TEBDER KURULUMUDUR
MANA YAZILARI
ALEVİLİK İNANCININ ÖZLERİ

Harekat Tarzı

CELALİ    AYAKLANMASI    VE   HAREKET   TARZI

       Kazovada ki gizli “KAT” karargahı kurulup,Türkmen dervişleri, Siyasi ve dini liderler toplanıp gerekli hareket  planını hazırlayıp ve liderler arasında iş bölümü yapıldıktan sonra aşiretlerden eylem yapa bilecek atlı ve yaya hareket edebilecek eli silahlı genç ve dinamik erkeklerden seçilmiş bir gerilla gücü oluşturuldu.Bunlar eğitilip görevleri öğretildikten sonra hedef seçilen önce  Bozok  (Yozgat) valisi  Üveys Beyin  evi  20  bin  Türkmenle  basılarak   isyan   başlatılır. Hareket   Zile’ye doğru  ileriler.  Sivas  Beylerbeyi  Şadi  Paşa  Kuvvetleri  ile  Zile   yakınlarında  karşılaşırlar.  Celal  Baba  Türkmenleri ,  Şadi  Paşa   kuvetlerini  bozguna   uğratır. Yavuz’un  Rumeli  Beylerbeyi   Ferhat   Paşa’yı   İsyanı  bastırmakla  görevlendirmesi   üzerine,  Türkmen   kuvetleri  Kazova’da  ki       “Kat” karargahına   çekilir. Türkmenler  eylemlerini  gerilla  tipi  geceleri   Zile,    Tokat ve Amasya ‘ya baskınlar yapılması için üç  ana kola bölündüler. Her kolun başında aşiret liderleri,dini saygınlığı olan dervişler  görev aldılar. Bu şehirlere gece ve gündüz baskınlar yapıldı. Kadı,Müftü,sancak beyi,sivil ve askeri devlet kuruluşları basıldı. Devlet memurlarının Türkmenlerin  Safına geçmeleri istendi. Bir çok memur isteğe uyarak Türkmen gerillalara katıldılar.  Şehirler yakılıp yıkıldı.Yağmalamalar oldu.Hapishaneler boşaltıldı.Askeri depolar basılarak silahlar temin edildi. Şehir halkına uymaları gereken hususlar anlatıldı.Şimdi gidiyoruz ikinci gelişimizde şunları isteriz diyerek ayrılıp köy ve obalarına dönmüşler ve elde ettikleri ganimetleri ve gerekli bilgileri gizli karargaha ulaştırmışlardır.Bu şehirlerde büyük bir panik başlamış halkta bölünmeler olmuştur. Yöneticiler şaşkınlık içindedir. Karşı tedbirler almaya yönelmişlerdir.Türkmenlerin inançları aleyhine kötü poropagandalar  başlatarak Sünni inançlı halkı aleyhte kışkırtma.ya çalışmışlardır.Halk ve toplum birbirine düşerek kardeş kardeşe düşman haline gelmiştir.Toplumla  devlet  arasında  ki   iletişim  kopukluğu doğmuştur.Devlet Türkmenleri ikna edeceği ve onlara bazı haklarını vereceği yerde Padişahın fermanına  ve şeyhülislamın fetvasına  dayanarak canlarını almak yetmiyormuş gibi birde onlardan, alınan Arazi ve hayvan vergilerini beş ,on misli artırarak uygulamaya başlamışlar. Ödeyemeyenlerin mal ve mülklerine devlet adına el koymayı başlatmışlardır. İşte bu şartlar altında Türkmen gerillalar şehirlere ve Osmanlı safında yer alan köylere baskınlarını tekrarlayarak  sürdürmüşlerdir.Bir müddet sonra bölgedeki olaylar Anadolu beyliklerine ve İstanbul’daki Osmanlı sarayına   ve Padişah Kanunu sultan Süleyman  ulaşmıştır. Padişah bu ayaklanmayı bastırmak için Ferhat Paşayı ve Hırvat asıllı Rüstem paşaları görevlendirir. Bunların komutasında bir ordunun Kazova’ya gelmek üzere yola çıktığını ve bölgedeki diğer askeri birliklerinde harekete geçtiğini öğrenen Kat gizli Karargahı  ve  lider  Bozoklu CELAL BABA diğer liderlerle toplanarak karara varırlar. Biz 20 bin yoksul halk köylü ile 30 bin kişilik silahlı Osmanlı ordusuna karşı koyamayız. Sesimizi duyurduk görevimiz burada bit­miştir. Şimdi yapacağımız iş bütün Türkmenler,Köylüler ,Çiftçiler Tarla Tapanımızı bırakarak (çift bozan) olacağız Kazovayı terk ederek ,Boşaltarak Dağlara çekileceğiz .Bu şehirlerin halklarını  aç bırakacağız ve bizlerde canımızı kurtaracağız. Diyerek karar aldılar.Aşiretleri liderler arasında paylaştırdılar.Aşiretin bir bölümünü Ahi Şeyhi, Şeyh Mahmud u Veli (Keçeci Baba) aldı. ERBAA’NIN Sakakat dağlarına çekildi.Aşiretin bir bölümünü Kutbettin Haydar Soyundan Şeyh Mahmut (Çeltek Baba) ve kardeşleri   KARA  Şeyh (Şeyh    İbrahim  )  ve (Kara reis )  Abdal   Musa   (Emir  ören  köyündedir.)  aldılar  Deveci Dağlarına çekildiler. Aşiretin bir kısmıyla, Erkilet’­de - bulunan kendi Aile Efradını ve  yol Oğulları Değeryer  Köylü  (Hubyar Sultan  ve  Ali Baba)   Celal   Baba,  Pir   Sultan  Abdal’a   teslim   ederek ,   ayaklanma’nın lideri  Celal   Baba, bir kaç sadık arkadaşı’yla  birlikte Almus ve Tozanlı deresini takip ederek Sivas’ın  Hafik İlçes­ine yakın Yıldız dağı serisinden Tekelü   Dağları’nın  Gürgen  çukuru­nda bulunan Ahmet  “Hubyar  Abdal” dedesinin 1243 yılında Moğol asker­lerince şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yere ulaştılar. burası emin bir yer olduğu için Bozoklu CELAL BABA Aile efradını buraya bıraktı. Yanındaki aşiretlerde tozanlı deresinde uygun bulduk­ları yerlere yerleştirdikten sonra Bozoklu Celal baba yanına bir kaç arkadaşını, saygın liderleri alarak Safevi devletine gidip Şah Tahmasb’dan yardım veya sığınma talep etmek üzere yola çıktılar. Kazova’dan aşiretiyle birlikte ayrılır ayrılmaz Osmanlı ordusu Bozoklu Celal Babanın aşiretiyle birlikte Sivas’a doğru çekildiğini ve İran’a kaçacağını istihbarat etmişlerdi. Sivas’taki Kamil Paşa bu durumu kendilerine yardıma gelen ve Yavuz Sultan Selimin dayısı Dul kadir oğullarından  Şehsuvaroğlu  Ali  Bey’e  bildirmiş , Dönme  Hırvat  asıllı  Ferhat  paşadan  habersiz ve  önce  davranarak  takibe  başlamış , Sivas  Beylerbeyi        Kamil Paşa ,  Şehsuvaroğlu  Ali  Bey’e,   Bozoklu Celal Baba‘yı yakala  ama ben gelinceye kadar  öldürme  emrini verdiği halde ,Şehsuvaroğlu  Ali  Bey (Maraş  valisi)  ve adamları Celal Baba’yı takip ederek Erzincan yakınındaki  Soğuk  Suyun  başında  yemek  yerlerken yakaladılar.Kellesini keserek Padişaha götürülmek üzere kelleyi Kamil Paşaya teslim ettiler. 24 Nisan  1519  Bedeni orada kaldı. Rivayete göre kaçıp kurtulan arkadaşları Başsız kalan bedeni bir at sırtına yükleyerek diğer liderlere ve Türkmen halkına öldüğünü bildirmek üzere dağlara çekilen Aşiret oymaklarına göstererek en son Buzluk dağına çekilen aşiretlerin yanına KELiT köyüne getirmişler.Ona özden bağlı olan uğruna canını bile verebilecek yol  oğlu ve çobanı (Deli Veli)  Şah Veli’ye teslim etmişler. Oda bir kaç liderle getirip Kelit köyündeki Su gözelerinin yakınında bulunan bir tümsek üzerine gömmüşler.Osmanlı mezarı bulurda söker diye aralarında gizli kalması için (ESSAH)diye şifrelemişler.Anlamı “pirimizin” gerçek mezarı burasıdır) derler. Başka bir husus daha var.Oda Celal Baba’nın öldürüldüğü yere çok yakın olan (Eğin) Erzincan’ın  Kemaliye İlçesi ile Divriği ilçelerinin Ortak yaylası olan Sarı çiçek  yaylasında KOCA HAYDAR adını taşıyan bir mezar türbe vardır. Yakınında  da Ağıl Dilli Alevi Türkmen köyü vardır. Bu türbe Cahit  Öztelli’nin Pir Sultanın Şiirleri adlı 1971 basımlı  Kitabın  da  Pir Sultanın  Mezarı olabilir .Diye belirtilmiştir. Halk arasında Pir sultan’a  Koca Haydar dendiği gibi Celal Baba’ya da ceddinden dolayı Koca  Haydar denmektedir.  Bu mezar Celal Babanın Mezarı   da  olabilir.

       Halen bir ziyaretgah olduğu belirtilmektedir  (.Türk Folklor araştır­maları Sayı 255) Bozoklu Celal Baba’yı burada noktaladıktan sonra biz yine Kazova’ya dönelim.Geride kalan ve çoğunluğu temsil eden. Diğer Türkmen Aşiretleri’ni de ,Erikli  (Kara  Hasan) Baba,Dikmen Baba,Sarı Saltuk (Sarı Kaya) Baba, Burak Abdal (Buyur Abdal) Baba, Yağmur dede,Ayan dede, Yağcı Abdal Baba, Öksüz Dede, gibi    bir çok lider  savaşçı  Türkmen   yiğitleriyle   birlikte 15 bin civarında Türkmen Aşireti BUZLUK DAĞLARINA  çekilerek  Kazova’yı Tamamen boşaltmışlardır. Ancak hastalar, çok yaşlılar, bazıda tarlasını, arazisini  bırakmaya kıyamayanlar  yerlerinde Kazovada kalmışlardır.Ferhat paşa ve Hırvat asıllı Rüstem Paşa  ve Diyarbakır  valisi  Kürt  Asıllı  Hüsrev  Paşa,  Kuvvetleri gelip Kazova’yı dolaştılar. Kazovada buldukları  Türkmenleri  toplayıp  Zile  kalesine  hapis  ettiler.  Yalnız  Bazıları  biz  ayaklanma’ya  katılmadık   diyerek  Paşaları   ikna   ederek   kazovadaki,  obalarında   kaldılar. Bu  gün  onlar “Malaklar “  soy adı  ile   çağrılırlar.  

       Zile kalesine Hapis ettikleri  Türkmen’lerin sayısı bir ,iki bini buluyordu. Kaleye kapatılan bu kadar kalabalık insanın karnını doyurmaya devletin gücü yetmedi. yöneticiler şaşkınlık içine girdi. Aç kalan bu insanlar ölmeye başladı.Çaresiz kalan yöneticiler bu insanlardan çalışabileceklerini çalıştırmaya karar verdiler. Bunun  için çalışabilecekleri ayırdılar. Onlara kolay tanınmaları için sarı renkte tulum biçimi ceket – pantolon, kadınlarda  aynı renkte etek, buluz ve entari giydirdiler. Bunlardan bir kısmını devlet işlerinde çalıştırdılar. Geri kalanlar için Zile’de tellal bağırtarak Zile halkına duyurdular ki “eğer  kimin tarlasında, bağında, bahçesinde çalıştırmaya işçi, amele, hamal lazımsa bu kişiler her sabah kale kapısına gelsinler”. Ne kadar işçiye ihtiyaçları varsa o kadar işçiyi kaleden alıp götürsünler. Ücret olarak hiç bir para ödemeyecekler. Sadece  götürdükleri işçilerin sabah,öğlen ve akşam karınlarını doyuracaklar ve bunların yiyeceğinden artan yemek ve ekmekleri de bu adamlara vererek kaleye geri getirip teslim edecekler.Ertesi sabah tekrar gelip işçilerini alacaklar diye ilan ettiler. Emniyet yönünden de duyuruda bulundular. Her kim işçisini serbest bırakır kaçırırsa veya her kim şehir içinde veya şehir dışında sarı elbiseli, sırtı sarı bir  Türkmen görür de  kaleye veya devlet makamlarına bildirmeyenler çok ağır cezalara çarptırılacak ve hatta o kimselerin kelleleri   uçurulacaktır. diye fetvalar ve Fermanlar bildirdiler. Bu hapisler zile halkınca  yıllarca çalıştırıldılar. Halk bu insanları tanır oldu. Bu insan­lara  “SIRTI SARI”   lakabını taktılar. Bu adla çağırmaya başladılar.  Bazı   büyük   arazi   sahibi  Beyler  , kaleden  aldıkları   mahkumları  her  gün  kaleye götürüp  getirmek  yerine  arazisinin  cıvarına  bu  mahkumları  muhafaza  için   özel  bir  kale  benzeri   hapishane  yaptırdılar. Tabi ki  bu  insanları  çalıştırarak. Bu  insanlar  gündüz  tarlada   çalıştılar  gecede  özel  kale  yapımında  bu  gün  bu  amaçla  yapılan  kalelerden  birisi   Emir  ören   köyünde  bulunmaktadır.  (Kara  reis) Takma  adlı  Abdal  Musa   Türbesi de  buradadır. Belki  oda  yakalanınca  burada  hapis  edildi.   Bu  gün dahi Zile halkı Türkmenlere   “Sırtı sarı “  derler. Ama ne böyle söyleyen Zileliler, nede bu adı duyan Türkmenler bu hitap adının nerden çıktığını ve manasını bilmezler. Olay unutulmuştur. Aynı zamanda bir  de  “ SIRRAÇ” adı ortaya çıkmıştır.   Bunun olayıda yine kalede sorguya çektikleri   Türkmenlere  sorular sorarlar, ne sorarlarsa sorsunlar cevap olarak  Türkmenler “ SIRDIR”, sırrımı açamam diye cevap verirler. Sorgu yapanda SIRRINI AÇ seni serbest bırakalım derler. Türkmen yine sırdır cevabını verir. Asla kabul etmezler.  Bu kelime bu günde Zile halkınca Türkmenlere  “SIRRAÇ” hitap kelimesi olarak kullanılır.Bunun da olayı unutulmuştur. Manası hem söyleyen ve hem de söylenen kişilerce bilinmez.

       Sıraç   sözcüğünün   evvelliyatı da  vardır. Yukarıdaki  Zile  kalesindeki  sorgulamayı  çağrıştıran  bir  Anekdotu,  Ali  Kenanoğlu’nun   Kitabı’nın  161 İnci  sayfasından  aktarıyorum. Şöyleki  :  “Alevilikte   yer  alan  serini   verip sırrını  vermeme  ilkesini   katı   bir  şekilde  savunan   ve   uygulayan  bir  topluluktur.  Sırrını  vermeme    konusu  Sıraçlarda   şu  örnekle  anlatılır. “ Günün  birinde   Osmanlı  bir  Sıraç  topluluğunu   sıkıştırmış,  sırrınızı   anlatın   yoksa  hepinizi  öldüreceğiz   demiş. İçlerinden  birisi  sırrımızı   anlatamayız  ama  topluluğu  serbest  bırakın  sır   benim  dilimin  altında   yazılı   olacak  kellemi  kesin   ve  sırrı   öyle   alın   demiş. Kabul  etmişler  topluluğu  serbest   bırakmışlar   o   Sıracın   kellesini   kesmişler  dilinin  altında  ki  ,  kağıdı   almışlar   ve   okumuşlar,  kağıtta    yazılan   şöyle imiş  “ kellemizi    veririz  ama   sırrımızı   vermeyiz”.  Bu  örnekleme   sanırım    Sıraçların  sır  vermemeye  gösterdikleri   özeni   anlatmaya  yeter.  Bence  bu  örnek   Zile  kalesinde   uygulanmıştır. Yine  Ali  Kenanoğlu   Kitabında  Sıraç  Sözcüğünün   anlamını  şöyle  anlatıyor :  “ Sıraç   sözcük  olarak  birleşik   bir  kelimedir.  Sır;   giz,  gizli  anlamındadır.  Aç  sözcüğü  ise   açmak  fiilinden   gelmektedir.  Sıraç;  gizliliği   kaldır, aç  anlamına  gelmektedir. Tasavvufi  anlamda  ise  sır aç   iki   şeyi   ifade  etmektedir.  Birincisi   Sıraç;   sırra  vakıf   olan,  sırrı  ifşa   etmeyen  ketum  anlamındadır.  İkincisi    Sıraç;   Hak-Muhammed- Ali  yolunda   sır   perdesini   açıp   kaldıran, gönül  gözü   açık   üryan   olan,  gönül   gözü  ile   Hakk’ı  gören  demektir. Osmanlı  Tapu  tahrir    Defterleri’nde   Sırac,   Sarac,  Sırak,    Sürek   adları  Türkmen   oba  adlarıdır.  Zile  Saraç  Köyü, Anadolu, Azerbaycan   ve  İran’da  bu  ad ile  anılan   yer  ve  oymak  adları  vardır. Zile’ye   bağlı  eski  Firig  köyü  olan  Maşat  Höyükte  bir   Sır  Ac    oymağıdır.            

       Yıllar sonra ayaklanmalar bastırılıp ortalık düzeldikten  sonra    Kale de ki Hapis Türkmenler “Af “ edilir. Zile de bulunan  Askeri  kışlanın Yanı başına göz önünde olsunlar diye bir mahalle kurulur Hapis olan   Türkmenler bu mahalleye yerleştirilirler.Burada bulunan kışla zamanla yıkılır yok olur.  Mahalle genişler.  Bu gün bu mahalle kışla Mahallesi diye anılır.  Halkının çoğu da Türkmen menşelidir. Bilindiği gibi Celal Baba ayaklanması 1517 tarihinde planlanmaya  başlayarak   hazırlık yapılmış 1519 yılında ayaklanma eylemi başlamış Ayaklanma 1521 yılına kadar en az iki yıl KAD gizli karargahından yönetilerek Kazova’da sürdürülmüştür.Daha sonra dağlara çekilerek başsız kalmalarına rağmen gerillalar ve yeni liderler eylemlerini dağlardan 1607 yılına  kadar  sürdürmüşlerdir. 1525 yılında  Zünnun Baba , Şah Veli , Süklün koca  1526  da  Yozgat’ta  Atmaca  ve  1527  yılında  Zünnünoğlu  Halil ve Kalender  Çelebi,   ayaklanması ile bütünleşerek ayaklanmaya devam etmişlerdir. Bu sıralarda Anadolunun çeşitli bölgelerinde Celali Ayaklanması adını kullanarak aslında Türkmen olmayan Bir inanç ve amaça hizmet etmeyen sadece bir talan ve çıkar elde etmek için  Medrese  öğrencileri, Boşta gezen  leventler, Çiftini bırakan köylüler, Devlet memurları ve bazı Paşalar eşkıyalık şeklinde ayaklanmalar başlatmışlar ve adına da Celali ayaklanması demişlerdir. Aslında  bunların  Celali  ayaklanmasıyla uzaktan yakından ilişkisi yoktur.  Belli düşünsel  temellere  de dayanmazlar. Anadolu’nun  en verimli ve zengin yörelerine saldıran bu eşkıyalar Anadolu’nun büyük İktisadi ve ekonomik bunalıma girmesine sebep oldular. Devlet bu zararı karşılamak için köylüye ağır vergi Kanunları çıkardı.  Ödeyemeyen  köylüler  topraklarını  bıraktı. Huzursuzluk büsbütün  arttı. Yokluk, kıtlık ve açlık baş gösterdi. Bundan Dağlara çekilen Türkmenler de çok zarar gördüler. Hem canlarını kurtarmak hem de dağlarda karınlarını doyurmak bir dert oldu.Türkmenlerin  terk ettiği  Kazova  tümüyle  boş kaldı. Hem bu verimli toprakları boş  bırakmamak  ve  hem de  Dağlara  çekilen  Türkmenleri   ovalara inmemesini  sağlamak   için    Osmanlı Devletine sadakatle bağlı Balkanlardaki   Seyit Ali  Sultan   (kızıl  Deli)  dergahına  bağlı  bektaşi   Türkmenlerden,  Makedon asıllı Pomaklardan, Bulgar, Sırp, Boşnak ve Arnavut asıllı ve Güney Anadolu’dan  Şafi  Kürt Aşiretleri  gibi  Türk olmayan ulusları oralardan göç ettirerek getirip kazova’ya,  Zile ovasına ve Buzluk  dağları  eteklerine  yerleştirdiler. Bu yabancı kavimler  Osmanlılar tarafından kendi siyasetlerine uygun olarak Arap anlayışı doğrultusunda koyu bir Taassup içinde ve bağnaz bir yapıda Müslümanlaştırılmışlardı. Bunlardan başka bir kaç köyde  Bursa dolaylarından Kara yünlü aşır eti  ve  Emir Seyit talibi  Türkmen getirdiler.   Bir  kaç   köy   halkını da   Dul kadir  oğulları   Malatya  dolaylarından  gönderdiler.   (Sarı  Kaya  köyü)  bunlardandır.  Ovaları parselleyip bunlara dağıttılar.Bu köyleri kurarken ekseriyetle Türkmenlerin çekildiği dağların eteklerine ve yamaçlarına ve Dağlardan ovaya inen ve geçit veren Dere ,vadi ağızlarına köyleri kurup yerleştirdiler.Devlet bir kanun çıkararak  bu  köylerin halkını silahlandırdı. Köylerden Birer yiğit başı seçildi. Bu yiğit başının emrine köylerden toplanan (İL ERLERİ)   örgütü  adında  bir  gönüllü savaşçı  birlikler  kuruldu. Ehli Örfün ,  Ehli fesada  karşı silah kullanma yasasına göre (İl  erleri ) örgütü Türkmenlere karşı köylerini koruyacaklar.  En  önemli  görevlerinden  biriside Dağlarda ki  Türkmenlerin   ovalara  inmesine  engel  olmaktır. Her kasabaya bir paşa görevlendirilir. Bu paşanın emrinde Muhafız kuvvetleri oluşturuldu. Köylerdeki İl erlerini  denetlemek  için  “suhte teftişi,  ehli fesat teftişi,  eşkiya teftişi”  gibi gezici denetçiler (müfettiş) görevlendirildiler. Bunların yanlarına Adalet  Fermanı  uygulayıcısı   olarak   Kadılar  görevlendirildi. Yakalanan  isyancıyı  bu  kadılar anında mahkeme ediyor ve anında cezasını  infaz  ettiriyordu. Böyle bir teşkilat karşısında dağlardaki Türkmen’lerin şehre ve ovalara inmeleri mümkün değildi. Ovalardaki toprakları başkalarına verilmişti  içleri  cayır  cayır  yanıyordu. Yol uğramaz kervan geçmez ,ot, ahlat, meşe palamudu ( hohalaz,)  kızılcık  (kiren)  böğürtlen, söğüt büdüğü,  çam kasmuğu,  deve tabanı  yumrusu,   mantar,  efelik (labada), madımak,   kuzukulağı,  pancar gibi şeyler yiyerek dağlarda gizli kaçak yaşayan Türkmen­ler çok sıkıldılar.  Hiddetleri arttı perişan   durumlara düştüler .   Her şeylerini kayıp  etmişlerdi.  Baş  vuracakları  ne  bir  makam  vardı,  nede bir merci. Devletle bağları kopmuştu. Devlet adeta tebasını ikiye bölmüştü.  Birisi  Ehli örf vatandaş, ikincisi ise ehli fesat isyancı Türkmenler. Bu iki topluluk bir birine düşmandı. Bir biri  aleyhine birer slogan’da  uydurulmuştu. Osmanlıya bağlı olanlar Türkmenlere “Sıraç, Sırtı sarı ve Kızılbaş” kelimeleriyle hitap ediyordu.  Celali Türkmenleriyse  onlara (Osmanlılara) YEZİT- KELİT (uyuz köpek) gibi sloganlarla hitap ediyorlardı. İşte “ KELİT” adı  buradan   çıktı.  Buzluk dağlarında yaşayan Türkmenleri   Zile’ye , kazova  ve  Zile ovasına ve  Amasya  ovasın’a  inmelerini engellemek için şu köyler kurulmuş ve görevlendirilmişlerdir:

Turhal Köyü : Bozoklu  Celal  Baba  ve  dervişleri  Turhal   kalesinde  İnziva’ya  çekilmişlerdi. Erkilet  Ocağının  ünlü   bir  Türkmen  Şeyhiydi. Bütün  bölge  Türkmenlerinin  dini   ve  siyasi  lideridir. Bütün  bozok  Türkmenlerinin  liderliğini  üstlenmek  için  kendisine  “bozoklu” lakabını   kullanmıştır.     Bu köy Türkmenlerin köyüydü.  Zile baskınlarında gerillaların üssü durumundaydı. Gerilalar zileye baskın yapar geri dönüşte Turhal kalesine gelir saklanırlardı. Kaledeki  bu  günkü  mağaralar onların zamanında yapıldı. Türkmenler dağlara çekilince burası boş kaldı. Buraya Osmanlılar balkanlardan getirdikleri göçmenleri yerleştirdiler. Görevleri Tozanlı çayı deresini, Kuru çay deresini ve Buzluk dağının en doğu ucunu korumaktır. Kayacık , Kazancı  ve Geyran  köyleri en uç nokta köylerdir. Aşağı geyran köyü ve kazancı köyleri Hakim noktada, temas noktası zirve köylerdir. 

Çivril köyü: Kelit deresini korumakla görevlidir. Halkı Makedon menşelidir. Sarıkaya , kazancıya  yardımcı  ön  hat  görevi yapan bir köydür.  İki  köyün   halkı  Türkçe  konuşan   Türkmen  menşelidir. Ön  hatta  bulundukları  için  Türkmenlerin  konuşmalarını  duyup  planlarını  öğrensinler  diye  yerleştirilmişlerdir. Malatya’dan  gelmişlerdir.  Güneyde   İDE köyü,  Kireçli köyü  birer  dağın,  zirvesine  yakın yamaç köylerdir. Balkan  kökenlidirler.   Buzluk dağlarının Zile’ye bakan güney sırtlarını korumakla görevlidirler .   Kara yünlü, Dere başı Köyleri  Buzluk dağlarının  güneyde Zile ve Zile ovasına geçit veren DERE BOĞAZININ üst bölümünü ve  başını,  korumakla görevlidirler. Halkı Bursa’dan getirilmiş Kara keçili Türkmen aşiretinin alt bir koludur.  Osmanlıyı kuran bir aşirettir.  Papaklı köyü Bursa’dan getirilmiştir. Buzluk dağının güney eteklerini korur.Halkı Kara kalpaklı Türkmen aşiretidir. Iğdır  Bucağı ve Çekerek deresine kadar Buzluk dağının batı güney  eteklerine  aynı  amaçla bir çok köy kurulmuş ve görev verilmiştir. Emir seyit köyü,Yeni köy halklarıda Burssdan Emir seyit ocağına bağlı köylerden getirilmişler. Halkları Alevi Türkmen  oldukları için bunlar ovaların  ortasına yerleştirildiler. Türkmenlerle temas kurmaları  önlendi. Aynı düşünceyle Yunanistan’ın Dimetoka köyünden getirdikleri  Seyit Ali sultan talibi Bektaşi Ağaç eri (yürük) Türkmenlerini  Kazovanın  en  verimli  yerlerine yerleştirdiler. Bunlar Turhal’ın  ÇAYLI köyü,  Vazanlı köyü,  Pazarın  Tepe çay köyü, Tokatın Çerçi köyü  , Vavru  köyü   gibi  bir  kaç  köy  halkı      Bektaşi     Türkmen  oldukları halde ovaların  en  verimli  bölgelerine  yerleştirilmişlerdir. Bunların ovada kalmasının nedeni Osmanlıya sadık olmaları ve balkanlardan   getirilmelerdir  daha   sonraları   bu köylerin halkları dağlardaki  Türkmenlerle  bütünleşerek  aynı  yola  girmişlerdir. Zile’nin Yağuhasan köyü gibi bir kaç köyde eskiden sünni inançlıyken ve Türkmen olmadıkları halde baskınlar sırasında zorlanarak Türkmenlerin  safına  geçerek  inancı benimsemişler. Asimile  olmuşlardır. İşte  Kazova , Zile ovası  ve  Amasya ovası köylerinin kökenleri itibariyle etnik yapı böyle oluşmuştur.Birde şu gurubu unutmayalım. Diyarbakır valisi iken Tokat bölgesine Celali Türkmenlerinin üzerine gönderilen   Diyarbakır   Valisi   Kürt  Asıllı   Hüsrev   Paşa , Diyarbakır havalisinden   toplayıp getirdiği   şafi mezhebine bağlı  KÜRT asıllı  askerlerle  “KELİT”  bölgesinde  CELALİ Türkmenlerini     imha  etmek ve isyancıları dağıtıp  cezalandırmak için buzluk dağlarında  bulunduğu sırada bölgeye zengin  ve  kalabalık  kürt  aşiretlerini  getirip   Zile’nin Maşat ovasına  ve Buzluk  dağlarına  yerleştirmiştir. Bu kürtler Diçle kırmançolarıdır. Böylece bölge köylerinde üç ayrı kökenli ve üç ayrı kültürde  köy  toplulukları  oluşmuştur. 1875/ 1877  Rus  savaşı  sırasında Kafkaslardan getirilen  93  Muhaciri   Edİgey  (Çerkez ve Gürcü)‘ler de  samsun üzerinden   getirilip   Amasya  ovalarına, Kazovaya ,  Zile ovasına  ve  Yozgat ovasına oldukca kalabalık guruplar halinde getirilerek   müstakil  köyler  ve  mevcut köylere yerleştirerek   dördüncü   farklı  etnik  köken ve kültürü bölgeye taşımışlardır.  Birinci etnik köken olan ve asıl  tebaayı  temsil  eden Türk ve Türkmen  nüfusu  azınlıkta  kalmış ve Dağlar da kıraç meralarda yaşamaya zorlandıkların ‘dan ve devletle  barışık olmadıklarından  Diğer  guruplara  göre  çok  yoksul ve fakir  fakat  o  derecede  de çalışkan bir topluluk olarak var olmaktadırlar.   Köklü  kültüre  sahip, bir birlerine  bağlı, sıcak   kanlı olan Türkmenler Osmanlı zamanın da cahil kalmalarına  rağmen Cumhuriyetin  ilk  yıllarından  itibaren aydın kafalarıyla yeni yazıya gönül vererek Yüce Atatürk’ün devrimlerini benimseyerek kısa zaman  da  cehaleti  yenerek  bölgede yaşayan diğer etnik gurupların önüne geçmeyi veya onların seviyesini yakalamayı başarmıştırlar.  Buzluk  dağlarının  Amasya  ovasına  bakan  dağ  eteklerine  Ve   hakim   noktalarına   da   Zile  tarafında  olduğu  gibi  köyler kurulup görev verilmiştir.  Kızılca köyü, Kayrak Köyü,  tepecik  köyü,   Ovasaray, Kayabaşı,     Çivi     köyü,  Baş Ermeni köyü, Gözlek köyü,Terzi köyü, Göğnücek köyü gibi  köyler Buzluk dağlarında ki Türkmenlerin ovalara   inmesini  engellemek  amacıyla  kurulmuşlardır. Halkları Balkan kökenlidir.  Akyazı köyü ise 93  muhaciri  gürcü  köyüdür. 200 senelik  bir tarihi vardır.

       Bölgeyi tanıttıktan ve Halk hareketlerini ,etnik yapılarını ve bölgede  ki   devlet  politikalarını gözlem altında inceledikten sonra biz dönelim  yine buzluk dağlarına ve KELİT denilen bölgeye çekilerek oraya oldukça kalabalık bir yığınak yapan Kazovalı   Celali Türkmenlerini   anlatmaya.  Yukarıda adı geçen Türkmenler 1520 yılı içinde Kazova ve Turhal yöresinden  ayrılarak  Buzluk dağına geçit veren bu günkü Çivril deresini takip ederek (çay içinde) bu  günkü  ağcaşar köyüne ulaştılar. Oradan  sonra  su  yolunu  takip etmeleri mümkün olmadı. Çünkü O dere çok sık ormanlık, sazlık ve bataklık bir yapıya sahipti   burayı   yanlarında  bulunan  hayvan sürüleriyle aşamayınca bu günkü yünlü istikametine döndüler. Yünlü ve dere boğazının başını aşağıda bulunan Zilenin    yakınlığı  sebebiyle  emniyetsiz  gördüklerinden, Çal deresinin  başından  kuzeye  saparak bu günkü  ESKİ KELİT  mevkisine  ulaştılar.  o gün oralar seyrek ormanlı , su kaynakları bulunan, otu bol, ara  ara  küçük düzlükleri olan çayırlık güzel bir meraydı. Emniyetide   iyiydi. Oralara obalar  kurarak  yerleştiler. Geçici bir yerleşmeydı.  Zaten konar   göçerdiler .  Burası kışlık olabilirdi.  Öyle   bir  düzen aldılar. Baskınlar da  emniyet  yönünden  imece  yoluyla  Kendilerine   taş  duvarlarla  örülü   üzerleri   ahşap  ve  toprak  damlı  barınak  evler  yaptılar.  Hayvanlarına , aynı  biçimde  ahır, ağıl  samanlık  yaptılar. Buralarda  kışlıyorlar. Yazları  meralara  göçüyorlardı.  Yaylalarda  ise    kıldan  dokunmuş kara çadır­lar,   Kurar   otururlardı. Kışlık     evleri   toprak  seviyesinden  yüksek olmadığı için uzaktan bakınca ev olduğu pek fark edilmiyordu    Kışın   sıcak   yazında  serin  oluyordu. Emniyetliydi. Bu  evlerin  bir  bölümü  Eski  Kelitte  viran  halde  1955  yılına  kadar  duruyordu.Bu  yıllarda  Hasan  Çavuşun  oğulları  yıkıp  burasını  tarla  yaptılar.

       Bu tarz da yaptıkları evlere aileler yerleşti.Hayvanlarına  dere  içlerin  de çalmarlar çevirdiler. Böylelikle yerleşme sağlandı.  Kanbergilin Tarlaların altında   ve   yaylalarda  da   bu evlerden hiç bozulmadan duranlar vardı. Merak edip bu evleri iyiden  iyiye incelemiştim. Eski kelitte 112 adet mezar bulunan bir mezarlığı çok iyi biliyorum.  Yaylalarda  Kamlı  derenın ve Kuyuların derenin  kesiştiği  yerin  yaylalar Bu evlerin tarifi gerçektir. Benim çocukluğumda 1950 yıllarında hem Eski kelit,hemde yaylalar denilen  yerlerde (hasan çavuşun tarlası) tarafında kalan sırtın üstünde yüzün üstünde mezar bulunan mezarlığı da o tarihler de incelemiştim. Bu iki mezarlık bu yerleşim bölgelerinin  normal mezarlığıdır. Emingilin Dursunun oğlu, Resulun damadı ismini unuttum bu kişi İstanbulda bana 8-ıo tane Fatih sultan mehmet adına basılmış gümüş Osmanlı sikkesi para gösterdi.Türkmenlerin    kadınları bu paraların bir kenarından  delmişler. Delikler beliydi  başlarına  giydikleri  feslere takmış olduklarını anlatıyordu. İnceledim    o kişiye  bunları nerde buldun  dediğimde, oda  bana  bunları eski- kelitteki  mezarlıkta  bir  mezarı  sökerek  buldum  dedi.  Bende  bunları   benim  araştırmalarıma  ışık  tutuyor.  Gel bunları bana ver ne istersen veriyim dememe   rağmen  bu  paraları  bana  vermedi. Ama ben o paraları gördükten sonra o mezarlıkta yatan Türkmen  kadınları ve  mezarlar hakkında sağlam bir kanaat edindim. İşte ilk  kafileyi eski Kelite yerleştırdikten  sonra  daha sonra gelen kafileler. daha ileriye devam ederek yaylalara. Genalanlara, Taşlı tarlalara , Bacal (Bacul) düzlüklerine, Kervansaray düzlüklerine, Haşhaşlik ovasına, Damderesine, Yukarı kızoğluna,Tekkeye, Kayıya ve Ovacığa, Hasanluya, Samur çayına,Diğer taraftan Çayır köyü,Karşı pınar Karacören ve Acısu köyü gibi buzluk dağlarının batı bölümlerine doğru yayılıp dağıldılar. Yerleşme temamlandıktan   sonra Buzluk  dağının batı bölğesinde Hakim yer olan Karşı pınar köyünde bir kısım lider komutasında hem savunma hemde baskın amacıyla Bir savaşçı gerilla gücü oluşturuldu. Buzluk  dağının  Doğu kesimi olan KELİT bölgesinde aynı amaçla daha güçlü bir savaşcı gerilla gücü ve liderler karagahı oluşturuldu. Aşiretin yerleşim bölgelerinde sadece yaşlılar,hastalar,özürlüler ve çobanlar ve bazı ulaklar,gözcüler  bırakıldı.  Bölgedeki arazinin durumuna göre sekiz ,on yaşından büyük Kız çocukları ailelerden alınarak, bu gün “kızlar Seküsü” Eski tarla denilen ormanlık, sapa ve hakim yere  topluca gizlendiler.  Başlarına koruma lideri bırakildı. Bunlar ot, pancar topluyarak yemek işlerinde yardım ediyorlardı. Baskın  zamanı gizleniyorlardı. Bu gurup su ihtiyacını bu gün (boklu dere) denilen yerdeki çeşmeden temin ediyorlardı. Kızlar su almaya giddikce çeşme etrafına. küçük ve büyük tuvalet ihtiyaçlarını giderdikleri için edraf insan pisliğiyle dolduğu için onlar tarafından  derenin adına (boklu Dere)  adını taktılar. Bazanda  su  almak  için gilligin dereden araza inip su alırlardı. Gidip gelirken başlarını yıykamak için dereden  kil toprağı sökerlerdi. Bu dereye de bu yüzden  bu dereye de onlar tarafından killiğin  dere, adı verildi. Gine eski kelit ve yaylalardaki   Türkmenlerin  keçi ve koyun sürüleri  bu gün Tuzlanın burun adı verilen yere gelir. Hayvanlara  düz  taşlar  üzerinde TUZ verilirdi. Kızlar killiğin dereden bu buruna geçerler. Keçi   ve koyunlardan  ihtiyaçları olan sütü sağıp kızlar  seküsüne geri dönerlerdi. Buraya da Tuzlanın burun diye ad verdiler. “Kızlar Seküsü” demek kızların toplandığı yer anlamındadır. Yerleşik  Türkmenlerin on yaşından büyük oğlan çocukları da    ailelerden  alınarak  Bu gün yukarı “kızoğlu” denilen yere götürülüp gizlendiler. Kızoğlu demek o zamanda  Türkmenlerde  Bekar, Delikanlı çocuklara (Kız oğlan) denirdi.  Bunları topladıkları yerede kızoğlu adı verildi. Bu çocuklar normal günlerde çallarda, yazılarda düzlüklerde küçük tarlalar açmak için  taş  toplar cüğül yaparlar. Taşsız  yerleri  sivriltilmiş  ağaç  kavğuçlarla  toprağı  kazar  buğday ekerler, buğdaylar olunca da Taşlarla döverek un yaparlardı.Ekmek pişirir hem kendileri yer hem de dağlarda gözcü bulunan gerillalara götürürlerdi. Tehlikeli anlarda kızoğlunda toplanır gizlenirlerdi.Yanlarına  koruma  liderleri  vardı. Bazen de dağdaki   gerillalara haber götürüp getirirlerdi. Boş   durmazlardı. Türkmen  aşiretlerinin  eli  silah tutabilen,dövüşebilen  bütün erkekleri ve bazı kadınları dağlarda gizli yaşarlardı. Bunlar geceleri obalara iner ailesini görür ve azığını alarak görevli olduğu dağlara çıkarlardı. Kimi yüksek tepelerde gözcü ve ateş dumanıyla haberleşme nöbeti tutar. Kimide şehirlere, ovalara baskınlar düzenlerdiler. Ovalara baskın yapanlar Osmanlıların yerleştirdiği yeni köylülerin ektiği buğday tarlalarını biçerler, elle ufalayarak elde ettikleri buğdayları aşirete getirirlerdi. Meyve,sebze gibi şeyleri de böyle temin ederlerdi. Kendilerinin de ekip, diktiği olurdu. Bazen de Yünlü -çivril köylerinin İl  erleri  Türkmenlerin ektiği Buğday tarlalarını basar Ateşe verip yakarlardı. Gine böyle Tarla yakmak için Türkmenlerin tarlasına gelen yünlülü bir iki genci Türkmenler yakalayıp topladıkları çalıları tutuşturarak gençleri ateşe atıp yakmışlar.  Bu olaydan öyle korkmuş olacaklar ki bir daha Türkmenlerin arazilerine giremediler    Bu olay çevre köylerde duyuldu. Bu köylülerden karşı dağlarda Bir kaç Türkmen insanı görseler. Paniğe kapılırlar Türkmen geliyor.şimdi bizi yakacaklar kaçın  diye bir birlerine bağırır oldular. Köylere  girmeye cesaret edemezlerdi.Türkmenler adam yakıyor diye duyulmuştu. Bu hal, hala o köylülerce söylenir.Ürkeklik hala devam etmektedir. Halbuki böyle bir şey o zaman içinde olmuş geçmiş bir olaydır. Şu anda hiç bir Türkmenin   vicdanı  böyle  bir  şeyi yapmaya dayananamaz. Böyle  şeylere  çocukluğumda  ben  de  şahit   oldum.  İnce  Öz deresinin eski kelit sırtında iki arkadaş mantar topluyoruz. Karşı yamaçta da iki genç odun kesiyorlar. Bizim mantar bulmak için sağa sola koştuğumuzu görünce paniğe kapıldılar. Birisi ötekine bağırıyor. Abi Türkmenler çalı topluyor. Bizi yakacaklar kaçalım diyor. Ötekide dikkatla bize bakıyor. Biz durumu çaktık arkadaş  dediki  şaka olsun diye çalı topluyalım dedi. Biz başladık  çalı  odunu toplayıp bir yere yığmaya bunu gören iki kardeşte ağlıyarak,   hayvanlarını bırakıp kaçmaya başladılar. Biz şaka yaptık öyle  bir şey yok diye bağırdıksa da dinletemedik. Biz oradan ayrıldık. Hala bu yanlış ve şartlandırılmış inanç sürmektedir. Duyumlarımıza göre   o köylerde cami hocaları halkı Türkmenlerden  uzak tutmak için ve kin   beslemeleri için bu yıllar önceki olayı ballandıra, ballandıra anlatırlarmış. O köylere misafir gitmeyin ve gecelemeyin derlermiş.

       Yine biz dönelim Türkmenlere  Engebeli, ormanlık, taşlı  kayalı  bu verimsiz topraklar üstünde ,can korkusu içinde otlardan pancar adıyla toplayıp yemek yaparak karın doyurup yaşamaya çalışan  Türkmenler.Bazı ihtiyaçlarını temin için şehre inmek zaruret olur. ama inemezler. Hayvan ürünleri Yağ, Peynir ve çökelik boldur satamazlar. En çok ihtiyaç duydukları tuz , gazı  ve giyeceklerdir alamazlar. Keramet  ehli, Bilge ve lider  kişi  olan Yağcı Abdal  kod  adını  kullanan  Türkmen kocası buna çare bulur. Yolunu bulup Amasya’ya   gider. Kır bir At alır. Semer vurur. Terki heğbesi alır. Türkmen kıyafetini soyunur. Çarşıdan Ermenilerin giydikleri bir kıyafet alır giyinir. Onlar gibi sakal bırakır. Atın iki yanına çerçi sandığı yaptırır. Aldatmaca bir kaç inci boncuk kor sandıklara    Heybesinede   Türkmenlerin  satılacak  ürünlerini  doldurur, getirip halka dağıtır. O zamanlar bu çerçilik işini ermeniler  yaparlarmış. Onuda ermeni sanırlar. Şehirlere kolaylıkla girer, çıkar alacağı mallarıda ermenilerden alır. Kelite dönünce Türkmenlerin yağ, peynir, çökelik ve keş gibi hayvan ürünlerini toplar götürüp şehirde satar. Bu yüzden kendisine yağcı abdal denmiştir.  Şah Veli ayaklanmasında  İl erleri  şüphelenmiş ve yakalayarak  Zile’nin dere boğazında doğu yamacında 12-13 hanelik bir köy var. Türbesi oradadır. Zaten orada yakalayıp öldürmüşler. Belkide öldürenler oraya köy kurmuşlardır. 0 erenlerde yaptıkları zulme karşı onlara beddua etmiş olacak ki 1526 yılından bu yana hala köyün aile sayısı 12—13 aileden fazla çoğalmazlarmış. Bir hane artsa öteki bir hanenin ocağı batarmış. Bu köylülerce ifade ediliyor.  Şu  anda Türbesi ziyaretgahtır. Bil hassa geç yürüyen ve yürüyemeyen çocuklara şifa verir.  Ben Türbesini ziyaret ettim. Civardaki düz kayalar üzerinde atının  nal izleri belirgin olarak durmaktadır. Allah onlardan Razı olsun. Halkına  hizmet  etmiş ve halkı uğruna kellelerini vermişlerdir. Gayeleri  sadece  Türk  ve  Türkmenlik  Kültürü  uğruna  sevdalanmışlardır. Yukarıdan beri anlattıklarımdan şöyle bir askeri taktiğe ulaşabiliriz.  Diye  biliriz ki, Osmanlıların çok iyi bir teşkilatlarına karşı ,Türkmenlerde ‘450 yıl önce daha bu gün adı yeni duyulan gerilla savaşını bu coğrafya üzerinde çok iyi uygulamışlardır. Örgütlenme ve taktik düzen­leri  tamamen bir gerilla örgütü gibi ve ırkdaşımız  kızıl  derililerin  savaş  taktiğine  benziyor. Orta  Asya  steplerinde öğrenmişlerdir.  Zaten Türkleri Avrupa içlerine  kadar  ilerleten  güçte  bu  taktiktir.

 

 


 
TEBDER KURULUMUDUR
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol