlerce elma ağacının, domates, biber fidanlarının altında yaşam kavgasındalar, yollarda traktörler… Önlükleriyle çocuklar el ediyorlar, asırlık çınar ağacı yerli yerinde… Susamlar, (irisler) dört bir yanı sarmış… Soluğu ulu dergahta alıyoruz… Diz boyu otlar içinden geçip dualarımızı yapıyoruz, ulu pire… Fırsat bu fırsat, hazır kimsecikler yokken birçok kez onlarca karelik fotoğrafla belgeliyorum bu emsalsiz güzellikleri…

Derken ara sokaklar ve en çok sevdiğim ve Anadolu Rumeli diyarlarında özlediğim mis gibi tezek kokusunu solumak istiyorum, taze çayır kokularına, ayva, elma, erik çiçeklerinin kokularına karışan, tezek kokuları genzimi yakıyor. Çok şükür diyorum, hayli inek var demek ki, horozların ötüşüne o kadar mutlu oluyorum ki, burası bir köy diyorum, Yarabbi sana bin şükür hala yok edemediler köyü, köyümüzü, köylümüzü, bin şükür sana Tanrım!

Suyunu içiyorum kana kana, özlemle çayını içiyorum korkusuz…

İşte kirden, pislikten, irinden, kötülükten arınmış bir hayat kaynağı olan su ve su aydınlığında, berraklığında Tekke Köyü’nün canları…

Eyvallah diyorum yine eyvallah!…

Yaşam tüm zorluklarına, hastalıklarına, zorbalıklarına rağmen ne güzel. Ne güzel, ne güzel yaşamak ne güzel. Doğaya, tarihe, inanca, insana dair bir beldeye gelmek, yolu sürenlerle birlik olmak ne güzel, diyorum. Şükrediyorum. Yanlış anlamayın dostlar, “Çok Şükür”cü birisi değilim ama öyle mutluyum ki bu anları yaşamaktan, beni buraya getirenlerin Hakk ömürlerine ömür katsın!

Evet dostlar; Nesimi ve Yasemin’in İkrar Verme (Nasip Alma) Cemi vardı Abdal Musa Dergahı’nda… Kurban alınıp, abdest aldırıldıktan sonra tığlandı… Getirilip köyün ortak kullanılan cemevinde dinlenmeye bırakıldı. Lokma için gençler alış-veriş için Elmalı’ya gittiler… Lokma etmek için bir güzel yemekler hazırlandı. Yani Kurbancı görevini yerine getirirken (peyik-pervane) te muhip canları akşamki ceme davet etmeye çıktı. İmece usulü lokmalar bir güzel hazırlandı… Muhipler cemevindeki yerlerini almaya başladılar. Tam bu sırada sadece bıçak kullanılarak etler etlerden ayrıldı iki ayrı kazana konuldu. Çiğerler, et parçaları bir büyük tencereye, kemikli etler bir başka kazana konuldu. Kurban cemin başlamasıyla ateşe verilmiş oldu. İşte o kurban eti cemin sonunda lokma edilecekti!

İlk önce Halife Baba Hüseyin Eriş halife postuna oturdu. Sonra Mürşit postuna Ali Koca Baba onun yanına da Dikme Baba Hüseyin Sarıkaya Derviş gelip oturdu. Derviş Hüseyin Durak ve tüm hizmet sahipleri yerlerini aldılar. Tahtı muhammediye’de on iki çerağ dualarla yakıldı… Gözcü Gözcü Postu’ndaki yerine geçip oturdu, Rehber kendi postuna oturdu..

Olanı Hüseyin Derviş’ten (Durak)’tan aktaralım:



Kişi meydan evine girdiği zaman ilk önce Pervane Postuna varır. Bu Kaygusuz Abdal Postu’dur. Pervanenin diğer manası da peyiktir. Yani cemin olacağını muhiplere haber verir.

Aşçı Postuna ve Ayakçı Postu’na niyaz ederiz.

Aşçı Postu’nun piri Kızıldeli Sultan’dır.

Ayakçı Postu’nun piri Abdal Musa Sultan’dır.

Sonra eşik tercümanını okuyarak meydana gireriz.”…Bismi şah Allah, Allah! Eşik özüm, meydan yüzüm, çırak gözüm” deyip eşiği niyazlayıp içeri gireriz.

Girdikten sonra İznikçi Postu’na niyaz ederiz. İznikçi Gözcü yardımcısıdır. Ordan Gözcü Postu’na gideriz. Gözcü postunun piri Karacaahmet Sultan’dır.

Oradan Baba Postuna’na gideriz. Baba Postu’nun piri Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir.

Sonra Dikme Baba’yı niyazlarız. Sonra Tahtı Muhammediye’ye niyaz ederiz. Ordan Güvende Postu’na niyaz ederiz. Sonra Meydancı Postuna gideriz. Piri Sarı İsmail Sultan’dır.

Güvende Postu’nda birçok sürekte İmam Zeynel Abidin olarak geçmesine rağmen bizde İmam Muhammed Bakır olarak geçmektedir. Sonra üçlü Hakk Muhammed Ali Çerağı’na niyaz ederiz. Sonra meydana gelir Cümleden cümleye deyip, cümlesini niyazlarız. Burada on iki niyaz yapılmış oluyor.

Bunların haricinde; kurbancı Halil İbrahim Postu, namı diğer kasabı Cömert’tir.

Selman Postu, tezekar yani (el yıkatan)dır.

Süpürgeci yani Seyyid Farraş olarak hizmet devamlılığını sürdürür. Sofracı Kamber Ali Sultan, Saki İmam Hüseyin’dir.

Gönlümce gezerken mana ilinde

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm

Dört kutsal emanet vardır elinde

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm



Cehalet taşını eritir iken

Karşı fikirleri çürütür iken

Dağları taşları yürütür iken

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm



Dört yana adalet yayma anında

Her yerde her zaman halkın yanında

Toros Dağlarında geyik donunda

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm



Gömbe’deki Uçar Suyun başında

Solak dönen değirmenin taşında

Rıza lokmasında kerem aşında

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm



Bazen Şah-ı Merdan Alimiz ile

Bazen Hacı Bektaş Velimiz ile

Bazı zaman Kızıl Delimiz ile

Pirim Abdal Musa Sultanı gördüm



Derviş Kemal her dergaha varışta

Eşiklikte özgürlükte barışta

Uygarlık denilen büyük yarışta

Pirim Abdam Musa Sultanı gördüm



Halk Ozanı Derviş Kemal



Bugün 13 Mayıs (2011) Cuma…

Bugün bir cem var, bir bayram var bugün… Hakk Muhammed Ali Yolunda, süreğinde Alevi-Bektaşi yolunda, Abdal Musa’nın, Kaygusuz Abdal’ın izinde Babagan Bektaşilik düsturunda bir cem var bugün… Bir bayramlık gün bugün… Rahmet gökten yere yağıyor… Bulutlar karlı dağların üzerinden çekiliyor, bir ay ışığı ortalığı sarıyor, bir yeni gün doğuyor, yeni bir başlangıç oluyor bugün… Bu gece her geceden farklı bir gece bir cift can ulu bir yola gönül rızalıklarıyla girip Alevi Bektaşi İslam Yolu’nda menzil alacaklar… İki kurbanlık can, Hz. Hüseyin’in sancağı altında toplananlara katılmak isteyen Nesimi ve Yasemin Doğan ilk önce şeriat abdestini aldılar, kendilerine kefil olan yol anası ve babasının eşliğinde eşikten içeri niyaz ederek geldiler. Duaları yapıldı. Dara durdular, mürşit muhip canlara meydanda olan aşıkları tanıttı. Onların yola girmek istediklerini, kendileri gibi birer muhip olmak istediklerini, bu konuda kararın kendilerinin olduğunu, bunu onaylayıp onaylamadıklarını sordu. Her birinin onayını, rızalığını aldı.

Nesimi ve Yasemin canlar tüm hizmetleri öyle bir aşk ile yaptılar, duaları öyle içten, yürekten söylediler, öyle tatlı bir heyecan içindeydiler ki, bu gerçekten de yeni bir doğumdu, yeni bir başlangıç… Artık geçmiş bir tarafta kalmıştı. Önlerine yepyeni bir sayfa açılmıştı. Özlerini dara çektiler, yolun ululuğunda aşk harmanına girdiler, kazanda pişip kavruldular. Kendileri de niyazlarını yaptıktan sonra yerlerine oturduktan sonra her bir hizmet yerine getirildi.

Evet dostlar; Abdal Musa Sultan yolunda Babagan Erkanı’nda on iki postun, on iki hizmeti de eksiksiz yerine getirildi.

Yaklaşık altı saat süren bu ibadette tüm hizmet sahiplerinin, muhiplerinin kendi görevlerini bildiklerini ve büyük bir aşkla yerine getirdiklerine tanık olmaktan yüreğimin yağı eridi. Gönlüm aşk okyanuslarında savrulan bir gemi gibi hafifledi, hafifledi savruldu bilinmez diyarlara…

Allah, Allah! Nidaları göğe yükseldi.

Nefesler söylendi, aşk badesinden içildi, semahlar dönüldü…

Böyle bir aşk, böyle bir sevgi, muhabbet…

Yaşanmadan anlaşılmaz can dostlar, yaşanmadan anlaşılmaz.

Böyle inançlı, itikatli, kararlı, sevgi dolu, yolun kurallarıyla donanmış gençlerin yola girmeleri Bektaşi Yolu’nu sürmeleri beni çok duygulandırdı hem de umutlandırdı.

Bin şükür Hakk’ıma, Bin şükür Tanrı’ma, Bin Şükür Allah’ıma!…

Yollar sürüyor, erkanlar yürüyor…

Abdal Musa’nın ulu Dergahın’da, Kaygusuz Abdal Süreğinde cemler yürüyor.

Bin şükür, bin şükür, bin şükür…

Aynı aşkı, aynı heyecanı canım, gönlümün gülü, genç yol önderimiz Hüseyin Durak Derviş’in 15 Mayıs’taki ceminde de yaşadım…

Gaip, zahir ulu pirlerin yolundan giden, yolağını süren, sonsuza kadar bu çerakları yakacaklara bin şükür…



Ayhan AYDIN

TEBDER KURULUMUDUR
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol