Cumhuriyet Fikri
"CUMHURİYET FİKRİ"
Cumhuriyet fikri
15 Ağustos 2014, 18:47
Cumhuriyet fikri
Atatürk Alevidir, hacı Bektaş velinin dergâhına gider, orada kalır, cumhuriyetin kurulmasını, içinden geçirir, içinden geçirdiğini orada yaşayanlar bilir, ilk Cumhuriyetin fikri Atatürk’ün gönlünden geçer, sonrada hak erenlerin gönlünden geçer izin verirler, sen bizdensin Alidensin Alinin teninden terindensin derler, La Fetha okurlar, duasını verirler sen şahsın derler, beklenen ol mehdidir, sen bu ülkenin mehdisi olsun, dualarımız ile Hak Muhammed Ali ile derler, Git Cumhuriyetimizi kur derler.
Cumhuriyet fikri, fikrin babası atası olan Mustafa Kemal Atatürk’tür Halkın önderliğinde yoluna bağlı kalmakla, Sanayileşme ile Ülkeyi kurtarmak ıç ve dış düşmanlardan kurtarmak istemiştir, olduğu gibi ülke halkı ile. Çöken imparatorluğun görüp, üstün fikir akımlarının kalmasını sağlamak, etkisi ile devleti bu çöküşten kurtarabilmek için devletini yaratmak, hilafete, halifeliğe şeriata dayanmayan, çeşitli fikirlerin peşinde olup bir fikir ile noktada birleşmesidir. Devleti ıslah çabaları da; eş zamanlı ve değerdir, geriye boş harcanacak zaman yoktur, cumhuriyet fikri, çok yönlü özgürlüğün aydınlığın halkçılık devrimcilik inkılapçılık, cumhuriyetin temellerini oluşturmaktadır, imparatorluğun devamlılık göstermediğinden dolayı istenilen başarılar elde edilememiştir. Devletin geleneksel yapısı, ilim bilim cahilliği yok eden ve teknolojideki gelişmeleri takip edememesi ile ülkesini ayakta tutabilen ekonomik ve sosyal kültür medeniyetlerin dayanışmasıdır, hilafete halifeliğe karşı, ayaklanmalar ve benzeri pek çok neden bu gericiliğin üç halifelikle yönetimlerinin çöküşüdür, gerçek bırakılan emanetlere dönmenin kazanılmasını vermek oldu, hızlanmasındaki önemli faktörlerdir.
Bu dönemde ortaya çıktı, fikir akımları ve bazı fikirler toplumda değişimi sağlayacak önemli bir amaç niteliğine bürünmüştür, Bu düşünceleri gerçekleştirmek amacıyla “ . Savunan hakların, haklarını bir taraftan meşruti yönetimin kurulmasını gerçekleştirirken, öte yandandı geçmişe dönmemek Bir başka makalesinde de “İkincisi, usulü meşverettir ki, o da beyan olduğu üzere, kudret-i teşrii erbap-ı hükümetin elinden almaktır. Devlet bir şahsa-ı manevidir. Kanun yapmak, onun iradesi; icra etmek, kefali hükmündedir. Bunların ikisi bir elde oldukça, harekât-ı hükümet hiçbir vakit ihtiyar-mutlaktan kurtulamaz. İşte şurayı ümmetin lüzumu bundan teeddüp eder.” diyerek meclisin açılmasını istemiştir hak gördüğü cumhuriyet fikrine bağlılığını belirtmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün” Cumhuriyet” ile ilgili görüşlerinin oluşmasında özellikle “ önemli Ehlibeyt dergâh sahipleri pir ocakları hacı Bektaş velinin dergâhında bulunan büyük alevi dedelerinin fikirlerinin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yetişmesi, eğitimi ve düşüncelerini anlatan makalesinde benzer hususlardan söz etmektedir. Bu bilgilerden de açıkça anlaşılmaktadır ki; Cumhuriyet rejimi hakkında, Cumhuriyeti kuranların fikir olarak belirli bir alt yapıya sahip oldukları anlaşılmaktadır, imparatorluğun Osmanlının kaybedilişi nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da böyle sıkıntılı ve zor süreçler yaşandıktan sonra olmuştur İşte bu süreci hazırlayan, sürecin temellerini atan Osmanlı Devletini çöküşten kurtarıp, güçlü bir devlet haline getirme düşüncesi iken bugün için de; Türk Milleti’nin insanca yaşama ve Türkiye Cumhuriyetini koruma ve yaşatma idealine dönüşmüştür.
Osmanlı ülkesi içerisinde ezilen halkın Müslümanlar Ali abadan ehlibeyt, Alevi olanların olmasıdır, sürgün edilenler katliam edilenler, asimilasyona uğrayanlar, Musrafa Kemal Atatürk böylelikle Alevilerin sahip çıkacağını cumhuriyeti kurarken destekleyeceklerini biliyordu, yoğrulmuşlar ve yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin öncüleri, müjdecileri olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde yaşamış dönemde üstlenmiş olduğu görevleri de başarı ile sonuçlandırmıştır askerî ve dış politikasını yakından biliyordu ülkesi ve düşmanlarını yakından tanıma fırsatı vermiştir. Başarısını etkileyen faktörlerin en önemlilerinden birisi bu olmalıdır.
Millî Mücadele dönemi ve sonrası hayatının bütün safhaları ile bilinmesi lâzımdır. Atatürk, Mondros Mütarekesi’nin uygulamaya konulmasını takiben görevli olduğu Suriye cephesinden İstanbul’a dönmesi için almış olduğu çağrı üzerine İstanbul’a gelmiştir. Bu dönem O’na Millî Mücadele planlarını yapma ve düşüncelerini, değişik cephelerden kendisi gibi İstanbul’a dönen arkadaşlarına açma fırsatı vermiştir. Söz konusu silah arkadaşlarının hemen tamamı Millî Mücadele hareketine katılmışlarsa da ilk anda hemen hepsinin Atatürk ile aynı görüşü paylaştığı söylenemez. Mustafa Kemal Atatürk’ün milli mücadele fikrini paylaşmakla birlikte asker, silah ve para bulmanın mümkün olmayacağını savunanlar da vardı. Mustafa Kemal onların kafalarındaki sorulara cevap bulmada ve onları ikna etmede başarılı olmuştur. Ordu müfettişi olarak Anadolu’ya geçmeyi başardıktan sonra arkadaşlarından aldığı güçle Millî Mücadele ateşini yakmıştır.
1. CUMHURİYETÇİLİK
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel özelliklerinin ilkidir. Seçilmiş bir başkanın yönetiminde veya millet hâkimiyetine dayanan yani belli süreler için seçilmiş milletvekilleri aracılığıyla yapılan yönetimdir. Cumhuriyet taraftan olma haline “Cumhuriyetçilik” buna inanan kimseye de ‘“Cumhuriyetçi” denir. Zamanımızda halkın oylarında beliren milli irade, eskiden Tanrı’nın ilahi gücünü bir şahsa yansıtarak onu kutsal idare kabiliyeti ile donattığı inancına bağlanmakta idi. Tarihi Türk Devletlerinde; Kuvvetler Birliği Prensibi yürürlükte tutulmuş, Kuvvetler Ayrılığı Prensibine dayanan güçsüz demokrasilere iltifat edilmemiştir. Devlet başkanının irsi olmadığı veya hayat boyu devam etmediği yönetim şekli cumhuriyettir. Bu yönetimde, hâkimiyet bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütününe aittir. Cumhuriyet, milli hâkimiyete egemenliğe dayanan bir halk idaresidir. Cumhuriyetsiz demokrasiler olduğu gibi, demokrasisiz cumhuriyetler de vardır. Türk Cumhuriyeti, sınıf egemenliğine dayanan bir halk cumhuriyeti olmadığı gibi, meşruti ve monarşi bir Cumhuriyet de değildir. Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayanan bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti ulvi bir düşünceye dayanmaktadır. “İkinci Cumhuriyet” ve “Yeni Demokratik Cumhuriyet” kavramları kanaatimizce zihinlerde karışıklık yaratmaktan başka anlam ifade etmemektedir. Anayasalarımızda cumhuriyetin değiştirilmeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Nitekim Cumhuriyetin sonucu olarak Türkiye Cumhuriyetinin bütün vatandaşları devlet yönetiminde görev alabilirler ve bundan sorumludurlar. Amasya Genelgesi’nde “milleti içine düştüğü kötü durumdan yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktır” ifadesi kullanılmıştır. 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’da “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin” olduğu ilân edilmek suretiyle Cumhuriyetin adı konmadan rejimin tanımı yapılmıştır. Demokrasi, Cumhuriyetle birlikte ve onun tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Atatürk’e göre: Cumhuriyetle demokrasi birbirinden ayrıdır. Zira Cumhuriyetin bir şekilden ibaret olmasın: karşılık, demokrasi bir ruh ve anlayış meselesidir. Cumhuriyeti bir devlet şekli, bir hükümet şekli olarak tanımlamak gerekir. Yani “egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun tümüne ait olduğu bir devleti ifade eder”. Bugün Cumhuriyet olduğu halde demokrasi olmayan (Çin, Küba gibi) ülkeler bulunduğu gibi. Cumhuriyet olmayıp da demokrasi olan ülkeler (İngiltere, Belçika, İsveç gibi) de vardır. Ayrıca hem cumhuriyet hem de demokrasinin bulunduğu ülkeler de vardır Türkiye ve Fransa gibi.
2. MİLLİYETÇİLİK
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan Atatürk, Türk milletini aziz bir varlık olarak görmüştür. Bunun sonucu olarak da yeni Türk Devleti’ni Türk milleti temeli üzerine kurmuş ve milletin adını da devlete vermiştir. - Atatürk, millet, milliyet ve milliyetçilik kavramlarını berrak ve yalın bir biçimde tarif etmiştir. “1919 Mayıs’ında Samsun’a çıktığım gün, elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım…” Milliyetçilik, bir düşünce, bir kültür birliğidir. Amacı, Türk Milletinin dünya milletleri arasında şerefli ve itibarlı yerini almasıdır. Zira Milli Mücadele, Türk milliyetçiliği ve Türk Milletinin bağımsız yaşama azminin sonucudur. Biz inanıyoruz ki, Atatürk’ün birleştirici, toplayıcı, yüceltici, çağdaş ve medeni milliyetçilik anlayışı günümüzde olduğu gibi gelecekte de totaliter ve çağdışı akımlara karşı bir rehber olacaktır. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici, insani ve barışçıdır. Bu anlayış milliyetçilikle taban tabana zıt olan komünizmle, ırkçılıkla, totaliter faşizmle ve teokratik düzenle ilgisi yoktur. Türk milliyetçiliği kafatasıyla uğraşmaz, üstün ve aşağı nazariyeleri ile ilgisi yoktur.
3. HALKÇILIK
Atatürkçü düşünce sistemi içinde, demokrasi ile halkçılık eşanlamlı olarak kullanılmıştır. T.B.M. Meclisi, Milli Mücadele yıllarında teşkil edilmiş ve alınan askeri, siyasi, ekonomik ve idari kararlar meclisten geçirilmiştir. Yani mücadele meşru bir zeminde verilmiştir. Böyle bir savaşın bir parlamento tarafından yürütülmesi Atatürk’ün meseleye bakışının en güzel ifadesidir. Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin temel hedefi milli, lâik, güçlü ve çağdaş bir devlet kurmaktır. Halkçılık: Devlet hayatında hiçbir kişi ve zümreye ayrıcalık tanınmaması, sınıf mücadelesinin reddi ve devletin sos yo-ekonomik hayata müdahalesiyle sosyal gruplar arasındaki denge ve dayanışmanın korunmasını hedef almaktadır. Bu yönüyle halkçılık “Siyasi demokrasiyi de karşılamaktadır. Halkçılık, milliyetçilik ve milli egemenlik ilkeleriyle Millî Mücadele döneminde gündeme gelmiştir. Bize göre halkçılık, kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi ve elinde bulundurulmasıdır. Halkın kendi mukadderatına hâkim olması yönüyle de siyasi demokrasi ile eş anlamlıdır. Atatürk demokrasiye yani halka karşı olan çağdaş siyasi akımlar arasında, Bolşevik Nazariyesi, İhtilalci Sendikalizm ile Menfaatlerin Temsili nazariyesini sıralamaktadır. Atatürk, demokrasiye aykırı olan bu siyasi akımları ülkemiz için uygun görmemiştir. Tek parti sistemi: Türkiye’nin sosyal ve siyasi gelişmesini tamamlayabilmesi için belirli bir süre uygulanmıştır.
4. DEVLETÇİLİK
Türk inkılabı güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomi ile varlığını sürdüreceği gerçeğinden hareket etmiştir. İlk 10 yıllık dönemde (1920-1930) sağlanan desteklere rağmen özel sektör beklenileni verememiştir. Zira şartlar elverişli değildi. Daha Lozan görüşmeleri sırasında İzmir İktisat Kongresi gerçekleştirilmiştir. 1920-30 arasında;
1) Ekonomik gelişme istenen seviyeye gelememiştir.
2) Milli gelir düşük,
3) Mali kaynaklar yetersiz,
4) Ülkenin demografik yapısında meydana gelen değişme (Nüfusun % 22’sinin gayr-i Müslim… vb.)
5) Yetişmiş insan gücündeki eksiklik.
6) Sermaye meselesi (Yabancı sermaye- Osmanlı Bankası)
1929 yılında hükümet, üretimi artırmak ve buhrandan kurtulabilmek için ekonomiye müdahalede bulunmuştur. Devletçilik özel teşebbüs hürriyetinin ve piyasa ekonomisinin reddi demek değildir. Zira kalkınmanın temel esaslarından birisi de teşebbüs hürriyetidir. Atatürk dönemindeki himayeci tavır, yabancı sermaye dostluğu veya düşmanlığı değil, meslek ve iş sahalarında Türk insanından başkasının rol oynamamasına fırsat vermeyen milli bir yaklaşımdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hangi şartlar altında kurulduğunu göz önünde bulundurmadan bu ilkeyi anlamak mümkün değildir.
5. LÂİKLİK
Devlet ile din işlerinin birbirinden tümüyle ayrılmasıdır. Bu durum devletin dine karşı ilgisiz olduğunu değil, dinlere karşı tarafsız kaldığının göstergesidir.
20 Nisan 1924 Anayasasının 2. maddesinde bulunan “İslam Türkiye Cumhuriyetinin resmi dinidir” ibaresi, 10 Nisan 1928’de kaldırıldı.
Türk tarihi incelendiğinde Türk Müslümanlığı yani Türklerin İslam’ı algılama biçimi lâik bir yaklaşımdır (Tuğrul Beğ-Halife münasebetleri).
Lâiklik Türk İnkılâbının harcı, temel taşıdır. Çağdaşlaşmanın vazgeçilmez şartı, akıl ve bilimin devlet ve toplum hayatımıza yol göstermesi lâiklik ile mümkündür.
Yüce kitabımız Kur’an’daki “sizin dininiz size benim dinim bana” ifadesi lâikliği ifade etmektedir. Zira bize göre lâiklik “İnananların inançlarının gereği inandıkları biçimde yaşamalarıdır”. Müslümanlıkta rahipler ve ruhaniler diye ayrı ve imtiyazlı bir sınıf olmadığı gibi kavim, boy, kabile ve şahıs imtiyazı da yoktur. Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde böyle bir imtiyazlı sınıfın olmadığı söylenemez. Dinî kisveye bürünmüş çevrelerin elinde din gelişme ve ilerlemeye engel konuma getirilmiştir. Bazı çevrelere göre, dünya nimetleri Müslüman olmayanlara, layık görülmüştür. Yani bu dünya kafirlerin öteki dünya müminlerindir denilmiştir. Din ve vicdan hürriyetinin yegâne güvencesi olan lâik anlayışta din gereklidir. Devletin, vatandaşlarının bu ihtiyacını karşılaması gerekir. Bu bilgilendirmenin yeri de okullardır. Bu ihtiyacın cemaatlere bırakılması “milletleşme” sürecini tamamlamakta olan toplumumuzun yeniden gruplara, cemaatlere ayrılması anlamına gelmektedir. Siyasi taassub: “Bir şahsın hayat ve toplum hakkındaki görüşlerinin mutlak surette hak ve başkalarınkini de bâtıl kabul etmesidir”. Lâiklik, dinsizlik demek değildir ve kimse dinsizliğini lâiklik şemsiyesi altında gizlemeğe kalkışmamalıdır. Dindar olmak kadar dinsiz olmak da lâikliğin sağlamış olduğu din ve vicdan hürriyetidir. “Lâik” veya “lâyik” şekillerinde telâfuz edilen bu kelime dilimize Fransızcadan geçmiştir. Kelimenin asıl Latince “Laicus” şeklindedir. İngilizceden iktibas edilerek dilimize geçen “Secular” ve “Secularism” terimleri de lâiklik anlamında kullanılmaktadır. “Laisizm”: Lâik fikir akımlarının savunmasını üstlenmedir. “Lâiklik”: Sosyal hayatta din kurallarına tâbi olmayan hukuk anlayışını ifade etmektedir. Bu haliyle hukukî bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefi bakımdan lâiklik, inanç yerine aklın egemenliğinin kabul edilmesini, siyasi bakımdan lâiklik ise, siyasi iktidarın dini iktidardan ayrılmasını ifade etmektedir. Geniş manada lâiklik, “devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılması ve devletin siyasi, ekonomik ve hukuki düzeninde dini inançlar yerine aklın egemen olması” şeklinde tanımlanabilir. Lâikliğin temelinde dine, inanca ve insana saygı, sevgi ve hoşgörü yatar. Lâiklik, bağımsızlığın ve özgürlükler rejimi olan demokrasinin ayakta kalması bakımından çok önemlidir. Bu bakımdan lâiklik Türkiye Cumhuriyeti için bir hayat meselesidir. Çağdaş Türk insanı hem samimi bir Müslüman hem de lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıdır. Temelinde bilgisizlik, eğitimsizlik veya yarım yamalak bilgilerin bulunduğu toplumlarda lâikliğin yerleşmesi, benimsenmesi, zamanı gerektirir. İslâm ülkelerinde görülen yer yer ülkemizde de görülen radikal akımların din ve devleti birleştirme çabalarının İslamın temel bir kuralı haline getirilmesi yani antilâik tavırlara karşı insanımızı eğitmekle en güzel sonucun alınacağı görüşündeyiz.
6. İNKILAPÇILIK
Lügat manası “bir şeyi çevirmek, döndürmek (tourner) dir. Tarihi terim olarak ise bir toplulukta sosyal ve kültürel alanlarda bazı değişikliklerin meydana gelmesini ifade eder. İhtilal: Anlaşmazlık, nifak, perişanlık manasındadır. İnkılap, gelişme, tekâmüle doğru bir değişik kavramı ortaya koyduğu halde, “ihtilal” tam tersine mevcut bütünlüğü, ahengi bozmağa, düzeni parçalamağa yönelik bir kavramdır. Her iki kelime latincedeki kullanılış biçim ve manası bakımından da; İnkılâp: evolution = gelişme, tekamül; ihtilâl : revolution = alt-üst etme, yıkma: ihtilal : yer yer isyan kelimesi ile de birlikte kullanılır. Devrim: Bu kelime inkılap ve ihtilal karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bazı çevreler Atatürk inkılaplarını “Atatürk devrimleri” olarak ifade etmek suretiyle Türk inkılaplarının bir ihtilal hareketi olduğunu özellikle gençlik arasında yaymak suretiyle ideolojik ihtilal hazırlığının fikriyatını oluştururken buna Atatürk’ü de dahil etmeye çalışmışlardır. Yani Atatürk’ün de aslında ihtilalci olduğu düşüncesinden hareketle her ihtilalcinin Atatürkçülük yolunda ilerlediği sürekli devrimle Atatürk’ün kurduğu düzeni yıkmanın da Atatürkçülük olduğunu yaymaya çalışmışlardır. Oysaki, Atatürk’ün sosyal ve kültürel alanda gerçekleştirdiği değişiklikler hiçbir şekilde ihtilal değil, birer inkılap niteliğindedir. Yani geçerliliğini kaybetmiş, devirlerini tamamlamış bazı kurumlarda gerekli düzenlemeler yapılmak suretiyle gelişme, olgunlaşma, çağdaşlaşma faaliyetleridir. İnkılapçılık Atatürk’ün hem düşüncesinde, hem dilinde hem de icraatında doğrudan doğruya gelişmecilikten, çağdaşlaşmaktan ibarettir. Atatürk inkılapları milletin sosyal ve kültürel hayatında bir tekâmül, bir gelişmedir. Atatürk, inkılaplarla ilgili olarak; “bu koyduğumuz prensipler, bugünün icaplarına göre milletimizin medeniyet yolunda gelişmesi için faydalı bulduklarımızdır. Ancak sosyal bünye daima gelişen ve tekâmüle yönelmesi zaruri olan bir durumdur. İlim ve teknik ise her an yeniliklere açıktır. Bu yüzden insanların istek ve ihtiyaçları maddi ve manevi sahada daima çoğalan bir şekilde gelişir. Bunlar;
1- Halifeliğin Kaldırılması : (3 Mart 1924)
2- Tevhîd-i Tedrisat Kanunu : (Eğitimde birlik) 3.3.1924 tarih ve 429 sayılı kanunla Seriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış ve görevleri üç kuruluş arasında paylaştırılmıştır.
- Eğitim işleri = Maarif Vekaleti’ne
- Seriye işleri = Diyanet İşleri Reisliği’ne
- Evkaf işleri = Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne
3- Tarikat, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
4- Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı: (4 Ekim 1926. Türk kadını 3 Nisan 1930- Belediye Başkanı) verilmiştir. Bunlar sadece örnek olarak alınmıştır.
Atatürk Cumhuriyet’in ilk yıllarından vefatına kadar geçen zamanda milletin arzu ve mellerini yerinde ve zamanında teşhis etmesini bilmiştir.
19. yüzyıldan günümüze uzanan zaman çizgisinde bir çok fikir akımları insanlığın yönetiminde etkili olmuştur. Bunlar arasında Atatürk’ün hayata geçirdiği ve ilke olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetiminde esas teşkil eden “Atatürk İlkeleri” çağdaşlaşarak yani çağımızda insanların ihtiyacına cevap verecek biçimde varlığını sürdürmektedir. Bize göre; Atatürkçü düşünce doktriner ve devrimci değil, evrimcidir. Mustafa Kemal, tesbit edilen doğruların kaynaklarına inmiş ve sentezini yapmıştır. Yani O, tarihi birikimleri senteze dönüştürmüştür. Zaman içinde bir benzetme yapacak olursak ideolojik manada milliyetçi ve marksist kesim Atatürk’ü takdir ederken, Brejnev’i takdir eden sağcı, Hitler’i öven solcu yoktur. Yirminci yüzyılın öncü devlet adamlarından Mussolini’yi İtalyanlar bir sokak fenerine başaşağı asmak suretiyle cezalandırırken, Hitler, bir sığınakta intihar ederek cesedini yakınlarına yaktırmıştır. Stalin 10 milyon insanı, insan fıtratına uymayan bir ideoloji uğruna yoketti. Halk adına ihtilal yaptığını ilan eden F. Kastro, halkı sefalet içinde iken dünyanın en zengin insanları arasında, yine aynı şekilde bir diğer diktatör Saddam Hüseyin’de aynı konumdadır. SONUÇ : Atatürk İlkeleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin fikrî temelleridir. Bu temel değerlerden birini veya birkaçı ile Türkiye Cumhuriyetinin varlığı açıklanamaz. Bunlardan birilerini kabul diğerlerini yok farz etmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tanımlamamız mümkün değildir. Yirminci yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıkan akımların hemen tamamı çeyrek veya yarım yüzyıl içinde terkedildiler. Bu akımların fikrî ve fiilî liderleri tarihe gömülürken Atatürk’ün ortaya koyduğu ve uyguladığı ilkeler özünden birşey kaybetmemiştir. Çünkü ulu önder Atatürk, dağılan bir devletin aslî unsuru olmasına rağmen varlığı tartışma konusu haline getirilmiş olan Türk milleti için kültür değerlerini esas alarak bir “Milletleşme Süreci” başlatmış ve bu milletin adını da kurduğu yeni devlete vermiştir. O, bu çalışmalarını önceden bilinen bir ideolojinin kuralları ile değil akıl ve bilimin kuralları içinde hayata geçirmiştir.
DEVRİMCİLİK
Devrim ruhunu bilmek yaşatmaktır, Rus devriminden etkilenen Marksizm ideolojisinden yararlanan, sosyalizm yapısına sahip ruh imparatorlukları yerlebir etmiştir. Çatının gerçek görevi de budur
Sonradan altı ok CHP ise böyledir demesi
Altı Ok, Öyle Değil; Böyledir(!)
Ve sonuç olarak, CHP’nin temel hedeflerini simgeleyen ALTI OK, yeniden aşağıdaki şekilde yorumlanıyor:
-Cumhuriyetçilik: Demokrasi, özgürlük, eşitlik bütünlüğünde yaşam biçimidir.
-Milliyetçilik: Sevgi, barış ve dayanışma temelinde yurttaşlıktır,
-Halkçılık: Orta sınıfın üstünlüğünde sosyal adalettir,
-Devletçilik: İnsan merkezli sosyal devlettir,
-Laiklik: Aklın özgürleştirilmesidir,
-Devrimcilik: Gençliğin öncülüğünde değişim...
Tarikat, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925) Hacı Bektaş veli dergâhında olanların izni ile olmuştur, nedeni ise Osmanlı döneminde her yerlerde alevi dergâhların ocakların yıkılmasıyla hak erenlerin şehitlerin gazilerin türbelerin yok edilmesiyle, Osmanlı döneminde cem evlerin yok edilmesi ile her yere cami götürülmesi cami dikilmesi ile devlet-i alada devletin makamında olanların öldüğünde toprağa verilmesiyle, onların anılması için türbeler yapılmıştır, ali abdan olmayan evladı seyitlerden olmayan belden yoldan gelmeyenlerin türbeleri yapılmış, mezarları dikilmiş mezar taşlarına hak erenleri diye yazılmış yolun yezitlerin mezarlarına yolun yezitlerin adına yapılan türbeler diye tarihe geçmiştir, aleviler o yerleri asla ziyaret etmemiş o yerlere gitmemiş terkedilmiştir, Atatürk ‘izin verilmiştir, kapatılması için ve Atatürk ´izin verilmiştir, yeni yazı Alfebe ye Latin alfabesine geçilmesi için, nedeni ise, Aleviliğe karşı yazı yazanlar savaş açanlar fetva okuyanlar yazanlar din adına ehlibeytin boğazlanmasını isteyenler amaçlarına kavuşamamıştır kitapları tarihleriyle çöpe gitmiştir,
"(Türk) tanımı, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir." Ne Mutlu Türk´üm diyene´tanımı, osmanli hilafeti ile hilafetin devleti ile şeraitin yönetmedigi, süfyanın adaletsizliği olmaksızın, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, bir kadından fazlasını alamayan, hülle nikâhları edemeyen, din adına nikâhlar edemeyen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, şeriat yasasına göre süfyanın şeriatına göre cezalandırılmayan insan boğazlanmayan demektir, alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, insan haklarına göre yargılanan, sufyanların yarğısı ile infaz edilmeyen yargılanmayan demektir, Fransız idare hukukuna göre idare edilen, süfyanın adaletsizliğine göre tahta bağlı olmak değil, yolun süfyanına bağlı olmak değil çalıştığını kazandığını hak ettiğini elinde etmek, kul köle olmamaktır.
Cumhuriyet fikri
15 Ağustos 2014, 18:47
Cumhuriyet fikri
Atatürk Alevidir, hacı Bektaş velinin dergâhına gider, orada kalır, cumhuriyetin kurulmasını, içinden geçirir, içinden geçirdiğini orada yaşayanlar bilir, ilk Cumhuriyetin fikri Atatürk’ün gönlünden geçer, sonrada hak erenlerin gönlünden geçer izin verirler, sen bizdensin Alidensin Alinin teninden terindensin derler, La Fetha okurlar, duasını verirler sen şahsın derler, beklenen ol mehdidir, sen bu ülkenin mehdisi olsun, dualarımız ile Hak Muhammed Ali ile derler, Git Cumhuriyetimizi kur derler.
Cumhuriyet fikri, fikrin babası atası olan Mustafa Kemal Atatürk’tür Halkın önderliğinde yoluna bağlı kalmakla, Sanayileşme ile Ülkeyi kurtarmak ıç ve dış düşmanlardan kurtarmak istemiştir, olduğu gibi ülke halkı ile. Çöken imparatorluğun görüp, üstün fikir akımlarının kalmasını sağlamak, etkisi ile devleti bu çöküşten kurtarabilmek için devletini yaratmak, hilafete, halifeliğe şeriata dayanmayan, çeşitli fikirlerin peşinde olup bir fikir ile noktada birleşmesidir. Devleti ıslah çabaları da; eş zamanlı ve değerdir, geriye boş harcanacak zaman yoktur, cumhuriyet fikri, çok yönlü özgürlüğün aydınlığın halkçılık devrimcilik inkılapçılık, cumhuriyetin temellerini oluşturmaktadır, imparatorluğun devamlılık göstermediğinden dolayı istenilen başarılar elde edilememiştir. Devletin geleneksel yapısı, ilim bilim cahilliği yok eden ve teknolojideki gelişmeleri takip edememesi ile ülkesini ayakta tutabilen ekonomik ve sosyal kültür medeniyetlerin dayanışmasıdır, hilafete halifeliğe karşı, ayaklanmalar ve benzeri pek çok neden bu gericiliğin üç halifelikle yönetimlerinin çöküşüdür, gerçek bırakılan emanetlere dönmenin kazanılmasını vermek oldu, hızlanmasındaki önemli faktörlerdir.
Bu dönemde ortaya çıktı, fikir akımları ve bazı fikirler toplumda değişimi sağlayacak önemli bir amaç niteliğine bürünmüştür, Bu düşünceleri gerçekleştirmek amacıyla “ . Savunan hakların, haklarını bir taraftan meşruti yönetimin kurulmasını gerçekleştirirken, öte yandandı geçmişe dönmemek Bir başka makalesinde de “İkincisi, usulü meşverettir ki, o da beyan olduğu üzere, kudret-i teşrii erbap-ı hükümetin elinden almaktır. Devlet bir şahsa-ı manevidir. Kanun yapmak, onun iradesi; icra etmek, kefali hükmündedir. Bunların ikisi bir elde oldukça, harekât-ı hükümet hiçbir vakit ihtiyar-mutlaktan kurtulamaz. İşte şurayı ümmetin lüzumu bundan teeddüp eder.” diyerek meclisin açılmasını istemiştir hak gördüğü cumhuriyet fikrine bağlılığını belirtmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün” Cumhuriyet” ile ilgili görüşlerinin oluşmasında özellikle “ önemli Ehlibeyt dergâh sahipleri pir ocakları hacı Bektaş velinin dergâhında bulunan büyük alevi dedelerinin fikirlerinin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yetişmesi, eğitimi ve düşüncelerini anlatan makalesinde benzer hususlardan söz etmektedir. Bu bilgilerden de açıkça anlaşılmaktadır ki; Cumhuriyet rejimi hakkında, Cumhuriyeti kuranların fikir olarak belirli bir alt yapıya sahip oldukları anlaşılmaktadır, imparatorluğun Osmanlının kaybedilişi nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da böyle sıkıntılı ve zor süreçler yaşandıktan sonra olmuştur İşte bu süreci hazırlayan, sürecin temellerini atan Osmanlı Devletini çöküşten kurtarıp, güçlü bir devlet haline getirme düşüncesi iken bugün için de; Türk Milleti’nin insanca yaşama ve Türkiye Cumhuriyetini koruma ve yaşatma idealine dönüşmüştür.
Osmanlı ülkesi içerisinde ezilen halkın Müslümanlar Ali abadan ehlibeyt, Alevi olanların olmasıdır, sürgün edilenler katliam edilenler, asimilasyona uğrayanlar, Musrafa Kemal Atatürk böylelikle Alevilerin sahip çıkacağını cumhuriyeti kurarken destekleyeceklerini biliyordu, yoğrulmuşlar ve yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin öncüleri, müjdecileri olmuşlardır. Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde yaşamış dönemde üstlenmiş olduğu görevleri de başarı ile sonuçlandırmıştır askerî ve dış politikasını yakından biliyordu ülkesi ve düşmanlarını yakından tanıma fırsatı vermiştir. Başarısını etkileyen faktörlerin en önemlilerinden birisi bu olmalıdır.
Millî Mücadele dönemi ve sonrası hayatının bütün safhaları ile bilinmesi lâzımdır. Atatürk, Mondros Mütarekesi’nin uygulamaya konulmasını takiben görevli olduğu Suriye cephesinden İstanbul’a dönmesi için almış olduğu çağrı üzerine İstanbul’a gelmiştir. Bu dönem O’na Millî Mücadele planlarını yapma ve düşüncelerini, değişik cephelerden kendisi gibi İstanbul’a dönen arkadaşlarına açma fırsatı vermiştir. Söz konusu silah arkadaşlarının hemen tamamı Millî Mücadele hareketine katılmışlarsa da ilk anda hemen hepsinin Atatürk ile aynı görüşü paylaştığı söylenemez. Mustafa Kemal Atatürk’ün milli mücadele fikrini paylaşmakla birlikte asker, silah ve para bulmanın mümkün olmayacağını savunanlar da vardı. Mustafa Kemal onların kafalarındaki sorulara cevap bulmada ve onları ikna etmede başarılı olmuştur. Ordu müfettişi olarak Anadolu’ya geçmeyi başardıktan sonra arkadaşlarından aldığı güçle Millî Mücadele ateşini yakmıştır.
1. CUMHURİYETÇİLİK
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel özelliklerinin ilkidir. Seçilmiş bir başkanın yönetiminde veya millet hâkimiyetine dayanan yani belli süreler için seçilmiş milletvekilleri aracılığıyla yapılan yönetimdir. Cumhuriyet taraftan olma haline “Cumhuriyetçilik” buna inanan kimseye de ‘“Cumhuriyetçi” denir. Zamanımızda halkın oylarında beliren milli irade, eskiden Tanrı’nın ilahi gücünü bir şahsa yansıtarak onu kutsal idare kabiliyeti ile donattığı inancına bağlanmakta idi. Tarihi Türk Devletlerinde; Kuvvetler Birliği Prensibi yürürlükte tutulmuş, Kuvvetler Ayrılığı Prensibine dayanan güçsüz demokrasilere iltifat edilmemiştir. Devlet başkanının irsi olmadığı veya hayat boyu devam etmediği yönetim şekli cumhuriyettir. Bu yönetimde, hâkimiyet bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütününe aittir. Cumhuriyet, milli hâkimiyete egemenliğe dayanan bir halk idaresidir. Cumhuriyetsiz demokrasiler olduğu gibi, demokrasisiz cumhuriyetler de vardır. Türk Cumhuriyeti, sınıf egemenliğine dayanan bir halk cumhuriyeti olmadığı gibi, meşruti ve monarşi bir Cumhuriyet de değildir. Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayanan bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti ulvi bir düşünceye dayanmaktadır. “İkinci Cumhuriyet” ve “Yeni Demokratik Cumhuriyet” kavramları kanaatimizce zihinlerde karışıklık yaratmaktan başka anlam ifade etmemektedir. Anayasalarımızda cumhuriyetin değiştirilmeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Nitekim Cumhuriyetin sonucu olarak Türkiye Cumhuriyetinin bütün vatandaşları devlet yönetiminde görev alabilirler ve bundan sorumludurlar. Amasya Genelgesi’nde “milleti içine düştüğü kötü durumdan yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktır” ifadesi kullanılmıştır. 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’da “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin” olduğu ilân edilmek suretiyle Cumhuriyetin adı konmadan rejimin tanımı yapılmıştır. Demokrasi, Cumhuriyetle birlikte ve onun tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Atatürk’e göre: Cumhuriyetle demokrasi birbirinden ayrıdır. Zira Cumhuriyetin bir şekilden ibaret olmasın: karşılık, demokrasi bir ruh ve anlayış meselesidir. Cumhuriyeti bir devlet şekli, bir hükümet şekli olarak tanımlamak gerekir. Yani “egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun tümüne ait olduğu bir devleti ifade eder”. Bugün Cumhuriyet olduğu halde demokrasi olmayan (Çin, Küba gibi) ülkeler bulunduğu gibi. Cumhuriyet olmayıp da demokrasi olan ülkeler (İngiltere, Belçika, İsveç gibi) de vardır. Ayrıca hem cumhuriyet hem de demokrasinin bulunduğu ülkeler de vardır Türkiye ve Fransa gibi.
2. MİLLİYETÇİLİK
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan Atatürk, Türk milletini aziz bir varlık olarak görmüştür. Bunun sonucu olarak da yeni Türk Devleti’ni Türk milleti temeli üzerine kurmuş ve milletin adını da devlete vermiştir. - Atatürk, millet, milliyet ve milliyetçilik kavramlarını berrak ve yalın bir biçimde tarif etmiştir. “1919 Mayıs’ında Samsun’a çıktığım gün, elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım…” Milliyetçilik, bir düşünce, bir kültür birliğidir. Amacı, Türk Milletinin dünya milletleri arasında şerefli ve itibarlı yerini almasıdır. Zira Milli Mücadele, Türk milliyetçiliği ve Türk Milletinin bağımsız yaşama azminin sonucudur. Biz inanıyoruz ki, Atatürk’ün birleştirici, toplayıcı, yüceltici, çağdaş ve medeni milliyetçilik anlayışı günümüzde olduğu gibi gelecekte de totaliter ve çağdışı akımlara karşı bir rehber olacaktır. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici, insani ve barışçıdır. Bu anlayış milliyetçilikle taban tabana zıt olan komünizmle, ırkçılıkla, totaliter faşizmle ve teokratik düzenle ilgisi yoktur. Türk milliyetçiliği kafatasıyla uğraşmaz, üstün ve aşağı nazariyeleri ile ilgisi yoktur.
3. HALKÇILIK
Atatürkçü düşünce sistemi içinde, demokrasi ile halkçılık eşanlamlı olarak kullanılmıştır. T.B.M. Meclisi, Milli Mücadele yıllarında teşkil edilmiş ve alınan askeri, siyasi, ekonomik ve idari kararlar meclisten geçirilmiştir. Yani mücadele meşru bir zeminde verilmiştir. Böyle bir savaşın bir parlamento tarafından yürütülmesi Atatürk’ün meseleye bakışının en güzel ifadesidir. Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin temel hedefi milli, lâik, güçlü ve çağdaş bir devlet kurmaktır. Halkçılık: Devlet hayatında hiçbir kişi ve zümreye ayrıcalık tanınmaması, sınıf mücadelesinin reddi ve devletin sos yo-ekonomik hayata müdahalesiyle sosyal gruplar arasındaki denge ve dayanışmanın korunmasını hedef almaktadır. Bu yönüyle halkçılık “Siyasi demokrasiyi de karşılamaktadır. Halkçılık, milliyetçilik ve milli egemenlik ilkeleriyle Millî Mücadele döneminde gündeme gelmiştir. Bize göre halkçılık, kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin idarenin doğrudan doğruya halka verilmesi ve elinde bulundurulmasıdır. Halkın kendi mukadderatına hâkim olması yönüyle de siyasi demokrasi ile eş anlamlıdır. Atatürk demokrasiye yani halka karşı olan çağdaş siyasi akımlar arasında, Bolşevik Nazariyesi, İhtilalci Sendikalizm ile Menfaatlerin Temsili nazariyesini sıralamaktadır. Atatürk, demokrasiye aykırı olan bu siyasi akımları ülkemiz için uygun görmemiştir. Tek parti sistemi: Türkiye’nin sosyal ve siyasi gelişmesini tamamlayabilmesi için belirli bir süre uygulanmıştır.
4. DEVLETÇİLİK
Türk inkılabı güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomi ile varlığını sürdüreceği gerçeğinden hareket etmiştir. İlk 10 yıllık dönemde (1920-1930) sağlanan desteklere rağmen özel sektör beklenileni verememiştir. Zira şartlar elverişli değildi. Daha Lozan görüşmeleri sırasında İzmir İktisat Kongresi gerçekleştirilmiştir. 1920-30 arasında;
1) Ekonomik gelişme istenen seviyeye gelememiştir.
2) Milli gelir düşük,
3) Mali kaynaklar yetersiz,
4) Ülkenin demografik yapısında meydana gelen değişme (Nüfusun % 22’sinin gayr-i Müslim… vb.)
5) Yetişmiş insan gücündeki eksiklik.
6) Sermaye meselesi (Yabancı sermaye- Osmanlı Bankası)
1929 yılında hükümet, üretimi artırmak ve buhrandan kurtulabilmek için ekonomiye müdahalede bulunmuştur. Devletçilik özel teşebbüs hürriyetinin ve piyasa ekonomisinin reddi demek değildir. Zira kalkınmanın temel esaslarından birisi de teşebbüs hürriyetidir. Atatürk dönemindeki himayeci tavır, yabancı sermaye dostluğu veya düşmanlığı değil, meslek ve iş sahalarında Türk insanından başkasının rol oynamamasına fırsat vermeyen milli bir yaklaşımdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hangi şartlar altında kurulduğunu göz önünde bulundurmadan bu ilkeyi anlamak mümkün değildir.
5. LÂİKLİK
Devlet ile din işlerinin birbirinden tümüyle ayrılmasıdır. Bu durum devletin dine karşı ilgisiz olduğunu değil, dinlere karşı tarafsız kaldığının göstergesidir.
20 Nisan 1924 Anayasasının 2. maddesinde bulunan “İslam Türkiye Cumhuriyetinin resmi dinidir” ibaresi, 10 Nisan 1928’de kaldırıldı.
Türk tarihi incelendiğinde Türk Müslümanlığı yani Türklerin İslam’ı algılama biçimi lâik bir yaklaşımdır (Tuğrul Beğ-Halife münasebetleri).
Lâiklik Türk İnkılâbının harcı, temel taşıdır. Çağdaşlaşmanın vazgeçilmez şartı, akıl ve bilimin devlet ve toplum hayatımıza yol göstermesi lâiklik ile mümkündür.
Yüce kitabımız Kur’an’daki “sizin dininiz size benim dinim bana” ifadesi lâikliği ifade etmektedir. Zira bize göre lâiklik “İnananların inançlarının gereği inandıkları biçimde yaşamalarıdır”. Müslümanlıkta rahipler ve ruhaniler diye ayrı ve imtiyazlı bir sınıf olmadığı gibi kavim, boy, kabile ve şahıs imtiyazı da yoktur. Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde böyle bir imtiyazlı sınıfın olmadığı söylenemez. Dinî kisveye bürünmüş çevrelerin elinde din gelişme ve ilerlemeye engel konuma getirilmiştir. Bazı çevrelere göre, dünya nimetleri Müslüman olmayanlara, layık görülmüştür. Yani bu dünya kafirlerin öteki dünya müminlerindir denilmiştir. Din ve vicdan hürriyetinin yegâne güvencesi olan lâik anlayışta din gereklidir. Devletin, vatandaşlarının bu ihtiyacını karşılaması gerekir. Bu bilgilendirmenin yeri de okullardır. Bu ihtiyacın cemaatlere bırakılması “milletleşme” sürecini tamamlamakta olan toplumumuzun yeniden gruplara, cemaatlere ayrılması anlamına gelmektedir. Siyasi taassub: “Bir şahsın hayat ve toplum hakkındaki görüşlerinin mutlak surette hak ve başkalarınkini de bâtıl kabul etmesidir”. Lâiklik, dinsizlik demek değildir ve kimse dinsizliğini lâiklik şemsiyesi altında gizlemeğe kalkışmamalıdır. Dindar olmak kadar dinsiz olmak da lâikliğin sağlamış olduğu din ve vicdan hürriyetidir. “Lâik” veya “lâyik” şekillerinde telâfuz edilen bu kelime dilimize Fransızcadan geçmiştir. Kelimenin asıl Latince “Laicus” şeklindedir. İngilizceden iktibas edilerek dilimize geçen “Secular” ve “Secularism” terimleri de lâiklik anlamında kullanılmaktadır. “Laisizm”: Lâik fikir akımlarının savunmasını üstlenmedir. “Lâiklik”: Sosyal hayatta din kurallarına tâbi olmayan hukuk anlayışını ifade etmektedir. Bu haliyle hukukî bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefi bakımdan lâiklik, inanç yerine aklın egemenliğinin kabul edilmesini, siyasi bakımdan lâiklik ise, siyasi iktidarın dini iktidardan ayrılmasını ifade etmektedir. Geniş manada lâiklik, “devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılması ve devletin siyasi, ekonomik ve hukuki düzeninde dini inançlar yerine aklın egemen olması” şeklinde tanımlanabilir. Lâikliğin temelinde dine, inanca ve insana saygı, sevgi ve hoşgörü yatar. Lâiklik, bağımsızlığın ve özgürlükler rejimi olan demokrasinin ayakta kalması bakımından çok önemlidir. Bu bakımdan lâiklik Türkiye Cumhuriyeti için bir hayat meselesidir. Çağdaş Türk insanı hem samimi bir Müslüman hem de lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıdır. Temelinde bilgisizlik, eğitimsizlik veya yarım yamalak bilgilerin bulunduğu toplumlarda lâikliğin yerleşmesi, benimsenmesi, zamanı gerektirir. İslâm ülkelerinde görülen yer yer ülkemizde de görülen radikal akımların din ve devleti birleştirme çabalarının İslamın temel bir kuralı haline getirilmesi yani antilâik tavırlara karşı insanımızı eğitmekle en güzel sonucun alınacağı görüşündeyiz.
6. İNKILAPÇILIK
Lügat manası “bir şeyi çevirmek, döndürmek (tourner) dir. Tarihi terim olarak ise bir toplulukta sosyal ve kültürel alanlarda bazı değişikliklerin meydana gelmesini ifade eder. İhtilal: Anlaşmazlık, nifak, perişanlık manasındadır. İnkılap, gelişme, tekâmüle doğru bir değişik kavramı ortaya koyduğu halde, “ihtilal” tam tersine mevcut bütünlüğü, ahengi bozmağa, düzeni parçalamağa yönelik bir kavramdır. Her iki kelime latincedeki kullanılış biçim ve manası bakımından da; İnkılâp: evolution = gelişme, tekamül; ihtilâl : revolution = alt-üst etme, yıkma: ihtilal : yer yer isyan kelimesi ile de birlikte kullanılır. Devrim: Bu kelime inkılap ve ihtilal karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bazı çevreler Atatürk inkılaplarını “Atatürk devrimleri” olarak ifade etmek suretiyle Türk inkılaplarının bir ihtilal hareketi olduğunu özellikle gençlik arasında yaymak suretiyle ideolojik ihtilal hazırlığının fikriyatını oluştururken buna Atatürk’ü de dahil etmeye çalışmışlardır. Yani Atatürk’ün de aslında ihtilalci olduğu düşüncesinden hareketle her ihtilalcinin Atatürkçülük yolunda ilerlediği sürekli devrimle Atatürk’ün kurduğu düzeni yıkmanın da Atatürkçülük olduğunu yaymaya çalışmışlardır. Oysaki, Atatürk’ün sosyal ve kültürel alanda gerçekleştirdiği değişiklikler hiçbir şekilde ihtilal değil, birer inkılap niteliğindedir. Yani geçerliliğini kaybetmiş, devirlerini tamamlamış bazı kurumlarda gerekli düzenlemeler yapılmak suretiyle gelişme, olgunlaşma, çağdaşlaşma faaliyetleridir. İnkılapçılık Atatürk’ün hem düşüncesinde, hem dilinde hem de icraatında doğrudan doğruya gelişmecilikten, çağdaşlaşmaktan ibarettir. Atatürk inkılapları milletin sosyal ve kültürel hayatında bir tekâmül, bir gelişmedir. Atatürk, inkılaplarla ilgili olarak; “bu koyduğumuz prensipler, bugünün icaplarına göre milletimizin medeniyet yolunda gelişmesi için faydalı bulduklarımızdır. Ancak sosyal bünye daima gelişen ve tekâmüle yönelmesi zaruri olan bir durumdur. İlim ve teknik ise her an yeniliklere açıktır. Bu yüzden insanların istek ve ihtiyaçları maddi ve manevi sahada daima çoğalan bir şekilde gelişir. Bunlar;
1- Halifeliğin Kaldırılması : (3 Mart 1924)
2- Tevhîd-i Tedrisat Kanunu : (Eğitimde birlik) 3.3.1924 tarih ve 429 sayılı kanunla Seriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış ve görevleri üç kuruluş arasında paylaştırılmıştır.
- Eğitim işleri = Maarif Vekaleti’ne
- Seriye işleri = Diyanet İşleri Reisliği’ne
- Evkaf işleri = Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne
3- Tarikat, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
4- Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı: (4 Ekim 1926. Türk kadını 3 Nisan 1930- Belediye Başkanı) verilmiştir. Bunlar sadece örnek olarak alınmıştır.
Atatürk Cumhuriyet’in ilk yıllarından vefatına kadar geçen zamanda milletin arzu ve mellerini yerinde ve zamanında teşhis etmesini bilmiştir.
19. yüzyıldan günümüze uzanan zaman çizgisinde bir çok fikir akımları insanlığın yönetiminde etkili olmuştur. Bunlar arasında Atatürk’ün hayata geçirdiği ve ilke olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetiminde esas teşkil eden “Atatürk İlkeleri” çağdaşlaşarak yani çağımızda insanların ihtiyacına cevap verecek biçimde varlığını sürdürmektedir. Bize göre; Atatürkçü düşünce doktriner ve devrimci değil, evrimcidir. Mustafa Kemal, tesbit edilen doğruların kaynaklarına inmiş ve sentezini yapmıştır. Yani O, tarihi birikimleri senteze dönüştürmüştür. Zaman içinde bir benzetme yapacak olursak ideolojik manada milliyetçi ve marksist kesim Atatürk’ü takdir ederken, Brejnev’i takdir eden sağcı, Hitler’i öven solcu yoktur. Yirminci yüzyılın öncü devlet adamlarından Mussolini’yi İtalyanlar bir sokak fenerine başaşağı asmak suretiyle cezalandırırken, Hitler, bir sığınakta intihar ederek cesedini yakınlarına yaktırmıştır. Stalin 10 milyon insanı, insan fıtratına uymayan bir ideoloji uğruna yoketti. Halk adına ihtilal yaptığını ilan eden F. Kastro, halkı sefalet içinde iken dünyanın en zengin insanları arasında, yine aynı şekilde bir diğer diktatör Saddam Hüseyin’de aynı konumdadır. SONUÇ : Atatürk İlkeleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin fikrî temelleridir. Bu temel değerlerden birini veya birkaçı ile Türkiye Cumhuriyetinin varlığı açıklanamaz. Bunlardan birilerini kabul diğerlerini yok farz etmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tanımlamamız mümkün değildir. Yirminci yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıkan akımların hemen tamamı çeyrek veya yarım yüzyıl içinde terkedildiler. Bu akımların fikrî ve fiilî liderleri tarihe gömülürken Atatürk’ün ortaya koyduğu ve uyguladığı ilkeler özünden birşey kaybetmemiştir. Çünkü ulu önder Atatürk, dağılan bir devletin aslî unsuru olmasına rağmen varlığı tartışma konusu haline getirilmiş olan Türk milleti için kültür değerlerini esas alarak bir “Milletleşme Süreci” başlatmış ve bu milletin adını da kurduğu yeni devlete vermiştir. O, bu çalışmalarını önceden bilinen bir ideolojinin kuralları ile değil akıl ve bilimin kuralları içinde hayata geçirmiştir.
DEVRİMCİLİK
Devrim ruhunu bilmek yaşatmaktır, Rus devriminden etkilenen Marksizm ideolojisinden yararlanan, sosyalizm yapısına sahip ruh imparatorlukları yerlebir etmiştir. Çatının gerçek görevi de budur
Sonradan altı ok CHP ise böyledir demesi
Altı Ok, Öyle Değil; Böyledir(!)
Ve sonuç olarak, CHP’nin temel hedeflerini simgeleyen ALTI OK, yeniden aşağıdaki şekilde yorumlanıyor:
-Cumhuriyetçilik: Demokrasi, özgürlük, eşitlik bütünlüğünde yaşam biçimidir.
-Milliyetçilik: Sevgi, barış ve dayanışma temelinde yurttaşlıktır,
-Halkçılık: Orta sınıfın üstünlüğünde sosyal adalettir,
-Devletçilik: İnsan merkezli sosyal devlettir,
-Laiklik: Aklın özgürleştirilmesidir,
-Devrimcilik: Gençliğin öncülüğünde değişim...
Tarikat, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925) Hacı Bektaş veli dergâhında olanların izni ile olmuştur, nedeni ise Osmanlı döneminde her yerlerde alevi dergâhların ocakların yıkılmasıyla hak erenlerin şehitlerin gazilerin türbelerin yok edilmesiyle, Osmanlı döneminde cem evlerin yok edilmesi ile her yere cami götürülmesi cami dikilmesi ile devlet-i alada devletin makamında olanların öldüğünde toprağa verilmesiyle, onların anılması için türbeler yapılmıştır, ali abdan olmayan evladı seyitlerden olmayan belden yoldan gelmeyenlerin türbeleri yapılmış, mezarları dikilmiş mezar taşlarına hak erenleri diye yazılmış yolun yezitlerin mezarlarına yolun yezitlerin adına yapılan türbeler diye tarihe geçmiştir, aleviler o yerleri asla ziyaret etmemiş o yerlere gitmemiş terkedilmiştir, Atatürk ‘izin verilmiştir, kapatılması için ve Atatürk ´izin verilmiştir, yeni yazı Alfebe ye Latin alfabesine geçilmesi için, nedeni ise, Aleviliğe karşı yazı yazanlar savaş açanlar fetva okuyanlar yazanlar din adına ehlibeytin boğazlanmasını isteyenler amaçlarına kavuşamamıştır kitapları tarihleriyle çöpe gitmiştir,
"(Türk) tanımı, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir." Ne Mutlu Türk´üm diyene´tanımı, osmanli hilafeti ile hilafetin devleti ile şeraitin yönetmedigi, süfyanın adaletsizliği olmaksızın, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, bir kadından fazlasını alamayan, hülle nikâhları edemeyen, din adına nikâhlar edemeyen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, şeriat yasasına göre süfyanın şeriatına göre cezalandırılmayan insan boğazlanmayan demektir, alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, insan haklarına göre yargılanan, sufyanların yarğısı ile infaz edilmeyen yargılanmayan demektir, Fransız idare hukukuna göre idare edilen, süfyanın adaletsizliğine göre tahta bağlı olmak değil, yolun süfyanına bağlı olmak değil çalıştığını kazandığını hak ettiğini elinde etmek, kul köle olmamaktır.