TEBDER KURULUMUDUR
MANA YAZILARI
ALEVİLİK İNANCININ ÖZLERİ

Kerbela Kumru

KUMRU

Ey KUMRU Sen yaz, kelamın güzeldir, gam çekme, onu arifler de akıllılar da kabul eder, severler, merak etme.

*

Bu sevdadan vazgeç ey haktan uzak olan, çünkü ömrün geçti

Gençlik günleri bitmiştir, dünyanın zevki de sevdası da geçti.

*

Zevk ve sefa elinden gitti, yaşamın gül bahçesi bozuldu, sonbahar geldi, belin büküldü, bu dünyadan o dünyaya artık göç zamanı geldi, ömür rüzgârı geçtiği için çiçek ve yaprak döküldü.

Ey hakk yolundan habersiz! Saçın ağarıp gözünde ışık kalmadı.

Uzaktan biri seslenir ey habersiz! Sen yatmışsın haberin yok, çok zaman geçti kalk artık, ömür kafilesi göçünü yüklendi, tiren yola dizilip göç davulu güm güm öter. Bu fani dünyaya her gelen beş gün misafir kalır, eş ve dost gitti, dost ve arkadaş kalmadı. Can alıcı Azrail başucunda senin ruhunu almayı bekler, aç gözünü ömrün elden gitti artık.

Dünya fani ve geçicidir, sen dünyada iken artık ahiret için hazırlan, dikkat et ey akıl sahibi! Dünyaya gelip geçenlerden kimi güldü geçti, kimi de ağladı geçti. Bir gün gelir senin kabrini bilenler derler ki bu dünyadan tatlı dilli güzel sözlü KUMRU da gelip geçti.

*

Acaba divane midir âşıklar dost aşkından vazgeçsin

Dosta gönlünü verenin sevdalı ruhuyla birleşmenin sevdasından geçsin

*

Aşk badesinin susamışları bâdeden el çeker mi? Zevki ve sefayı bırakıp gül renkli bâdeden geçer mi? Bahar gelip güller açınca, aşk bırakır mı ki, bülbül gülden vazgeçsin? Hakk ve gerçek âşıkları dünyanın bütün nimetlerinden geçer de sevgilinin aşkından vazgeçmez. Şan, Şereften vazgeçilir amma âşıklara sevgilinin dudağından geçmek zor gelir.

Dostun yardım ve kısmetinden vazgeçilir mi? Hiç olur mu ibadeti olmayan dirhem ve dinardan vazgeçsin? Zahit olup dünyasını terk eden hiç kıblesinden vazgeçmez, Ama benim kıblem ise güzellerin kaşı ve gözüdür.

KUMRU için sevginin özü sevgilinin saçları olmuştur. KUMRU Candan geçer de sevgiliden geçmez.

*

Âşık, kalbi ile yazın sıcağına karşı zahmet çeker,

Güneşin batması ile ağaçların gölgesinden geçer.

*

Âşık behişten çıkan ırmakların altından geçerken, Yakışır mı o ebedi olan rahmet çeşmesinden susuz geçsin. Altın sarrafları pazarında hani kadrin bilen? Sergilemek için pazara götürürken şahmalından geçsin. Dostluk bahçesine alevli ateşin sıcağı ulaşınca, mümkün değil dünya makamından vazgeçsin.

Kim çöl avcısını tozlu sahrada görmüştür ki, Avlamak için güzel davranışlı geyikten vazgeçsin.

*

Sevda nedir başında bu sevdadan elçek,

Gerçek olmayan aşktan, yersiz konuşuktan elçek.

 

Ay gibi güzellerin güzel kaşlarına aldanma sakın, ceylan gözlerinden, tatlı bakışlarından elçek. Senin ömrünü kendi rengi gibi karartır.

Sevgilinin siyah saçlarından vazgeç, âşıkların kara bağrı her zaman kavrulur, sevgilinin yanında durmaktan vazgeç. Belin büküldü, ömrün tamam oldu, selvi boylu sevgililerden elçek gençliğin geçti, gözünün ışığı tükendi, gül yanaklıları seyretmekten elçek.

Sevgilinin yanağından aşk kadehini içme, çok mu tatlı, bu kadehten vazgeç. Bir kalbe aşk girdiği an, o kalpten kan akar, aşk bir kan denizidir, girme, o denizden vazgeç.

Ey KUMRU suratını başka bir güzele dönder, bu keder dolu dünyayı seyretmekten vazgeç.

*

Ey gönül! dost olmayan hareketsiz olmaz

Sevda aşkından ayılıp kendin bilen olmaz

*

Göz alan, gönül çalan dilberlere bel bağlamayın, çünkü kimi güzellerde özü doğru sözü de doğru bulunmaz.

Güzellerin kokusu evler yıkar, hem öyle harabe eder ki kapısı bacası kalmaz.

Güzellerin fitneci gözleri cadı gibi insanın aklını alır, gafil gezme, kork çekin, böyle cadıcı ve de sihirbaz bulunamaz. Görünüşte saçlarının teli kokulu gözüküp ama aslında böyle diken bulunmaz.

Bu zalimlere dönüp demeli ki ey insafsızlar! Siz de vicdan insanlık denilen şey hiç bulunmaz mı? Ağlayan âşıklarınızı ayrılık ateşine yakıp öldürürsünüz, Sizin kadar zulüm eden zalim bulunmaz… Ey KUMRU bu zalimlerden elini çek bunlar vefasıdır. Sana bunlardan dost olmaz.

*

Ey gönül! Vefası yoktur gönül çalan güzellerin,

Zulüm ve zahmeti çoktur görünüşü tatlı güzellerin.

 

Yüz maz ile can almaktır güzellerin âdeti

Ceylan bakışlı gözleri tatlıdır güzellerin

 

Her bakışı insanları bir zincir gibi bağlar.

Bela yuvasına kokulu saçları güzellerin

 

Her kaşı bir kılıç gibi baktıkça kan döker.

İnsafı yoktur zerrece asla bu güzellerin.

 

Dişleri inci gibi dizilmiştir âşığı yok etmek için,

Var gözlerin büyük fitnesi o güzellerin

 

Yalan diline fitneli davranışına aldanmayın,

Dinsizlerden daha tehlikesi var bu güzellerin

 

Gümüş testiyi kan kusmak için neylerim,

Örnektir görünüşü güzel olanın makamına güzellerin

 

Büsbütün çek kalem ki bulunmaz vefaları,

Özünde yaratılışında bu, haşa güzellerin.

 

Ey habersiz! Yürek çürüdü parlayan aşkıyla,

Vallahi yok olman zevk ve sefasıdır bu güzellerin.

 

Bir defa güldürür seni, bin defa ağlatır,

Hakkında dost bulunmamıştır bu güzellerin.

 

Çok imtihan etmiştir yaratanın hakkına,

Hakkı tanıyan KUMRU ne olduğunu bilmiştir güzellerin.

 

Çıkmaz başımdan aşk ile sevdası dilberin,

Gönlümde her zaman vardır arzusu dilberin.

*

Güzellerin temiz yüzleri ayna gibidir, onun gölgesinde saklanmak güzel olur, Güzellerin dilinden küfür lafı da çıksa âşıklara baldan tatlı olur. Dilberin alyanağı Ay ve Güneşten de güzeldir. Ben muhabbet badesini ELESTÜ Bİ REBBİKUM? Hitabesinde içmişim, onun için ölene kadar dilberin sunduğu badenin tadı ağzımdan gitmez, öldükten bin yıl sonra mezarına dokunsa sevgilinin nefesi İsa’nın nefesi gibi seni diriltir. Ey vaiz! Beni kötüleme, çünkü hakk benimledir, gel bak, bu sen, bu ben, bu dilberin görünüşü, insan dilberi seyretmekle kâfir olmaz. Kevser ve de selsebil suları senin anlattığın gibi değildir, bana güzellerin sunduğu bade yeterlidir. Cennet bahçesi ve huriler senin olsun benim elimde bir güzelin eli bulunsun yeter. Cennette ki Tuba ağacını da sana verdim istemem, bana selvi boylu bir güzel yeterlidir. Cennette ne varsa hepsi senin olsun, güzellerin dilinden bir tatlı söz bana yeter. KUMRU Âşıklar güzellere gönül vermişlerdir, dost yanağına kavuşmaktan başka bir arzuları yoktur.

 

Âşıklara aşk kokusudur olayı, Kerbela

İbadet sahibine bağıştır pazarı Kerbela.

 

Çok zevk ile sefası ve de sırlı havası var,

İlkbaharda güller açmıştır bostanı Kerbela.

 

Her kim ibret ile baksa, kesinlikle görür,

Dünyaya nüfuz etmiştir ışıkları Kerbela.

 

Hangi yeşillik Kerbela olayı gibi apaçık gözükür,

Kan ile hına yakmıştır diyarı, Kerbela.

 

Gerçek gözünü açan herkes tanımıştır,

Hazırdır o çöllerin izleri Kerbela

 

Fırat nehrinin üzerine açmıştır şimdi bir bayrak,

Ünlü Abbas alemdarı Kerbala.

 

Ölümü anında naz ile yatmıştır gencecik Ali Ekber,

Vücudunda kanlı kılıç yarası, var Kerbela

 

Damat odası renklerle süslenmiş taze gelin

Dertlerle bürünmüştür sahrayı Kerbelâ

 

Hasrettir şimdi bakıyor Toy odasına

Arzusuz giden o Kasım ah o çölde Kerbela

 

Ali asğer’in yine kanı kesilmiyor,

Çıkmıştır gökyüzüne ah vahı Kerbela.

 

Yetmiş sahabe cesetleri kan vücudları yaralı,

Susuz dudaklar gözleriyle süvari yolunda Kerbela

 

Kumru gibi ağlayarak ah Hüseyin der, yanar

Güya o çölde Zeynelâbidin hastayı Kerbela.

 

Düştü, dostlar! Yeniden başıma aşk sevdası,

Aldı elden sabrımı, aşkın sevdası ve kavgası.

*

Elli yıl dünya da ömür eyleyip gezmiştim boşuna, Gerçekte aşk’ın manası nedir bilememiştim.

Allah’a şükürler ki kayıptan biri beni haberdar edip, nice yıl kör gibi gezip dolaştım, sonunda susuzluktan dudaklarım çatlamıştı Hızır soyuna ulaştım. Yeryüzünü karıncalar gibi sürüne sürüne gezdim ama sonunda bin izzet ile Süleyman’ın köşküne ulaştım. Hava da duran bir zerre idim, şükürler olsun dünya’yı aydınlatan güneş’e ulaştım.

Kaderimde binbir gül açtı, diken idim şimdi güllerin bahçesine ulaştım, günüm gaflet içinde geçmişti, cahil ve nadan idim, ama şimdi hikmetle Doktora yetiştim.

Kötü dünya’yı elden bıraktım, Şıh’ı Merdan hazreti Ali’nin ayağına yetiştim. Yolum Kerbelanın yoludur, şehitler efendisi hazreti Hüseyin’in ayak tozuna yetiştim KUMRU gibi ah çeke çeke Hüseyin derdiyle yanarım.

 

 

 

Uyan, ey tatlı dilli güzel bülbül! Bismillah ile

Nizamlı ve düzgün aç ağzını, şükr ve bismillah ile

 

Ağzının sohbetini aç ki insanlara dostluk getirsin

Açılmaya hazırdır gül bahçesi bismillah ile

*

Bu toplantı ermişler grubunun toplantısıdır ey bülbül! Keramet göster ki bismillâh da sesini yüceltesin, Sohbetine O incilerden getir ki erenler bismillah deyip sohbetine değer yargısı tutsunlar.

Huzurumuza altın ve gümüş getir, üzerine Haydar’ı Kerrar’ın ismi bismillah söylenip yazılsın. Ömrümün elli yılı geçti, bismillah deyip bir parça yaprak ve meyve getir.

Lütuf ve yardımını benden esirgeme ki şiirlerime bulutlar bismillah deyip alıcı olsunlar.

Yardım zamanıdır yardım et bana ey ihtiyacı olmayan Allah’ım! Bismillahın sırlarını bana öğret.

Ey Ruhulkudus! Benden yardımını kesme, bade kabımızı gül ve bismillah ile doldur. Ey şans gülü! Bahar geldi, kokucu koku almaya hazırdır, sende artık açılmalısın, erenler bahçesinde, hakk yolcusu KUMRU ağzını bismillah ile açıp inciler saçmalıdır.

 

BİRİNCİ SUSUZLUK MEKTUBU

Ey dost Kerem edip aşk badesini sun

Ayaklan in gözüm üstüne dostluk badesini sun

 

Çimenler bitti, güller açtı, bahar geldi, sende altın kadehi eline alıp, kırmızı bâdeyi getir. Kadehi elden bırakma, yanan dudaklara Şahı Merdan hazreti Ali’nin aşk bâdesini getir.

Konuştukça inci ile mercan saçan ağzını açıp, erenler meclisini kurup, hakkı tanıma İrfan âlemini sun.

Aşk bâdesini kabıyla dopdolu ver, içeyim, hazreti Muhammed Mustafa peygamberin doğru yolunu bulayım, hazreti Ali oğlu hazreti Hüseyin benim her iki dünyada da önderim ve liderimdir, böyle bir hakk yolunu gösterenin var ise al, getir.

Kıyamet günü ahrette Allah’ın arslanı hazreti Ali billurdan kadeh elinde tutup der ki hakk yolcusu bâdeden susamıştır, getirin, bu bâdeden içsin. KUMRU

 

İKİNCİ SUSUZLUK MEKTUBU

Ey dost bana dolu bade ver ki güller solmasın

Muhabbet badesi ile Ferahlansın güller solmasın

*

Güz geçti, bahar geldi, sevinç günü erişti, temiz badeyi getirin benim üzüntü ve kederim geçsin. Hazreti Muhammed Mustafa’nın ruhunun ve canının kudretini getir, başımızda sevgilinin yanağının sevdası, rahatlayalım. Cahil ve ermeyen bu bâdenin tadından ne anlar, muhabbet bâdesini içmeyen akıllı olabilir mi? Yanıma bâde kabını getir bırak ki rahat edeyim, badenin rengi sevgilinin yanağı gibi temiz olsun. O muhabbet badesinden içeyim ki rahatlayayım, her sözüm hazreti Haydar’ı Kerra’ın sohbetlerini temsil etsin.

Ey bülbül! Yardım et ki dolup taştım yine, gözümde gül ve gül bahçesi kalmadı, bana badeni sun, o kadar içeyim ki ağzımdan çıkan her söz bir inci kesilsin. Bana öyle bade sun ki her nefesim hazreti İmam Ali’nin faziletini anlatsın.

KUMRU Şahı Merdanın o kadar tellalı olsun. İşitenlerin tümü medet ya Ali desin.

 

ÜÇÜNCÜ SUSUZLUK MEKTUBU

Yardım zamanıdır rahm et elimden tut ey dost

Peşpeşe muhabbet bâdesin doldur ver ki susadım ey dost

 

Ruhları ve canları ferahlatan kadehinle yardımıma gel, çünkü Mürşid’i kâmil seni hür eylemiştir ey bülbül. Muhabbet toplantısına varıp bir saat nefes alayım ki dilimden inciler dökülsün saçılsın, beni bu muhabbet meclisinde yalnız bırakma, elimden tut, müminlerin Amiri hazreti Ali de senin elinden tutsun.

Yardım et ey bülbül! Allah’ın aslanı hazreti Ali’nin fazileti hakkında sohbet edeyim, Haydar’ı Kerrar hazreti Ali’yi öveyim, melekler bile sözümü dinlemek için insinler, İmamet lideri hazreti Ali’nin faziletinden anlatayım, o büyük liderden bahs edeyim ki vasıf ve tanıtım anında bülbülün dili olmuştur.

Aman saki elindeki gül renkli bâdeye kurban olayım, bana bir damla verirsen yeniden can bulup gençleşirim.

Ey muhabbet bülbülü! Fazilet denizine dalıp, KUMRU gibi dem tutarak vilâyet incisi çıkarayım, yardım et ey saki.

 

DÖRDÜNCÜ SUSUZLUK MEKTUBU

Ey dost bade ver bana hayat can gelir

Tükendi kış mevsimi ilkbahar gelir.

*

Muhabbet bahçesinde goncalar açıldı, gül bahçesine yeniden yaprak ve meyve gelir, her taraftan gül bahçesinde ki bülbüller ötmektedirler, benimde başımda dostum sevdası ötmekte.

Hayalim bir kuş gibi havada kanat çırparken, hakk şairleri gibi şiirler dizmeğe başlıyor.

Bu muhabbet meclisine gelen bülbüller akıllı geliyor, aman ey saki şüphelerimizi gidermek için bize bade sun.

Başıma yine Necef sultanı hazreti Ali’nin muhabbet ve sevdası esmeğe başladı, kalbime incilerin en güzeli diziliverdi, aman ey saki badeni esirgeme.

Bu güzel meclise hazreti Ali dostlarının aşkı için, içinde muhabbet incileri bulunan bade kabları gelir gider, Muhabbet badesinden içenler, şüphelerden hayvanlıktan uzak olur, kulaklara Allah aslanı hazreti Ali’nin faziletini anlatan menkıbeler gelmeğe başlar, Ali adı dile gelince, gönüllerde LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç bulunmaz” sesi dolaşır gelir. Zavallı KUMRU da bu mevlise, binbir neşe içinde sabırsız ve kararsızca gelir.

 

BEŞİNCİ SUSUZLUK MEKTUBU

Dost amandır ver bana dolu bir bade

Dert zamanı geçti ilkbahar zamanı geldi

*

Beni bir dakika üzüntü ve kederden uzak et, bâde olsun bana ki belki akıllanırım. Düşkün dostum, elimden tut, yardım et bana, belki bu şüpheler başımdan gider.

Ya Ali dedikçe göklere kadar yücelsin nefesim, Ali’nin faziletini anlatana, Tanrı aslanı hazreti Ali yardım eder. Allah’ın aslanı, gençlerin sultanı, kavga ve savaş meydanında Zülfikar kılıcının sahibi.

O şahın ben, vasıf ve niteliklerini bir bir saydığım zaman, insanlar kendilerinden geçerler, rüzgâr hayretle kalır. Gönlüm kuş gibi uçtu, bazen Kerbela tarafında dolaşır ah vah eder, bazen hazreti Muhammed Mustafa’nın yiğitliğini görür, sevinir, bazen cennet gençlerinin efendisi ve şehitlerin efendisi hazreti Hüseyne bakarak gözlerinden yaş döker, gönül bazen damadı Ahmedi anıp, hazreti imam’ı Hasan’ül Müçteba’nın oğlu Kasım’ın toyunda sel gibi yaş akıtır, bazen hazreti Muhammed Mustafa ile hazreti Ali’yi kolboyun görür, bazen Kerbelâ olayını anıp, Fırat suyu kenarında kolsuz yere düşen hazreti imam Hüseyin’in kardeşi Abbas’a kan ağlar.

Dost gönlü kimi vakitte, Kerbelâ’da canlarını feda eden hazreti imam Hüseyin’in sahabelerine “yani arkadaşlarına” yas tutar, gün olur hazreti imam Hüseyin’in aslanlar gibi canları yere düşen yiğitlerini düşünür.

Bedenleri kefensiz kalmış, al kanlara boyanmış, hepsinin mezarı Kerbela toprağı olmuştur. Dert ve keder meydanında son nefeslerini verip KUMRU gibi gece gündüz ağlamışlardır.

 

ALTINCI SUSUZLUK MEKTUBU

Bâde ver bana dünyada dert rüzgârı gelir

Yavaş yavaş gözümün ışığı nuru gelir

*

Dostum gözyaşında ne sır vardır bilinmez, gözyaşı aktıkça dosta neşe, cana parlaklık gelir.

Ömrüm geçti, yüzümü Kerbelâ’nın Fırat nehrine çevirince, derdimin ilacının nereden geldiği anlaşılır.

Yıllardır bu dünya’yı kör gibi dolanmışımdır, benim gözümün nuru “ışığı” ne zaman gelir. Elli yıl günümü cehalet ile geçirmişim, ömrün sonu yavaş yavaş belirir artık, dostun izleri yavaş yavaş görünmekte, yıkılmış kalbimin şimdi ilacı geliyor.

 

Dost bahçesini seyretmek kalbime düşmüştü,

Yaralı kalbime kederli bahçenin neşesi gelir.

 

Gönlüme Levh’i mahfuz defterinin başlangıcında,

Hayber kalesi Fatihi Şahının fazileti gelir.

 

Kalb yuvası kuşu kol kanadını açınca,

İlk önce o gece peygamberin Fatihi Ali gelir.

 

Medine şehrinde alevli ateş göklere yükselince,

Peygamber kızı Fatıma’nın ağlar sesi gelir.

 

Kimi vakit bu kana çevrilen kalbimin hatrına,

Ali başında görülen kılıç yarası gelir.

 

İmam Hasan’ın şehid oluşu canıma ateş saldı,

Her zaman yaralı kalpler yas tutarak gelir.

 

Ne kadar yeryüzünü gezsem seyretsem karşıma,

Dudakları susuz Hüseyin’in sahra’yı Kerbelâ’sı gelir.

 

Düşmüştür Fırat kenarında bir genç kolsuz,

Yine de çadırlara su götürmeden gitmeğe utanası gelir.

 

Bir tarafta çöllere çalkalanan Fırat’ın suyu akar

Sakinenin yine de susadım, susadım sesi gelir.

 

İbret ile Allah’ın kaza ve kaderine bakınca,

İmam Hasan’ın oğlu Kasım’ın toy elbisesi gelir.

 

Başına kara sarmıştır, durmadan ağlar o zeyneb,

Kulağa hiç bitmeyen Feryad’ı ah vah sesi gelir.

 

Kebab olur kalbim, yanmış yakılmış ey Müslümanlar,

Bu yerde fikrime hemen Şimrin zulmü gelir.

 

İmam Zeynel-âbidin çadırda ateş içinde kalmıştı,

Amcam oğlunun yardımına Muhammed Mustafa gelir.

 

Annem yoktur çıkarsın beni ateşten dışarı,

Bacımın eli koynunda kalmıştır ah vah sesi gelir.

 

Yüzünü gökyüzüne tutarak seslenirdi Zeyneb ah vah ile,

Annesi Fatıma Zeyneb’in her ah vahına cevaba gelir.

 

Beni gözden atmışsın ey anne sebep nedir,

Belalı ve kederli başıma insanların zulmü gelir.

 

Ali’nin mezarı Necef’e yüzünü tutup ağlardı,

Derdi böyle bir zulme kimin razılığı gelir.

 

Eğer ulaşsa elim Murtaza Ali babama,

Beni kurtarmak için o sevenlerin efendisi gelir.

 

Amcam Abbas beni bu perişan halde koymaz,

Elinde kan ile boyanan elbisesi ile gelir.

 

Savaş meydanında arzusuna ulaşmayan amcam oğlu var,

Çoktur onun gayreti, görün onun vefalı haberi gelir.

 

KUMRU zulme uğramış bahçesine bu ağlamak yetmez,

Kıyamete kadar kulağa ya Hüseyin sesleri gelir.

*

YÜCELER YÜCESİ CENABI ALLAH’A HAMD VE ŞÜKÜR HAKKINDA

Dil ile beyan edilen her kelimenin evveli bismillahtır.

Sınırsız ve sayılmayan şükürler bağışlayıcı, Allah’a’dır.

*

Allah, yaratıcı, diri, her şeyden evvel, uyumayan, yok olmayan, güçlü, temiz, günahları affeden, bağışlayan ve esirgeyendir.

Ya Rabbim! Sen sultanlar sultanısın, senin vasıflarını saymak için diller acizdirler, göz ile görünmezsin, mekânın ve meskenin yok, ortağın ve şerikin yok, Benzerin ve eşin yoktur, senin kün (ol) diye bir emrinden bu dünya yaratılmıştır, görünüşte gizlisin ama vücudunun varlığı güneş gibi ortalıkta parlamaktadır. Ya Rabbim! Senin cömertliğin gök ve yeri, arş ve kürsü doldurmaktadır, senin kuvvet ve kudretinden bütün herkes, dost düşman, inançlı ve inançsız yardımını umar.

Ya Rabbim! Gökyüzü senin mekânının bir köşesidir, senin yüceliğine karşın cennet bahçeleri zerre miktarıncadır, güneşin ışığı senin nurunun bir zerresidir, Ay nuru ise senin parlaklığından örnektir, senin aşkından nice insan hayran kalmıştır, ya dost!...diyerek nice inançlı insanlar kendilerinden geçmektedirler. Sana ulaşmak için nice insanlar gözyaşlarını sel etmişlerdir. Senin habibin “dostun” ve elçin “peygamberin” hazreti Muhammed’i Mustafa Mirac’da “yani gökyüzünde” sana yakın olmak için bin belâ’ya baş eğmiştir. Yüzlerce dudağı susuz Kerbelâ çölünün Fırat nehrinin Hüseyinleri senin razılığını ve de Feyzini elde etmek için can vermişlerdir. Senin her şeyi saran rahmetine ulaşmışlardır.

Kederli KUMRU’da senin için bin bir dert çekse ne olur? Çünkü yanıp kavrulmayan sana ulaşamaz.

 

BÜTÜN PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU, EFENDİSİ VE KÂİNATIN LİDERİ MUHAMMED-EL MUSTAFA (A.S.) HAKKINDA

İnsanlar için varlığı Allah’ın nuru olan, habibidir

Senin temiz nurun tüm kâinatın yaratılışının sebebidir.

*

Sen başlangıcın yıldızı, kibriyanın yıldızı, celal “güzelliğin” temelisin, bütün yaratıkların yaratılış sırları sensin, zahir “yani görünüş” de hatem “sonuncu”sun ama batın da, “gerçekte” her peygamberden öncesin, Allah’ın yaratıklarının hepsinden önce var olan nursun, aslında hem evvel yaratıksın, hem de sonra olan, kimdir ki peygamberler arasında senin gibi olan, senin nurun Ali nurudur, hem evveldir, hem sondur, tek vücud ve de tek nursun, Haşa Allah’ın yüce zatından başkasın, âlemde her şey senin varlığının aksinden ibarettir. Senin ismin nur, cismin nur, yaratılışın, vücudunun aslı nur, rahmetin merkezisin, insanların güneşisin, büyüklük denizi, dinin direğisin, iman ve inancın aslısın, salavat ilkelerinin kurucusu sensin, görünüş itibarı ile peygamberlerin sonuncusu, gerçekte yaratılmışların ilki sensin, Varlık ve kudret nurunun merkezi, hayat ve yaşam çeşmesinin nuru sensin, Senin cisminin madeninden varlığının mahiyetinden akıl ve fikir suskun kalmıştır, dünyayı yaratan, haşa, sen değilsin ama dünya senin yüzün suyu hürmetine yaratılmıştır, senin nurun olmasaydı insan çeşidi bile yaratılmazdı. Eğer senin nurundan dostluk görmeseydi, hazreti Âdem peygamberin kalbinde nur yer tutmazdı. Hazreti İbrahim’e (a.s.) ateşi gül bahçesi eden senin nurundur.

Senin güzel nurun hazreti İsmail peygambere ulaşınca İshakoğulları ümitsiz oldular, senin hasretinden hazreti Yakub peygamber kırk yıl göz yaşı döktü.

Hazreti Yusuf peygamberi, Mısır’ın zindanlarından yine sen kurtardın, senin nurunun varlığı bütün müşkülleri halletti.

Tur dağında İmran oğlu hazreti Musa peygamber senin nurunu görünce yedi gün aklını oynatırcasına hayran ve perişan kaldı.

Sen o peygambersin ki gökyüzünde ayı ikiye parçaladın, sen o peygambersin ki bütün inançlı kadınlar ve de erkekler senin nurun ile kurtulmuştur. Sen o peygambersin ki miraca yani gökyüzüne çıktın, mahşer gününde senden elinde beraat’ı bulunmayan insan şefaate kavuşamaz.

KUMRU gece ve gündüz senin methini eder, fanidir ama sözleri kalıcıdır.

 

ALLAH’IN ASLANI HZ. ALİ’NİN FAZİLETİ HAKKINDA

İnsanların nuru, dost fırkasının özüdür fazileti, Ali Pek parlayan nurdur fazilettir Ali İnançlı insanların kalblerinin meskenidir Ali fazileti insanların dostunun kalbidir Ali Din yolunun izleri, imanın evveli ve sonudur Ali fazileti Bütün insanlara inanç güneşidir Ali fazileti Yeryüzünde hidayet ışığıdır Ali fazileti Saadet hazinelerinin kilidi, bütün dertlerin ilacı Ali’nin faziletini anlatmaktır, Ali muhabbeti inanç bâdesidir ki inançlı insanlar Ali’nin muhabbetini ederlerken kalblerinde nur bulunmaktadır.

Necef’ül Eşref şahlarının efendisi ve de inanç dünyasının gül bahçesi Ali’nin özüdür, hadis’i şeriflerin merkezi, hazreti Muhammed-el Mustafa’nın (s.a.v.) kelamı kadiminin merkezi Ali’dir.

Ali’nin Faziletini anlatmak aslında hadisi şerifleri ve de hazreti Muhammed’el Mustafa’nın kelamı kadimini övmektir, inançlı insanlar hazreti Muhammed’e ve Ehl’i beyt’ine selavat göndermeğe mecbur kılınmışlardır, bu selavatın hükmünce Ali’yi övmek en sağlam binadır.

Tebareke ve Ha’mim sureleri apaçık olarak Ali’nin faziletini aktarmaktadırlar.

Nur ayeti ile Velâdiyat suresinin şifre ve rumuzu yine de Ali’yi övmektedirler, Nur ayetinin gereğince Ali’nin faziletini anlatmak ilahi bir hidayettir.

Hazreti Ali’nin faziletini beyan edip, onu övgü ile apaçık olarak tanımlayan ayetlerin sayısı üç yüz altmış altı ayettir, aynı zamanda da surelerin tümü hazreti Ali’nin faziletini aktarmakta.

İster Tur suresi ile vel necm sureleri olsun, ister Nesr’un minallah ayeti olsun hepsi hazreti Ali’nin özüne işarettir. Meleklerin hem sözleşme gününde hem de gökyüzünde zikir ettikleri ve de andıkları LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç bulunmaz” sesleri Ali’nin faziletini anlatmaktır. KUMRU her zaman, her yerde, gece gündüz Ali’nin övgüsünü yapmak her inançlı insanın dilinden düşmemelidir.

 

ZÜLFİKAR KILICININ SAHİBİ, HAYDAR-I KERRAR OLAN HAZRETİ ALİ’NİN FAZİLETİ HAKKINDA

Ey imamet hazinesinin anahtarı, inanç nuru ya Ali

Hidayet güneşinin ışığı, parıldayan ay sensin ya Ali

 

İzzet gömleğinin şahı, imamların tacısın

Vahiy ilminin deposu, Allah’ın hidayet nuru ya Ali

 

Lemyezel “yani yok olmayan” Allah’ın hikmetlerinin sırrı

Esirgeyen Allah’ın gizli ilminin sırlarının hazinesi ya Ali

 

Mustafa’nın peygamberlerin ve de imamların ilminin kapısı

Senin ilim meclisinde herkes bulunur ya Ali

 

Faziletine eşitlik açısından güneş ve ay yeterlidir

Senin için inançlı insanlar mum gibi yakılır ya Ali

 

Ey Ali! İslam dini için senin vücudun en sağlam kaledir,

Senin cihadın “yani savaşın” İslam’ın yolunu açmıştır ya Ali

*

Hazreti Muhammed-el Mustafa’nın İslam dini seninle kurtulmuştur.

Din yolunun aslı, imanın Merkezidir

Kâfirlerin batıl inançlarını sen başlarına yıkmışsın ya Ali,

 

Eğer senin kıymetli vücudun dünyaya gelmez olsaydı,

Dünyada bir tek Müslüman dahi bulunamazdı ya Ali.

 

LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR

“Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç bulunamaz” kelamı ile gökte ki melekler senin faziletini zikrettiler. Allah dostu ve Muhammed-el Mustafa yardımcısı sensin, Ay ve Güneş gökte senin önünde secde kılarlar, yalnız sen Allah’ın evi olan Kâbe’i şerif de doğmuşsun, senden başka hiç kimse Kâbe de doğmamıştır, bu nedenle senin vücudunda mesihin kokusu vardır, senin şahsiyetini anlatmak için, kıyamete kadar Kur’an’ın ayetleri en büyük delildir ya Ali, bağışlayan Allah’ın Miracından maksad sensin ya Ali, Hasan-ül Mücteba ve Hüseyini şehidi Kerbelâ oğulların ya Ali, insanlar senin yüzün suyu hürmetine kurtulmuşlardır, hazreti Süleyman peygamber mülkiyeti senin hürmetin için ona bağışlanmıştır. Hazreti Nuh peygamber Tufan günü senden yardım göremez olsaydı sular hazreti Nuh peygamberi boğardı, Nemrud’un hazırladığı ateşi hazreti İbrahim peygambere sen gülbahçesi ettin, hazreti Yusuf Peygamber senin makamının sayesinde Mısır memleketine padişah oldu ya Ali.

Tur dağında senin nurundan bir zerre tecelli edince, İmran oğlu hazreti Musa peygamber o nurdan yedi gün hayran kalmıştır, hazreti Muhammed-el Mustafa (s.a.v.) peygamber seni bizzat kendi mübarek omuzlarına aldı, kâfirlerin inançlarını yani putları yerle bir ettin ya Ali.

Bin tane deniz mürekkeb olsa, yine de senin şahsiyetini anlatmakta yetersizdirler, KUMRU’ya bu izzet ve bu şeref yeter, hakk yolcusu her zaman senin vasıflarını anmak için söz söyleyip coşar.

 

ALLAH’IN ASLANI, EBU TALİB OĞLU HAZRETİ ALİ’NİN FAZİLETİ HAKKINDA

Ey izzet ordusuna güneş nuru olan ya Ali

Sen yeryüzünde canlı ve cansızın dostluk nurusun ya Ali

 

Büyüklüğünün izzeti ve şerafeti gökyüzüne gölge salmış,

Yüceliğin her zaman dünyaya dolaşır ya Ali

 

Direksiz ve de sütunsuz ayakta durmaz idi

Senin vücudun arşa karşın olmasaydı ya Ali

 

Senin büyüklüğün yıldızların sayısızlığına eşittir

Şen ve neşeli toplantıların parlayan güneşisin ya Ali

 

İzzetin öz tacısın imamlık makamısın

Vilayet ve imametin izzet nuru sensin ya Ali

 

Senin temiz ruhun inanç dünyasına Mürşid-i kâmildir

Cebraile önder olan senden başka kimdir ya Ali

*

Peygamberler zor durumda kaldıklarında senin nurun ile kurtulmuşlardır.

Sen Allah’ın sınırsız kudretinin sahibisin ya Ali, Eğer senin Zülfikar kılıcın olmasa idi, kimse Allahu Ekber nedir bilemezdi, beşikte parmağının vuruşu ile ejderhayı böldün, mübarek adın her yerde Haydar-ı Kerrar oldu ya Ali.

Bedir savaşında senin kılıcının parlayışı İslam dinine parlaklık kattı, İslam peygamberi hazreti Muhammed (s.a.v.) senin kılıcının parlamasıyla rahatladı.

Senin faziletin ve makamın hakkında LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç yoktur ve de bulunamaz” denildi, melekler senin ismini ezber ettiler, Haber kalesini yıkmak senin için zor bir iş değil, senin saçının her bir teli isterse bin tane Hayber kalesi yıkar ya Ali. Eğer Cebrail kanadını yeryüzüne açmasa idi, Merciyik savaşında senin kılıcın ile dünya bölünüp parçalanacaktı. Senin kılıcından çıkan kıvılcım eğer şimşek olsaydı, İslam düşmanlarını yakıp kavurur, evlerini harab ederdi. Kimi vakit gidip melek gurubuna karışırsın. Kimi vakit’te inip insan kılığına girersin.

İmamet ve vilayet mülkiyetinin sultanı, kıyamet gününün şefaatçisi, Kevser badesinin, havuzunun gerçek sahibi sensin ya Ali.

Sabah akşam duasını kırk yerde zikredersin, ölüleri Allah’ın izni ile can verip diriltirsin ya Ali. Kimin kalbinde senin sevgin var ise, o insan keder korkusu nedir bilmez, Allah onu bağışlar, Allah’ın rahmet eli sensin, senin elin ile hidayet çeşmesinden doyasıya kadar içmeyen insan, mezardan kıyamet gününde mahşere yüzü ak gelemez, manevi “inanç” dünyasında sen o dünyanın ruhusun, bütün yaratıklar cisimdirler, sen ise o cismin aslı ve temelisin ya Ali.

Gökte ki melekler yazıcı olsalar, dünya dolusu defter olsa, yine de senin faziletini yazmak için imkânsız ve yetersiz olur ya Ali.

İnançlı her insanlar sana cismen yakın olmamalarına rağmen, her zaman senin talib ve müridinler ya Ali Ben ağlayan KUMRU’yum senden ayrı düştüm her zaman sana aşığım.

 

PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HAZRETİ MUHAMMED (S.A.V.)’İN AHİRETE GÖÇÜŞÜ

Peygamberlik güneşinin yok olma zamanı geldi

Allah’ın elçisi ahrete göç eyleyeceği zaman geldi

 

Seven ile sevilen arasında birlik ola

Ayrılık zamanı bitmiştir birlik ola

 

Göklerden ruhun durma zamanı geldi

Cebrail’in peygamber kapısından ayağını kesmesi geldi

 

Peygamberlik ışığının yok olma zamanı gelmiştir

Ay’ın çevresini bulut sarmıştır karanlık olmuştur

 

Seven tarafından sevilene “nida” zamanı geldi

Peygamberlerin sonuncusu cennet köşküne göçü geldi

 

Zalim kitle hedeflerine varma zamanı geldi

Kinlerini açıklayıp zulüm yapma zamanı geldi

 

Ali’ye karşı çıkan o melunların hepsi

Selman ile Ebuzer’in kalblerini dağlanma zamanı geldi

 

Zulüm ile o Allah’ın rahmet elinin bağlanması

Ali’yel Murtaza’nın yalnız kalma zamanı geldi

 

Fatımanın karnında günahsız Muhsin’i şehid ettiler

İnsanlar ile cinlerin üzüntülü olma zamanı geldi

 

Zulüm ateşi ile peygamberlerin dergâhını zalimler yıktılar

Sevinç zamanında bile KUMRU’nun ağlama zamanı geldi

 

Dünya bahçesini yas yeri etmiş oldular

Dünya Sultanı Ali’den ayrılık zamanı geldi

 

Bütün bülbüller matem tutmuşlardır baştan başa

Yer yüzü sultanı son peygamberin göçüş mevsimi geldi

*

İslam ümmetine minberde böyle çağrı yapardı. Minbere çıkıp insanlara böyle seslenirdi:

 

Ey halk! Ben size nasıl peygamberim

Hem size rahmet eliyim hem de iki dünyada önderim

 

Sözlerimi siz Müslümanlar tutunuz derim

Gökün yerin ve bütün dünyanın önderi benim

 

İlâhi mesajın hepsini ben sizlere ulaştırmışım

Yaklaştı şimdi vereğim yüce Allah’a canım

 

Benden sonra Allah’ın yolunu terk etmeyniz

Hakk yolunu bırakıp da batıl’a gitmeyiniz

 

Nice büyük şey vardır ki size emanet edeyim

Onları siz İslam’lara ilâhi emirdir bildirip gideyim

 

Kur’an-ı Kerim’e saygılı olmanız birincisi

Benim Ehl-i Beyt’imi sevmeniz ikincisi

 

İnsanları hidayet eden hakk olan Allah’tır

Gözleri yaş sinesinde dağlı kalan Fatıma Haktır

 

O çaresiz yavrumda sizlere emanettir bilin siz

Halifelik makamı uğruna birbirinizi kırmayın siz

 

Azıcıkta olsa biliniz ki ben üzülürüm aman

Yavrum Fatımayı rahatsız ettiğiniz zaman

 

Mezarım da sizlerden incirim emekler olur heba

Benim kalbimin neşesidir Hasan’ı Müçteba

 

O gözümün nurunu canım kadar severim, sevin

Fani dünya’da sizlere emanettir Hüseyin’im

 

Hüseyin’in gözlerini yaş halinde görmeme Allah razı değil

Yüceler yücesi Allah onun için göndermişti Cebrail

 

Yavrum Hüseyin’i İslam için feda vermemi emreyledi

Hürmetli peygamberin şu emirleri tamam söyledi

 

Geldi o peygamberin evine elem ve keder yığıldı

Günden güne, yeryüzü sultanının hastalığı çoğaldı

 

Sevilen sevenin huzuruna varması için niyetli idi

Bir dakika dahi yanından yakınlarını ayırmaz idi

 

Bazen kızı Fatımayı hazreti Al’ye emanet ederdi

Bazen Allah aslanı Ali’yi bağrına basar idi

 

Onun kara günlerini hatırlayarak ağlardı

Bazen yavrusu Hüseyin’e can diyerek boğazından öperdi

*

Derdi ey Kerbelâ’da gül bedeni kefensiz kalan:

Bazen yüzüne bakardı gözleri yaş ile dolardı.

Onun mazlumiyetini düşününce ah vah ile ağlardı

 

Söylerdi sizlerden ayrılıyorum ey gariplerim

Benden sonra belaya düşen gariplerim,

 

Kadınların hayırlısı Fatıma gözyaşı döker ağlardı

Ansızın kapıdan bir sesin geldiğini gördü

 

Peygamberin evine bir arab Selam verir idi

Kapıdan o arab bu sözü söyler idi

 

Bir elçiyim dost mesajını getirmişim

Seven tarafından sevilene mesaj getirmişim

 

Gerek seven tarafından sevilene selam

O’ndan sana çoklu selam getirmişim

 

Bin sevinç ile doktorların doktoru Allah’tan

Ayrılık derdinin yarasına ilaç getirmişim

 

Yüceler yücesi aziz ve tek Allah’tan

Ölüm için son peygambere emir getirmişim

 

Gereksiz gelmedim boş da değil elim

İslâmlar için bağışlayıcı Allah’ın müjdesini getirmişim

 

İşitince bu sözleri o kıymetli peygamber

Buyurdu Fatıma’ya ey yavrum! Bil haber!

 

İzin ver o şanssız ve kederli araba, bırak gelsin

Sevip sevilenin dostu olur bırak gelsin

 

Her zaman evleri yıkıp dağıtan o araptır

Dostu dosta hasret eder bırak gelsin

 

Durmuştur, hiçbir zaman kapıdan izin almaz

Daha O’nun dönmesine çare yoktur, bırak gelsin

 

O arap değil, her zaman canlar alan O’dur

Dostunu dostluk köşküne götürecek, bırak gelsin

 

Her nere giderse kimse göremez yüzünü

Bana saygılı olduğu için arab şeklinde gelmiş, bırak gelsin

 

Bugün bize misafir gelmiştir, Azrail’dir O

Üzülme ey kızım çekil bir kenara, bırak gelsin

 

Beni saygı ve hürmet ile götürmesi gerek

Yüce Allah’ın huzuruna götürmek için gelmiş bırak gelsin

 

Dosta yakın olmak isteyen canından geçer, can istemez

Muhabbet badesinin neşesi hoştur üzüntü suyu istemez

 

Ayrılık zamanıdır, hasta olan dostuna varmak ister

Derdine hiçbir zaman ilaç dahi istemez

 

Çünkü kalıcı dünyaya gitmek ister Mustafa

Ya Ali diyerek Haydar’a dedi Lafeta

 

Ey sadık yardımcım helal et ben gidiyorum

Kalbimiz İslam’ın acısı ile kan dolmuş gidiyorum

 

Yolculuk hazırlıklarımı hazırla, arab çok beklemesin

Ecel doldu gözüme aman ya Ali gidiyorum

 

Her ne kadar zulüm etseler sabret, çekme kılıç

Dökülmesin İslam içinde kan, gidiyorum

 

Düşman seni mescide çektiği zaman, şikâyet etme

Bırakma Hüseyin’im ah vah eyleye ki gidiyorum

 

Müslümanları göreceksin benim yerimde zulüm edecekler

Dert ve üzüntüden sırtın kamburlaşır, gidiyorum

 

Seni kederler içerisinde perişan edecekler

Gözyaşın çokluca akacaktır sel gibi gidiyorum

 

Ey amcamoğlu! Fatıma kızım sana emanettir

Bir zaman senin yanında kalsın ben gidiyorum

 

Yetim kalmıştır benim için çok ağlarsa incitme

O zavallı yavrum sana kırk gün misafirdir, gidiyorum

 

Yanıma vardığı zaman vücudu yaralı olmasın

Zalim insanlar yavrumu nasıl zulmedecekler bilerek gidiyorum

 

Çok zulümler olarak ona zalim milletten

Kederli sinemde bu bir gizli üzüntüdür gidiyorum

 

Ali evlatlarının şehadetinde ağlayarak

Ağlayan KUMRU gibi bırakıp yalnız gidiyorum

 

Peygamber vasiyetini Ali’yel Murtaza’ya etmiştir

Buyurdu Fatıma’ya ey garip! Ey zavallı!...gidiyorum

*

Peygamberlerin sonuncusu büyük yerden emir geldiğini bildiği için vasiyetini söylemeğe başlamıştır, Allah’a kavuşacağını bildiği için seviniyordu, ama başına toplanan ev halkının yüzlerine bakınca mübarek gözlerini tutamaz, hem özü hem gözü kan ağlardı, onların çekeceği acılar ve kederi, onların kılıçlar altında hançerlere düşerek perişan, aç ve susuz can vereceklerini biliyordu, hem ağlar hem vasiyetini eyler idi “Ey kızım Fatıma vasiyetim budur ki ben dünya’dan göçünce sakın ah etme, sakın Ali’yel Murtaza’yı incitme, eğer kendini tutamayıp ağlar isen Ali eve gelince gözyaşını tut, Hasan ile Hüseyin’i başın üzre tut, onlara keder ve üzüntü verme, ağlayarak onların yüreklerini kan etme…

Ey kızım! Daha benim kefenim sarılmadan, Ali düşmanları kapımı yıkacaklar, bunu böyle bil, Medine’nin içinde tek başına tek ve yalnız kalacaksın, kaburgalarını kırıp seni de şehid edecekler, Ey yavrum! O gün sabret, ağlayıp yaka yırtma, sakın bu işler için Haydar-ı Kerrar Ali’yi kınama, bu dünyada derde kedere esir olacaksın, ama bilesin ki ölümümden kırk gün sonra en değerli misafirimsin, bu kötü ümmetin arasından seni alıp dışarı çıkaracağım, Allah’ın kaza ve kaderine şimdilik razı olup, sabret, kıyamet günü intikamını alırsın, Değerli peygamber ev halkı ile vedalaşınca, Ruh-ul-Emin (Azrail) peygamberin huzuruna varıp, peygamber ile sohbet etti, müjde senin ümmetin aff edilmiştir dedi, o peygamberin temiz ruhu cennete uçtu. Muhabbet makamında naz, kerem makamı olmuştur faniden edebiyata ruhu uçmuştur.

 

PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HAZRETİ MUHAMMEDİN VEFATINDAN SONRA HALİFELİĞİN HAZIRLANMASI

İsyan ve tuğyan bayrağı dalgalanınca Medine’de

Din evi zulm ile berbat oldu Medine’de

 

Ali’nin faziletini inkâr edip gizlemek için

Kur’an ayetinin çoğunu gizlediler Medine’de

 

Batıl ortaya çıkarılınca hakk oldu alçak

Kur’an-ın ayeti çokluca gizletildi Medine’de

 

Allah’ın peygamberinin cenazesi defn edilmeden

Halifelik makamı için tufan koptu Medine’de

 

O zaman peygamber kızı Fatıma’nın kaburgası kırıldı

Apaçık böyle zulm ve işkence ettiler Medine’de

 

Fatıma’nın karnında iken şehid edildi Muhsin

Ah vah sesleri gökyüzüne ulaştı Medine’de

 

Mihrap içinde zulüm ve işkence ettiler

Tanrı aslanı Ali’nin canına kıydılar Medine’de

 

Hasan-ül Müçteba’nın ciğeri zehir ile doğrandı

O Hasan’ın cenaze tabutunu düşman okladı Medine’de

 

Fırat suyunun önünü bağladılar Ali evlatlarına

Ali evlatları perişan ve susuz kaldılar Medine’de

 

Zalimler kılıç ile kestiler Ali oğlu Abbas’ın kollarını

Vücudu yaralı bırakıldı düşman tarafından Medine’de

 

Hançer ile doğradılar susuz Ali Ekber’i

Kasım’ın toy odasını kan ile boyadılar Medine’de

 

Beşik içinde şehit ettiler Hüseyin oğlu Ali Asğârı

Oklar ile nişan alında acımasızca Medine’de

 

Yetmiş iki gencin vücutları kızıl kan olmuştur

Yaralı düştü kana boyanarak Medine’de

 

Kerbela sultanının susuz başını kestiler

Ebu Bekir ile Ömer düşman oldular Medine’de

 

Esir ettiler Ali evlatlarını kolları bağlı gezdirdiler

Peygamber evlatları çaresizdirler Medine’de

 

İmam Zeynelâbidin ve oğlu Muhammed Bakır Altıncı imam Muhammed oğlu Caferi Sadık Bu imamların zehir ile ciğerleri kan oldu Medine’de

 

Yedinci imam Musa on bir yıl zincir ile bağlı kaldı

Hapishane kenarında küçücük oda verildi Medine’de

 

Tanrı nuru Muhammed Takı ve Ali’yel Nakı oldular şehid

O ilim merkezi imam Hasan-ül-Askari’de şehid oldu Medine’de

 

Bir zaman gelir zamanın sahibi on ikinci imam gelir

Peygamber evlatlarının intikamını almak için mahkeme kurar Medine’de

 

Kötülükler babası peygamber çadırına ateş vurdu

KUMRU inançlı insan sinesini yaralar Medine’de

 

Peygamber evlatlarının çadırlarına vurunca ateş

Desem ki yalan değil gökyüzüne vuruldu ateş

 

Bu ateşi vuran ne Şimir’dir ne de Ömer Sad

Kerbela Sultanı Hüseyin’in çadırına vuruldu ateş

 

Bu durumu görünce hazreti Fatıma’tüz-Zehra

Şöyle seslenir idi o hayasız ateş vuranlara

 

Bilmem ne zülumdür ki bu dünyayı yakıyor

Zulüm ateşi sıçrayıp kalpleri yakıyor

 

Gel, utan ey zalim! Evlatlarımın çadırını yakma

Kimdir ki bu iyilik yuvasının çadırını yakıyor

 

Peygamberin mübarek vücudunun kefeni solmadan

Ümmeti kızı Fatıma’nın ciğerini yakıyor

 

Korkutmayınız Hüseynimi İslam Dininin fedakârıdır

İslam ümmetinin kurbanıdır zulmet ile yakıyor

 

Hangi peygamberin ümmeti kendi, İmamının

Evine ateş vurup çadırını yakıyor

 

Ateş vurmayınız çadırıma Allah’ın kitabı var

Kur’an’a saygılı olmazlar kimdir ki Kur’an’ı yakıyor

 

Sizlerde hiç haya yokmuş ey zalim millet

Hangi millet peygamberini üzer evladını yakıyor

 

Böyle bir zulüm yuvası temeli siz attınız dünyaya

Her bir zerresi inançlı KUMRU’nun kalplerini yakıyor

*

Zehra’yı zor durumda görünce sultanlar sultanı Ali geldi

İmamların lideri keder ve karanlıktan çıkıp geldi

 

Gayretinden rengi kızarmış, musibetten canı yanmıştır

Her zaman dilinde ismini anar Mustafa geldi

 

Allah’ın dostu bir heybet ile meydana çıkmıştır

Allah-u Ekber sesini yükselterek vefalı dost geldi

 

Zehra’nın ah vah sesine kendi dayanamayınca

O meydana ayak basıp Ali’yel-Murtaza geldi

 

Zehra’yı perişan görünce rahatsız olup düştü

Sinesinin içinden Mustafa sesi geldi

 

Dedi senden sonra düştüm bu duruma ey Allah’ın elçisi

Güneşim dünyadan gidince şanssızım bahtım kara geldi

 

Çekip kendini ateş içinde kenara çıktı o imam:

Allah dostu mübarek ellerini uzattı

O edepsiz hayasızın kemerini tuttu

 

Başının üzerinde dolaştırdıktan sonra yere çırptı

Başını kesmek için elini Zülfikara attı

 

Kılıcı görünce melun hemen yalvarır idi

Peygamber adı ile Ali’ye yemin verir idi

 

Bu yemini o gökyüzü sultanı duyunca

Allah’ın kaza ve kaderine razı olarak çekildi kenara

 

O zalim kitle bu razılığa haberdar olunca

Bela’ya sabr edecektir. Allah’ın velisi dostça

 

O cahil kitle daha da zulümlerini artırdılar

Zulüm eli ile Allah’ın rahmet elini yaraladılar

 

Ali’yi mescide sürüklediler o zalimler ettiler cefa

Allah aslanı Ali’nin arkasına düşmüştür Hasan ile Zehra

 

Yaralı canı o musibete dayanamadı

Bu diller ile güya Fatıma seslenir idi:

*

Ey kindar, fesatlar zelil etmeyiniz amcamoğlunu

Binlerce zillet ile dert sahibi olmuştur amcamoğlu

 

Kalbinin derdi çoktur siz incitmeyiniz O’nu

Fani dünya da kimsesiz dostsuz amcamoğlunu

 

Dünyada sizlere onu ey hayasız millet

Muhammed atam emanet etmiş amcamoğlunu

 

Hiç kimse dünya da önderini imamını zelil etmez

Siz zelil ve de perişan ettiniz amcamoğlunu

 

Kalbi yaralı gönlü kederlidir kolları bağlı götürmeyin

Mescide sürüklemeyiniz kalbi kederli amcamoğlunu

*

O imamların sahipsiz sultanı mescide götürülünce vah

Peygamber kızı Fatıma el attı başına çekti sineden ah

 

Kırıldı kanadım kolum yardım et ey Muhammed

Yandı bu dertten ciğerim yardım et ey Muhammed

 

Senden sonra kara güne saldı beni senin üzüntün

Gözlerim yaş yerine kan döker yardım et ey Muhammed

 

Kapım yakıldı karnımda şehid oldu Muhsin’im

Durmadan kan akar gözlerimden yardım et ey Muhammed

 

Yalnız sandılar kolları bağlı amcamoğlunu

Hiç kimse yardıma gelmez yardım et ey Muhammed

 

Gücüm kalmadı çünkü senden sonra kırdılar kaburgamı

Yardım et diyerek yollara düşüp gezerim ey Muhammed

*

O anda kıyametten baş gösterdi bir nişane oldu

Toplumdan ses gelince sanki kıyamet suru vuruldu

 

Bu durumu Salman ki insanların hayırlısıdır

Bir kez dahi başını açarsa dünya yıkılır

 

Ey Muhammed Mustafa’nın göz nuru diyerek yalvardı

Amcan oğlu Haydar-ı Kerrar Ali bu duruma razı olmadı

 

Belâya sabretmek siz Ehl-i Beyt’e âdet olmuştur

Çünkü atan Muhammed bütün insanlara rahmet olmuştur

 

Peygamber kızı Fatıma bu sözleri duyunca baktı

Bu sözleri kabullenip başından elini çekti

 

Haydar-ı Kerrar efendimiz o Ali’yel Murtaza

Peygamberin kabrine yüzünü tutarak eyledi nida

 

Yardım et bu kimsesiz gariplere ey Allah’ın elçisi

Bu dünyada günüm kara olmuştur ey Allah’ın elçisi

 

Ümmetinin zulmüne bak, çektiğimiz musibete bak

Garip amcan oğluna yardım et ey Allah’ın elçisi

 

Kendi atkımı ip gibi boynuma saldılar

Düşman toplantısına zorla çekerler ey Allah’ın elçisi

 

Hayasızca kötülük babası yakamdan el çekmiyor

O zalime ne etmişim yardım et ey Allah’ın elçisi

 

O Hayber kalesini yıkan elleri bağladılar

Binlerce yara vurdular kalbime yardım et ey Allah’ın elçisi

 

Ebu şerer oğlu ile ve de Ebu Süfyan mel’unlar

Zulüm ve işkence ile beni getirdiler ey Allah’ın elçisi

*

Haydar-ı Kerrar Ali’yel Murtaza’nın yalvarmasına, peygamberin mezarında topraklar titredi, beyaz bir nur gökyüzüne taraf yükseldi, bu beyaz nur Muhammed’in eli idi.

O vahiy mesajının sultanı, Allah’ın peygamberi hazreti Muhammed Ali düşmanlarına dedi ki:

“Hilafet makamını hırhızladığınızdan dolayı büyük günah işliyorsunuz, İslam’ın içerisine fitne salıyorsunuz, yaptığınız zulümdür, bu zulüm dünyada fitne ve fesad tohumu ekecektir, bu fitneniz Allah aslanı Ali’nin ölümüne sebep olacaktır, bu fitnenin sonu Kerbela cinayetine vardıktan sonra, dünyada kıyamete kadar akan kanların sebebi siz olacaksınız, biliniz ey zalimler!...

 

PEYGAMBERİN KIZI FATIMA’NIN VEFATI

Ayağını bastı bu varlık dünyasına Fatıma

Her zaman ah vah eyler idi peygamber kızı Fatıma

 

Gönlü açılmadı hoş gün görmedi dünya da

Zamanının çoklu belasına düştü Fatıma

 

Hatice gibi kıymetli bir varlıktan ayrıldı

Yaktı dünyada ayrılık ateşini Fatıma

 

Atası Muhammed’in ayrılık karasını başına sardı

Fani dünya da çaresiz ve zelil kaldı Fatıma

 

Ateş düştü kapısına yakıldı evi barkı

Derdine ilaç bulmak için muhtaç oldu Fatıma

 

Kırıldı kaburgası, karnında iken şehid edildi Muhsin’i

Gül gibi boyandı kızılkanlara Fatıma

 

Kalbi yaralı mescide sürüklediler amcası oğlunu

Keder ve üzüntüden gözyaşları dökerdi Fatıma

 

Fedek tarlası gasb edildi, zulm ile işkence çoğaldı

Her zaman ah vah ile seslenir idi Fatıma

 

Ümidim var kıyamet günü şefaat ede

Zor durumlarda inançlı KUMRU’suna Fatıma

*

İslam peygamberi hazreti Muhammed’in vefatından hemen sonra, kızı Fatıma’nın gözyaşı sel oldu, ah vah sesleri gökyüzüne kadar yüceldi, dert ile kederinden yeryüzü siyahlarla donandı.

Fatıma kara bağladı, günlerce gecelerce ağladı, Medine’nin münafıkları gelip hazreti Ali’ye dediler ki: Ya Ali! Fatıma’nın ah vah seslerinden bizim gözlerimize uyku girmiyor, söyle Fatıma’ya ki gece gündüz ağlamasın, gece ağlarsa gündüz dinlensin, gündüzde ağlarsa gece dinlensin biraz sussun.

*

Medine halkının bu şikâyetini Ali haber verdi Fatıma’ya

Cevap verdi Fatıma o Ali’yel Murtazaya

 

Çok olmadı benim babam vefat edeli

Ne çabuk bu millet zalimleşti ey Ali

 

Bilmem ne yapmışım bu millete, döndü zulm ile

Medine şehrinde ciğerim döndü kana ey Ali

 

Bırakmazlar ki evimde yas tutayım babama

Noldu bu zalim düşman kitlesine bilmem ey Ali

 

Babama ağlarım, göz benimdir yanan yürek vücutta benim

Niçin ağlamama engel oluyorlar ey Ali

 

Gül bahçesindeki gül solunca bülbülün ağlaması gerek

Bülbül her zaman ağlarsa ayıp değil ey Ali

*

Hazreti Fatıma Hasan ile Hüseyin’in ellerinden tutup her gün babası hazreti Muhammed’in mezarlığına gider, mezara kapanıp ağlardı, öğlenin sıcağı basınca bir ağacın altında dinlenir, akşam gözlerinden sel gibi yaş akıtarak evine dönerdi.

Münafıklar yani ikiyüzlü Müslümanlar, Fatıma’nın bu durumundan haberdar olunca, o ağacı kestiler. Zülfikar kılıcının sahibi hazreti Ali peygamberin mezarının yanına bir kulübe yaptı, adını “beyt-ul-hazan” koydular. Hazreti Fatıma bu kulübeye kapanır babasına ağlar, yas tutardı, ağlaya ağlaya dizlerinde güç gözlerinde ışık kalmadı, yetmiş beşinci gün dayanamayıp hastalandı, döşeğe düştü, yine de yatakta iken uzaktan uzağa ziyaret duasını okuyarak ziyaret ederdi babasını. Kadınlar Fatıma’nın bu durumunu görünce kollarından tutarak babasının mezarı üzerine getirdiler, Fatıma topraklara kapanarak dedi:

*

Fani dünyada günüm karadır ey baba

Dert ve kederim çoğalmıştır ey baba

 

Kendin gittin cennete kızın kaldı zorlukta

Kalbim üzüntü ve yara ile doludur ey baba

 

Evimi ateşleyip kaburgalarımı kırdılar

Kim gördü bu dünyada ben üzüntülüyüm ey baba

 

Medine halkı bırakmadı beni sana yas tutayım

Yardım için kime gideyim bu günde ey baba

 

Bende ne güç kaldı ne de karar koydular

Ali’yel Murtaza da can kalmadı ey baba

*

Hazreti Fatıma babasının kabri üzerinde bu sözleri söyledikten sonra hemen baygınlık geçirdi. Kadınlar hazreti Fatıma’yı kollarına alıp eve getirdiler, nice zaman kendine gelemedi, döşekte hasta kaldı.

Bir gün hazreti Ali hazreti Fatıma’nın yanına geldi, gördü ki Fatıma üç şey hazırlamıştır, su ısıtmıştır, hamur yoğurmuş birazda gül ezmiştir, gülerek sordu ey iki gözüm! Sen hastasın, sen bana peygamber hatırasısın, neden vücudunu yorup bunları hazırladın? Fatıma der ki; Bugün ben göçeceğim eve ağıt düşecektir, taze hamuru hazırladım ki Hasan’ım ile Hüseyin’im ekmeksiz kalmayalar, onların ekmeksiz kalmalarına kalbim rahat etmez, su ısıttım ki yavrularımın elbiselerini temizleyeyim, ben günlerdir bu odada hasta yatıyorum, kızım Zeyneb’in saçları toz olmuştur, gül ıslatmışım saçlarına sürüp temizleyeyim.

Hazreti Ali bu sözleri işitince yüreği dağlandı, hazreti Fatıma ise Ali’den helalık istedi:

*

LAFETA sultanı helallik ver bana gidiyorum

Bu hasta canım dert sahibi olmuştur gidiyorum

 

Dünyadan kurtuldum daha düşman zulmünden

Kalbimin derdine ilaç bulunmadı gidiyorum

 

Zalimler evimi ateşleyip kaburgalarımı kırdılar

Neden bu zulmü yaptılar reva mıdır gidiyorum

 

Kocamı elden alıp sürüklediler mescide

Kapımı bağladı bu hayasız millet gidiyorum

*

Hazreti imam Ali Fatıma’nın başını dizleri üzerine alıp ağlayarak ey Muhammed hatırası! Vasiyetin var ise bana söyle dedi.

Fatıma dedi ki, birleşme günü geldi, sevgili babama kavuşacağım için seviniyorum, dünyanın derdinden belasından, düşmanın zulmünden ve işkencesinden kurtuluyorum.

Ama yavrularım Hasan ile Hüseyin’i gözü yaşlı bırakıp sizlerden ayrılıyorum, Zeynep kara güne düşer, Gülsüm ise yetim kalır;

*

Onların perişanlığına kabir içinde gözlerim ağlar

Yattığım yerde yerim, gökte göküm ağlar

 

O şanssız kızım Zeyneb’e zulüm ve işkence olsa

Ben ve kefenim ağlar kemiklerim ise kan ağlar

 

Söz buraya gelince bir ah sesi geldi uzaktan

Fatıma’nın gözü kan ile yaş ile doldu meraktan

 

Kızı Zeynebi gördü Şam’da bağlamışlar kolunda Zincir

Kemikleri incinsin diye, kollarını sıkar zincir

 

Başını omzuna koymuştur yüzünü ise duvara

Der aman anne can anne bakınız benim halıma

 

Güle dert gelince bahar bülbülü ağlar

Çocuk yetim kalınca gözleri yaş ile ağlar

 

Kıza babası annesi gibi canı yanan olmaz

Yürekte derdi olan kararsızdır duramaz ağlar

 

Analık bu eve gelirse nazımı çeker olmaz

Ben ağlarım bacım ağlar Hüseyin kardeşim ağlar.

*

Bu sözleri Fatıma duyunca yürekten bir ah çekti, dönüp amcası oğlu Ali’yel Murtaza’ya dedi ki; Ya Ali! Ben dünyadan göçeceğim ama gözlerim yetimler için arkada kalıyor, ben öldükten sonra sen her istediğin şeyde serbestsin, gözünün gördüğünü, gönlünün sevdiğini alabilirsin.

Ancak evime bir yabancı gelirse yetimlerime kötülük eder, onun için sana vasiyetim evlenirsen kız kardeşimin küçük kızı ile evlen, benim yetimlerimin nazını ancak o çeker.

Hem yetimlerim önce Allah’a sonra sana emanettir, onları yatırmadan sen yatma, Zeynebimi incitip ağlatma, Hasan’ımı ve de Hüseyin’imi yabancı eline baktırma.

Daha sana ikinci vasiyetimde şudur ki, cenazemi yabancı eline bırakma, kendi ellerin ile götür, cenazemi mezara gece koy, cenaze namazımda bile o zalimlerin bulunmalarına razı değilim, cenazem yıkanırken kızım Zeyneb gelip görmesin, kaburgalarım kırılmıştır, bilip perişan hale düşmesin, perişan hale düşmüşüm, bu durumu kızım Zeyneb’in görmesine razı değilim.

Allah’ın aslanı hazreti Ali Fatıma’nın dediklerini tek tek dinledi, gözyaşı döküp ağladı, dedi ki; Ey Fatıma! Vasiyetlerin başım ile gözüm üstüne, sen yalnız Allah’ın peygamberi atana benden taraf incinmeden gittiğini söyle, Fatıma senden razıyım ya Ali dedi.

Sonra evdekileri çağırıp teker teker helalleşti, Hasan ile Hüseyin’i babası hazreti Muhammed’in mezarına gönderip gidiniz benim için dua ediniz dedi. Hasan ile Hüseyin el ele tutarak anneleri için dua ve niyaz etmek için gittiler.

Fatıma, kocası Ali’yel Murtaza’yı sesleyip helalleşti ya Ali! Zamanında seni incitmiş isem bana hakkını helâl eyle, bağışla beni. Sonra Caferi Tayyar’ın karısı Esma’yı yanına sesletti dedi ki; Ey Esma! Cebral aleyhisselam babam için vefatından önce bir miktar Kâfur getirmiş idi, o Kâfur’un bir miktarını bana babam bıraktı, beni yıkayıp kefene sarınca o kâfur’u kefenime koy, yetimlerime de sahip ol.

Ecel yaklaştığını anlayınca, el kaldırıp Fatıma şöyle dua etti:

*

Ya Rabbim! Bu ağlar gözyaşlarımın hürmetine

Babam canına hasta yatan canım hürmetine

 

Kırık kaburgalarım, sakat şehid oğluma

O Muhsin adlı benim yavrum hürmetine

 

Yakılan kapımı kolumun dövülmüş kırık yeri

Yanık gönlümdeki saklı derdim hürmetine

 

Kapı ardında kırılmış kemiklerimin yarası

Gözlerimden akan kanlı yaşların hürmetine

 

Günahsız kolları bağlı garip olan amcamoğlu

Hasan ile Hüseyin gençlerim hürmetine

 

Babamın ümmetinin günahlarını bağışla

Suçsuz yıkılan yuvamın hürmetine

 

O imamların nuru temam etti duasın

Fani dünyadan ebediyete uçtu buldu sefasın

*

Dışarıda bekleyenler ses kesildiğini anlayıp Fatıma’nın odasına girince gördüler ki mübarek kıbleye doğru yönelip yatmıştır, temiz ruhunu Azrail’e teslim etmiştir. Haşim oğulları cenaze üzerine toplanıp ağıt yaptılar, beyaz giysiler çıkarıp karalar bağladılar.

Hazreti Ali’yel Murtaza gelip ağladı, kendi elleri ile Fatıma’nın cenazesini gusül etti, yıkadı.

*

Hayrunnisa Fatıma kefen içinde gizli oldu

Dünyada zulüm ve işkence derdi açık oldu

 

Peygamberin kızı açmıştır yeni konca gülü

Ebu Cehlin zulüm ve işkencesi ile göç oldu

 

Düşman elinde yıkıldı İslam dininin hakk binası

Allah’ın dostu ve halifesi Ali’nin beli kambur oldu

 

O günden anasız kaldı anasız Zeyneb

Gülsüm başına kara sarıp çaresiz oldu

 

İmam Hasan yüzüne yetimlik tozu kondu

Hüseyin ciğeri susuzluk ile yakıldı kalbi de kan oldu

 

Sabah akşam vefat için ah vah sesi çoğaldı

Daima dertli KUMRU ağlar sızlar oldu

 

Ali’yel Murtaza Zehra’nın cenazesini kefenledi

Hasan ile Hüseyin’e emretti huzura geldi

 

Onlara ey gözlerimin ışığı buyurdu geliniz

Siz hiç olmazsa annemiz ile veda ediniz

 

Çekmiştir anneniz bu vakite kadar yolunuzda zahmet

Anne muhabbetidir kalmasın sizlere hasret

 

Kucaklayıp annelerinin cesedini çekerler idi ah, ah

Alınca Ali’den izin Hasan ile Hüseyin şah

 

Bu ağlamak arasında ey vah ne gördüler

Hasan ile Hüseyin’in ağıtlarını işittiler

 

Fatıma kefen içinde seslenip kollarını açtı

Vefat etmiş iken yine de Muhabbet taştı

 

Basıp iki yetimini bağrına bastı dedi yavrularım

Hazreti peygamberin kızı dili ile söyledi yavrularım

 

Dünyanın bütün kayıtından tamamen sıyrılıyorum

Bu kadar ağlamayınız sizden hasret ayrılıyorum

 

O vakit Arapların sultanı Hicaz mülküne padişahı

Sahabeleri ile Hayrunnisa Fatıma’ya kıldı namazı

 

Mezarını gece kazmıştır imam-ı Alim

Vücudunu kabire kadar kendi eliyle elti teslim

 

O vakitte kabirden iki el çıkmıştır

Ses ulaştı arş’ı âlaya gökyüzüne varmıştır

 

Her ne kadar dünyada İslam ümmeti saygılı olmadı bana

Bugün teslim et benim ümmetimi bana

 

Bugünkü gün bana teslim et emanetimi

Zehra’nın cenazesini Ali el ele etti teslimi

 

Sanırsın kayıptan geliyor bir nefes

Kabirden ey vefalı dostum diye geldi bir ses

 

Kolu kırık değil idi gör ki ümmetim suç işlemişler

Benim emanetime ey Ali’yi LAFETA neylemişler

 

Ya Ali! Benim emanetimin kaburgaları

Kırılmamış niçin kim kırmıştır onları

 

Kendisi dünyada gülmemiştir kalbi de hoş olmamıştır

O’nu Müslümanlardan emanetimi kimler incitmiştir

 

Zehra’nın nusubeti için ağlardı KUMRU

Her zamanki gibi dil ile beyan eyledi durdu

 

MÜMİNLERİN AMİRİ HAZRETİ ALİ’NİN VEFATI

İslam peygamberi hazreti Muhammed’in vefatından kırk beş gün geçmesine rağmen, Peygamberin Ehl-i Beyt’inin gözü beladan açılmamış ve yüzleri gülmemiştir. Düşmanın zulüm ve sitemi Ehli Beyt’in kalbini delip yaraladı.

Mekke şehrinde Hariciler törediler. Fesad yapanlar Muaviye, Ali ve Amr ibni As’dır diyerek bu üçünü de öldürmek için karar aldılar. Amr b. Berik adlı şahıs Amr b. As’ı öldürmeği üstlendi, İbni Abdullah adlı şahıs da Muaviye’yi öldürmeği üstlendi, Abdurrahman ibni Mülcem adlı imansız da hazreti Ali’yi Allah’ın aslanını öldürmeği kabullendi.

Ramazan ayının on dokuzuncu günü idi haricilerden olan o üçü de üçünü öldürmek maksadı ile anlaşarak ayrıldılar.

İbni Mülcem Kufe’ye geldi:

 

Musibet ve bela yuvasının merkezi geldi

Sultanların sultanı Ali’nin katili geldi

 

İslamların yuvasını, yıkmak için hazırlanmıştır

O hayasız zalim utanmayarak geldi

 

Şanssız günü karalı Zeyneb’in başına

Yine de kara sarmak zamanı geldi

 

Kerbelâ şahını yetim koymak için

Mülcem oğlu hayasız zalim geldi

 

Hasan’ın belini kambur etmek için

İnsanların zalimi ve belalısı geldi

*

Mülcem oğlu Abdurrahman Kufe şehrine geldi, Kufe’de Ali’nin can düşmanlarından Kuttame adlı melune bir kadın var idi.

Bütün servetini, çeyizini ve de mihrini hazreti Ali’yi öldürene ödül olarak adak etmişti.

Mülcem oğlu Abdurrahman bu nefretlik kadın ile tanıştı.

Kuttame mihrinde ki üç bin altını bu yola koyduğunu anlattı.

Mülcem oğluna Becra oğlu Şihebe katıldı, aynı zamanda Halid oğluna o melunlar ile birlikte oldu, hainlerin üçü de hazreti Ali Allah’ın aslanını öldürmek için sözleşme yaptılar.

*

Ki, bir gün mescide geldi Allah’ın aslanı

Ramazanın on üçüncü günü Allah’ın aslanı

 

Çok erken gelmiş idi sevenlerin sultanı

Başladı vahyi, ilahi dökmeye açtı ağzını

 

Minbere çıkıp güzel bir hutbe okudu

Sonra tanrının emrini tebliğe durdu

 

O toplantıya hasret ile bakıp ah çekti

Bu defa gözlerinin yaşını yüzüne döktü.

 

Dedi ey halk! Size diyorum biliniz şimdi

Arkamda katilim vurmak için ilaç arıyor şimdi

 

Bu sözleri mescitte hazır bulunanlar işitip yanarlar

Ağıt sesleri yükseldi kan ağladı kapı ve duvarlar

 

Sordular ki kimdir sana kılıç çeksin

Kimin ne kudreti vardır ki kanını döksün

 

Allah’ın aslanı buyurdu ey Müslüman ümmeti,

Dünya âleminde çektim keder ve üzüntü mihneti

 

Bu ay karalar bağlar Haşim oğullarına iner hışım

Bu ay sabah duasında kılıçlanır benim başım

 

Gözyaşlarını akıtırlar Hasan ile Hüseyin’im

Bu ay yetim kalacaktır kerbela sultanım benim

 

Ev halkım karalar giyinip ah çekerler yana yana

Sabah vaktinde beyaz sakalım boyanır kana

 

İnsanların ve de cinlerin şahıyım LAFETA sahibiyim

Vallahi ben böyle ölmeye razıyım

 

Benden sonra İslamı terk etmeyiniz

Allah rızası için Hasan ile Hüseyin’e hürmet ediniz

 

Evlatlarımın kalplerini zulm ateşi ile dağlamayınız

Hüseyinime Fırat suyunun yolunu bağlamayınız

 

Oklar üzerinde görünce Hüseyin’in başını

Onun kesik başına atman cefa taşını

 

Peygamberin halifesi Hz. Ali minberden aşağı indi

Sarayına gelerek ibadeti ile meşgul oldu

*

Halifelerin, imamların sultanı ve şahı son ramazanını kızları ve de oğulları evlerine gelerek geçirirdi. Bir gün oğlu Hasan’a, bir gün oğlu Hüseyin’e, bir gün kızı Gülsüm’e giderdi.

Bir gün hazreti Ali’nın kızı Gülsüm, babasına sofrayı kurdu, sofrada tuz, ekmek ve bir bardakta süt vardı. Müminlerin Amiri yani, inançlı insanların önderi ve lideri kızı Gülsüm’e dedi ki; Kızım sen ne vakit babanın üç çeşit yemek yediğini gördün! Bu sütü sofradan kaldır, bana tuz ve ekmek yeterlidir. Daha sonra üç lokma tuz ekmek aldı.

Sabaha kadar dua ve niyaz eyledi, ev halkını sesleyip veda etti, daha sonra dua etmeğe başladı. Şafak söktü, dağlar güneş nuru ile beyazlaştı, hazreti imam Ali duasını yine de etmekte idi. Kızı Gülsüm bu durumdan hiçbir şey sezemedi, geldi babasına sordu, imamların sultanı Ali’yel Murtaza söyledi;

*

Sabah oluncaya kadar ne sabrım kaldı ne de gücüm var

Bu sabah Hakk yolunda beklentim var

 

Vücuduma titreme düşmüştür nasıl rahat olayım

Beni misafir sesliyorlar Allah’ın huzuruna varayım

 

Mustafa’nın huzuruna varıp gitmek görünür

Bana da kıyamette ancak rahat etmek görünür

 

Perişan ve çaresiz Gülsüm bu sözü işitti yandı can

Dedi ey Allah’ın halifesi! Oğlum sana kurban

 

Sar boynuma kucakla baba iki kolunu

Sen gelinceye kadar gözetlerim yolunu

 

Müminlerin amiri buyurdu bu gidişim son ağlama

Beni bekleyip hazırlığımı yap ağlama

 

Bu sabahta neler başıma gelir bilirim

Gelince yanına bu başım yaralı gelirim

 

Beni yaralı görünce ağlarsın ağla Kızım

Başımın yarasını Zeynep kızımla bağla kızım

 

Çok ağlayıp dedi Gülsüm ah baba can

Yara sözünü söyleme biz korkarız o zaman

 

Dinin lideri buyurdu dünyayı terk etmeye mecburum

Başımın yarasını sizlere bağlatmağa mecburum

 

Bugün benim yaramı bağlayınız alışmanız gerek

Kerbelâ’da gayretli ve başarılı olmanız gerek

 

Hüseyinim yaralanıp boyanınca kızıp kana

O’nun yarasını da bağlayınız ağlaya ağlaya

 

Ali bu sözleri tamamlayıp evden çıkacağı zaman

Ümmü Gülsüm Zülfikarı elde tutarak getirdi heman

 

Zamanın İmamının önüne koydu kılıcını o can

Senin arkanca gezer fırsatını arar düşmen

 

Sabah olunca böyle tedbirsiz gitme

Bugün mescide Zülfikarsız gitme

 

Amandır baba tedbirsiz gitme

Gidersen mescide Zülfikarsız gitme

 

Dedi duaya gidiyorum yolculuğa gitmiyorum

Kâfirleri öldürmek için gitmiyorum

 

Benim yolculuğum kıyametedir kızım

Götür bu Zülfikarı sakla Kerbelâya kızım

 

Yolculuğa niyet edince bu kılıcı Hüseyin’e ver

Zülfikar, yaralı Hüseyin’e lazımdır Kerbelâ’da gör

 

Müminlerin amiri bu sözleri etmiştir tamam

Coşku ve istek ile yoluna oldu revan

 

Birkaç tane kuş var idi cıvıldayıp öttüler

Ağızları ile Allah’ın aslanının ayaklarını tuttular

 

Kendi dilleri ile ağlarlar idi

Ali’ye şöyle söylerler idi

 

Dediler ya Ali aman gitme

Din bahçesi harabe olur gitme

 

Seni öldürmek için kılıç kuşandı düşman

Zalim ayak sesini bekler gitme

 

Kufe’de vefalı dostun hiç kalmadı

Kızlarında can kalmadı gitme

 

Zeynebin yetim kalmasına razı olma

Ağlaşır yavruların yas tutar gitme

 

Mülcem oğlu kılıcına ayak koma

Damla damla kan dökülür gitme

 

Sakın başını o zalimler kılıçlar

Sel gibi gözyaşı kan olur gitme

 

Hüseyin oğlunu köşelere salma

Kalkıp yola düşüp gitme

 

Şimdi minber ve mihrap kan ağlar

Güruh-u Naci olanları ağlatıp gitme

 

Hazreti Ali’yel Murtaza evin salonundan “koridorundan” ayağını dışarı atınca, kuşlar seslenerek bağrışmaya devam ettiler, kendi dilleri ile şöyle söylediler:

 

Bu defa mescit tarafına gitme ya Ali

Kendi elin ile kendi evin yıkma ya Ali

 

Mülcem oğlu seni öldürmek için gözler yolunu

Düşmanın elinde zehirlenmiş kılıç var ya Ali

 

Kendi canına acı, bu yolculuktan vazgeç

Beyaz sakalın kanlar ile boyalanmasın ya Ali

 

Evlatların elleri koyunlarında kalmıştır ağlıyorlar

Zeynep ile Gülsümü gözleri yaş koyma ya Ali

*

Allah’ın aslanı hazreti Ali’yel Murtaza bu sözleri dinlemeyip mescit yoluna koyuldu. Gülsüm babasının gittiğini görünce, ayak yalın baş açık gözlerinden kanlı yaşlar dökerek imam Hasan kardeşine koştu; Babam bu seher zamanında mescite gitti, tedbirsiz gitti, kılıç kuşanmadan gitti, kalkan verdim bağlamadı, babamın düşmanları fırsat gözlüyorlar, çabuk ol git dedi. İmam Hasan babasına vardı, çok ısrar etti yolundan çeviremedi. Ali mescidin kapısına geldi, kapı dile gelip “Ya İmam Ali! Gelme” dedi, imam dinlemedi, Ayağını mescidin koridoruna “salonuna” basınca koridor; “Ya Ali! Gelme” dedi, dinin lideri bunları dinlemedi. Cebrail gelip; “Yapma ya Ali! Sabah vakti sesini yüceltme, Mülcem oğlu uyanmasın ya Ali!..” dedi, İmam yine dinlemedi.

İmam Ali’nin sesinden Mülcem oğlu uyandı, zehirlenmiş kılıcını kuşanıp geldi, dua eden müminlerin safına karıştı, hazreti Ali Mülcem oğlu Abdurrahman’ı görünce ona baktı, bildi ama sesini çıkarmadı, ilerleyip minbere çıktı, zalim düşman arka safta idi, yavaş yavaş imama yaklaştı.

 

Yüceler yücesi Allah’ın aslanı, Mescide girdi

Nasıl söyleyim kalbim ah vah ile ateşlendi

 

O zalim imansızın elinde bela kılıcı tuttu

Kötü niyet etti imamı vurmak için çıktı

 

Elini beline koyup yemin etti durdu

Ya Ali! Deyip sinir ile başına vurdu

 

O zalimin kılıcı başına vurulunca

Kılıç Amr’ın vurduğu eski yara yerinden değince

 

Allah’ın aslanı o imama zehirlenmiş kılıç değdi

Önce havaya yüceldi sonra secdeye indi

 

İnsanlar gelip o Ay parçasına bakınca yanıyor

Görüler ki toprak almıştır yarasına basıyor

 

Vücudunun tamamı kan ile boyanmıştı

Yaralı canı ile hazreti Ali dayanmıştı

 

Yüz bin şükür ki sonunda kan ile boyandım

Bu fani dünyadan gidiyorum usandım

 

MÜMİNLERİN AMİRİ HAZRETİ ALİ’NİN VEFATI HAKKINDA İKİNCİ TOPLANTI

Ne acıdır ki yine dünya halkı kan ağlar

Ağıt sesleri yükselmiştir insanlar cinler ağlar

 

Ramazanın yirmi birinci günü tarihin kara günü oldu

Ali, Ali diyerek hem genç, hem yaşlı ağlar

 

Doldu dünya yine vaveyla sesleri ile

Yeryüzünde yas tutmuştur, göktekiler de ağlar

 

Evliyalar Şah’ı Ali’nin yası tazelenmiştir

Ehli Beyti sevenlerin gözyaşı dökülüp ağlar

 

Mescidin minberine ve mihrabına kara çektiler

Ev halkından ah vah sesleri yükselmiştir ağlar

 

Hasan’ül Müçteba yetim Hüseyin ise şehid

Zeyneb hanım ve Ümmü Gülsüm ağlar

 

Hazreti Abbas Fırat üzerine bayrak açmıştır

Şehidler efendisi o kolları kesilen Abbas ağlar

 

İmam Zeynelâbidin boynuna ölüm acısı şalını sarmıştır

Esirler ile birlikte Şam’a giden Hüseyin oğlu ağlar

 

İmam Cafer-i Sadık giymiştir siyah elbise

Cafer-i sadık ile oğlu Musa-ı Kâzım ağlar

 

Her zaman cenaze yerinde ya Ali söylerler

KUMRU ağlar gönül ağlar bahar ağlar

 

Raviler şöyle söylerler ki hazreti Ali kan ile boyanınca yer ve gök zelzeleye depreme uğrar gibi titrediler. Yeryüzünde insan, gökyüzünde melek gözyaşı döküp ağlarlar, yavruları duyunca geldiler, dizlerini kırıp ah vah içinde kaldılar.

*

Cebrail Kufe’ye kavga sesiyle gitti

Şanssız ve çaresiz ümmü Gülsüm işitti

 

Başını açmıştır gözü yaşlı dökmüştür kan

Gelip ne gördü ağlıyor Hüseyin ile Hasan

 

Dedi ayağa kalk bacım yeri açalım

Babamız gelir Zeynep Tez hazırlık yapalım

*

Başında ay parçası gibi kılıç yarası gelir

Bana söylemişti gidince yaralanıp gelir

 

Su hazırla yuyalım şanssız, çaresiz bacım

Kızıp kana boyanmıştır kanlı elbisesi gelir

 

Yerini hazırlayalım gelip biraz rahat edip yatsın

Bize misafirdir bu gün sevenlerin efendisi gelir

 

Yarasını bağlamak için kara mendiller getir

Gelince incinmesin dertli kederli gelir

 

Gelip gördüler ortalık alt üst olmuştur

Gördüler ki o Ali’yel Murtaza al kan olmuştur

 

Kuru yerin üzerine düşmüştür topraklar belenmiş

Yaradan çok kan akmıştır Ali’yel Murtaza bayılmış

 

İmam evlatları ah vah ile kalblerini dağladılar

Kimi ayağını öpüp kimi kucakladılar

 

Özgürlük bülbülleri çok çok ağladılar

Ermişler efendisi ayıldı gördü ki evlatları ağlarlar

 

Gençlerini kanlı göğsü üzerine almıştır

Hüseyin kulağına yavaşça seslemiştir

 

Yaralı canım yandı canım evladım nerde

Tatlı can elden gidiyor kalbimin sultanı nerde

 

Kan dolan gözümde hasret ile hayali vardır

Kalbimin neşesi vefalı Hüseyin’im nerde

*

Bu sözler söylenirken insanlar bir gencin geldiğini gördüler Ya Ali! Dedikçe kalbinden nefes yerine ateş çıkıyordu, elinde kılıç ile gelip babası Ali’nin üzerine kapandı, bu gelen Kerbelâ’da kolları kökünden kesilen Abbas idi, Allah’ın aslanı hazreti Ali yaralı haliyle onun böyle sızlayarak geldiğini görünce, gözlerini açtı kan dalgaları arasında oğlu Abbas’ın yüzünü kanlı görünce oğlu Abbas’a seslendi;

*

Görünce Ali sesledi ey gayretli oğlum

Kötü günümde bana yardımcı ve dost olan oğlum

 

Yıktılar, kapıda benim kanımı akıttılar

Bana yardım et ey benim kahraman oğlum

 

Vefana baban Ali’yel Murtaza kurban olsun

İki gözümün ışığı ey Ay parçası oğlum

 

Cinlerin ve İnsanların önderi her iki kolunu açmıştır

O kanlı göğsüne oğlu Abbas’ı basmıştır.

*

Yaralı baba ile talihsiz oğul kuzular gibi meleşip ağlaşırken etrafta sanki kıyamet koptu. Bir de baktılar ki Mülcem oğlu Abdurrahman’ı hazreti Ali’nin katilini hazreti Ali’yi sevenler yakalayıp getirmişler. Allah’ın aslanı hazreti Ali katili Abdurrahman’ı görünce hiçbir şey söylemedi. Mülcem oğlu Abdurrahman’ı cehenneme göndermek için ellerinde kılıç bekleyen dostlarına dedi ki; “Şimdi bu melunu götürüp zindana atınız, ellerine zincir vurmayınız serbest bırakınız, bana her ne yemek verir iseniz ona da o yemekten veriniz, ben ölürsem kısada kısas yapar öldürürsünüz, şimdilik dokunmayınız dinimizin emri budur” Sonra imam Ali hazretleri buyurdu ki “Beni evime götürün Zeyenp yolumu bekler” Ev halkı imamı gözyaşları içinde eve götürdüler.

*

Bakıp ne gördüler ki o LAFETA sultanı geldi

Boyanmıştır gülyüzü kana Ali’yel Murtaza geldi

 

Eş dost başına toplanıp ah vah çekip

Yüzlere tırnak vurup yaka yırtıp yaş döküp

 

Der idi kızı Zeynep ey sultanlar sultanı babam

Senden sonra dünyada benim çok zor olur kalmam

 

Kimi siler idi yüzünden akan kanını

Kimi de açar idi siyah telli amber saçlarını

 

Geldi imam-ı Hasan zira bir kâse süt getirdi

Aynı zamanda sundu yaralı babasına yetirdi

 

Yarısını o şah içtikten sonra buyurdu ya Hasan

Götür Mülcem oğluna ver yarısını da sen

 

Kendi katiline rahm eden Kevser havuzu sultanı

Nerede kaldı Hüseyin’in ciğeri susuz olunca canı

 

Kerbelâ’nın çölünde o kalbi hasta olan imamın

Şimir kalbi üzerine tekme ile çıkınca imamın

 

İmam der idi rahm ediniz ey Kufe halkı ölürüm

Gelin bir damla su verin bana ölürüm

 

Ramazan ayının yirmi birinci günü zamanın imamı

Bir özge duruma düştü rengi değişti yandı canı

 

O zehirli kılıcın eseri ve etkisi belli oldu

İmam evlatlarının hepsini huzuruna sesledi aldı

 

Veda etti ev halkına, dostlarına ve evlatlarına

Çoğunlukla birbirine ısmarladı dostlarını, evlatlarına

 

İmamlık rutbesini Hasan-ı Müçtebaya teslim etti

Sonra dönüp Kerbelâ’nın Hüseyin’ine baktı

 

O âlemlerin şahı ve sultanı Hüseyin’i yanına aldı

Gel ey kızım diyerek kızı Zeyneb’i sesledi çağırdı

 

Bazen Hüseyin’i kucaklardı bazen de Zeyneb’i

Der idi kızı Gülsüm’e ne var ise isteği

 

Onlara bakınca çok sabırsızca ağlardı

O imamın ağıtı insanları cinleri dağlardı

 

Derdi sizlerden ayrılıyorum ey azizlerim

Hakkınızı helâl edin vakit doldu ahirete giderim

 

Aniden gördü ki Allah’ın güçlü aslanı

Çekilmiştir bir köşeye Kerbelanın bayrakları

 

Yetimler gibi bir köşede ah ile vah çeker

Bahar bulutu gibi ağlar gözlerinden yaş döker

 

Ağlama ey kahraman oğlum gel kollarını sar

Kaderinde senin kollarının kesilmesi var

 

Kerbela çöllerinde evlatlarıma sensin su veren

Kahraman ve de gayretli oğlumu istiyorum ki görem

 

Bu sözleri söyleyip yanına sesledi oğlu Abbas’ı

Can gibi kucakladı bastı bağrına o şehitlerin hası

 

Mübarek ellerini acıma duygusu ile başına çekmiştir

Hüseyin’inin elini Abbas’ın eline vermiştir.

 

DEDİ:

Bu çölde bela seli taşınca oğlum

Kerbelâ çölü kan ile dolunca oğlum

 

Hüseyin’imin dostlarının hepsi dağılınca

O’nun derdine ilaç bulunmayınca oğlum

 

Annesi Ali Ekbere kefen biçince

Kasım eline Kan ile kına yakınca oğlum

 

Gerek ilk öne senin kollarını kessinler

Kolların kan ile boyanınca oğlum

 

Allah’ın aslanı vasiyetini tamam söyledi

Yüzünü kıbleye çevirerek dua eyledi

 

Deyip şehadeti enla ilâhe illallah,

Muhammed peygamberimdir, Ali veliyullah

 

Dil ile Allah’ın yalnızlığı kelimesini okumuş

Düşüverdi kolları gülyüzü sararmış solmuş

 

Şehadetini söyleyerek ecel şerbetini içti

Gözyaşları içinde bayılarak yere düştü

 

O’nun üzüntüsü ile dostlarının beli büküldü

Özellikle dertli KUMRU yas tutar oldu

 

İMAM HASAN MÜÇTEBANIN VEFATI

Canlar yakıcı tarihlerin yazarı

Şifreli yüce okulların öğretmeni

 

Allah’ın aslanının vefatından bir yıl sonrasına

Ancak bir yıl ömür verilmiş İmam Hasan’a

 

Bir ömür zarfında çok zulüm gördü imam

O’nun günleri sefasız oldu her zaman

*

Bazen dağıtmıştır onun mallarını dostları:

 

Bazen buruldu o imamın ayağına baston yarası

Bazen de doğranmıştır kılıç ile azası

 

O güzel imam çok bela çekip sabır ile oldu Halil

Hiçbir imam onun gibi olmamıştır zelil

 

O manevi lidere keskin zehir verildi iki defa

Peygamberin kabrine gidip orda bulmuştur şifa

 

Üçüncü kez haber gönderdi Süfyan oğlu Muaviye

Mervan elde etti Cudeyi bin bir hile ile

 

Aracılıkla Mervan vaad etti bin âdet dînar

Elmas zehiri ile sütü verdi bir miktar

 

Batış işi işlemek için Esma karar verdi

İslam dininin önderi imam Hasan’a içire zehiri

 

O kötü düşünceli, kötü tabiatlı, bu karar ile bu maksat

Yirmi sekiz kez buldu imam Hasan’a fırsat

 

Cumanın gecesinden geçmiş idi bir zaman

Kalktı yerinden o Esma adlı zalim hemen

 

Ahreti bırakıp mal ve devlete uydu

Elinde zehir imamın sarayına yüz koydu

 

Yakmışlardı çünkü imamın sarayının lambasını

Çok ihtiyat ile yavaş şekilde atar idi ayağını

*

Döşek üzre gördü; insanların şahı yatıyor

Güzellik bahçesinde güllerin gülü o imam yatıyor

 

Bakıp gördü o gönül lambasının yüzünü tanıdı

Elma gibi kızarmış al yanaklar yatıyor

 

Yüzünden bir miktar nur yükselmiş idi gökyüzüne

Sanki melek kıyafetli nurların nuru yatıyor

 

Gözleri görmüyor gibi uyku ile kapanmıştır

Gözleri kapalı ancak gerçekte gözü açık yatıyor

 

Dört etrafına ay yıldızlar toplanmıştır

Baştan başa Allah’ın dostu naz ile yatıyor

 

Huriye benzer kız kardeşlerini ayak üzre koymuştur

Şanssız Zeynep’in gözü kan yaş ile dolmuş yatıyor

 

Cennet Hûrileri gibi duru vermiştir yanına

Yanında Abbas gibi bir bayraktar yatıyor

 

Bir kenara çekilmiştir Kasım ile Abdullah

O iki İmam evladı kol boyun olmuş üzüntüyle yatıyor

 

Her zaman her nefesi ah vah sesiyle feryat ediyor

Onun yanında bile dostu KUMRU yatıyor

*

O, mel’un kadın imamın uyku âleminde olduğunu görünce yavaş yavaş yaklaştı. İmam Hasan’ın baş ucunda bir testi var idi, testinin ağzını bir tülbent ile iyice bağlamıştı, melun kadın yavaş yavaş yaklaştı, yanında getirdiği zehri tülbente döktü, zehrin bir damlası yere düşünce taşı fıkır fıkır kaynattı, düştüğü yerden bir duman çıktı ve o taşta kocaman bir delik açıldı, böylesine çok etkileyici bir zehir idi.

Bir zaman geçtikten sonra İmamı Hasan uykudan katlı ki dili damağı birbirine yapışmıştır, su istiyor, gözlerini bile açmadan ellerini uzatıp testiyi yokladı, tülbenti testinin ağzında bağlı görünce bardağı aldı, su doldurup içti. Boğazından bir avuç sanki ateş geçti, damarlarına bir yangın yayıldı, İmam Hasan-ı Müçteba yürekten ah çekti, yer ve gök seslenip titredi. İmam bu durumda baktı ki ev halkı yanında habersizce yatıyorlar, Zeynebin hiçbir şeyden haberi yok.

Yavaş bir şekilde onları uyandırmak istedi, bir taraftan zehrin etkisi ile kuşlar gibi sesleniyor, bir taraftan da şöyle söylüyordu:

*

Ey annem Zehra’nın hatırası bacım Zeynep uyan

Kardeşin Hasan’ın canısın, cimsisi, çaresiz Zeynep uyan

 

Gitti elden kardeşin ey yedi kardeş bacısı

Düşmüştür bir derde ki ilacı yoktur. Zeynebim uyan

*

Zeynep uykudan uyanmadı. İmam Hasan kız kardeşi Ümmü Gülsüm’e seslendi:

*

Yatma çok naz ile ey dert sahibi uyan

Felek başına zulm ile kül döktü uyan

 

Zehirin acısı ile canım yakıldı rahat yatma ey bacım

Kalk tedavi et ben çaresiz ve perişanım uyan

*

Gülsüm de derin uykudan uyanamayınca yaralı canı kuş gibi çırpınan imam-ı Hasan bu sefer de oğlu Kasım’ı sesledi:

*

Kalk baban gitti elinden ey ev harabe uyan

Canım cismim dert ortağım Kasım uyan

 

Benim durumuma bak ey şanssız ve hasretli oğlum

Kalk ki yetim oldun daha yetimliğine ilaç yoktur uyan

*

Kasımdan da ses gelmeyince, İmam Hasan kızkardeşi Zeynep’e seslendi:

*

Ey bela oklarına hedef olan Zeyneb’im uyan

Kardeşin ateşte kaldı yardım et ey Zeynebim uyan

 

Doğrandı zehir ile ciğerim parçalandı bacım

Kalk çabukça bana çare kıl Zeynebim uyan

 

Zeyneb’de ses ve seda olmayınca imam devam etti:

Ey gözyaşları çeşme gibi akan Zeynep

Ciğeri kan, gözü yaş, beli bükük Zeynep

Yatma bir dakika uyan ey gül bahçesinin vefalı gülü bacı

Bu zulüm zehri canımı aldı aman yardım et bacı

*

Ben öldükten sonra ağlayarak açma başını

Ağıt yapıp ırmak gibi dökme gözyaşını

Can veriyor şimdi helal et Hasan kardeşini

Az bir zaman sana misafir kalacaktır Zeynep

*

Ey halkıma söyle ki hepsi tutsun yasımı

Ediyorum yüce Allah ile can kavgasını

Sesleyin bana uzun kollu güçlü Abbas’ımı

İnsanlara bir ah ile tufan salarsın Zeynep

*

O gözü yaşlı Hüseyin amanettir sana

Boyanınca onun yardımcıları al kana

Kendi eliyle yavrusunu gönderince meydana

Kerbela’da ona analık esesin ey Zeynep

*

Kasımın elinden tut ben gayret ile ölmüşüm

Kasımı mı o Hüseyin’e kurban et vermişim

Zulüm zehri ile ciğerim yakılıp kavrulmuşum

O halleri görüp ciğeri kebap olan ey Zeynep

*

Kıyamete kadar durumuma üzülecek muhiplerim

Artık benim zamanım kısaldı ben giderim

KUMRU’yum her dem gönülden yaş dökerim

Sinesi yaralı kalbi kederli benim ey Zeynep

*

Bir başka diller ile seslenir idi Ümmü Gülsüme:

 

Kalk ayağa bana yardım et ey çaresiz Gülsüm

Annem gibi bana yakın ve dost olan Gülsüm

 

Zulüm zehiri ile yakıl ateş tuttu ciğerim

Aziz annemin yetimi ciğerim kan oldu Gülsüm

 

Ateşten kavruluyorum söyleyemez oldu dilim

Bu zehirli bedende can kalmamıştır Gülsüm

*

Gülsüm ile Zeynep uyandılar, ah vah sesleri ile kollarını açıp, imamı kucakladılar, gözlerinin yaşı yeri suladı, sesleri göklere ulaştı.

Hasan-ı Müçteba oğlu Kasım ile Abdullah’ı bir daha görmek istedi, Abdullah ile Kasım’da uykudan kalkıp geldiler.

Orta yerde imam çırpınıp tırnakları ile yerleri kazırdı, babalarının durumuna bakıp, iki yavrunun ikisi de acı tırnakları ile tatlı yüzlerini yırtarak ağlaştılar, imam Hasan gencecik oğullarına bakınca ciğeri yakıldı, onları yaralı kucağına basıp kokladı. Hüseyinimi de yanıma sesleyiniz dedi.

Baş açık, ayak yalın Hüseyin’e haber vermeğe gitti, Hüseyin derin uykulardı.

Söylediler:

*

Evimiz yıkıldı ayağa kalk dur amca

Ah vah seslerimiz göklere yüceldi ey amca

 

İki çocuk gece yarısında geldik kapına

Mümkün değil senden başkasına varalım ey amca

 

Elimiz tutamaz olup, gönül ve kalbimiz bitti

İlaç yoktur kesilmiştir tamamen çaremiz ey amca

*

Hazreti Hüseyin yerinden fırlayıp kanlı yaşlar dökerek can kardeşinin yanına geldi, gördü ki iki gözü kardeşi yeri göğü tırmalıyor, boynuna sarıldı, bir zaman ağlaştılar.

İmam Hasan Esma’yı da yanına sesledi, ona söyledi:

*

İnsanlar ile cinlerin sultanı sana ne yapmıştı ey Esma

Sen ömrümün baharını böyle perişan ettin ey Esma

 

Niçin zehir verip parçaladın ciğerlerimi

Dünyada zulm ile ciğerlerimi perişan ettin ey Esma

 

Sana muhabbetimin olması için mi bunu bana yaptın

İyiliğin sonu kötülükmüş dedikleri doğru imiş ey Esma

 

Ne hayırsız ve utanmazsın zulm edip uydun Şeytana

Gözümün yaşını zulm ile akıttın ey Esma

 

Bana elmas tozunu içirmişsin ben ölüyorum

Daha sağ kalmak için hiçbir ihtimal yoktur ey Esma

 

Sebep ne idi ki evladımı yetim ettin

Gencecik Kasım oğlumun eli koyununda kaldı ey Esma

 

Annem Fatıma yakanı tutacaktır kıyamet günü

Der niçin belimi büktün yuvamı yıktın ey Esma

 

Yanımda durma daha git yüzün kara olsun

Mervan sana verdiği vaitlere uymaz bil ey Esma

*

Zalim Esma, bu sözleri duyunca pişman olup yüzü karardı, ama iş işten geçmişti.

İmam Hasan o’nu kovdu “Git Mervan’ın sarayına, bir daha seni gözüm görmesin, Abbas senin bu hıyanetini bilse seni hemen öldürür” dedi.

Sonra kardeş Hüseyin’e dönüp bu kadına dokunmayınız Allah o’nun cezasını yakın zamanda verecektir buyurdu.

*

Bu sözlerden sonra imam Hasan’ın gül yüzü bozuldu

Zümrüt gibi beyaz rengi kararıp yeşil oldu

 

Çağırdı Zeyneb’i ey yavrum gel dedi bacı

Yardım et kardeşte senin, yetimleri de senin ey bacı

 

Bakıp bakıp Hüseyin’e gözlerinden döktü kan yaş

Buyurdu ey Hüseyin sen oğlum Kasım’a baba ol Kardaş

 

Oğlum Kasım’a kızını ver onu Kerbelada damad eyle

Ben de çıkar gelirim derim mübarek ola

 

Bu şart ile ki o düğünün beyaz kınası kan olsun

Cehizi gözyaşı, mihri bağışlanmış can olsun

 

Kasım senin uğrunda şehid eyleye canını

Esirlikte görsünler zincirdir gelinimin gerdanlığı

 

Bu işe ikisi de razı olup ağlaştılar

Ah vah sesleri ile yeri göğü dağladılar

 

Böylece vasiyetini etmiştir imam Hasan

Tüm evlatları, yakınları ile vedalaştı Hasan

 

İkinci İmam Hasan üçüncü İmam Hüseyin’inin tuttu elini

Teslim etti hemen o dem imamlık rütbesini

 

Hüseyin’in elini tutup sıktı o güzel İmamı Celil

Vakit dolunca geldi can almak için Azrail

 

Muhabbet şerbetini içip Azrail’den almıştır

Ağlar KUMRU gibi nefesten kesilmiştir

*

ŞEHİTLERİN EFENDİSİ HAZRETİ HÜSEYİN’İN MEDİNE ŞEHRİNİ TERK ETMESİ

*

O efendiler efendisi hicret etti Medine’de

Zulüm ile vahşet ortaya çıktı Medine’de

 

Bazen gelip kırdılar Ahmed’in dişlerini

Bazen Hamza’nın ölüm günü oldu Medine’de

 

Peygamberin evi ateş zulmü ile yakıldı

O gün büyük kıyamet koptu Medine’de

 

Fatıma’nın kaburgaları, kırıldı kemikleri

Muhsin sakat olup Zehra ağladı Medine’de

 

Hazreti Ali kolları bağlandı zulm ile

İmamların yaşamalarına fırsat verilmedi Medine’de

 

İmam Hasan’ın ciğeri zehir ile doğrandı

Düşmanlar imam Hasan’ın tabutunu okladılar Medine’de

 

Sonunda imam Hüseyin’i bela vatandan uzak kıldı

İmam Hüseyin’in daha kalmaya fırsatı yok Medine’de

*

Tam bu sırada Şam valisi Muaviye Allah’ın ona laneti olsun öldü.

Muaviye’nin yerine oğlu Yezit hükümet koltuğuna oturdu. Asıl kötülük ve fenalık bunun zamanında çoğalmaya başladı.

Zamanın imamı hazreti Hüseyin’in öldürülmesi için bir konsey meclisi kuruldu, Velid’e şöyle mektup yazıldı ki: “Ben bugün babam Muaviye’nin koltuğuna oturmuşum, eğer şu dört kişi bana biat etmez olurlarsa, saltanatım sağlam olmayacak, bunlar “İbni Ebu Bekir, İbni Ömer, İbni Zübeyr ve Ali oğlu Hüseyin” mektubum sana ulaşınca hemen bu dört kişiden ne yapıp yapıp biat almalısın, özellikle Ali ve Fatıma oğlu Hüseyin’e aman vermeyesn.” Bu mektup Velid’e ulaşınca bu dört kişiyi huzuruna sesletti.

Velid’in kölesi gelince İmam Hüseyin kardeşi Abbas’a dönüp söyledi:

*

Ey ünlü yüce kişi vefalı kardeşim

Allah’ın aslanı Ali’nin ünü ile ünlenen kardeşim

 

Canım elim kalbim ve de yardımcımsın

Ali evlatlarının bayraktarısın kardeşim

 

Senin o Tuba’ya benzer canına kurban

Ünlü Abbas bayraktarsın kardeşim

 

Abbas imam Hüseyin’in huzuruna vardı

O ünlü Abbas edeb ile Hüseyin’e arzetti

*

Canım sana fedadır ey iyilerin sultanı kardeşim

Muhammed-el Mustafa’nın iki göz nuru kardeşim

 

Nolmuş sana sanki Ay gibi yalnızca tutulmuşsun

Söyle bileyim derdin nedir kederin nedir kardeşim

*

O güzeller güzeli imam bu sözü duyunca

Döndü mübarek yüzünü Celal ile o zalim Mervan’a

 

Buyurdu kimin cesareti vardır ey zinadan olan

Bana zulüm elini gelsin açsın bu dünyada

 

Fani dünyayı eğer istersem fena ederim

Başka türlü yine dünyayı gülbahçesi ederim

 

Beni küçümseme ki çok şanım şöhretim var

Yanımda Ekber ve Abbas gibi sığınağım var

 

İşitti bu sözü Abbas, ey Hüseyin canım sana feda

Çağırdı sesi yükseldi dedi selam olsun sana

 

Gül yüzlü yeni gençler, ellerinde çıplak kılıç

Etrafında sevenleri, ellerinde çıplak kılıç

 

Bileklerini sıvayıp, geliyordu Abbas

Abbas’ın etrafında, tüm insanlar bütün nas

 

Gören derdi acaba Allah’ın kudretinden mi bu

Geliyor Hayber Kalesini yıkmaya, acaba Ali midir bu

 

Ey Hüseyin eğer seni incitirlerse toplumda

Vallahi bil ki ev yıkarım, ev bırakır mıyım Medine’de

 

O anda gördü ah vah sesiyle sesledi yarab

Geliyor bastonuyla kadınların hayırlısı Ali kızı Zeynep

 

Edeb ile iki oğlu bir sağında öteki solunda

Gül gibi rengi solmuş, kan yoktur dudağında

 

Kalbi kederli İmam bu tarafa baktı ne gördü

Kız kardeşi Ümmü gülsüm, bir başka süs ile geldi

 

Sonunda sultanlar sultanı dinin önderi Necef’in Şahı

Otuz kişi ile gitmiştir Velid’in evine tarafı

 

Durmuşturlar ev kenarında, Ensar soyundan olanlar

Haydar-ı Kerrar’ın oğlu Hüseyin saraya vardılar

 

İmam Hüseyin dedi kardeşi Abbas’a hemen

Beklemek için kalmadı burulurdu zaman

 

Beni Velid kendi huzuruna etmiştir davet

Yezid’in saltanatını kabullenmek, zulmünün yücelmesidir elbet

 

Bekleme hayli Haşim oğullarına et haber

Aslanlarım benim ile yanımda gelsin beraber

 

Önce yanıma komutanım Müslimi getir

Muhammede benzeyen Ekberimi getir

 

Haber et imam Hasan’ın yetimlerine

Ün ve fazilet sahibi vefalı Cafer’imi getir

 

O meclislerde beni gözü yaşlı bırakmayınız

Bana yardım ediniz, kederli üzüntülü bırakmayınız

 

Allah’ın dostuyum yeryüzünün sultanıyım

Düşman meclisinde beni zelil ve perişan bırakmayınız

 

Abbas kardeşi Hüseyin’e dedi seni hiç perişan bırakır mıyım

Dostsuz yardımsız hiç seni yalnız bırakır mıyım

*

Bilmelisin ki yezit hayal kurmuştur boş ve yersiz

İmam oğlu imam asla Yezid’e biat etmez

 

Bu biat üzerine gerek su gibi aksın kanlar

Kıyamete kadar olsun Kerbelâ ziyaretgâh

 

O susuzların şahı gitmek için kalktı ayağa

Mervan dedi ey Velid sakın O’nu bırakma

 

Hüseyin’in dışarı çıkmasına izin verme ey Velid

Eğer çıkar giderse daha gelmez ey Velid

 

O yalnızken bu oda gizlidir duralım

O Hicaz sultanından hemen biat alalım

 

Velid İmam Hüseyni sesledi kinini saçtı

Mecliste getirdiği teklifi az az açtı

 

Sana feda olayım ey Muhammed’in hatırası

Ölmüştür artık Süfyanoğlu Şam valisi

 

Halifelik hususunda Yezin’in hükmü geçer

Bana mektup yazmıştır emreder üçer beşer

 

Senin huzurunda ey Mustafa oğlu mecburum

Bugün bu mektubu arzetmeğe mecburum

 

Şam’dan bir zulm ile bir yazı yazarlar ey Hüseyin

Emir’in başlangıcında vaveyla yazarlar ey Hüseyin

 

O mektubun içeriğini anlatmıştır Velid

Hazreti imam Hüseyin’in kalbini üzdü Velid

 

Fitne çıkmaması için Yezid’e biat et dedi

Dökülmesin kan, sulanmasın eski tarla dedi

 

O zamanın İmamı peygamberin oğlu buyurdu

Benim Yezid’e biat etmem gayet zor oldu

 

Dostlar saraya girince Velid kaldı arada

Pek çok kan çıkacak imam Hüseyin bıraksa orada

 

Teker teker tutmuştur yiğitlerinin ellerinden

Kılıç kullanmaktan vazgeçirdi ve hem niyetlerinden

 

Peygamberin oğlu ve sultanlar sultanı

Velid’in evinden çıkıp attı ayağını dışarı

 

O Müslüman ümmetinin efendisi düştü bu fikre

Medine’den Mekke’ye hemen hicret eyleye

 

Dinin önderi ah vah sesi ile kendi evine gelmiştir

O gece hemen peygamberin ziyaretçisi olmuştur

 

Hazreti peygamberin kabrine ulaşınca o imam

Güya bu dil ile ceddine eder idi selam

 

Selam olsun sana ey ümmetimin sığınağı bana

Hicazın efendisi Medine’nin Şahı ve sultanı baba

 

Helal et hakkını bana senden hasret ayrılıyorum

Bu Müslümanlardan kalbimde şikâyetle ayrılıyorum

 

Başımı sokarlar yüz bin belaya ey Allah elçisi

Millet vatan ve ilden yoksun ayrılıyorum

 

Beni ümmetine emanet ettin ey iyilerin sultanı

Senin Hüseyin’ine iyi hürmet ettiler ayrılıyorum

 

Dünyada kabrin üzerine gece gündüz asla bırakmadılar

Gelip bir tek ziyaret edemedim kabrine ayrılıyorum

 

Beni bağışla daha elim ulaşmaz kabrine geleyim

Kabrine yaptığım bu ziyaret sondur ayrılıyorum

*

O imam bu sözleri şiddetli ağlayarak söyledi

O’nun mübarek gözleri yaş ile doldu çağladı

 

Uykusunda ceddi peygamber Mustafa’yı gördü

Gözlerinde yaş varken başının üzerinde belirdi

*

Buyurdu ağlama ey gözü yaşlı oğlum

Başına musibet gelecektir ey kalbi yaralı oğlum

 

Bekleme Kerbela yolcuğunun hazırlığını yap

Gerektir Irak’a göç eyle kahraman oğlum

 

Uykudan kalk ki göç etmemin günleri yaklaştı

Mariye gül bahçeli manzara olmuştur ey oğlum

 

Şimir ellerinde kılıç yollarını gözetler

Katil’ini bu kadar bekletme ey oğlum

 

Kolları kesilmek için kardeşin Abbas ile beraber

Yaralı vücud Fırat üstüne düşer ey oğlum

 

Vücudunda kılıç yarası göğsünde ok var

Başını susuz keserler bilesin ey güzel oğlum

 

Vücudun üç gece çıplak kuru yer üzre kalır

Vücudun garip ülkede gusülsüz ve mezarsız olur ey oğlum

 

Gerektir göğsünün yaralı üstüne atlar sürsünler

Seni kanlar içinde kana boyarlar ey oğlum

 

Yüceldesin Peygamberler arasında başımı

Şehadetin ile ben kıvanç duyarım ey oğlum

 

Dökülen kanlarının karşılığında kıyamet günü gerek

Şefaat sahibi şefaat veren olasın ey oğlum

 

Kam ve keder dolu gözlerini imam açmıştır uykudan

O temiz ziyaret yerini terk etti şehid imam

*

Hazreti İmam Hüseyin ceddi peygamberin mezarından ayrılıp evine geldi, odasına çekilip fikir ve düşünce denizine daldı, hem dua etti, hem ağladı: Ya Rabbim! dedi; Benim başımı belalardan ne zaman uzak edip kurtaracaksın? Ne zaman Ehl-i Beyt’in yüzü gülecek? Zalimin cezasını ne zaman vereceksin? Daha sonra kız kardeşi Zeynebi yanına sesleyip; “Benim iki gözüm bacım, bize yine yolculuk yapmak maslahatı ilahi olduğundan, yolculuk hazırlığını yap. Bu yolculuk hiçbir yolculuğa benzemez, yolumuz kan ile gözyaşı gözüküyor, bana Zehra annemin kendi elleri ile diktiği gömleği getir bir de kefen getir.”

Zeynep bu sözleri duyunca ağlayıp: “İki gözüm kardeşim, yolculuğa çıkan insan için niçin kefen lazım olsun?” dedi.

Hazreti İmam Hüseyin Zeynebi teselli edip kardeşi Abbası yanına sesledi, yol hazırlığı yapılmasını emretti. Ali Ekber Medine şehrinin içine çıkıp her tarafı dolaşarak halka şöyle seslendi:

*

Bizim ile dert ortağı olan herkes gelsin

Kerbela yolculuğuna yolcu olan herkes gelsin

 

Yolculuk hazırlığını tamamlayınız kafile gidiyor

Güzel bahar gül bahçesi olmuş kerbelaya gidiyor

 

Her kim ki cennet sevdası var işte kerbelâ

Görsün ki ne kadar güzeldir deşti kerbelâ

 

Gökten iner o çöle dalga dalga nur

Parlamaktadır çölünün manzarası kerbelâ

 

Gönüllerinde arzuları olanlar durmasınlar

Hazırlanarak hazır olsunlar yolculuğa kerbelâ

 

Her kim ki Muhammed’in sevgisi onda var

Bizim ile yolcu olsun çölüne kerbelâ

 

Hüseyin aşkı ile sabah akşam ağlayın

Daima dostun KUMRU Kerbelâ söyleyip ağlaşın

 

Medine halkı bu çağrıyı duyunca grup grup yol hazırlığına koyuldular, üç yüz deve ile hazırlıklar yapıldı, büyük ve küçük bütün Medine halkı imam Hüseyin’in evine toplandılar, gençlerin hepsi de hazırlanmışlardı.

*

O anda gördüler ki çekilin diye bir ses geliyor

Necef şahının, sultanının hatunu geliyor

 

Denildi ki yol açınız ey gönül dostları

Kerbela çölünün su getireni Abbas’ın annesi geliyor

 

Gördüler ki gelmiştir kafile’ye Ümmül Benin

Kerbelâ bayraklarının yapıştı elini tutuyor

 

Götürdü o güzeller güzeli imamın huzuruna

Durup edep ile şöyle arzetti imama

 

Feda olayım sana ey yeryüzünün efendisi

Ali Ekber oğluna yardımcı verdim oğlum Abbası

 

Ey gök ve yerin imamı eğer kabul eder isen

Ben sana hizmetçi, oğlum oğluna hizmet etsin

 

Sultanlar sultanı imam Hüseyin buyurdu ey anne

Bu kadar verme oğlun Hüseyin’e hacalet gene

 

Ki sen annemsin oğlun ise bana yardımcıdır

Vefalı kardeşim Abbas, benim ciğerim, canımdır

 

Bu sohbet tamam olunca gördüler dostlar

Yüceldi insanlar arasından başka bir ses başlar

 

Bütün dostlar bakıp gördüler o zaman

O Cafer-i Tayyar oğlu Abdullah’tır gelen hemen

 

Yanında ise iki gencecik gül yüzlü gençler geliyor

Ağlayarak ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i diyor

 

Benim kendim yaşlı olduğum için yolculuğum kaldı

Benim yetime kabul et bu gözlerimin nurlarını

 

Ey insanların sultanı senin ile gitmeğe yoktur kudretim

İki kuzu bir koça bedeldir kabul et niyetim

 

Kerbelâ toprağında ey iki dünyanın imamı

Gerek bunlar senin yolunda verdim kurbanı

 

O zamanda emir buyurdu imamların imamı

Ehl-i Beyt gelip binsinler develerine tam zamanı

 

Ehl-i Beyt kapısından yüceldi aniden bir ses hep

Geliyor Allah’ın aslanı Ali’yel Murtaza kızı Zeynep

 

Kenara çekilin Allah nurunun parçası geliyor

Güzellik merkezinin özü pek kıymetlisi geliyor

 

İnsanların hepsi genç ve ihtiyar kenara çekildi

Fatıma’nın o göz nuru Zeynep apaçık bilindi

 

Haremin kapısından çıkmış bin naz ile ve edeb

Hüseyin’in kız kardeşi Fatıma’nın kızı Zeynep

 

Hizmetçiler dizilmiştir hem solunda hem sağında

Kardeşleri aslanlar gibi yalnız geliyor idi yanında

 

Haşimi kadınları almışlardır Zeynep’i aralarına

Kasım ile Ekber girmişlerdir Zeynep’in koltuğuna

 

O iki dünyanın da hatunu böyle hürmet ile

Yapılmış koltuk önüne çekildi has altın ile

 

İnsanların en şereflisi Ali’nin kızı bakınca koltuğa

Omuz verir idi Abbas ayağının altına

 

Buyur hürmet ile bu koltuğa söyle Bismillah

Gerektir Irak’a gitsin bu Abbas Bismillah

*

Hazreti Hüseyin’in kervanı “Kafilesi” Bismillah ile yola çıktı.

Medine’den kenara çıkınca herkesin gönlüne bir şüphe düşüp, son bir kez daha dönüp anne ve baba diyarına merak edercesine baktılar. Medine’de kiminin annesi, kiminin ise baba babası vardı, kiminin çocukları eşi dostu yatar idi. İmam Hüseyin atasının ve dedelerinin mezarları üzerine gökten bir nur inmiş idi, İmam ve Ehl-i Beyti hasret ile bakıp ağladılar, ayrılık ateşi ile ciğerlerini dağladılar. Kuzular gibi meleyerek gözyaşları içinde vatandan ayrıldılar. Mekke’ye gelip oturdular, Mekke’de az bir zaman geçtikten sonra İmam Hüseyin’e Kufe şehrinden bir mektup geldi, mektubu oniki bin dost imza etmiş idi, İmam Hüseyin’i Kufe şehrine davet ediyorlar idi. İmam Hüseyin bu haberi alınca söyledi:

*

Hayret ki felek salmıştır zulüm tuzağına beni

Vaveyla derdinin üzüntüsü perişan etmiş beni

 

Vatandan ayrıp zulm ile hasret koydu

Muhammed’in kızı Fatıma’nın mezarına beni

 

Medine’de kızım Fatıma annesiz kaldı

O derde ortağım utandırdı beni

 

Eşimi ve çocuklarımı ciğeri dağlı çöllere saldı

Yakındır ki ulaştırsın fani dünyaya beni

 

Şimdi de Kufe şehrinden bana geliyor mektuplar

Ulaştırmak istiyor o vefasız millete beni

 

Gideyim yoktur çare gitmesem ilaç yol

O millet kendi aralarına almak isterler beni

 

Evde oturmak ile belki kan dökülür

Ya da tutup en zalim insanlara verirler beni

 

Yaklaşıyor ceddim Muhammed’in haber verdiği günler

Zulm ile çekerler Kerbela çölüne beni

 

İlk önce Kufe’ye bir yardımcım gerek gitsin

Onun ayrılığı salsın ilaçsız derde beni

*

Hazreti imam Hüseyin, Müslim’i Kufe şehrine oranın durumunu öğrenmek için haberci göndermeğe karar verdi, dostlar toplanınca imam buyurdu:

*

Söyle o kimsesiz Müslim gül yüzlüm, gelsin

Ukayl’ın iki göz nuru bebeği gelsin

 

Amcamoğlu yardımcım ilk şehidimdir

Benim için kolları bağlanan Müslim gelsin

 

Kabir kenarına kan dopdolu olunca

Ehl-i Beyt’in şehidi ve de efendisi gelsin

 

Arzusuna ulaşmayan Ali Ekber elini başına koydu

Müslim’in huzuruna varıp edep ile selam verdi

 

Hüseyin’in buyruğu budur ey göz nuru amcamoğlu gel

Kötü günümde dert ortağım amcam oğlu gel

 

Söyler Müslim’in, nerde döker gözünden kan yaş

Ne gözünde oğlu var ne de senden başka kardeş

 

Bu sözleri duyunca vefalı fedakâr Müslim

Ayağa kalktı zorluklara karşı yılmayan Müslim

 

O Sultanın kulağına yetişti gel sesi

Sesliyordu Müslimi savaşa güzel sesi

 

Daha gülyüzlü rengi kızardı sevinçten

Sanki bir aşık için ses geldi behişten

 

Ukayl oğlu Abdullah ayağa kalkmıştır yerinden

Lanet eder Yezid’e duman çıkar terinden

 

İmamın huzuruna varıp, baş eğip selam verdi

Hüseyin’in isteğinden emir ve haber sordu

 

Ukayl oğlu Abdullah yerinden ayağa kalktığı zaman

 Tam bir üzüntü ile seslendi o güzel imam

 

Gel ey zamana da dostum ve yardımcım Müslim

Dünyada gücüm, sığınağım, kardeşim Müslim

 

Şehitler grubuna öncü olan Şehidim

Cesaret denizinde yüzen kahramanım Müslim

 

Sanki hareket dili ile o Kufe imamı

Tam bir istek ile Müslim imam Hüseyin’e dedi kel^maı

 

Azizim bu Müslim’dir yardımcın senin

Ben bir hizmetçiyim efendim ise Ekberin senin

 

Yağlı kılıç belinde canımı veririm yolunda

Hazır bir hizmetçiyim dururum huzurunda

 

İnanç dünyasının efendisi o büyük imam buyurdu

Perişan kalmışım bu teklif bana bir vazife oldu

 

Ey Müslim! Sen Ebu Talip neslinin gül bahçesi gülüsün

Kufe’ye bir yardımcı göndermem gerek bilirsin

 

Bugün gözüm canım ve yardımcım sensin

Kardeşim amcamoğlum ve de yardımcım sensin

 

Ben kalbi yaralıya yardımcı ol eğer kabul eder isen

Bir başka çare bulmam gerek kabul etmez isen

 

Müslim arzetti:

*

Ey Sultanım! Bu müjde için sevindiğim gönlüm şad oldu

Hicaz sultanının elçisi olduğum için tüm dünya benim oldu

 

Verdiğin bu rütbe benim başımı göklere ulaştırdı

Kufe elçisiyim Zehra’nın o aziz yavrusuna kavuşturdu

 

Amcaoğlunu bastı bağrına o yeryüzünün sultanı

Çok ağlayıp dedi ey kimsesiz perişan vatansızın canı

 

Döküldü gözyaşı aktı o mübarek yüzüne

Bu şekilde başladı herhalde o imam sözüne

 

Tehlikeli yolculuktur çünkü yüz bin işaret var

Birincisi budur ki eşinden ayrılmaklık var

 

Bildireyim o milletin gidişatını sana

Sözleşmeyi bozmak var firar ve kaçmak var

 

Kan dökmek için Kufe’nin kanlı sokaklarında

Elinde kılıç otuz bin atlı şeytan sıfatlı var

 

Onlara imam olması gerek imamın yardımcısı

Mazlum yardımcıma kılıç vururlar bin bir yarası var

 

Beni gördükten sonra bilmedim deme

Başının zulm ile kesilmesi için Dar-ül-Emare var

 

Saygılı olsaydılar o vilayette bir kere

Adalet yuvası yerine zulm yuvası var

 

Kendi isteğin varsa gitmeği kabul et

Düşünürüm belki bu iş için başka bir çare var

 

Gönlünde gitmek var ise gitmeyi kabul eyle

Düşüneyim bu işe belki başka bir çare var

 

O zaman ki Müslim komutana sır açık oldu

O rütbe ile sevinerek sohbete başlar oldu

 

Bu yaralı gönlüm şehid olmayı makbulündür

Bütün buyurduğun sözlerin hepsi kabulümdür

 

Senin yolunda ey aziz memleketin sultanı

Beni şehit etseler ederim bin şükr ile nazı

 

Razılığım ile gidiyorum ey Allah’ın halifesi işime

Amcanın oğlunu yola sevk et canını sıkmıştır dişine

 

İnanç dünyasının sultanı peygamberin oğlu o zaman

Kufe halkına şöyle bir mektup yazdı o an

 

İlk önce o mektuba başladı bir Bismillah

Ondan sonra yazdı ki Kufeliler olunuz egâh

 

Gönderiyorum Kufe’ye sevgili amcam oğlunu

Yüz hasreti ile derdime ilaçtır amcam oğlunu

 

Canımdan fazla severim o gözümün nurunu

İncitmeyiniz o zamanının komutanı amcam oğlunu

 

Ey millet! Allah rızası için ona saygılı olunuz

Biliniz ki sizlere misafir göndermişim amcamoğlunu

 

Hem dünya hem ahirette yardımcın odur

Saldım yollara çöllerin garibi amcamoğlunu

 

O’nu yalnız bırakıp etrafından dağılmayınız

Kurbette yüreği kanlı etmeyiniz amcamoğlunu

 

Kolları bağlı çekmeyiniz onu darağacına

Bin zillet ile kanını dökmeyiniz amcamoğlunun

 

Başı yaralı sinesi dağlı götürmeyiniz

Vücudunda hançer yarası var amcamoğlunun

 

Ey utanmaz millet! Allah rızası için bırakmayınız

Üç gün darağacında çıplak vücudunu amcamoğlunun

 

O’nun yetimlerini gözü yaşlı zindana salmayınız

Ağlatmayınız öldükten sonra ağlar amcamoğlunu

 

Kıyamete kadar ölümünün yıldönümü anılacak

Dertli savaşta KUMRU ağlar amcam oğluna

 

Dudakları susuz o imam mektubunun hepsi bitti

Amcası oğlu Müslim’e verdi sonra gitmesine emretti

 

O iyilik bahçesinin yeni komutanı

O mektubu öpüp koydu iki gözü üste anı

*

Hazreti Hüseyin’in yardımcısı Müslim ev halkına

Sonra Allah ısmarladık deyip devam etti yoluna

 

Gözyaşı döküp acı acı ağlardı

Ah çekip gök ve yeri dağlardı

 

Sevenlerin Sultanına arkadan bakarlardı elleri koynumda hep

Gördüğü zaman onun durumunu o çaresiz Zeynep

 

İmam Hüseyin’in huzuruna varıp ey Ali yetimi kardeş

Müslim’in başında ne var ki gözlerinden döker kan yaş

 

İnanç dünyasının lideri Hüseyin buyurdu ey bacı

Benim kalbim yanıyor kimsenin yoktur haberi bacı

 

Yanar benim kalbim kimsenin haberi yok

Gözüktü Kerbela çölünün ölüm izleri, pek çok

 

Kederden canım kebap ciğerim canım ayrılıyor

Bu derde canım yanar Cananım benden ayrılıyor

 

Bu gitmek biliyorum beni evimden ayırıyor

Vefa bahçesinde evimin yeni gülü ayrılıyor

 

Allah’a andolsun ki daha amcamoğluna elim ulaşmıyor

Şehitlerimin baş kurbanı Müslim çekip ayrılıyor

 

Fani dünyada ev halkım garip olmuştur

Benim parıldayan ay’ım ışıldayan yıldızım ayrılıyor

 

Fani dünyada yuvamı yıkıp küçültmüştür

Parlayan ay ışıldayan güneşim benden ayrılıyor

 

Kalbimin sevinci Canımın sığınağı dostum

Canım kadar azizim, Sultanım benden ayrılıyor

 

Yüz bin zulüm ile başı bedeninden kesilmek için

Müslim adlı vefalı kurbanım benden ayrılıyor

 

Hiç ayırmak istemezdim gözümden çare yok

Hasretimi çekecek gözümün ışığı ayrılıyor

*

Yeryüzü Sultanı hazreti Hüseyin bu sözleri söyleyip

Müslim yola koyulunca ah vah diğerek söyleyip

 

Derdi biraz ayağını tut ey yavrum gitme

Beni gözleri yaşlı bırakıp ey kardeşim gitme

 

Gel ki seni doyasıya kadar kucaklayayım bari

Kaldı yanlarımda iki ellerim bak gitme

 

Ulaşınca bu ses Şehidlerin başlangıcı Müslim’in kulağına

Gelip eğildi hemen hazreti Hüseyin’in ayağına

 

Peygamberin hediyesi Hüseyin hasretle yüzüne bakar

Gözünden yaşlar akar sinesinden ah çeker

 

Amcası oğlunu bağrına basıp kucaklaştı

Ayrılık zamanı gelince durup ağlaştı

 

Derdi amcası oğluna Hüseyin kalbinde olan sözünü

Akmaya başlar idi öpünce kan ile dolan gözünü

 

Hasret ile yakılıp kavrulunca hasret ile çekmiştir ahı

Der idi Mekke’nin sultanı Hüseyin çekmiştir ahı

 

Garip amcamoğlunu bela ve çile yuvasına gönderdim

Cennet’in hayret verici zevk ve sefasına gönderdim

 

Derdim az idi canım Müslim’i canımdan ayırıp

Kendi ellerim ile dert yuvasına gönderdim

 

İlk yardımcım Müslim’in ardından gitmeliyim

Yola salıp Kerbela yolcuğuna gönderdim

 

Ellerim koynumda kalbim üzüntülü gözüm kan ile yaş

Aziz canımı fedakârlık uğruna gönderdim

 

Kanına boyanmıştır vücudu yaralı kolu bağlı

Zulm ile ölmek için düşman arasına gönderdim

 

Çarem yoktur vatandan uzak kaldım

Belalı başımı belaya salıp Müslim’i gönderdim

 

Müslim perişan halde Allah ısmarladık deyip yola devam etti

Bahar bulutu gibi gözleri kan yaş dökerdi

 

Hem giderdi hem dönüp ardınca bir bakar idi

Yaş yerine gözlerinden kızıl kan akar idi

 

Sultanlar sultanı Hüseyin Müslim’in halini gördü ki

Derdi ey canı canımdan aziz Müslim nedir kalbindeki

 

Müslim derdi:

Kufe memleketinde yanıyorum senin ayrılığından

İzin ver ki ilk önce bir öpeyim ayaklarından

 

Bir daha dönemezim bu kanlı yolculuktan

Bir avuç toprak alayım ayağının altından

 

Bana şefaat vermen için bu toprağı kanım ile boyarım

Ben öldüğüm zaman o toprağı göğsüm üzre koyarım

 

Kıyamet günü olunca ki kabirlerde kalayım

Her zaman o topraktan senin kokunu alayım

 

Bu şekilde Allah ısmarladık dedi o Müslim şehid

O anda oldu imam Hüseyin’in huzurundan kayıp

 

Yüceldi sesi dokuz tane gök’e feryad eder

Bakıp aniden gördü ki ardı sıra geliyor Ali Ekber

 

Derdi ey canım amcam! Ayağını atıp gitme

Dur ki sana ulaşayım ey amcam biraz gitme

 

Müslim bir heyecanlanıp cuşa geldi

Ali Ekberi canı gibi kucaklayıp çekti

 

Öpüşüp koklaştılar, tutuşup vedalaştılar

Zavallı Müslim’i sefk etmeğe uğraştılar

 

Yollara düşüp hayli bir zaman gitti Müslim

Ulaştı Medine şehrine sağ ve salim Müslim

 

Zamanının üzüntülerinden etmek için şikâyetini

Yalnızca eyledi Muhammed el-Mustafa’nın ziyaretin

 

O garip Müslim peygamberin mezarına gelip etti selam

Edep ile söyledi ey yüce makam sahibi sultan

 

Dostu olmayan ve kimsesiz ben Müslim’e yardım et

Dünyada günlerim kara oldu Ey Allah’ın peygamberi

 

Dünyada zalim bizleri sürükledi bir zor derde

Daha başka bir çare bulunmuyor ey Allah’ın peygamberi

 

Gecenin karanlığında gizlice senin ziyaretine geldim

Gözükmemem gerekir düşmana ey Allah’ın peygamberi

 

Haber vereyim sana güzel Hüseyin’inden

Mekke’de perişan kalmıştır ey Allah’ın peygamberi

 

Ne gitmeye yeri vardır ne de kalmağa çare

Hüseyin’in zor durumda kalmıştır ey Allah’ın elçisi

 

Medine’yi hatırlarsa gözlerinden kan yaş döker

Bu yollara kan ile yaş dolu gözle bakar ey Allah’ın elçisi

 

Akşam sabah çok ağlar senin ayrılığından

Seni görmek için eli ulaşmaz ey Allah’ın elçisi

 

Kufe şehrine beni yardımcı olarak sevketti

İdam edilmem gerek ey Allah’ın elçisi

 

Bana hakkını helal et ayrılıp gidiyorum mezarından

Haydar-ı Kerrar Ali-yel-Murtaza’ya misafirim ey Allah’ın elçisi

 

Ağlayarak ziyaret etti peygamberin mezarını

Kenara çıkıp imamın sarayına yürüdü göre halını

 

Ne gördü o evde mum ışığı yanmaktadır

Garip bir diller ile ağlamakta sızlamaktadır

 

Sızlayarak göklere yücelmiştir bir hasta sesi

Hicaz dilleri ile vardır ah vah feryat sesi

 

Kulak verip tanıdı ki üzüntü bahçesinin feryatlarıdır

O hasta Fatıma’nın yanıp kavrulan feryadıdır

 

Hanımlar her zaman onun etrafını sarmışlar

Her birisi bir türlü teselli verir çare ararlar

 

Gel Sensin beni yüz bin belaya salan ey Ali!

Düzgün belimi kamburlaştıran sensin ey Ali

 

Vefalı kardeş idin ne çabuk vefasız oldun

Hiçbir zaman hayale düşürmezsin hasta kız kardeşini ey Ali

 

Ey kardeşim sen gideli günüm karadır

Gece gündüz ağlamak sızlamak benim işimdir ey Ali

 

Çok zamandır senin ayrılığından üzüntü çektim

Bahar bülbülüyüm birleşmek için hasretim ey Ali

 

Gece sabaha kadar ağlıyorum uykum yoktur

Kız kardeşinin ne duruma düştüğünden haberin yok ey Ali!

 

Nolaydı bir göreydi sana hasret olan gözüm

O Ay gibi parlayan yüze bakaydı gözüm sevinç ile ey Ali!

 

Kendin safa ile yeşillik yurdundasın

Beni bela yuvasına itmişsin ey Ali

 

Dertli KUMRU gibi sızlayıp ağlarım

Sabah akşam ayrılığın ile ağlarım sızlarım ey Ali

 

Sultanlar sultanı askerler komutanı o an 660 kez

O hasta Fatıma’ya verdi çok tesellilerle söz

 

Aynı gece ulaştı kalamaz oldu yoldan

Bütün akrabası ile Allah ısmarladık etti o komutan

 

Ağlar ses ile yanına aldı iki oğlunu kattı

İki yardımcı ve arkadaş kendisi ile beraber etti

 

O gül bahçesinin efendisi Medine’den düştü yola

Yol arkadaşlarının önünde Kufe’ye yolcu ola

 

Bir müddet gittiler gidecekleri yer pek uzak

Yol bitirip susuzluktan kılavuz oldu helak

*

Şehid Müslim kılavuzlarını kaybettikten sonra çöllerde bir zaman daha yol aldı.

Susuzluktan dudakları parça parça parçalandı. Ayaklarını kumlar yaktı, kafasını çöl güneşi kazan gibi kaynattı.

Müslim bu perişan durumda yol ararken önüne bir avcı çıktı. Zalim avcı bir kara gözlü geyik “ceylan” yakalamış, elinde kanlı bir bıçak, ceylanı yatırıp Müslim’in önünde kesti.

Mazlum hayvanın kanı kumlar üzerine akarken kara gözlerini Müslim’e dikip, Müslim’den yardım beklerdi.

Ceylanın akan kanı, Müslim’in aklına Kerbela da zulm ile dökülecek kanları hatırlattı, bunu uğursuz bir fal saydı. Hazreti Hüseyin’e tutup şu mektubu yazdı:

*

Ey amcam oğlu! Feleğin işi gözüme kanlı gözükür

Ne kadar yol gitsem yine gözüme zulm gözükür

 

Kılavuzlarımın her ikisi de susuzluktan öldüler

Düşünüyorum işlerimiz tam tersi ve aksi gözükür

 

Bazen avcı yolum üzerinde geyik boğazlar

Her çeşit sebepten zulm ve bela gözükür

 

Hayal edip bakarım Kufe’nin insanlarına

O insanların hepsi merhametsiz, vefasız gözükür

 

Kufe şehrinden damağıma kan kokusu gelir

Yaralı kalbime dert ve üzüntü apaçık gözükür

 

Arap dilleri ile Irak çölünün havasından

Kesinlikle Kerbela çölünün musibeti gözükür

 

Ey amcam oğlu! Bu gidişi uygun görmüyorum

Cevabını beklerim ama gözlerime işkence gözükür

*

Müslim bu mektubu gözyaşı ile yazıp bir elçi ile hazreti imam Hüseyin’e gönderi. İmam Hüseyin mektubu okudu, ah edip gözlerinden yaş döktü. İmam Hüseyin Müslim’in mektubuna şöyle cevap yazdı: “Ey iki gözüm amcamoğlu, şehitler grubunun önderi Müslim! Kufe halkının vefasız, sözünde durmaz, sözleşmesini bozucu olduğunu ben de biliyorum. Sana çok fena edeceklerinden de şüphem yoktur, ama Peygamber çocuklarının dünyada nasipleri zulm görmektir. Zorluklara karşı dayanıklı olmak, sabretmek bizim için faziletlerin en büyüğüdür. Ben seni Kufe şehrine böylece onları tecrübe edebilmen için gönderiyorum. Bu nedenle dönmek olmaz, git, Allah’ın kaza ve kaderine razı ol.” İmam Hüseyin mektubu elçiye verip Müslim’e gönderdi.

*

Kalbi kederli imamın emirleri ulaşınca Müslim’e

Mektubu öpüp koydu iki gözleri üste

 

O kıymetli imamın yardımcısı hemen atına binip

Solunda oğlu İbrahim sağında hem Muhammed

 

O inciler incisi yola düşüp devam etti

Gecenin yarısı geçmiş Kufe şehrine ulaştı, yetti

 

Kufe şehrine girince o Kufe’nin komutanı durdu

Muhtarın evlerini ikamet edip oturdu

 

İşitti bu haberi Kufeli büyük küçük

Kufeliler Muhtarın evine toplandı bölük bölük

 

Dediler ey zamanının imam yardımcısı hoş geldin

Gelen ayaklarına başımızı canımızı kurban edin

 

Bin şükrolsun dostlarını sevindirip razı eyledin

Bizim bu şehrimizi güller ile gül bahçesi eyledin

 

Müslim hüzün ve keder ile bakıp Kufelileri,

Dil ile dostça söyledi Kalbinden geçenleri

*

Medine sultanından siz Kufelilere emir getirdim

Daha sonra çoklu dualar getirdim

 

Boş değil elim gereksiz de gelmedim

Dostluk cennetinin kilidini elimde getirdim

 

Çoklu hediyelerim vardır beyan edeyim

Dostluk meydanına canımı dişlerime sıktım geldim

 

Kasaplar evine süs ve zinet olmak için

Bir zayıf vücud ve çıplak beden getirdim

 

Hazreti İbrahim Mina’ya bir oğlu getirdi

Ben bu vilayete iki kurban getirdim

 

Zindanda altı ay yatmak için kuru yerlerde

İmam evladı oğlumu siz Kufelilere misafir getirdim

 

Ellerinde tutarak Haris başlarını kesmeğe

Yavrularımı sümbül gibi perişan getirdim

 

Benden sonra ağlayıp sızlamasınlar diye

Dertli savaşta ağlamak için KUMRU getirdim

*

Müslim Kufe’de kaldı. Kufelilere haber saldı. Dedi ben imam Hüseyin tarafından yardımcı geldim. Sizleri Allah’ın yoluna davet ediyorum. Kufeliler grup grup Müslim’e biat eylediler. Tam 20 bin kişi Müslim’e biat ettiler.

Bu olaylar üzerine Müslim hazreti imam Hüseyin’e bir mektup yazıp Kufelilerin kendilerine biat ettiğini, burada işlerin düzgün gittiğini bildirdi. Mektup gitmede iken, Kufe’nin zalimlerinden bir grup bu durumu Yezid’e bildirdiler. Bunun üzerine Yezid Basra Valisi Ziyad oğlu Übeydullah’ı Kufe şehrine Vali tayin etti.

Ziyad oğlu Übeydullah tıpkı Haşimiler gibi nikab örtünüp kılık kıyafet değiştirerek geldi. Kufeliler gelen hazreti Hüseyin’dir diye sevindiler, etrafına toparlanıp ayaklarına yüzlerini koydular, Allah’a şükürler edip biatlarını tazelemeğe başladılar. Ziyad oğlu Übeydullah kendini belli ettirmeden Valilik konağına kadar geldi, konağın kapısında yüzünden nikabı kaldırıp yüzünü açtı ve dedi ki:

*

Ben yeryüzünde zulm ve kötülük temelini atanım

Ziyad oğlu, Kufe komutanı ve Yezid yardımcısıyım

 

Bakın bilin benim hiç haya ve şahsiyetim yoktur

Fatıma oğlu Hüseyin ile düşmanlığım çoktur

 

Bakın görün tanıyın sözlerimde yoktur hilaf

Ali’yi sevene etmezem zerre kadar dahi insaf

 

Müslim davetlinizdir Hüseyin’in yardımcısı buraya gelmiş

Kufe halkının çoğunluğu Müslim’e biat eylemiş

 

Yezid canına sesleniyorum ey Kufeliler

Bilmiyor sanmayın gelmişim elimde defter

 

Her kim güçlü Yezid’e hıyanet eylese

Tam bir zulm ile çektiririm dara o kimse

 

Her kim Müslim’e evinde yer verse bir an

Evini yıkıp kafasına uçurup eylerim viran

 

Kim ki Müslim’in işinden haber vere her an

Veririm o kimseye dünya içinde bin bir makam

 

Hazineyi açıp ben veririm ona bin dinar

Arapların üzerine eylerim onu Serdar (komutan)

 

Müslim’in yerini bilmek için o zalim

Saldı Kufe mahallelerine birer casus hain

 

Bu haberi vefalı Müslim işitti

Olduğu yerden çıkıp Hani’nin evinde gitti

*

Übeydullah zalimin adamlarından Ma’kıl isminde bir adam vardı. Kufe mescidinde Avsece oğlunu gördü, onun hareketinden Hüseyin dostlarından olduğunu anladı. Yanına yaklaşıp ben Şam’dan geliyorum dedi, Ehli beytin yoluna benim canım feda olsun dedi. Yanımda üç bin dirhem altın vardır, bu parayı Peygamberin kızının oğlu Müslim’e getirdim. Ama buranın yabancısıyım. Yerini bilemiyorum, Müslim’i bulsaydım hem ayağına yüzümü sürüp biat eylerdim, hem de parayı ona verirdim dedi. Yalandan gözlerinden yaşlar akıttı. Avsece oğlu bu melunun gözyaşlarına inandı, onu alıp, Müslim’in bulunduğu Hani’nin sarayına götürdü. Ma’kıl üç bin dirhemi Müslim’e verdi, Müslim’e yalandan biat eyledi. Evden çıkar çıkmaz doğru Ziyad oğlu Übeydullah’ın yanına varıp Müslim’in yerini haber verdi.

Ziyad oğlu Übeydullah Hani’nin arkasına adam gönderip huzuruna çağırdı. Hani arkasına gelen köleyi gönderip, kendi doğru Müslim’in huzuruna geldi:

*

Öptü ayağını arzetti ey! Medine sultanı

Ayrılık mevsimidir gel nolur bağışla beni

 

Birlik zamanı tükendi keder oldu sevinç

Beni makamına Übeydullah davet eylemiş

 

Hakkını helal et gidiyorum kıyamete varırız

Eğer ben ölür isem durma Kufe’de yalnız

 

Beni affeyle ki sana karşı kusurum çoktur

Bu Kufe halkına bel bağlama onlarda vefa yoktur

 

Hani Müslim’den ayrılınca pek çok ağladı

Hani kahramanca beline kılıcını bağladı

 

Allah ısmarladık deyip evinde yalnız koydu Müslim’i

Yüce Allah’a ısmarladı o kederli Müslim’i

 

Kalbi keder dolu ulaştı İbni Ziyad meclisine

Selam verip çekildi edeb ve erkan ile

 

Evvelinde kâfir olan O Yahudi Mecusi kötü hareket

Tam bir zulm ile baktı zamanın Haliline sanki Nemrud

 

Duydum ki Ukayl oğlu sana olmuştur konuk

Sebep nedir ki gizli tutarsın evinde o bağrı yanık

 

Görünce Ma’kili kırıldı Hani’nin kanadı kolu

O hayasıza bakıp bildi olacak durumu hali

 

Hemen gayret ile başladı sohbete geldi nutka

Dedi ey amir! Kederliyim sen eziyet etme bana

 

Gelmiştir benim evime Müslim bir gece yarısı

Bir gece kalkıp sabah çekilip gitti geri

 

Bu söz hiddete getirdi o pis kara yılanı

Dedi bahane etme ey Ebu Süfyan düşmanı

 

Eğer Müslim’i eli bağlı getirmezsen sağında

Görürsün halka ve zincir takılı ayağında

 

Hani dedi ben asılmaktan korkmam ey zalim

Beni eğer astırırsan ne olur senin halin

 

O anda İbni Ziyad celladı çağırıp istedi bir demir Polat

Vurdu Hani’nin yüzüne kanını akıttı cellat

 

Hani’nin dudağı patlayıp gözleri doldu kandan

Çekti o yaşlı ihtiyar Hani hemen kılıcı kından

 

İbni Ziyad üzerine hamle edince o yaşlı kaplan

İbni Ziyad’ın köleleri tuttular o kahramanı koldan

 

Fırsat kalmadı o aslanlar gibi kahraman Hani’ye

Kollarını bağlayıp götürdüler Hani’yi hapise

 

Var idi bir kızı Hani’nin evde altı yaşında

İşitti babasının bu halini koptu vaveyla başında

 

Annesi kucağına alıp sildi gözlerinin yaşını

Getirip bağrına bastı o yavrunun başını

 

Dedi ey kızım bu kadar üzüntünü çok eyleme

Atanda sen de bu canım da kurban Müslim’e

 

Böylece kızına teselli ve tesniyet vermiştir

Hazreti Müslim için yemek hazırlamıştır

 

Dedi melek yüzlü yavrumun yüzü solmasın

Garip Müslim bilip de mahcup olmasın

 

Müslim sorarsa kızım geldi mi baban Hani

Cevap ver ki gelmedi ey Medine sultanı

 

Hani’nin hanımı yemeği alıp Müslim’in huzuruna geldi

Kalbi kederli Müslim tam bir dikkat ile bildi

 

Sordu ki ey Hani’nin eşi ve gül bahçesinin bülbülü

Sebep nedir ki gül dudaklarının kaçmıştır gülü

 

Hani’nin kızı dedi ben sabredemem bu ayrılık derdine

Ki attılar mazlum babamı zulm ile hapsine

 

Garip annem senin için üzülüyor efendim

Babam annem hem kendim senin yoluna kurban efendim

 

Bu sözleri işitince gayretten Müslim tutuştu

Mahcup olmuş bir zaman başını aşağı eğmişti

 

Ciğerinden ah çekip yemeğe bakmadı yoktur ki iştah

Ayağa kalkıp bir yüksek sesiyle dedi ya Allah

 

Müslim’in gözleri kızardı gayretten aslan gibi

Kahramanca Müslim heyecanlanmıştır amcası Hayder gibi

 

Bir anda celallendi o olgun ve kahraman komutan

Gören derdi Hayber üzre gitmektedir Ali Kahraman

 

Silahını eline alıp beline bağladı kılıcını

Varıp da almak için o vefalı Hani’nin öcünü

 

UKAYL OĞLU MÜSLİM’İN SİLAHINI KUŞANMASI

Müslim, Hani’nin zindana atıldığını öğrenince daha fazla duramadı, çelik miğferini başına giyindi, imamesini bağladı, boydan boya altınlı kaftanını giyindi, kılıcını ve hançerini kuşandı, görenler güneş gökten yere inmiş sanırlardı, öyle heybetli, öyle yakışıklı idi.

*

Sanırsın Allah’ın kudret ile mücessem olmuştu

Nur ayaktan başa o sultanlar sultanı nur ile dolmuştu

 

O izzet ordusunun parlayan nuru kuşanmış savaşa silah

Sağ ve soluna bakıp çekti ciğerden bir ah

 

Ey göz nurlarım hakkınızı helâl ediniz gidiyorum

Çarem yoktur yolculuk uzaktır gidiyorum

 

Sevgili dostun büyüklüğü almış takatimi

Vurmuştur başıma sevda rüzgârı esiyor gidiyorum

 

Ülkenin garibi vatanın koruyucusuyum

Tam bir hasret ile vatanı terk edip gidiyorum

 

Ömrüm boyunca ne kusurum ne günahım var

Zalimler dökmüştür kanımı boş yere gidiyorum

 

Kötü günümde ulaşmaz elim yavrularıma

Bana ayrılık ve kötülük zamanı gelmiştir gidiyorum

 

Gönlümde dostların ayrılık sesleri ötüyor

Garip kimsesiz kalbi kanlı yardımcısı olmayarak gidiyorum

 

Üzülmeyiniz ey çaresiz yetimlerim

Sizleri bu Vilayette kapılarda terk edip gidiyorum

 

Kalmıştır dert yüreğimde ben ne çare kılayım

Hiç kimse bu halimi bilmiyor gidiyorum

 

Oğlu Muhammed bu durumu görünce feryad eyledi

Yapıştı eteğine ey baba can bu ne hal diye söyledi

 

Bu kederli sözdür yorgun cana saldı ateş

Ne korkunç yolculuktur yollar sanki kan ile taş

 

Ayrılık zamanıdır at boynuma baba kolunu

Ne vakit geleceksin gözetleyeyim yolunu

 

Müslim dedi Kufeliler kana doymazlar

Eğer gelirim desem inanma koymazlar

 

Oğlu Muhammed seslendi ey Medine sultanı

Eğer ki koymasalar gelmeye bu millet seni

 

Kapılarda garibim görmek isterim seni

Aklımız da sen olunca ey yeryüzünün sultanı

 

Biz sokaklarda seni kimin evinde soralım

Nerde eğlenip yatak ve nerelerde oturalım

 

Müslim dedi giyinin bu şehirde karaları

Geziniz mahalleleri arayınız çölleri

 

Eğer gelip o çaresiz Müslim’i görmek isterseniz

Gerektir ki varıp da kasap dükkânına sorasınız

 

Muhammed arz etti niçin vatandan ayırdın bizi

Amandır gönder bari Medine’ye geri bizi

 

Gönder vatana ey zamanının insanı gidelim biz

Uygun olmaz ki sokaklarda kalalım çaresiz

 

Müslim dedi bilseydim bu zulmü önceden

Sizleri hiç ayırmaz idim anne kucağından

 

Mahcubum çünkü dert çoktur ey oğlum

Bir daha Medine şehrini görmek imkânsızdır ey oğlum

 

Helal et hakkını çünkü gurbette yardımcım sensin

Matemlerle dolu gül bahçemin KUMRU’su sensin

 

MÜSLİMİN HAYATININ DEVAMI

Ey felek! Ayrılık derdi ile yaktın Müslim’i

Saldın çaresi bulunmayan zamanın belasına Müslim’i

 

Fani dünyada ayırdın Müslim’i ev halkından

Zulm ile çektin dağa taşa ve çöllere Müslim’i

 

Zulm yuvası olan Kufe’de koydun böyle garip

Düşmanlar arasında çaresiz ve zelil ettin Müslim’i

 

Kolu bağlı sinesi dağlı garip elde perişan ettin

Saldın sonunda düşman askerinin eline Müslim’i

 

Perişan ettin Müslim’i ne sebebe bilemedim

Yüz bin yara ile kızıl kana boyattın Müslim’i

 

Ey vefasız gökler niçin etmedin haya

Verdin yıkılmış Kufe’de tufana Müslim’i

 

Zinadan olanı sevindirdin Haydar-ı perişan

Zulm ve işkence ile cana gelmiş Müslim’i

 

Vurdun yerden yere bedenini hiç utanmadın

Süfyan sülalesine mağlup ettin Müslim’i

 

Çok mu gördün ey felek! Ne sebepten zamana da

Dert mesajı ile ağlar, perişan ettin Müslim’i

*

Ukayl oğlu Müslim şehre tellallar çıkartıp dostlarını yolculuğa sesletti. Hüseyin’e biat edenler atlansın, kılıçlarını bağlasınlar, hesap günü gelmiştir dedi.

Bu sesi duyanlar çoluk çocuk, genç ihtiyar Müslim’in bayrağı altına koştular. Tam yirmi bin kişi toplandı, Ehli beyt yoluna kanımızı dökmeğe hazırız, seni bekliyorum diye Müslim’e haber gönderdiler. Müslim Hani’nin evinden çıkmağa karar verdi.

Küçük kızı çağırarak dedi ki:

 

Hani’nin kızını sesledi o Medine sultanı

Dedi kızım gidiyorum helâl ediniz beni

 

O küçücük yavru başına kara çeker idi

Ah bugünde beni tutaydı ecel der idi

 

Dönüp bakınca Müslim’in benzeri yavru yetim

Koymuş yüzünü kuru toprağa oğlu İbrahim

 

Kan ağlardı yüreği her zaman çeker ah

Der idi ben garibim varım yokum Allah

 

Nolaydı ey Allah’ım bir evimiz Kufe’de olaydı

Rukiye annem geleydi bu şehre olmazdık ayrı

 

Bu ses ulaşınca Müslim’in kulağına

Oğlunu kucaklayıp çekti ay ve vaveyla

 

Dedi ki ey kederli ve üzüntülü olan oğlum

Benden sonra zulm’den kurtulmayan oğlum

 

Niçin bu şehirde bir evin olmasını arzularsın

Rukiye anneni ey şansı kara neylersin

 

Ağlayarak ah çıkmıştır o kimsesiz çocuktan

Annesiz çocuklara anne lâzım baba can

 

Senin bu ayrılığın bizleri kebap eyler

Gözlerimin yaşını su gibi sel eyler

 

Gözlerim keder yaşını ne kadar dökse doymaz

Hangi evde ağlasam ev sahibi koymaz

 

Kendi evimiz olsa idi koyardım eşiğine başımı

Çok ağlayınca siler idi annem de gözyaşımı

 

Yetimi bağrıma basıp gözlerinin yaşını akıttı

Daha sonra öteki oğlunu yanına çağırttı

 

Dedi ey oğlum ölürüm dökünüz gözlerinizden yaşı

Sen kalacaksın yetim hem de yetim kardaşın

 

Bu yetimi yatırmadan gece kendin yatma

Bu nazlı yavruyu Allah rızasına ağlatma

 

Nerde babam deyip ağlayınca İbrahim

Deme ölmüş babasız kaldık dünyada yetim

 

Daima bağrına bas derdine ortak ol

Benim yerime oğul kollarını boynuna sal

 

Baba ayrılığı zordur kolay sanma

Çok ağlarsa sen ondan bıkıp usanma

 

Tutulup iki kardeş girersiniz zindana

İbrahim kardeşin çocuktur dönmesin ciğeri kana

 

O hapishanede zincir olacak ayağında

Bu kimsesiz masumu al yatır kucağında

 

Muhammed dedi ey sultan baba! Ben de perişanım

Garip memlekette ben de bir yetim çocuğum

 

Ben ağlayınca kimim var benimde gönlüm yaralı

Boynuma kolunu kim salıp silecek gözümün yaşını

 

Müslim dedi helâl ediniz bu fani dünyadan ayrılıyorum

Dünyada zulm ve işkence belasından ayrılıyorum

 

Sizleri yetim bırakıp yabancılar kapısında

Derdim çoktur kalben üzüntülü ayrılıyorum

 

Garip yerlerde ellerim ulaşmadı dostlarıma

Ne zillet ile bu zulm dünyasından ayrılıyorum

 

Mümkün olmadı son nefeste bir kere görem

Allah’ın aslanı Ali’yel Murtaza’dan ayrılıyorum

 

Ömrümün son günlerinde felek aceb perişan etti

Kerbelâ sultanı Hüseyin’den ayrılıyorum

 

Cenazem üstünde başını açıp ağlayan yok

Şansı kara kızım Hatice’den ayrılıyorum

*

O vefalı Müslim şimdi teselli vermiş

Göz Nurlarını, Şerih kadıya göndermiş

 

Kalbinde ah çekip mübarek dilinde bismillah

Ufuktan doğmuştur on dördüncü Ay parlak

 

Savaş borazanı çalınınca o ünlü Müslim atlandı

Görenler der idi bir melekler sultanı Cafer atlandı

 

Deyip bir ya Allah ayağını bastı üzengiye

Müminlerin Amiri Ali gibi aslan Müslim atlandı

 

Olundu askerlere hükm saflara emir ferman

Verilmeyecek idi Yezid evladına aman

 

Gören hayret ederdi bir heybet ile yürüdü

Hayber kalesin yıkmağa Ali Murtaza yürüdü

 

Döndü bir baktı askere o sevenler komutanı

Kalpler yakacak şekilde ah çekerek yürüdü

 

Kerbelada kana boyanan ya Hüseyin

Gel bugün gör ki yüreğimde nice kanlar yürüdü

 

Bu askerler şimdi dağılırlar yalnız kalırım

Bak amcan oğlu Müslim Şehid olmak için yürüdü

 

Karınca koşunu gibi sel olup yürüdü asker

Hücum ettiler Darul-emare’ye hep beraber

 

O kâfir ibni Ziyad karar verdi o anda

Birkaç kişi seslensin kasr üstüne çıkıp da

 

Kesinlikle biliniz ey Kufeliler bugün akşam

Gelir ulaşır görürsünüz bir sürü askeri Şam

 

Dünya mülkünün yaşamını sizlere hep haram eyler

Yavrularınızı eş ve dostlarınızı kırıp belki katli-am eyler

 

Her kim ki bugün Müslim’e dost ve arkadaş olur

Ev halkını öldürürüm evi hep alt üst olur

 

O kimse ki Müslim’den öç alıp geri gelir

O kimseye ederim hesapsız bağış ve ihsan olur

 

Bu sohbetten sonra düştü Kufe şehrine kavga

Kaçmaya başladırlar gelmesin diye belâ

 

Alıp götürür idi her melun arkadaşını

Anne oğlunu dönderir bacısı kardeşini

 

Böylece dağılıp gittiler o zalim rezil

Biatlarını kırdılar oldular pek çok zelil

 

O Kufe insanları bölük bölük dağıldı

Hepsi bir yersiz söze inanarak kapıldı

 

O kimsesiz Müslim gördü ki bütün asker

Ellerini koltuğuna koymuş ah ile vah çektiler

 

O vefasızlara baktı arkadan hasret ile

Hitap eyledi şikâyetini o lisanı hal ile

*

Dağıldı vefasız dostlar arkadaşlar gitti

Gül bahçesinin rengi bozulup vefasız güllerim gitti

 

Kufe insanlarının nasıl vefasızlıklarını anladım

Koydular beni belada yine vefasızlarım gitti

 

İlk önce toplandı etrafıma bu imansız millet

Beni yalnız bırakıp sonunda vefasız askerlerim gitti

 

Bakıp ne gördü asker yok olmuş hemen dağılmıştır

Otuz kişi ancak var idi o dahi şüpheli kalmıştır

 

Dizini kucaklayıp döktü kanlı gözyaşını

Koymuştur iki dizinin üzerine o nazlı başını

 

Derdi yanmaya başlamış üzüntülü yüreğim canım vay

Bu vilayette garip kaldım zelil oldum canım vay

 

Haşim oğullarından ben düştüm kenara

Eli yürekte kalan yanan canım vay

 

İki yetim yavrum köşelerde boynu bükük

Belim büküldü şansı kara canım vay

 

Utanmaktan sığınmaya dostum yok yerim yok

Perişan zelil ve kimsesiz kalan canım vay

 

Dünyada hasret ile ayrıldım ev halkımdan

Hatice kızım intizar bekler beni canım var

*

Dili yaralı gözü yaşlı kimsesiz komutan

Yerinden ayağa kalktı o derdine ilaç olmayan

 

O anda yerinden ayrılıp dışarıya adımını attı

Ne bir selam veren var ne de yanında bir dostu

 

İmam yardımcısı Peygamber evlatlarının elçisi

Yirmi bin kişinin komutanı ve sultanı yoktur neşesi

 

Başı aşağı elleri koltuğunda sinesi dağlı harap

Mahalleleri sokakları gezip derdi ey yarab

 

Ne ses veren vardır sesine ne de yardıma gelen

Gezerdi köşe köşe hem garip hem gözleri nem

 

Ulaştı bir yere ne gördü merkezi o insanlığın

Durmuş kapıda oturmuş beklerdi o bir kadın

 

Duran kadına selam verdi kederli Müslim

Dedi ey anne! Bana ne olur su ver bir yudum

 

Ellerinde su kabı ayağa kalktı o kadın durdu

Bir yudum su verdi o mazlum komutanı doyurdu

 

Kadın söyledi ey garip git evinde dinlen

Ev halkının yanına var git evinde dinlen

 

Kufe şehrinde evim yok garibim Dedi ey anne!

Vatandan ayrılmış bir yabancıyım Ey anne!

 

Bu şehirde ne evim ne de bir ev halkım var

Kalbimde dert keder çoklu üzüntüm var

 

O kadın dedi ey dertlere olan müptela

Evin yok ise gidip bir yataydın kenarda

 

Gidip bu köşeye bak bir eski mescit var

O mescit içine girip yatmana ver karar

 

O kadına Müslim dedi amandır beni kovma

Bu vilayetin garibiyim sığınmışım ben sana

 

Daha gitmeğe yoktur takat bu ayağımda

Düşman gezer benim ardımca sol ve sağımda

 

Var ise ey garip düşmanın bir kenara çekil

Belaya salma benim başımı bir kenara çekil

*

Hazreti Müslim, kadına kim olduğunu sordu. Kadın Fatıma dostuyum, Hüseyin’i severim ben, Hamse-i Ali aba’nın kurbanıyım diye cevap verdi. O vakit Müslim’de kim olduğunu söyledi.

Kadın bu garibin Hüseyin’in yardımcısı olduğunu öğrenince kanlı yaş döküp ayaklarına kapandı. Evim de canım da sana kurbandır, içeri buyur, benim adım Tavâ’dır, ev benim değil senindir, istediğin kadar kal dedi.

Müslim Tavâ’nın evine girdi, fakat gözlerinden kanlı yaşlar dökerdi.

Tavâ kadın sordu, Müslim neden ağladığını, şöyle beyan eyledi:

*

Ey anne! Bu üzüntüden yakıldı cismim canım ağlarım

Canım yorgun ümidim yok ihtiyarım ağlarım

 

Perişanım kederliyim sabrım taşmıştır

Gözlerim kan yaş ile dolmuş beklentim var ağlarım

 

Öten bülbüle gül hasreti çok zordur

Baştan başa ömrüm yıpranmıştır ağlarım

 

Bir taraftan ayrılık dağı kalbimi kan eylemiş

Gitti elden iki göz nuru yavrularım ağlarım

 

Nerde kaldı bilmiyorum tatlı dilli yavrularım

Hiç onlardan ümid haberim yoktur ağlarım

 

Köşelerde mi kaldılar ya ki bulmuşlardır sığınak

Gücüm ve sabrım kalmamıştır ağlarım

 

O Kerbela sultanının yardımcısı söyledi bu sözleri

O imam evladı yaktı yeri ve gökleri

 

Gelen yemeğe el sürmedi sağa sola baktı

Gözünün yaşı sel gibi revan olup aktı

 

Dedi kaldır bu yemeği yiyecek günde değilim

Hani sağımda Muhammed solumda İbrahim’im

 

O yavrularımın üzüntüsü yıpratmıştır beni

Bilmiyorum hangi köşede beklerler beni

*

Garip Müslim gurbet memlekette eşinden yoldaşından ayrı, yavrusundan akrabasından uzak ağlamakta olsun, Ziyad oğlu Übeydullah Müslim’in tek başına yalnız kaldığını öğrenince Kufe insanlarını mescide topladı, onlara dedi ki:

*

Bu fani dünya da zulm ve fesad mayasıyım ben

Ali evladının kanını döken İbni Ziyadım ben

 

Yezidin kölesiyim bir kan döken kanlı celladım

Ali evlatlarının kanını akıtan bir zalimim ben

 

Zulm binasını sağlamlaştırmakta Nemrud’u geçmişim

Düşmanlık merkezi kin ve inad çeşmesinin başıyım ben

 

Bugün ey zalim millet sizlerden razı olmuşum

Müslim’i yalnız bıraktınız bu işten sevinirim ben

 

O komutanın yerini kim bana haber verse

Başını yüceltirim göklere ihsan sahibiyim ben

 

Kim o kimsesiz komutanı evinde saklarsa

Acımadan evini yıkarım zulm sahibiyim ben

 

Dağıldı meclisten kin ve zulm sahibi

Var idi Tava’nın oğlu adı Bilal idi

 

O kötü işlemler yapan gelip eve ulaştı

Bakıp ne gördü annesinde rahatsızlık vardı

 

Bilal şüphe eyledi baktı ki evlerinde Müslim

Sabahı zor eyledi o soysuz sabırsız zalim

 

Dini bırakıp serveti ve devleti kabul etti

İbni Ziyad oğlu Übeydullah’a olayı haber verdi

 

İbni Ziyad bu habere çok sevindi gönlü şad oldu, Bilal’a kıymetli bir gerdanlık hediye eyledi ve hemen emir verdi ki:

*

Karar verildi saflar kurulsun saflar üstünden

Nizam ile düzülsünler ki ordu ordu üstünden

 

Elhamdulillah Ukayl oğlu bu gün tuzağa düştü

Kesinlikle Şah’ın yardımı oldu inayet üstünden

 

Tavâ’nın evinde gizlenmiştir çaresiz Müslim

Dert çekmeğe gelir dost dost (ardından) üstünden

 

Dört çevrensi sarınız yalnızlayınız o arap aslanını

Kimsesizdir canına salınız hançer hançer üstünden

 

Tutun ya öldürün ya bağlayın kollarını sağlam

Vurun bedenine kırbaç kırbaç üstünden

*

O millet bu sözü işitip, Tavâ’nın evine taraf sel gibi akmaya başladılar.

*

Sel gibi bela aktı o Yahudi milletinden

Ulaşıp ettiler her tarafını sardılar hem

 

Bela davulu çalındı göklere çıktı ah sesi vay

Evi çevirdiler perişan Müslim vay vay

 

İşitince davul sesini o peygamber zürriyesi

Elini eline vurup efsus çekti ah sesi

 

Zalimlerin zulmünden sığındım ey Leşker nettin

Zulm ile işkenceden gurbette kalbim kan ettin

Peş peşe davul çalarlar ölüm gününe ittin

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun

 

Başımı vermek kolay senden ayrılmak çetin

Ben giderim zaten yavrular kalır yetim

Çok çabuk yüz çevirdi dünya seven ümmetin

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun

 

Şah Hüseynin biatını kufeliler bozmuştur

Ya Hüseyin gurbetin zulmünü bana vermiştir

Ömrümün sonunda Ali Ekber aklıma düşmüştür

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun

 

Kalbi yaralıyım dostum, arkadaşım yok neler olmuş

Bir garibin üstüne bin kişinin yürümesini kim görmüş

Kerbela sultanından ayrıldım yolculuk uzak olmuş

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun

*

Bu sözleri söyleyip kılıcını kuşandı Müslim

Gönlünde ah kalbi yaralı sinesi dağlı Müslim

 

Seslendi ey Tavâ anne Allah ısmarladık

Zamana ayrılık saldı ey anne Allah ısmarladık

 

Elim Abbas’a ulaşmadı iyice zelil oldum

Şu fani dünya evimi yıktı Allah ısmarladık

 

O kadın ağlayarak ayağına kapanıp yandı canı

Dedi efendim! Sana kurbandır Tavâ’nın canı

 

Güçsüz kadınım ihtiyarım yoktur kuvvetim

Ki kılıç çekip senin için kan döke idim

 

Ben garibim kimsesiz ve perişanım ey Müslim

Daima üzülürüm gözlerim yaştır ey Müslim

 

Önce tanımadım kapımda incitmişim seni

Kusurumu bağışla pişmanım ey Müslim

 

Vereyim mi göğsümü oklara hedef olsun

Sen gör ki nasıl sana kurbanım ey Müslim

 

UKAYL OĞLU MÜSLİM’İN TAVÂ’NIN EVİNDEN AYRILIŞI

Kerbela şehidinin amcası kenara adım attı

O imam nuru Tavâ’nın evinin sahn’ından çıktı

 

Bedende başının her teli ya Hüseyin diye

Gönlünde ayrılık ateşi başında sevdası var aşk ile

 

Gözlerimi her dört köşeye yaş dolu bakmışım

Dedi ey Allah’ım garibim kimsesiz ve yalnızım

 

Bu sel gibi askere karşın ben bir yalnız kişiyim

Hayret ki zelil oldum gam yükünü taşıyım

 

Ölürsem kimsem yok beni koysun kabre

KUMRU yasını tutsaydı kan ağlayıp Şeyda

 

O evden aslan gibi çıkmış oldu

Heybetli gözleri kan yaş ile doldu

 

Su kabını koymuştur tepesine, başına

Kuvvet verdi bir el ve koluna

 

Dedi perişan ve kimsesizin ey Ali

Oğlun Hüseyin’e hizmetçiyim ey Ali

 

Beni yalnız bıraktı tuttu ebu süfyanı

Yetiş imdadıma yardımıma ey LAFETA sultanı

 

Düşmanlarım sel gibi kendim bir can

Vatandan ayrılmış garibim kalbim kan

 

Bu sözleri tamamlayıp saflara baktı

Düşman askerine hücum etti sel gibi aktı

 

Kılıcı yıldırım gibi sanki dolu şimşek

Yere dökülmeğe başlar idi sanki Yaprak

 

Kılıcı vurunca ikiye keserdi başı

Vücutları ayırıp dökerdi gözlerden yaşı

 

Kılıcını zamanının aslanı gibi vurur idi

Saflara Ali’yel Murtaza gibi dalar idi

 

On beş darbe vurulmuş idi Canına

Boyanmıştı vücudu kızıl kanına

 

Sultanlar sultanı doğunun ve Güneyin

Der ki seyretmeğe gel ya Hüseyin

 

Garibim yaram çok kendi sığınağım yok

Ah vah ile kalbim dolu gözüm yol da gelen yok

 

Sarmıştır etrafımı bu insafsız kavim

Gül gibi evlatlarım sokaklarda yetim

 

Arkamda yalnız bir kadın var açmış başını

Benim üzüntüme döker o kadın gözyaşını

 

Bu durumda iken ben ölmeliyim ey din sultanı

KUMRU gönülden tutar yasımı

 

Müslim gördü bu halde bir oğlan yanar ağlar

Vay sesini tutmuş ama gözleri sel gibi ağlar

 

Bazen kafasına vurar bazen saçını yolar

Der bazen kalbim ateş tutup ağlar

 

Dur ki kalbimde sözüm var mesaj getirmişim

Bu haberi versem gökler ağlar yerler ağlar

 

O çocuk dile gelip söyledi ey komutan

Sana selam var iki gül yüzlü oğullarından

 

Bu sözü Müslim işitince yandı ağladı kan

Dedi o gözlere ey yavrum ben kurban

 

O yavrularımı sen ne halde gördün

Acep Şaduman mı yoksa ağlar mı gördün

 

O çocuk ağlayarak dedi ey belalı Müslim

Nasıl görmüş isem sana haber vermişim

 

Ey efendim! Geçerdim bir gün köşelerden

Yolum uğradı Şerih’in evinin yanından

 

Ay gibi iki yavruyu bakıp gördüm avare

Kapının ardında yüzlerini koymuşlar duvara

 

Başları açık yakaları yırtık gözleri ağlar

Başlarına vurup ah vah diye ağlarlar

 

Kulaklarına gelince senin ya Hüseyin sesin

Senin düşman arasında kaldığını bildiler yok nefesin

 

Beni görünce yavruların ağladılar tamam

Ettiler siz babalarına böyle selam

*

Selam olsun sana ey zamanın komutanı baba

Koydun bizleri ağlar bu vilayette ey baba

 

Bugün iki gecedir biz senden ayrılalı

Ayrılık sebebiyle rengimiz sararıp solmuş baba

 

Akşam olduğu zaman yüreklerimiz dolar

Çok ağlarız biz oturup yana yana ey baba

 

Gece yemek geldiği zaman önümüze

Ağıt seslerimiz göklere yücelir ey baba

 

İki yetim bakarız bir birimizin yüzüne

Üzüntün ile gözlerimizden yaş akıtırız baba

 

Kebap kavrulur gibi gariplik yaktı bizi

Ağıt seslerimiz göklere oklar salıyor dünyaya baba

 

Korkudan Şerih’in evi bizlere olmuştur zindan

Yalnız kaldık hiçbir yere çıkamadık baba

 

Geliyor kulağımıza ya Ali sesin her zaman

Yoksa seni oklara edecekler nişane baba

 

Eğer yaralı bile olsan yardım et bize

Çare bulup bizlere yardım et baba

*

Müslim aç kurtlar gibi etrafında kendisine hücum eden yüzlerce zalim Kufeliye karşı aslanlar gibi savaşıyordu, bir yandan da şu diller ile o zalim Kufe’lilere sesleniyordu:

*

Yakamdan el çekiniz ey vefasız millet ölürüm

Kapılarda garibim sığınağım yoktur ölürüm

 

Ne kusurum vardır hatasızım sizlere ne etmişim

Bu vilayette kimsesizim günahım yok ölürüm

 

Ne kadar da arasam bir kişi Müslüman yok

Zulm ile günlerimi kara ettiniz ölürüm

 

Bu şehir içinde Allah rızasına yardımcım yok

Kesinlikle Allah kanımı yerde koymaz ölürüm

 

Beni bırakınız gidip oğlanlarımı göreyim

Hasret ile onlara açayım kollarımı ölürüm

 

O yetimlerimi bir kez hiç olmazsa annelerine ulaştıram

Bu perişan halime Allah şahid olsun ölürüm

 

Fatma’nın dostu Müslim bu sözleri söyleyince

Zalim düşman grubunun nefesleri kesildi bir an önce

 

Eş’as-ın oğlu Muhammed o zalim gaddar

Seslendi ki ey çaresi bulunmayan derde düşen düçar

 

Şimdi kabul et Yezid’e biatı sen

Sana aman vereyim olma böyle şehid sen

 

İtaat et bu Emire böylece kurtul bir an

İbni Ziyad eder seni dünyada sultan

*

Ukayl oğlu Müslim, Yezid’e biat etmektense ölmek daha iyidir dedi, elini kılıcına attı.

Kılıcını kime vursa iki parça eder, canını cehenneme yollardı.

Müslim aç kurtlar içinde kalmış bir yalnız kuzuya benzerdi, o melunların ve zalimlerin her birisi bir taraftan Müslim’e saldırdılar:

*

Kimi vuruyordu ince oklar ile

Kimisi kan akıtan can alan kılıç ile

 

Kılıç vuran ok atan taş fırlatan

O zalimler ateş yakıp fırlatırlardı binalardan

 

Yaralı canına değince derdi garip canım vay

Zulm ve işkence ile dağıldı yuvam vay

 

Öldüğü zaman akrabadan ayrı düşen canım

Kılıçlara hedef olan güçsüz canım vay

 

Sonunda coşarak üzüntüleri oldu kebap

Yüzünü Mekke’ye doğru çevirip etti hitap

*

Bu rüzgâr beni zelil etti ya Hüseyin

Bundan sonra Kufe’ye gelme ya Hüseyin

 

Beni yalnız bırakıp başımdan dağıldılar

Bu zalimler vefasızdırlar ya Hüseyin

 

Ah sesime yardıma gelmedi hiçbir insan

Kanlı kılıçlara hedef oldum ya Hüseyin

 

Yaralı göğüslerimi oklara verdim nişan

Çarşı ve Pazar kan ile doldu ya Hüseyin

 

Garip yerde öldüm sana ulaşmadı ellerim

Kalbimde seni görmenin hasreti kaldı ya Hüseyin

 

Canım dudaklarıma geldi hiç kalmadı takatim

Derdimden olmadın mı haberdar ya Hüseyin

 

Kalmıştır iki yetimim kapılarda boynu bükük

Bilmem nerde görmek mümkün ya Hüseyin

 

Gül bahçesinin bülbülü ah vah deyip ağlamış

KUMRU her dem senin için ağlar ya Hüseyin

*

Derdini söyler akıtırdı gözyaşını

O halde atmıştır bir vefasız zulm taşını

 

Taş gelip Müslim’in alnına değdi

Mübarek alnı köz gibi yaralandı

 

Akardı o mübarek yüzünden kızıl kan

O anda utanmadı yine zalimin biri bir an

 

Bir taş alıp ağzına vurdu sıyrıldı

Bu zalimin taşından dişleri hep kırıldı

 

Dudağı yaralanıp ağzı kan ile doldu

Dedi ey Zalim! Kırılsın ellerin sana noldu

 

Beni ettin hasret Fatıma’nın Hüseyin’ine

O kederli perişan Müslim bulamayıp başka çare

*

Yetişti bir kapıya dayandı bir duvara:

O evin sahibi Hamra’nın oğlu zalim Bekr piç

Evinden çıkıp vurdu o mazlum Müslim’e bir kılıç

 

Kılıç başına deyip kalbi ateş tuttu yandı

Amcası Haydar-ı Kerrar Ali gibi yaralandı

 

Yaralarından kan akmıştır kalbi kebap oldu

Yanaklarına gözlerinin yaşı akar odlu

 

Dedi bana su veriniz imdat Müslümanlar

Yaralıyım kalmadı vücutta kan Müslümanlar

 

Birisi rahme gelip o zalimlerin soyu

Getirdi verdi Müslim’e bir kâse içinde suyu

 

Yeniden ateşlendi alıp içerken suyu yandı canı

Dişleri arasından döküldü suya kanı

 

Ağzından döküldü kan kâsenin içi doldu kan

Suyun rengi değişip dört bir taraf doldu kan

 

Suyu yere döktü gözleri yaş dolu bir ah çekti

Yüzünü Hicaz’a dönderip şöylece hitap etti

 

Vardım Kufe şehrinin içine canım ya Hüseyin

Belalı başımı saldım tufana ya Hüseyin

 

Sığınmaya kimsem yok garip ve yalnızım

İçtiğim suyu çevirdiler kana ya Hüseyin

 

Binaların üzerine çıkıp ateş dökerler başıma

Taş vurarlar bazıları da dişlerime ya Hüseyin

 

Hamra’nın oğlu Bekr vurdu bir kılıç bana

Bu yara ile zelil ve perişan öldüm ya Hüseyin

 

Ne kolunda kuvvet Müslim’in ne vücudunda takat

Bu halde iken hayasız millet bulmuştur fırsat

 

Vaveyla seslerini gökyüzüne ulaştırdılar

Hüseyin’in yardımcısı Müslim’in kollarını bağladılar

 

Müslim’i sürükleyerek doğruca Dar-ül-Emare’ye çektiler

Yanına tava varıp ağlayıp gözyaşı döktüler

 

Yaralarından kan akıp kabul etmez idi ilaç

Biri taş ile vuruyordu birisi dahi ağaç

 

Ey Kufe halkı günahsız kimsesiz Müslim’i vurmayın

Kolları bağlıdır rahm ediniz acıyınız vurmayın

 

Zulm edip göğüslerine işkence taşı atmayınız

İncitmeyiniz siz Müslim’i dahi komutanı vurmayınız

 

Annesi yoktur ki vay deyip açsın başını

Vefalı yardımcısı yoktur yalnız kalmış vurmayın

*

Müslim’i bu yaralı hali ile Ziyad oğlu Übeydullah’ın makamına sürükleyerek götürdüler. Übeydullah kibirlenerek Müslim’e ağır laflar söyledi.

Yezid ile davaya kalkışanların sonu budur dedi.

Müslim bu dünya rahatının değersiz olduğunu, kendilerinin Allah’ın rızayetini elde etmek için her türlü zorluklara razı olduğunu söyledi.

Müslim’in bu sözlerinden sonra, Ziyad oğlu Übeydullah sinirlenip, Müslim’in dam üzerine çıkarılıp kılıç ile başının kesilmesini emretti. Hainlerden zalimlerden birisine de bu vazifeyi verdi:

*

O hayasız edepsiz ve hain sabrı yoktur durmaya

Şiddet ile yürüyüp kılıç çekti Müslim’i vurmaya

 

Ne gördü bir nurani ihtiyar elinde Kur’an

Açmıştır başını Müslim’in başında duran

 

Zalim cellat bu vaziyeti görünce durdu

Kılıcı yere düştü ve titredi vücudu

 

Gelip İbni Ziyad’a bu vaziyeti verdi haber

Übeydullah bir başka zalimi gönderdi elinde hançer

 

Zalim hançer elinde Müslim’e hücum etti o asi

Bakıp gördü başı üzre durmakta İnsanların hayırlısı

 

Müslim’in yanında beyazlara bürünmüş peygamber

Saçılıyordu dört etrafa misk kokusu ve amber

 

Öteki zalim de korkusundan düşüp bayıldı

Üçüncü kez Übeydullah bir başkasını yolladı

 

Bekr oğlu idi giden elinde yalın kılınç

Ecel şerbeti yaklaştı Müslim’i almış idi sevinç

 

Yüzünü Hicaz’a taraf dönderip seslendi

Kerbela Hüseyni’ne şöylece söylendi:

 

Ey Allah peygamberinin sevgilisi sana selam olsun

Ey Kerbela sultanı Hüseyin! Sana selam olsun

 

Acaba yok mu haberin perişan amcaoğlundan

Kufe’de akrabasız kalmıştır sana selam olsun

 

Ekberi, Abbas’ı getirme Kufe’ye gelme

Bu insanların da vefa yoktur sana selam olsun

*

Kerbela sultanı Hüseyin’e selam eyledi

Bakıp gördü ki Kufeliler seyretmek için durmuşlar

 

Seslendi ey Kufeliler! Allah ısmarladık

Ömrümün sonunu perişan ettiniz Allah ısmarladık

 

Mektuplar yazıp beni bu şehre getirdiniz

Beni güzel konakladınız Allah ısmarladık

 

Yaralı vücuduma bin yara vurdunuz incinmedim

İşkenceye canımda yanıyor cismimde Allah ısmarladık

 

Benim başım kesilince seyretmeye durursunuz

Genç ve ihtiyar bu perişan halimi görür Allah ısmarladık

 

Beni bir yana koyunuz iki oğlum var burada

Bari yavrularıma acıyınız Allah ısmarladık

 

Bu kanlı gömleğimi nolur gönderiniz bari

Fatma’nın oğlu Hüseyin’e armağan Allah ısmarladık

 

Sözlerini tamamlayınca canı gönülde çekti ah

Dedi ki eşhedü en la ilâhe illallah

 

Kılıç boğazına varınca gözlerinden yaş aktı

Hicaz semtine bir ya Hüseyin deyip baktı

 

İmam yardımcısını o imansız Kufeliler

Kolları bağlı zulm ve işkence ile kurban kestiler

 

Katil Müslim’in başını eline alınca muradına yetti

Müslim’in yaralı vücudunu damın üstünden aşağı attı

 

Bu hali görenlerin yüreğini yaktı

Hasret ve vaveyla sesleri göklere çıktı

 

O evsiz Müslim kızıl kana boyandı ey vah

Ağıtlarla feryatlarla gökler doldu ey vah

 

Cennete gönderdiler Ali’nin gül bahçesinin bülbülünü

KUMRU tüm sevenlerle ah çekti figan etti eyvah

 

KUFE ŞEHRİNDE MÜSLİM’İN EVLATLARI İBRAHİM İLE MUHAMMED’İN OLAYI

Kufe belalı ve kederli Müslim şehid düştü

Ecel şerbetini başına çekip yudum, yudum içti

 

İki yetim yavrusu Şerih’in nale çekerler idi

Gece gündüz ağlar sızlar boyun bükerler idi

 

Bir evde oturmuşlar idi iki nazlı uşak

Baba yetimleri köşelerde annelerinden uzak

 

Gece sabaha kadar rahat etmezler idi

Su içmezler idi yemek de yemezler idi

 

Şerih bir gece kapılarından baktı içeri

Şöyle konuşuyorlar idi o Ali’nin yetimleri:

 

Gel ey gurbette perişan ve garip olan baba vay

Gel ey çöllerde vücudu kefensiz kalan baba vay

 

Ölünce başının üzerinde okunmamıştır Kur’an

İki yetim yavrundan hasret ayrılan baba vay

 

Başının yarasını kim bağlayıp gözyaşını kim sildi

Kim oldu gözlerinin kanını silen ey baba vay

 

Zor kara günlere kaldı iki yetim yavrun

Kara günümüzde bizleri bir bilen yoktur ey baba vay

 

Ana uzak bacı yok akrabaya ulaşmaz elimiz

Ey garip elimizi Medine şehrinden kestin baba vay

 

Kendin canını kurtardın böyle musibetten

Belalı başımıza kül döktün ey baba vay

 

Anne dizinin üzeri yavruya iyidir hem rahat

Keşke bizleri de gönderen olaydı ey baba vay

 

O ev sahibi bu sözleri duyunca yandı

Dolandı başlarına pervane gibi yandı

 

Kesinlikle sizi salayım şehrin doğru yoluna

Bundan sonra gidiniz varınız Fatıma’nın kızlarına

 

Bu sözleri işitince o zavallı İbrahim

Şerih’in eteğine yapıştı o başı belalı yetim

 

Ağlayarak dedi bak bizim perişan halimize

Ne anne var ne de baba çekeydi nazımızı

 

İki yetim bu evde vermiştir nefes nefese

Kolu kanadı kırık kuş gibi düşmüşüz kafese

 

Babamızın şehadetinden sonra düştük bu derde

Rahat uyumayı bırakıp yatmışız kuru yerde

 

Vatan ismini duyunca ateş düşer canımıza

Özellikle bir bacımız var düştükçe aklımıza

 

Amandır bırakma ki bu zulm kederinde yanalım

Hicaz’a gidip anne kucağına sığınalım

*

Ev sahibi Şerih bu sözlere dayanamadı, Müslim’in yetimleri Muhammed ile İbrahim’i annelerinin yanına göndermeye karar verdi.

Şerih bir gece oğlunu o mazlum yavruların yanına kattı, oğlum dedi bunları götür Hicaz’a giden bir kervana teslim et. İki yetim yavru el ele tutup korkudan titreye titreye yola düştüler, bir saat yol aldıktan sonra kulaklarına karşı dağın eteklerinden bir çan sesi geldi.

Şerih’in oğlu daha ileri gitmedi, haydi hızlı yürüyüp bu kervana katılın ulaşın, sizi ancak o kervan annenize ulaştırır dedi.

Yetimler el ele verip ağlaşarak kervana ulaşmak için kervanın peşine düştüler.

Gece karanlık, çölde yol yok. Yavrular küçük. Kervanın kalkması bir saat olmuş, ne kadar koştuysalar kervana varamadılar. Çölde yollarını kaybettiler. Ayaklarına kum doluyordu, derileri soyuldu. Sabaha kadar böyle garip ve boynu bükük dolaşıp durdular.

Sabahın erken vakitleri idi bu yetim yavrulara İbni Ziyad’ın askerleri rastgeldi, kim olduklarını sordular. Minicik yavrular belki faydası olur diye Müslim’in çocuklarıyız dediler.

Askerler bunları tutup doğruca Ziyad oğlu Übeydullah’a getirdiler.

İbni Ziyad yavruları zindana attırdı, zindancı Meşkur’a emir verdi ki:

*

Çok dertli Ukayl’ın torunlarıdır bu yetimler dedi

Zindana salmak için işte bunlar sana teslim dedi

 

Bunların boyun ve ayaklarına vurasın zincir

Sıcak suyu hem kuru ekmeği onlara gıda ver

 

Kuru yer üzre yatsınlar bunlara verme döşek

Böyle emir etti o eşek oğlu eşek

 

İtaat etti Meşkur emir ve desturlara

Götürdü onları bu sebeple saldı zindana

 

O Ali’yel Murtaza’nın gül bahçesinin bülbülünün gülleri

Kaldılar zindan içinde Yusuf peygamber gibi halleri

 

Yaralı göğüslerinden ayrılık ateşi fışkırıyor

Yattıkları döşek yer baş koydukları toprak oluyor

 

Su ve yemek yoktur kalmışlardır susuz ve aç

Üzerlerine örtmek için kuru hasıra muhtaç

 

Çok yatmışlardır aç susuz kuru yerlerde

Bedenleri düşmüştür sonunda çaresiz derde

*

Ayrılık, hasretlik, açlık susuzluk yetimlerin canını doyurdu, bir gün İbrahim ne olursa olsun ben bu zindancıya yalvaracağım dedi:

*

O yavrular konuşurken zindan kapısını açılır gördü

Zindanın ihtiyar gardiyanı o Meşkur içeri girdi

 

Elinde sıcak su birazda kuru ekmek bıraktı

Meşkur yemeği bırakıp konuşmadan dışarı çıktı

 

İbrahim’in dudaklarının kanı kaçmıştır bak gör

Yapıştı eteğine dedi biz yetimlere acı ey Meşkur

 

İbrahim dedi söyle bana Peygamberi tanır mısın?

Vefalı göklerin Ay ve Güneşini tanır mısın?

 

Arapların Muhammed’i Peygamberlerin sonuncusu

O melekler grubunun sultanını tanır mısın?

 

Bu Kufe şehrinde Mihrap’da al kana boyanan

Necef çölünde yatan sultanı tanır mısın?

 

Müslümanların işkencesi ile sakat olan Zehra’yı

Günahsız kaburgası kırılan Fatıma’yı tanır mısın?

 

Ölünce ciğeri yetmiş iki parça olan imamı

O günahsız Hasan-ı Müçteba’yı tanır mısın?

 

Hicaz sultanı olan Kerbela’da perişan Hüseyin’i

Kıyamette sevenlerine şefaatçıyı tanır mısın?

 

Meşkurbu sözleri duyunca gözlerinden döktü kan

Dedi söylediğin o isimlere olayım ben kurban

 

Meşkurun bu sözüne o kalbi yaralı çocuk etti cüret

Çok ağladı dedi ey yaşlı amca bize yardım et

 

Ölünce bedeni kefensiz kalan garip ve fakir

O kefensiz babam Müslim’i tanrı mısın?

 

Duyunca Müslim’in adını çekti ah o dindar

Yanağına döktü gözyaşını yağıyor sanki gelmiş bahar

 

Resmi libasının altından kara giysisini gösterdi

O Müslim’e o kahramana ben olayım kurban dedi

 

Ali sevgisi zindancı Meşkurda sel oldu

Kucaklayıp iki günahsız yavruyu kucağına aldı

 

Düşüp ayaklarına iki dertli çocuğun

Kelepçelerini gevşeltip zincirlerini açtı o gün

 

Yanına alıp onları uzak etti şehirden

Son derece hürmet ile özr istedi onlardan

 

İki gözlerini öpüp geçti sağ ve soluna

Getirdi o yavruları ta Kadsiyenin yoluna

 

Yüzüğün çıkarıp verdi onlara nişan

Dedi bu yolu tutup ediniz onda devam

 

Kadsiyede bir imanlı kardeşim var can

Bu yüzüğü veriniz ona durumunuzu ediniz beyan

 

Her türlü isteğinizi hemen yerine getirir

Sizi Hicaz’a götürüp annenize yetirir

*

İki yetim yola düştüler, sabah olunca Übeydullah yetimlerin zindandan bırakıldığını öğrendi. Zindancı Meşkur’u yanına sesleyip çocukları niçin bıraktığını sordu. Zindancı dedi ki: Behey zalim! Sen bunların babalarını bin zulm ile şehit ettin, Ali dostlarının kalbini kan ettin, bu bir karış yavrularından ne istersin ben o yavruların peygamber neslinden oldukları için serbest bıraktım.

Vali yani Ziyadoğlu Übeydullah bu sözlere çok sinirlendi, Meşkur’un kırbaçlanmasını ve de dayakla öldürülmesini emretti.

Zavallı zindancıyı kırbaçlayıp dayak ile döve döve öldürdüler.

Son anlarda zavallı Meşkur’un susuzluktan canı yandı bir bardak su istedi vermediler. O anda Şah’ı merdan Ali’yel Murtaza elinde bir tas su ile Meşkur’un yanına vardı. Meşkur onun mübarek yüzünü ve elindeki suyu görünce sevindi kalbi şad oldu ve o anda da ruhunu teslim etti.

Biz haberi Müslim’in yavruları Muhammed ve İbrahim’den verelim. Çöllerde hem bir yol arar giderler hem de şöyle söyleşirlerdi:

*

Gençliğimizi perişan eyleyen baba vay

Bizi bu kara günde kalbi kanlı bırakan baba vay

 

Kufe şehrinde bedeni kızıl kana boyanan

Yaralı vücudu bin parça doğranın baba vay

 

Başını kim kesip astı ağaçlara

Bu zulmü sana Kufeliler ettiler baba vay

 

Haberin yok mudur yetim kalan oğlundan

Bedeninde ruhu kalmamıştır ne de cismi baba vay

 

Senin ak sinen üzerine yatan o yetimlerin

Gözleri yaşlı yaşlı çöllere düştüler baba vay

 

Karanlık gece uzak yol ve piyadelik derdi

Kime sığınalım bir yol gösterenimiz yok baba vay

 

Felek bizi uzaklaştırdı senin gibi babadan

Çöllerde aman baba deyip gezeriz baba vay

 

Bu defa bir de zalim eline düşersek öldürürler bizi

Bizim bu perişan halimize çare bulan yok baba vay

*

Çöllerde sabaha kadar hem söyleyip hem ağlayarak o zavallı iki yetim yavru dolaştılar.

Sabah açılırken bir baktılar ki dönmüş dolaşmış yeniden Kufe şehrinin kenarına gelmişler.

Artık gözlerinde ışık dizlerinde kuvvet kalmadı, Bir çeşmenin çukuruna büzülüp korkudan bir birlerine sarıldılar. Uyku gözlerine indi, uyuya kaldılar. Güneş çıktı, yetimlerin yüzlerinde ter tomurcukları toplanmış idi.

Kufe’li bir kadın testilerini almış, suya gelmişti. Çeşmenin çukurunda gördü ki iki nur topu gibi çocuk birbirine sarılmış melekler gibi uyuyorlar.

 

Gül yüzleri yorgunluktan ağaç yaprağı gibi sararmış.

*

Seslendi ey göz nurları siz kimsiniz

Yüzleriniz biri güneş biri Ay gibi kimsiniz

 

Suratınız da peygamberin safa ve nuru

Kimler koydu sizleri sokaklarda, kimsiniz

 

Yetimler gibi eli koynunda boynu bükük

Sizi görünce ateş gibi alevlenir kalb, kimsiniz

 

Ne korkudur ki bu kadar düşmüştür canınıza

Dudağınız diliniz kurumuştur, kimsiniz

 

Bana söyleyin siz hangi gül bahçesinin bülbülüsünüz

Dertli KUMRU gibi ah edip ağlayan kimsiniz

 

Muhammed kadına bakıp kebap oldu ciğeri

Dedi sorma ki biziz Müslim’in yetimleri

 

Bu uğursuz çölde perişan iki kardeş

Allah rızası için bu sırrı açıklama etme farş

 

O güzel huylu keniz bu sözü duyunca ateş düştü canına

Canını feda etmek için kapandı ayaklarına

 

Ağlayarak dedi ey bela bahçesinin bülbülleri

Bu günkü gün bin can olsun size feda der dilleri

 

Garip canınızın canı gönül ile kurbanı benim

Ne kadar derdiniz olsa bile ilacı benim

 

İsmim Fatımadır Ali dostlarının kurbanıyım

Vefalı insanlar babanız Müslime yas tutanlardanım

 

Onlar sizi görseler aziz canları gibi sizi saklarlar

Size hürmet ederler yanlarından ayırmazlar

 

Geliniz götüreyim sizi bir zaman olunuz rahat

Anne olayım ben bacınız sizlere olunuz rahat

 

Sonra o keniz yanına salmıştır o imam evlatlarını

Getirdi evine yavruları dinledi dertlerini

 

Dedi: Üzülme ki dostumun göz nurlarını getirdim

Bir can senindir bende iki can getirdim

 

Gittim ki çeşmeden getireyim bir tek testi su

Aslında acınacak bir çeşmenin yavrusunu getirdim

 

Bir yıldır tutuyordum Müslim’e yas bildim

Ey Müslim! Oğlanlarını bugün sana misafir getirdim

*

Kadın Müslim’in yetim yavrularını kendi evinde bir zaman misafir etti, doyurdu giyirdi, rahat etmelerine özen gösterdi. Ancak bu hoş fıtratlı kadının Haris isminde bir kocası var idi.

Haris melun ve zalim bir insan idi. Bir gece çocuklar garip hallerine ağlaşırken seslerini duydu, gidip kim olduklarını sordu, Şehid Müslim’in yetimleri olduklarını öğrenince dedi ki:

*

Seslendi ki bülbüller düştünüz tuzağa ey garip

Gerek sizi öldüreyim Fırat kenarında götürüp

 

Kufe şehrine götürmek için gerek başınızı keseyim

Kufe Valisi İbni Ziyad’dan çoklu bahiş alayım

 

Yapıştılar Haris’in eteğine o mazlum yavrular

Sızlayarak ağlayarak gözyaşlarını döküp dediler

 

Hedefin mal ise ey zalim kalbi kara

Kölelerimdir deyip bizi satmak için götür pazara

 

Kabul etmez isen bizi götür İbni Ziyad’a

Zalim ve fasık Haris sözlerini dinlemedi o anda

 

Önüne salmıştır başları açık sineleri dağlı

Çıkardı kuru çöllere saldı kolları bağlı

*

Evin sahibi kadın Müslim’in yavrularını kolları bağlı kurbanlık koçlar gibi giderlerken görünce kendisini tutamadı, dedi ki:

*

Evim ağıt sesleri ile harabe olmuştur vay

İki gencecik konuğum düşmüştür belaya vay

 

İşkence ile dağılan yuvam evim vay

Müslümanlardan utanan garip canım vay

*

İki yetim dökmüştür hasret ile gözyaşını

Koymuştur birbirlerinin kolları üstüne başını

 

Vaveyla ağıtları ile gökleri ve yeri dağladılar

Dudak dudağa koyup birbirlerini kucakladılar

 

Sonunda o kimsesizleri bedbaht Haris ve zalim

Çekerdi onları bin zillet ile Fırat suyuna hain

 

Oğlu ile kölesini de almıştır kendi yanına

Haris’in hanımı ardınca açmıştır başını vaveyla

 

Fırat’ın kenarında kılıcını verdi öz kuluna

Başlarını durma vur dedi o melun öz kuluna

 

Haris’in kölesi eline kılıcını alıp çekti başını

Yavruları öldürmek için aldı eline başlarının saçını

 

Tam bir dikkat ile baktı onların yüzlerine

Hilal gibi sarı rengine ve ağlayan gözlerine

 

Kılıcını yere atıp ağlamaya başladı

Dedi kesilsin ellerim ben dökersem böyle kanlı işleri

 

Cehennem ateşi gibi ateş tutmaya başladı Haris

Kılıcı kölesinden alıp kendisi hücum etti pis

 

Vurdu kölesine kin ile keskin kılıcı

Canını çıkardı öldürdü o zalim can alıcı

 

Ondan sonra kılıcı alıp verdi oğluna

Dedi hücum et yavrum sen Müslim oğluna

 

Savurdu toprağı başına o insaflı genç

Ellerim kesilsin bunlara vurursam kılıç

*

Ne zulümdür utan ey hayasız peygamberden

Haberin yok mudur kıyametin azabından

 

Sen olmuş idin Müslüman bu işi işlemez Yehud(i)

Bu zulmü Müslümana etmez idi Nemrud

 

Bunlar sana ne yapmışlar ey yeryüzünün zalimi

Nolmuş sana ki öldürürsün günahsız iki yetimi

 

Oku hemen eline aldı o pis melun Haris

Kendi oğlunu öldürüp kalbi rahatladı pis

 

Bu duruma çaresiz hanımı yanıp yakıldı

Başını açıp kocası Haris’e doğru atıldı

 

O hayasız zalim imansız melun hain

Elinde kanlı kılıç gözlerini bürümüş kin

 

Hanımını da o anda vurup yaraladı

O zavallı ruhsuz hanımı toprağa yıktı paraladı

 

Harisin iki gözü de kanlı çekti zulm kılıcını

Peygamber güllerini öldürecek alamadı hıncını

 

Zavallılar dediler mühlet ver ey Haris

Edelim bari halimizi beyan Vasiyet ile Haris

*

Mehmet açtı ağzını dili ile eyledi halini beyan

Dedi aman ey anne can vasiyetimi uygulan

 

Kesince başımızı bu insafsız zalim

Annemiz yoktur ardımızca yas tutsun bizim

 

Biz ölünce çıkarınız bizim gömleklerimizi

Kefen bulamaz olursanız çıplak defnedin bizi

 

Merhamet et bu iki ağlar yetime taze cana

Boya gömleğimizi büsbütün kızılkana

 

Haber vermeyin kimse yanıp yakılmasın acımıza

Gömleğimizi gönderiniz anamızla bacımıza

 

Sonra hücum etti İbrahim’e o zalim Haris

Boğazına yapışıp koydu boğazına kılıcı pis

 

Mehmet dedi aman dökme bu gözyaşımı

Kardeşim küçüktür önce kes benim başımı

 

Mehmed’e yetişince o Ehl-i Beyt düşmanı

O bahtı kara aldı eline bir mendil görmesin o anı

 

Garip kardeşinin tuttu kıbleye yüzünü

O anda bağladı mendil ile iki gözünü

 

Ağlayarak dedi ey bela çeken başım

Babamın nişanesi pek nazlı kardeşim

 

Haris başımı kesince sen kılıca taraf bakma

Çocuksun ağlama ey sultanoğlu kardeşim korkma

 

Haris imanı terk edip dinden de çıktı

Zulm ile peygamberin yuvasını yıktı

 

Ne Allah’tan korkusu var ne de peygamberden

Utanmadan kılıç çekip koydu boynuna hançerden

 

Görünce hançeri o kimsesiz çekti bir ah

Dedi ki eşhedü enla ilahe illellah

 

Gözlerini çevirip Necef’e doğru baktı

Göz baktı, yaşı aktı boğazından kan aktı

 

Kesti başını ikinci küçük kardaşını

Tüm dostların döktü kanlı gözyaşını

*

Haris’in zulmü gökyüzünü dağladı

Zalimlerin kötülüğü gökyüzünü dağladı

 

Cennet’i âlâ’da kederli peygamber ağladı

Sultanlar sultanı Necef Şahı Ali’yi dağladı

 

Saldı dünyaya zulm ateşini yeniden

Kadınların hayırlısı hazreti Zehra’yı dağladı

 

Soldurdu gülistanda iki gonca güllerini

Dert bahçesinde KUMRU ciğerini dağladı

 

Sonunda o dinsiz zalim dini paraya satıp

İki bedenlerini Kahr ile Fırat suyuna atıp

 

O başları getirip toprağa gizledi

Kufe şehrine doğru hızla devam eyledi

 

Vardı ibni Ziyad’ın huzuruna o Allah’ın düşmanı

Çıkartıp koydu yere cehennemlik istedi yansın canı

*

Ziyad oğlu Übeydullah, bu duruma çok kızdı. Babalarını öldürdüm fakat yetimlerden intikam almak görülmüş şey değildir, sana kim öldür diye emir verdi dedi.

Mecliste bulunan Mukatele adlı birisine emir verdi, Haris melunun kollarını bağlattı. Fırat kenarına götürüp pis cesedini melun başından ayırdılar.

*

Evet, kim zulüm etse Fatıma’nın evladına

Sonunda kendi de düşer her türlü belaya

*

HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN MEKKE ŞEHRİNDEN KUFE ŞEHRİNE HAREKETİ

Attı zamana da felek zulmün binasını

Doldurdu yeryüzüne dünya zalimlerinin belasını

 

Yabancılarla devamlı olmuştur dost kârını

Yakmıştır ateş içinde manevi dostlarını

 

Bir içim bade verse nice bin dert verir

Tarih zulm ve bela binasını yazmıştır görür

 

Üst üste döktü Ali evlatlarının derdini

İlacı bulunmayan bir derde saldırdı her fendini

 

Peygambere dert velilere keder gösterdi sefasını

Yoktur sevgisini gören Feleğin vefasını

 

Küçültmüştür dünyayı Peygamber evlatlarına

Kondurdu Kerbelâ’ya belalı tufanı canına

 

Din sultanı vatan dostu düştü dillere

İmamoğlu Kasım’ın yaktılar toy kınasını ellere

 

Keder yazmakta böyle ettiler değişiklik

İnsanlar arasında emsalsiz Ali oğlu Hüseyin’e şehidlik

 

Yahya peygamberin yerinde kesin oturmuş idi

Geçirdi birçok zaman o evde günlerini

 

Bu kadar zaman içinde Şam’dan Yezid melun

Uygun gördü pek çok zulmü o pis zalim melun

 

O imamı tutuklayıp veya şehit edin dedi yezit hain

Bu olaydan gizlice haberdar oldu imam Hüseyin

 

Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke’de

Mecbur ayrıldı oturmadı kalmadı Mekke’de

 

Yanında toparlanmıştır yedi yüz kişi dost can

Mekke’yi ziyaret edip çıktı tavaftan o imam

 

O yolda hayli bir zaman yol yürüdü

Kufe’ye gidiyordu sevenler hemen yolu bürüdü

 

Kalbi ah ile dolu sinesi dağlı ayrılıktan

Tam ciddiyet ile olmuştur yolcu Irak’a mekândan

 

Yürekte kalbi parçalanmış sinesinde ayrılık derdi

Tevcih ile Irak memleketine hareket eyledi

 

Müslim’i hatırladıkça gözyaşı oluyordu kan

Gelen giden yok idi kalmış idi perişan

*

Kufe şehrinden ve de yardımcısı Müslim’in durumundan haber alamadan bir zaman yol gittiler, çölde gelip gidene rastlamadılar. Sonunda imam Hüseyin Ali Ekberi ileri gönderdi.

Ali Ekber atına binip dolaşırken çölde bir araba rastladı. Arap baş açık ayak yalın Kufe’den gelip Hicaz’a gidiyordu.

Bunu görünce arabı aldı hazreti imam Hüseyin’inin yanına getirdi.

*

Toprağa oturup arap üç defa ayağını öpüp durdu

Edeb ile Kerbela’nın Süleyman’ına selamını sundu

 

O göklerin ve yerin halifesi aldı selamını

Bana haber ver ey garip kardeş buyurdu kelamı

 

Derdinin ilacını dilinin altındakileri söyle

Hangi şehirden geldiysen bizlere beyan eyle

 

Cevap verdi arap ey Necef şahının oğlu

Bu kez gelip gidiyorum Kufe’den Hicaz’a doğru

 

Göklerin ve yerin sultanı Kufe adını duyunca

Buyurdu o Kufe şehrinde bulunur bir garip amca

 

Ukayl oğlu Müslim’dir vefalıdır pek imanı var

Eğer haberin var ise bizlere söyle etme zar

 

O arap Müslim’in adını duyunca başladı ağlamaya

Kalbi kebap olup sarardı başladı yas tutmaya

 

Arap dedi söyleyemem ey Müslümanların Halifesi

Durmuşlar dinliyorlar kapı önünde ev halkı hepsi

 

İmam arabı çadırdan kenara çekip götürünce

Buyurdu söyle ki ne yapmıştır felek Müslim’e nice

 

Arap çok ağladı perişan vaziyette söyledi

Nasıl söyleyeyim ey kaş dilerim laf olaydı dedi

 

Kufe şehrinde cinler ve melekler ağladılar

Garip amcan oğlunu hançer ile doğradılar

 

Başın sağolsun öldü kimsesiz perişan Müslim

Senin yolunca can verip şehid oldu Müslim

 

Amcan oğlunu iki kolları bağlı kanına boyanmış

Huzuru İbni Ziyad’a getirdiler ağlamış

 

O kalbi yaralının akardı gözlerinin yaşı

Bela çeken başına yağdırdılar taşı

 

Bedeni yaralı kolları bağlı gözünden yaş akar

Yıktılar başına ne kadar ki duvar taş var

 

Bakardı her tarafa ağlar idi sızlar idi

Ey kederle dolan kalbimin ilacı Hüseyin derdi

 

Senin yolunda garip ellerde verdim can

Ölünce başımın üstünde okumadın Kur’an

 

Sinesinin yaralarına korkup çekinmediler

Başını kesip bedeninden ayırıp sevindiler

 

Müslim’in ölümüne genç ihtiyar ağladılar

Kadınlar al çıkarıp karalar bağladılar

 

İmam Hüseyin’in daha dayanamadı özü

Büyük ırmaklar gibi yaş döktü iki gözü

 

İMAM HÜSEYİN’İN SEDABENİN EVİNDE YEZİD’İ RİYAHİ OĞLU HÜR ŞEHİD İLE GÖRÜŞMESİ

Fatma’nın gözü nuru Kâbe’nin sultanı Hüseyin

Kerbelâ’nın garibi hazreti imam Hüseyin

 

Giderdi Kufe evlerine ağıtlar vaveyla ile dolu

Ama Müslim’in şehadetinden haberi oldu

 

Katarlar dezilip Salbiye semtinden o büyük imam

Koşarak yola düştü gözleri yaş ile dolu o an

 

Salbiyeden geçerdi hayrette Zülcenah atın üstünde

Güya sanki der idi yavaşça kendi kendine

*

Ömrünün baharı perişan esirlikle geçti amcamoğlu vay

Zalim millet öldürdüler amcam oğlunu vay

 

Bana amcaoğlu değil idin aziz kardeşim idin

Nasıl çekeyim başına gelen derdini amcamoğlu vay

 

Vurdular vücudunu kasaplar kanarasına

Bu işten yandı ciğerim kan oldu amcamoğlu vay

 

Ne söyleyip ne yapayım Kufe’de garip öldün

Elimden aldılar seni Kufeliler amcam oğlu vay

 

Ne kabrini kazan oldu ne gözlerini bağlayan

Ne de vardır haline bir ağlayan amcamoğlu vay

 

Yaklaştı ki varayım ben de Kerbelâ çölüne

Senin gibi hasretle can vereyim amcamoğlu vay

*

Bu sözleri söyleyip insanların ve cinlerin sultanı Hüseyin

Ağlayarak yola devam eder idi dökerdi gözyaşı Hüseyin

 

İmam Hüseyin çekti bir ah elini kodu beline

O kederli Kervan ulaşınca şidabe’nin evine

 

Gördüler ki karşıda toplanmış bir grup asker

Çöl içinde sanki kalabalık bir orman var

 

Bakıp gördü tanıyıp bildi imamı zaman

Bu gözüken biliniz ki düşmanımız askeri heman

*

Sabahleyin karanlık kayıp oldu ışık gözüktü gelir

Karanlık açılınca zulm ikinci kez gözüktü gelir

 

Hücum etmiş yine fani eve o zalim millet

Geliyorlar İsa’yı dara çekenler gibi asmaya gelir

 

Bu çölde bağlamaya Mustafa evladının yolunu

Yezid’in emriyle bin atlı asker gelir

 

Yavaş yavaş gözüküyor Kerbela izleri

O dertli çölde sevilenin sevene kavuşması gelir

 

Hüseyin’i dinleyen dostlar hemen anladılar

Hazırlığa başlayıp savaş kemeri bağladılar

 

Kimisi zırhını giyindi eline alıp kılıcı

Bindiler atlar üstüne her birisi canlar alıcı

 

Gencecik Ali Ekber görünce düşman askerini

Seslendi ey Kufe ve Şam askerleri

 

Biliniz ey zalim millet zamanın komutanıyım ben

Dünya bahçesinde bir öten bülbülüm ben

 

Ey millet! Babam Ali’dir o Allah’ın aslanı Ali

Bu sebeple bütün insanların sultanıyım ben

 

Fatıma büyük nenemdir amcam Allah’ın nurudur

Hamse’i Ali Aba’nın canına kurbanım ben

 

Ey Müslümanlar gibi Kur’an okuyanlar

Kur’an nazil olan peygamber ceddimdir evladıyım ben

 

İki parmağı ile Hayber kalesini yıkmış Ali dedem

Hayber kalesinin fatihi Ali’yel Murtaza’nın varisiyim ben

 

Kufe komutanı amcam Müslim çünkü oldu şehit

Gece gündüz ağlarım gözlerim olmuş alkanım ben

 

Sımsıkı yol kesmeye gelen düşman askeri

Hayret edip şaşırdılar bu sözlere her biri

 

Susamış idi çölde o yezidin askeri

Dinleyin iki dünyanın efendisi Ali Ekberi

 

Sizlerin susuzluğunuzdan imam Hüseyin olmuş haberdar

Su göndermiştir siz yolundan sapmış insanlara kâr

 

Gelin bu suyu Ali Ekber’in elinden alınız

Ama bu susuzluğunuzu daha sonra hatırlayınız

 

Ali Ekber o an doyurmuş suyla o zalim milleti

İmamın huzuruna vardı selamın arz eyledi

 

Gördüğünü o zamanın imamına bir bir söyledi

Tam o sırada Hür şehid çadırın kapısına geldi

 

Seslendi ey Din sultanı sana selâm olsun

Göklerde ayakları mübarek olan sana selam olsun

 

Fatıma’nın göz nuru peygamberin aziz torunu

Medine sultanı zamanın imamı sana selam olsun

*

Hareketi ile Kerbelanın garibi imam Hüseyin

Sanki Hür şehid’e şöylece cevap verdi Hüseyin

 

Ki ey hidayet nuru gözüken genç sana da selam olsun

Bugün benimle berabersin sana da selam olsun

 

Ey kahraman genç bu gelmekten maksadın nedir

Ben mazlum imamına açıkla sana da selam olsun

 

Benim adım kahraman Hür arap askerinin amiriyim

Bu sebeple geldim sizin huzurunuza tabiyim

 

İbni Ziyad melun bana böyle emir etti

Benim sizi tutuklayıp Kufeye göndermeme emretti

 

O zaman döndü iki orduya karşı imam Hüseyin

Şu sözler ile anlattı maksadının hepsini Hüseyin

 

Ben büyüklük kapısının efendisi ve komutanıyım

İslam dininin bir güçlü bayraktarıyım

 

Varlığım yaratılışın sebebidir aslında nurum

Dünya da insanlık adına yola çıkmış onurum

 

Olmuştur bir zerre nurum sabit ve seyyar

Benim ismim ile gökler ayakta durar

 

Benim sözüm ile melekler hep iner çıkar

İnsanlar benim sözüme bu dünyada bakar

 

Varlığımla dünya binası ayakta durmuştur

Biliniz ki imam olmasa dünya alt üst olmuştur

 

Ben böldüm o anda denizi milletine Musa’ya

Benim can veren dar ağacı üstünde İsa’ya

 

Ceddim Resulullah Haydar’ın Ali hem Veli

Ben iki dünyanın da hem sonuyum hem evveli

 

Sizlere ne sebep oldu ey fitne ve fesad grup

Beni buraya getirmek için yazdınız mektup

 

Amcam oğlu Müslim’i acınacak şekilde şehid ettiniz

Bugün bırakmadınız gideyim yolumuzu kestiniz

 

Yazdığınız mektuptan eğer pişman iseniz

İnsaf ediniz sizler eğer Müslüman iseniz

 

Bırakınız bari gideyim memleketime gözyaşlı

KUMRU tutayım Müslim’e matem yası

*

O anda aziz imam Hüseyin bu sözleri söyleyip gösterince delil

Kufeliler başlarını önlerine eğip oldular zelil

 

İmam seslendi ev halkına dedi ki bininiz

Develeri düzeltip yol kenarına ininiz

 

Kafile yola dizilip yolları hep bağlandı

Hür çıktı karşıdan el bağladı ve söyledi

 

Sizlerin gitmenize izin veremem kenara

Emir böyledir ki ancak gidiniz Kufe’den yana

 

İşitince bu sözü imam Hüseyin Allah velisinin oğlu

Celallenip buyurdu ey sapık ve şaşkın asker ne oldu

 

Kimin ne haddi var ki böyle düşünsün

Kimde yürek var ise gelip yolumu kessin

 

Zamanın imamı imam Hüseyin Hür’e böyle seslenince

Hür’ün takatı kesilip vücudunda güç kalmadı eyce

 

O kahraman ve yiğit Hür bu durumu görünce

Edep ile imamın huzuruna davet olup girince

 

Feda olsun sana yavrularım malım hem de canım

Seni öldürmeye yoktur elimde delilim halim

 

En iyisi budur ki çekil bir kenara git

Gün gelip akşam olsun hele sabret

 

Götür ev halkını o taraf Hicaz yoluna

Ağlar KUMRU Sakine gibi kan çökmüştür canına

 

HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN KERBELA’YA VARIŞI

Bilmem ne biçim derttir çok celali var

Bütün dünya insanlarının derdi kederi var

 

Genç ve ihtiyar hepsi kara giymiştir sineleri açık

Göz çeşmesinde dert suyunun merkezi var

 

Ağıt sesleri yerden göklere yücelmiştir

Sanarsın ki imamet güneşinin sonu var

 

Kerbelâ olayının sesi her tarafı sarmıştır

Yoksa dünya da Muharrem ayının beklentisi var

 

Yoksa bela çölüne mi gelmiş Dinin lideri Hüseyin

Aşk sevdası ile dosta ulaşmak sevdası var

 

Belalı aydır göklere çekilmiş yine kara

Meleklerin çoğunda hayali yas mersiyesi var

 

KUMRU ağlar bahar yas günlerimde hazin, hazin

Ta mahşer oluncaya kadar Ehli Beyt sevdası var

*

İzzet ve şeref sahibi sultanlar sultanın Kervanı

Çıkmıştı Irak devletine taraftan yanı

 

Sedabe’den çıkıp yol alırlardı yavaş yavaş hele

Birçok gün geçtikten sonra vardılar bir çöle

 

O çöle bakıp ne gördü Müslümanların o imamı

Otu deve dikeni havası dert, keder ve gamı

 

Görünüşte her ne kadar o çölün adı Hamun

Ama aslında kan meydanıdır gibi Ceyhun

 

Hazreti imam Hüseyin bakardı her tarafa

Durdu bir yerde ki daha Zülcenah adımını ata

 

O din padişahı imam ne kadar zorladıysa atı

Zülcenah sanki yemin etmiş adımını atmadı

 

Dünya içinde havası sanki bela meydanıdır bu

Garip ölen efendim Kerbela çölüdür bu

 

Hüseyin’in başına gelince ismi Kerbela

Elini çekti kafasına o garibi Kerbela

 

Hayatın rüzgârı niçin nasip etti

Yetmiş tane gence dertli toprağını Kerbela

 

O anda zamanın imamı hemen sırrı bildi

Kerbi bela’nın adını duyunca bir ah çekti

 

Sağ ayağını yerden hareket etti Bismillah dedi

Üzengiden yere ayağını koydu Fisebilillah dedi

 

O iyilerin efendisi yere basınca ayak

Kerbela yerinden mübarek yüzüne kondu toz toprak

 

Gülsüm imamın yüzünde tozu görünce ağladı o an

Dedi ey vatanından ayrı düşen garip kardeş can

 

Niçin yüzün sarardı aktı gözlerinden yaş

Ne tozdur ki gül yüzüne kondu bu anda ey kardeş

 

Hüseyin bu üzüntü çölünün garip ve kimsesizidir

Gül yüzüne konan toz ölümünün nişanesidir

 

Gizli sır yeri ve bela yuvasıdır bu

Hicaz ve Mekke değil Kerbela yeridir bu

 

Dert ve keder yerinin garibi kimsesizi buyurdu

Develerden indiriniz Ehli beyti diye duyurdu

 

Çadırların hepsini kurunuz ayakta tutunuz

Ey Allah’ın aslanının hatırası Gülsüm sözüm budur biliniz

 

Bu yer o yerdir düşecek ev halkım tufana

Boyanacak gül yüzlü gençler bu yerde kızıl kana

 

Zeynep bacımın çadırını çukur yere kursunlar

Dört bir tarafına hep sağlam kazık vursunlar

 

Kalbim ayrılık ateşi ile yakılınca görmesin

Kardeşlerim kızıl kana boyanınca görmesin

 

Ali Ekber oğlum kılıçlar ile doğranınca

Yaralı vücudu savaş alanına düşünce görmesin

 

Kasımın ellerine kan ile kına yakınca

Vücudu perişan halde kalınca görmesin

 

Gül gibi kardeşim kızıl kana boyanınca

Çölün kumları üzerine kolsuz düşünce görmesin

 

Zalim Şimr benim sinem üzerine çıkınca

Keskin kılıcını eline alıp boğazımı kesince görmesin

*

Develer çözülüp çadırlar kurulduktan sonra, İmam Hüseyin’in yardımcıları ve dostları, imama bu yer ne yerdir ki gelip konduk dediler, imam Hüseyin buyurdu ki: Bu yeri önce Âdem peygamber tavaf etmiştir, Şit peygambere bu yer secdegâh olmuştur, Nuh gemisi tufan olunca bu yere düşmüştür, Davut peygamber bu yerde oturmuştur, Salih peygamber ve Hemud bu yerden feyz almışlardır, Şuayb peygamber Vahiy bu yerde olmuştur, Musa peygamber bu yerde yetişmiştir. Yahya peygamberin ibadet yeri burası idi, Zekeriya peygamber burada seccadesini salmıştır. Bu yerin toprağı cennet toprağıdır. Peygamberler peygamberi hazreti Muhammed’in münacat yeri bu yerdir, bu yer büyüklerin arzuladığı yerdir, Melekler her gün bu yeri bin defa tavaf ederler. Bu makam Kerbela makamıdır, benim mezarım burada olacaktır.

İmam Hüseyin’in dostları yardımcıları ağlaştılar, İmam Hüseyin elçi gönderip yakındaki kabile büyüklerini huzuruna sesletti.

Kabile büyükleri binlerce koyun kurban etmeye geldiler ve niçin çağrıldıklarını sordular. İmam buyurdu ki:

*

Zalim millet kılıç çekecektir bu Kerbela’da

O kılıç ile susuz doğranır Ali Ekber burada

 

Bu toprakta Ali evlatları tutarlar yas

İki kolu kesilip susuz can verir Abbas

 

Bu Kerbela da Şehid ederler ben garibi

Bu meydanda yetmiş iki kahraman genci hem piri

 

Dünya insanları her taraftan gelip

Her zaman bu çölü ziyaret ve tavaf edip

 

Her iki dünyada da benim için ağlarlar

Bölük bölük ziyaret etmeğe gelirler dostlar

 

Bu makam her zaman münacat makamı olur

Ziyaretime gelen bu yerde beni ziyaret eder

 

Bu yer kıyamete kadar Tur ve Eymen kokusunu verir

Gömüleceğim makamdır kabri şerifinin makamıdır bu yer

 

Bu çölü garip ve kederliyim satınız vana

Kıyamet olunca vakf etmem gerekir dostlara

 

İslam peygamberinin emriyle senet yazdırıp alır

Dostların ziyaretime gelmeleri sevap olur

 

Ağlayan dostlarına senin ziyaretin vacip oldu

KUMRU ağladı o çölde senin bülbülün oldu

*

Ey bela rüzgârı din evini harabe edip yıktın

Zulm bulutları ile dünyaya perde çektin

 

Yeryüzünde zulm binasını attın

Fatıma evlatlarına sayısız zulm ettin

 

Ümeyye oğullarını dünya da sevindirdin Şad oldu

Ebu Turap Ali’nin ev halkı perişan ve zelil oldu

 

Haydar-ı Kerrar Ali evlatlarına Fırat suyunu bağladın

Hiç de hazreti Fatıma’dan utanmadın

 

Medine sultanının dostlarını arkadaşlarını dağıttın

Yetmiş tane genç dostunu şehadet için seçtin

 

Mustafa’nın evlatlarına nasıl saygı gösterdin

Kıyamet günü bilmem Ali’ye nedir cevabın

 

Her bülbüle o çölde sevinç vermiştir

Yas tutan KUMRU nun sinesi su ile dolmuştur

 

Dünyanın efendisi imam Hüseyin Kerbelaya ayakbastı, çadırlarını kurup yerleşti. Kufe’de Ziyad oğlu Übeydullah bölük bölük asker gönderip, Kerbela’nın dört etrafını muhasara ettirdi. Fırat suyunu bağladılar.

 

İMAM HÜSEYİN’in kendi vefalı dostları ile son konuşmaları

Kim ki belaya razı değil durmasın

Canını seven bu yerde daha durmasın

 

Aşk dostları, Ehli Beyt âşıkları dursun

Aşk dostlarından başkası durmasın

 

Makam ve mal arzusuna gelen kişiler

Bu gizli bir aşktır düşman durmasın

 

Hamse-i Ali aba evlatları bu çölde zelil olur

Bu kanlı yer kan ile doludur başkası durmasın

 

Gerek gözlerimi bağlaya Zeynep bacım

Zelil olmak istemeyen bu yerlerde durmasın

 

Yaralı vücudum üzerinde Gülsüm yeter baş açmaya

Artık ondan başkası kederlenip durmasın

 

Benim ölümümde ağlamak için

Vefalı yerde vefasız olanlar durmasın

 

Vefalı dost KUMRU dan başka durmasın

 

Bu konuşmayı duyunca imam Hüseyin’in etrafındakilerden bir kısmı grup grup dağılıp gittiler. İmam Hüseyin hüzünlü şekilde dedi

 

Nasıl kara güne saldı bu rüzgâr beni

Garip ülkede kederlendirdi beni

 

Büyüklüğümü şanımı dağıttı bu feleğin rüzgârı

Kufe memleketinde nasıl belaya saldı beni

 

Belalı çölde yalnız koydular Müslümanlar

Kalbi yaralı terk ettiler Mariye çölünce beni

 

Zeynep bu durumu görünce ah çekti

Allah’ım Hüseyin’imin yardımcısı olasın dedi

 

O duruma bakınca gözyaşı dökmüş Gülsüm:

Şimr ne kadar zulm etse çekmem ah

Hüseyni mi kurtaraydı bu beladan Allah

 

O yeryüzünün efendisi imam Hüseyin’e

Hareket dili ile sanki seslendi imam Hüseyin’e

 

Ey Allah’ın dostu gel ey dostum gel

Yabancı memlekette derdimin doktorusun gel

 

Seni görünce İslam peygamberi Muhammedi hatırlarım

Babamın dostu atamın dostu öz dostum gel

*

Ey Kerbela çölünün garibi sana kurban

Musibet ve bela denizine düşen Hüseyin sana kurban

 

Sana feda olayım derdin bu canıma gelsin

Kerbela çölünün yok olmasını görseydim sana kurban

 

Hüseyin dedi peygambere Ali musahibisin sen

Ben garibin canısın canının özüsün sen

 

Bu kederli çölde vefa yoktur düşmanda

Münasip değil boyansın beyaz sakalın kızıl kana

 

Dert ve keder çölünde benim yardımımı bekleme

Şehid olduktan sonra gel benim ziyaretime

 

Sen kabrin üzerinde Kur’an’ı oku ezbere

Hüseyin de bir ağlayınca Ekbere

 

Dedi dost yaş dökmüştür gözlerinden çokluca

Senden sonra bu canı ben istemem dünyada

 

Nere gideyim senin yalnız olduğun anda

Ölmem gerekir kabrim kazılsın senin yanında

 

Peygamber ile konuşması oldu tamam

Sonra kardeşlerine döndü o güzel imam

 

Ey bu kırık gönlüme sefa veren kardeşler

Benim için vefa kalmadı dünyada kardeşler

 

Kalbime ayrılık dağını çekmem münasip görmesinler

Gözlerim önünde sizinde kanınızı akıtmasınlar

 

Sana ruhsat veririm ey vefalı Abbas kardeşim

Durma bu Kerbi bela çölünde aziz kardeşim

 

Ne hale salarsa salsın o hayasız Şimr salsın

Sen kal koy seninle atamın bir oğlu kalsın

 

Yanına al altı tane genç kardeşini beraber

Kendinde git benden bekleme haber

 

Gidiniz Medine’ye kan ağlayınız şehadetime

Ey babam oğlu her yılda gel benim ziyaretime

 

Abbas toprağa yıkıldı ah çekip ağlayarak dedi Can

Dedi eğer bin canım olsaydı ederdim sana kurban

 

Bu uzun kollarım kesilmese yollarında

Kesin bil ki ben yine sağ kalırım yanında

 

Kardeşi Abbas ile tamamlanınca sohbetleri

Yanında duruyor arzusuna ulaşmayan Kasım dönüp gördü ki

 

Buyurdu çok zahmetli olacak senin bu çölde kalman

Zordur dünya hayatında arzuna ulaşmaman

 

Medine’ye git yerleş orda muradına er ey oğul

İhtiyarlanmışım bırak öleyim Kerbela’da ey oğul

 

Benim gibi babanın evi olmasın harabe, berbat

Annen saraya gelip seni etsin damat

 

Sefer bu isim belki seriye olacak:

Bu söz üzre Kasım ah çekti düştü kedere derde

Dedi ey amca bu kez beni saldın kötü derde

 

Benim düğünüm o ki ey padişahı âlem

Kuru yer üzerinde susuz doğranıp kefensiz ölem

 

İmam kolunu Ali Ekberin boynuna hasret ile sardı

Tam bir ayrılık ile bu sözü beyan eyledi

 

Kerbela toğrağında kan dalgalanıyor ey oğlum

Bu Kerbela çölü Kassap dükkânıdır ey oğlum

 

Garip anneni alıp nenen Fatıma’nın mezarına git

Benim ile Şimr’in işi bir bahanedir ey oğlum

 

İhtiyarlamışım bırak öleyim gençsin yazık sana

Bela oklarına bu sinem nişanedir ey oğlum

 

Ali Ekber ağlayıp kendini attı yere

İstedi babası için kendi canını vere

 

O anda iki parmağını da tutmuş imam

Gösterdi cennetteki yerlerini tastamam

 

Seyrettiler o anda cennet makamını

Başta çok ettiler aşkın sevdasını

 

İmam çadıra dönüp baktı sola sağa

Zeynep yere oturmuş eyliyor idi dua

*

Ya Rabbim! Ağıtlarım ve feryatlarım hürmetine

Bela ve derdi çeken kederli canım hürmetine

 

Hüseynimin kalbini Kerbela da üzme

Hacalet ateşiyle ben garibi yakma

 

Ya Rabbim! Zeynebi kardeş yanında zelil etme

Kara güne salıp dünyada utanır etme

 

Nolaydı ki kadınlara da savaş helal olaydı

Bu çölde ben de şehadete eren olaydım

 

Kılıç elimde gireydim belalı meydana

Boyanaydı beyaz saçlarım kızıl kana

 

O mazlumların imamı sonra oradan ayrıldı

Kalbi keder dolu Gülsüm’ün çadırına vardı

 

O mazlum imam durdu çadırın kenarında

Bakıp gördü ki bacısı Gülsüm ağlıyor orda

 

Almıştır ellerine kara saçlarını o bahtı kara

Tam üzüntüyle ağlayıp yakarıyor Allah’a

 

Ey kaş güzel kahraman genç bir oğlum olaydı

Başını keseydiler aç ve susuz Fırat üstüne geleydi

 

Gülsüm Fatıma’nın hatırasını Hüseyin kardeşini görünce

Ey Zehra’nın göz nuru deyip çok ağladı varınca

 

Felek ağlar bu gece ayrılık ateşimize

Başında ki belalar ey kaş geleydi canımıza

 

Ayrılıktan bu gece kan yaş döküp ağlarım

Geceyi sabahlamak çok zordur ey kardaşım

 

İmam Hüseyin buyurdu ey aziz bacı

Gözlerinden yaş döküp ağlama bacı

 

Sabah olunca bu çölde çadırlarım basılır

Fırat üzerinde bayraktarımın kolu kesilir

 

Yarın bu çölde yas tutarsın kardeşim Abbas’a

İmam Hasan’ın oğlunun toyu döner yasa

 

Gülsüm çok ağlayıp dedi söyle başka haber

Göreyim sağ kalır mı genç Ali Ekber

 

Sabah olunca gelir Kerbela’ya peygamber

Kılıçlar ile doğranır susuz Ali Ekber

 

Ey bacı gider elden o gencecik Kasım

Kılıçlar altında doğranır genç Kasım

 

Dedi ey bacı! Ağıtın sabah dünyayı yıkar

Bu sinem üzerine Şimr çizmesi ile çıkar

 

O an Haremlerin sultanı teselli verdi Gülsüm’e

İmam Hüseyin vardı Kasım’ın çadırına

 

Annesi bir kefen hazırlamış mazlum Kasım için

Hüseyin yoluna canını ver İslam dini için

 

Giyindireyim seni ey gözümün nuru Kasım

Göreyim kefen yakışır mı sana ey genç Kasım

 

Bu sözleri tamamlayıp sevinçle bir kefen eline aldı

Tam bir hasret ile coşkuyla kolunu boynuna saldı

 

Buna şahit ol ey yer ve göklerin Allah’ı

Annesi Kasım’ı amcasına kurban verdi ilahi

 

AŞURA GECESİNİN OLAYLARI VE ALİ EKBERİN FIRATA SU İÇİN GİTMESİ

Ne yastır ki yine gök ve yer coşup ağlar

Yeryüzünde deprem olmuştur gökler ağlar

 

Gök tabakalarında oturanlar baştanbaşa cem olmuş

Evet bela baş göstermiş garipler ağlar

 

Dertli hikâyeyi daima kalem elde yazar

Kendini feda edip hançerden akan kan ağlar

 

Ay parçası düşmüş gökten karanlıkta olan ışısın

Gözyaşını döküp bulutlar gibi ağlar

 

Hüseyin’in ölümü gecesi Kerbelâ’dan ses gelir

Peygamber evlatları ah çekip zar zar ağlar

 

Aşura gecesindeki olayın mevsimi, zamanı geldi

Sızlayan Şehriban gözlerinden kan yaş döküp ağlar

 

Ümmü Leyla’nın oğul vay sesi çıkmış göklere

Gözü savaş meydanında hasret ile bekleyip ağlar

 

Kanlı gözyaşlarını döker KUMRU bu matemde

Ehl-i beytin mazlumiyeti için gözünü feda edip ağlar

*

Hüseyin bir bir sahabelerinin çadırını dolaştı

Susuzluktan kesilmişti hepsinin dizinin kuvveti

 

Su diyerek Hüseyin’e kuş gibi sesleniyorlar idi

Bebekler kan yaş döküp durmadan ağlaşıyorlar idi

 

Ali Ekber’in çadırına vardı imam Hüseyin

Gördü elinde kılıç ile durur gördü Hüseyin

 

Ali Ekber Hüseyin’i görünce kalktı yerden

Dedi emir ver bana geçeyim canımdan başımdan

 

Allah’a and olsun ki Fırat nehrini kana döndereyim

Eğer kendim ölsem de Ali Asgara su göndereyim

 

İzin ver bana gideyim Fırat’a kahramanca

Bu milletten su alıp boyanayım kızıl kana

 

Hüseyin kucaklayıp başını aldı dizinin üzerine

Dedi durma oğul yürü git Fırat üzerine

 

Ne kadar yardımcı istersen götür yanında

Benim küçük yavrularıma sen su hazırla

 

Gencecik Ali Ekber savaşmaya izin alınca

Ey susuzların sultanı duramam yavrular yanınca

 

Silahını kuşanıp Ali Ekber çıktı meydana

İzin almak için girdi Zehra’nın çadırına

 

Zeynep Ali Ekberi görünce kucaklayıp ağladı

Yavrum viran olmuş bibin sana kurban dedi

 

Meğer ne var gece vakti bu ızdırap ile

Savaş silahını giymişsin bu acele ile

 

Sarılıp boynuna söyledi Ali Ekber

Yakında susuzluktan ölecek Ali Asgar

 

Ey nene! Mecburum ben Fırat’a gideyim

Susuz Ali Asgara bir damla su hazır edeyim

 

Babamdan izin alıp geldim görmeğe seni

Hakkını helal et öldürecek düşmanlar beni

 

Benim için çok ağlayıp etme vaveyla

Sakın ki gittiğimi bilmesin annem Leyla

 

Zeynep kalbinde ah çekip bu söze çok ağladı

Ey dertli günümde bana dost olan deyip ağladı

 

Ali Ekber Zeynep’ten veda edip ayrılınca

Gözleri yaş dolup imamın huzuruna varınca

 

Beni sakın unutma üzüntülü gencim

Baba beni öldürmek için hançer çekildi Allah ısmarladık

 

İtaati farz olan imamsın bana dua eyle

Ali Ekber zelil olmayı kabul etmez Allah ısmarladık

 

Sonunda Ali Ekber tam bir fedakârlıkla

Ayrıldı Hüseyin’den bir anda atladı atına

 

Atın üzerinde kol kanadını açtı o taze bülbül

Fırat nehrinin kenarına vardı o gül bahçesinin bülbülü

 

Haydar’ı Kerrar gibi yüceltmiştir Allahü Ekber sesini

Ey zalim hayasız millet diye onlara duyurdu sesini

 

Ben o aslanım ki feryadım meydanın safını yıkar

Elimi sallasam dağıtır yeryüzünü yıkar

 

Yüz bin bu kadar asker olsa asla korkmam

Feryadımın yüceliği dünyanın düzenini yıkar

 

Ali dedem iki parmakla Hayberi yıktı

Ben eğer kanadımı açsam dünya hayatını yıkar

 

Düşman başını dökerim yere yaprak gibi

Hücum etsem bu kılıç dağ ve taşı yıkar

 

İstesem ben bu çölü kan denizi ederim

Dalga vursa eğer bir zerresi dünyayı yıkar

 

Çeksem de kılıcımı varsam meydana

Kılıcımın sallanışı düşman zümresini yıkar

 

Kaç gündür susuzum içmemişim Fırat suyunu

Bu susuzluk hasta ve mazlum olan beni yıkar

 

Kana dönsün suyunuz yavrular su deyip ağlarlar

Susuzluk sesleri Allah’a and olsun çölleri yakar

 

KUMRU nun başından geçenler benim ağıt yerimdir

Ağıt sabah akşam gül bahçesini yakar

*

Allah’ın aslanı Ali’nin torunu sözünü tamamladı

Musa suyundan olan muhabbetle tamamlandı

 

Kâfirlerin saflarını birer birer dağıttı

Fırat kenarında bir kan ırmağı akıttı

 

Seslenince sesinden dünya ve âlem titredi

Her zaman ya Ali’yel Murtaza diye seslendi

 

Kollarını yavaşça yanına ata ata

Vardı o körpe kuzu gibi geldi Fırat’a

 

Yatağında duramayıp kalktı yerinden Leyla

Ali Ekber’in boş yatağına bir baktı Leyla

 

İki eliyle vurup başına ağladı etti figan

Oğul deyip çağırdı dedi aman Zeynep can

 

Ey iman bacısı Zeynep sana feda olayım

Nerdedir gül yüzlü Ali Ekber nolur söyle bileyim

 

Kadınların hayırlısı hazreti Zeynep yavaşça

Dedi Fırat’a gitti genç Ali Ekber ey Leyla

 

Bu sözü Leyla işitince bedeninde kalmadı can

Leyla gidip Abbas’ı buldu iki kızıl kan

 

Ali Ekber Fırat’a gitti evim yıkıldı ey Abbas

Ağarmış saçlarımın her biri dökülüyor ey Abbas

 

On sekiz yıldır Zehra’nın evine gelmişim

Kapısına yüz koyup sana yardıma gelmişim

 

Genç Ali Ekber’in başı karalı annesiyim

Canım düştü sıkıntıya sana yardıma gelmişim

 

Bana acı genç yavrumu senden isterim

Bundan başka isteğim yoktur temenniye gelmişim

 

Abbas bu sözü işitince çekti vaveyla

Dedi bu ne sözdür söylersin ey Leyla

 

Nerdedir iki gözümün ışığı Ali Ekber

Ali Ekberin başında ne var haber ver

 

Leyla çok ağlayıp dedi feda olayım sana

Gitmiştir Ali Ekber su getirmeğe Asgara

 

İmansız Kufeliler Ali Ekber’i almışlar araya

Yavrumun yardımına sen yetiş durma oraya

 

Tanrı aslanı Ali’nin oğlu Abbas bindi ata

Kendini yetirdi zulm ile ateşlenen Fırat’a

 

Ali Ekber seslenirdi düşmanlara elinde kılıcı

Çevirmiş dört yanını bir sürü can alıcı

 

Safları tek tek yarıp Fırat’a vardı Ekber

Kırbasını doldurup hem suyu aldı Ekber

 

Gelmek için yüzünü çevirip düşman içine daldı

Ali Ekber’in kolları yoruldu pek çaresiz kaldı

 

Ellerini kaldırıp Kerbela’ya uzattı

Dedi ya imam bunaldım kan yaş akıttı

 

Ne gördü bir atlı gelirdi dört nal ile

Atı kanatlanmış idi ağzı köpük kan ile

 

Toz yok olunca içinden imam oğlu Abbas çıktı

Gökten bir ses indi kâfirlerin evini yıktı

 

Abbas Ali Ekberi kucaklayıp bastı sinesine

Yanına alıp getirdi dertli annesine

 

AŞURA GÜNÜNÜN SABAHINDAKİ OLAYLAR

Sabah olunca dert ve belanın izi gözüktü

Dudakları susuz imam Hüseyn yerinden ayağa kalktı

 

Vardı oğlunun çadırına olmuş gözleri kan

Bakıp gördü gencecik Ali Ekberi yerde yatan

 

Yer ve göklerin sevgilisi Hüseyin tam bir hasret ile

Oğlu Ali Ekbere seslendi söz geldi dile

 

Ey naz sümbülü peygamberin gülü uyan

Kerbela karanlıklarında parlayan ay ve güneşim uyan

 

Gözlerini aç sabah oldu olma habersiz ey oğlum

Yusuf ceddime benzeyen genç yavrum uyan

 

Zalim Şimr hançer elinde beni bekler

Ey sırtımı kamburlaştıran oğlum uyan

 

O anda gözlerini açtı genç Ekber uykudan

Gördü ki başını dizinin üzerine almış babası sabahtan

 

Ali Ekber yüzünü koydu babasının ayağı tozuna

Kalbi parçalanıp edeble arz etti baktı yüzüne

 

Sana kurban olayım ey dertli baba

Yalnızlığın canıma ateş salıyor baba

 

Kurban olurum bu sözlerine ey dertlim senin

Ey Kerbela çölünde oğulsuz kalan baba

*

İmam Hüseyin eğilip oğlu Ali Ekberin iki yüzünü öptü, Ali Ekber kalk dedi, kalk o güzel sesinle bir tekbir al, yardımcılarım toplansın.

Müezzin Haccac yanında hazır dururken Ali Ekber’in tekbir söylemesi tuhaf geldi, babasına dedi ki: Ey arap mülkünün sultanı, ey inananların lideri! Her gün tekbir ben söylemez idim, oysa bugün bana söyletirsiniz sebep nedir? İmam Hüseyin (a.s.) iki gözünden kan yaş akıp ağlaya ağlaya dedi ki:

*

Bu günkü günde ey yavrum imansız kâfirler

Senin kalbini parça parça edip doğrarlar

 

Oğlum vücudun yaralanıp yere düşmeden bugün

Yavrum senin sesini doyunca duyayım bugün

 

Sana okutmamın sırrı budur ah vaveyla

Hem de senin sesini işitsin çaresi annen Leyla

 

Bugün benim müezzinim peygamberin bülbülüdür

Senin güzel sesine ben kurbanım ey Ali Ekber

 

Ali’nin o güzel bülbülü elini gözleri üzerine tuttu

Allahü Ekber sözleri gökleri tuttu

 

Açıldı gök kapıları semadan bir bir dünyaya

Düzüldü peygamberler gurubu durdu temaşaya

 

Hazreti Cebrail elinde dostluk tacı vardı

Yüce Allah’ın emriyle peygamberin huzuruna vardı

 

Bahar bulutları gibi Cebrail gözünden yaş dökmüştür

Ey peygamberlerin sonuncusu bak ümmetin netmiştir

 

Ali’yi yanına alıp Kerbelâ’daki Ehl-i Beytine bakıver

Gör ki ayrılık tekbiri söylüyor gencecik Ali Ekber

 

Allah’ın peygamberi Kerbela’nın susuz çölüne baktı

O anda beli büküldü ciğerinden kan aktı

 

Buyurdu ey peygamberler yavrumun sesine bakınız

Bugün Kerbelâ çölünün müezzini Ali Ekber’e bakınız

 

Allahü Ekber kelimesini edince tekrar

Kılıçlanan başını açtı Haydar’ı Kerrar

 

Peygamber buyurdu durmayınız gökyüzünde

Yere ininiz keder var Hüseyin’imin gözünde

 

Enbiya ve evliya gelip geçen peygamber

Göklerden yere inip saf saf durdu melekler

 

Aşura gününün sabahı müminlerin imamı netti

Tam bir gönül ile ellerini kaldırıp dua etti

 

Ya Rabbim! Kerbelanın esası hürmeti için

Peygamber evladının vaveyla sesi hürmeti için

 

Ali Ekber’in parça parça olan bedeni için

Yetim Kasım’ımın toy kınası hürmeti için

 

Kolu kesilen Kerbela bayraktarım Abbas için

Ali Asgarımın ok yarasının hürmeti için

 

Esir zeynebimin perişan ve mazlumiyeti için

Sakinenin başına bağladığı kara hürmeti için

 

Ey Allah’ım! Benim için bu günahkâr milleti bağışla

Muharrem ayında tutulan yas hürmetine bağışla

*

Gökten peygamberler ve velilerin yere indiği bu mahşer anında, hazreti peygamber imam Hüseyin’e bir bayrak verdi ve dedi ki: Bu sancak Ali’nin Hayber’i fethettiği zaman elinde tuttuğu sancaktır. Bu sancak Uhud gününde benim gölgesinde durduğum sancaktır, ey Hüseyin! Al bu sancağı bayraktarına ver, kavuşma zamanı yakındı. Ey Hüseyin sen de bizi daha fazla bekletme.

*

Sancağı gördüğü zaman o büyük sultan

Gözyaşı döküp ah çekti kalbinden bir an

 

Sancağın sahibi Abbas’ı hatırlayınca çok ağladı

Ey ceddim! Bugün olsaydın sen bu dünyada dedi

 

Hüseyin’inin yalnız kaldığı zamanda

Bu yaralı canında musibet olduğu zamanda

 

Bela çölünde olsaydın ev halkına bulaydın çare

Zülfikar’ı kahramanca vuraydın düşmana

 

O kalbi kederli Hüseyin dedikten sonra bu sözleri

Sancağı alıp öptü üzerine koydu dizleri

 

İmam Hüseyin o anda yardımcılarına dedi

İmam sancağı kim alacak eline dedi

 

Her kimin elinde olsa eğer bugün bu sancak

 

İki kolu Fırat kenarında kesilip kalacak

 

Bu sancağı götüren hançer ile doğranacak

Yaralı vücudu kumlarda ateşlenip yanacak

 

Bu sancağı götürenin elleri boyanır kızıl kana

Başı kesilip düşer toprak üzerinde meydana

 

Kim ki kesilmesine razı ise kolları

Bu sancağı alıp olsun Hüseyin’inin bayraktarı

 

İmam Hüseyin bu sözleri tamamlayınca

Kardeşi Abbas üç defa kapandı toprağa

 

Dedi ey Kerbela sultanı canım sana kurban

Kalbimde şüphe kalmadı silindi canım sana kurban

 

Emrin nedir buyur ey zamanın imamı bana

Ederim kurban iki kolumu da senin yoluna

 

İmam Hüseyin buyurdu ey Haşimilerin güneşi

Ali babamın oğlu imam evladı kardeşim

 

Bana vasiyet etti Allah’ın aslanı

Gerek bugün olasın Kerbela’nın bayraktarı

 

Al sancağı elimden ey insanların hayırlısı kardeşim Abbas

Adın konuldu Kerbela bayraktarı Abbas

 

Haydar’ın göz nuru Abbas aldı öptü sancağı

Taşıdığı için Hüseyin’e dua eder bayrağı

 

AŞURA GÜNÜNÜN OLAYLARI

Şöyle anlatılır ki aşura gününün evvelinde

Ağıt dosyasını açarlar bu şekilde

 

Kerbela sabahında kan gibi güneş doğdu

Dünyayı baştanbaşa nura boğdu

 

Saf saf dizildi dostlar o çölde

Kâfir düşman savaşa hazır o çölde

 

Düşman askerlerine verildi emir zalimden

Takmışlar bellerine birer hançeri kinden

 

Önünde birçok kâfir ok atıyorlar

Kerbela çölünde yerinden kalkıyorlar

 

O dini yoklar hazırlıklarını tamamladılar

Yağmur gibi yağdırdılar Ehl-i Beyt’e oklar

 

İmamı sevenler o zalim düşmana karşı hazır durdu

Kıyametin şefaatçisi Hüseyin bırakmadı durdurdu

 

Allah şahit olmuştur Hüseyin’in bu halini gördü

Hüseyin başına hemen peygamberin imamesini koydu

 

Kahramanca kendine süs verdi

Hızla Zülcenah atına bindi

 

Atını sürüp çıktı kâfirlerin karşısına

Söze başlayıp korku verdi düşman ordusuna

*

Dedi ben yeryüzünün nuruyum

Ben mescitlerin köşelerinin süsüyüm

 

Benim vücudum ile varlık âlemi duruyor

Benim varlığım iledir bütün dünya dönüyor

 

Ben olmasam dağılır bütün dünya tüm âlem

Ben olmasam başlayıp yazmazdı asla kalem

 

Ben olmasam gökler yerler ayakta duramazdı

Ben olmasam kul Allah’ına varamazdı

 

Ben doğru yolu gösterenim

Ben peygamberin vekiliyim

 

İzin vermesem bitkiler çıkamaz

Benden habersiz yaşam olmaz

 

Çeşmelere suyu ben veririm

Çiçeklere kokuyu ben veririm

 

Tanrı aslanı Ali’nin oğlu benim

Dünyada bugün imam benim

 

Dünyanın gayıp sırlarını ben bilirim

Tüm varlıklara kısmeti ben veririm

 

Dünyada bugün imam benim

Peygamberin öz torunu benim

 

Başımda peygamberin imamesi var

Gönlümde Ali-yül Murtaza’nın aşkı var

 

Ben Hüseyin’im bilmeyenler bilsinler

Beşiğimi melekler götürdüler

 

Tanrı benim sözlerime şahittir

İki gözlerime kum dolacaktır

 

Siz beni çağırdınız geldim

Sizleri yoldan çıkmış buldum

 

Canıma niçin kastedersiniz

Tanrıya niçin isyan edersiniz

 

Geliniz beni dinleyiniz dökmeyiniz kan

Rahat edemez imam kanını döken

 

Bırakınız beni geri döneyim

Dostlarımla varıp Hicaz’a ineyim

 

Yezit size önder olsun sizlerde ona ümmet

Aranızdan çıkayım yeter bana bu hürmet

*

Yezidi sevenler imam Hüseyin’i dinlemediler

Ali düşmanlığını bırakıp dönemediler

 

Kemanını gerdi Saad oğlu melun o anda

O imansız ve din düşmanı ok attı imama

 

İmam Hüseyin buyurdu ey cahil millet bakın bana

Ok atmayı bırakınız teker teker geliniz meydana

 

Dürüst olun mertçe döğüş olsun meydanda

Teker teker çıksınlar pehlivanlar meydana

*

Bakıp ne gördüm o çölde Mustafa ağlar

Yanında durup Necef sultanı Murtaza ağlar

 

Vücuduna kara giymiş imamesi elinde

Ciğerleri doğranan susuz Müçteba ağlar

 

Başında kara bir kadın Hüseyin’im deyip

Kadınların hayırlısı Fatıma gözyaşı döküp ağlar

 

Bakınca gördüm ki ceddim peygamber kederlidir

Başını aşığı salıp çok sızlayıp ağlar

*

Saad oğlu Ömer o zalim ve melun dedi

Ey dünyanın ünlü adamı haberdar ol dedi

 

Gerek dünyayı kan ile doldurayım

Ali oğlunu kalbi susuz öldüreyim

 

Melun Yezid’i bugün sevindireyim

Din yuvasını yıkıp harabe edeyim

 

Ey Hüseyin bu çölde gözyaşını sel edeyim

İşkence ile yetmiş iki kan edeyim

 

Gerek kadınların hayırlısı Fatıma’nın kalbini ateşleyeyim

Yezid’in yanında gerek alnımı ağ edeyim

*

Kahraman Hür bu sözlerden olunca haberdar

İbni Saad’a söyledi o pehlivan bayraktar

 

Bu Mustafa’nın iki gözünün nuru Hüseyin’dir ey İbni Saad

Ali’yel Murtaza’nın bahçesinin meyvesidir ey İbni Saad

 

Hamse’i Ali Aba Fatıma’nın göz nurudur

İnsanlara ve cinlere zamanın imamıdır ey İbni Saad

 

Çadırlarda o şanssız Zeynep’tir ağlayan

Hangi dinde bu zulümler yapılır ey İbni Saad

 

Günahsız kızlar ellerinde su kasesi susadım susadım derler

Yeryüzü bugün yas tutmaktadır ey İbni Saad

*

O zalim ve melun İbni Saad Hür’e söyledi

Sözlerinin hiçbiri bana kar eylemedi

 

Ey Hür! Ben hazreti Mustafa’dan geçmişim

Kevser havuzunun sahibi Ali’dan geçmişim

 

Din ve mezhepten kenarım iman ve ile işim yoktur

İslam’dan dönmüşüm kadınların hayırlısı Fatıma’dan geçmişim

 

Şan ve şeref aşıkıyım gönlüm hep makamdadır

Ahretten el çekip hesap gününden geçmişim

 

Hür işitip İbni Saad’ın dinden çıktığını bildi

Dört kişi ile İmamın çadırına doğru geldi

 

İki elleriyle başlarına avuçlayıp saçtılar toprak

Lisanı hal ile böyle seslendiler yüzleri oldu ak

 

Ey zamanın sultanı! Tövbe ediyorum tövbe

Peşiman oldum, tövbe ediyorum tövbe

 

Gözlerimin yaşı akıyor sığınağım yoktur

Günahım çoktur tövbe ediyorum tövbe

 

Ey Haydar’ın oğlu suçumu bağışla

Bu can bu kılıç tövbe ediyorum tövbe

 

Ey insanların hayırlısı canım olsun sana feda

Ey kahraman Abbas tövbe ediyorum tövbe

 

Ben perişanım dost ve yardımcım yoktur

Ey imam evladı Ekber tövbe ediyorum tövbe

 

Kalbim kan olmuştur bul derdime çare

Kapından kovma tövbe ediyorum tövbe

 

Suçum çoktur ricalarımı kabul eyle

Ey imam evladı Kasım tövbe ediyorum tövbe

 

Hür imam Hüseyin’in huzuruna varınca

Kendisini bağışlatmak için düştü yere toprağa

 

O ünlü Hür iki eliyle vurdu başına ağladı

Ey insanların ve cinlerin imamı dönüp söyledi

 

Gül yüzüne bakmak için yüzüm yoktur

Yüzüm karadır kapında suçum pek çoktur

 

Gel ey güzel imam benim suçumu bağışlayın

Ben senin kapına suç ile gelip vardım

 

İmam Hüseyin buyurdu ey Hür çok üzülme

Bu kapıda hiç kimse üzülmez sen üzülme

 

Seni bağışlarım ey arap mülkünün sultanı

Ama bir şart ile ki evvel bağışlasın Zeynep seni

 

Hür Ali Ekberi yanına alıp çadırdan dışarı çıktı

Zeyneb’in kapısına varıp durdu ağladı baktı

 

Ne gördü Zeynep dert rüzgârı gelir

Çadırın kapısından ağıt sesi gelir

 

Acaba bu ağlayanlar kimdir ey oğul

Sızlayıp da ağlayanlar kimdi ey oğul

 

Geliyor senin kapına rica etmek için bir kahraman var

Günahı çoktur peşiman olmuştur suç var

 

Kederli Zeynep bu durumdan haberdar olan

Hür’e buyurdu ey Allah dostunun yardımına gelen

 

Ey kahraman Hür! Nasıl bağışlayayım seni

Aziz idim bela rüzgârıyla zelil ettin beni

 

Nasıl bağışlayayım oysa yolumu sen tuttun

Allah aslanı Ali’nin ev halkını o çölde sen korkuttun

 

Kıyamet gününün hatunu bu sözleri deyince

Hür başına vaveyla ile vuruyor ilk önce

*

Ali Ekber bu durumu görünce Zeynep’e yalvarıp dedi ki: Bu Hür kendi vatanında garip kalmıştır, şimdi bizlere misafirdir.

Yabancı değil benim amcamın kardeşidir. Onu bağışlamazsan ben de başımı alır giderim. Zeynep bu sözleri duyunca Ali Ekberi kucaklayıp Hür’ü bağışladı.

Zeynep ordan Sakine’nin çadırına gidip ona da Hür’ün suçunu bağışlattılar.

Hür ondan doğru hemen İmam Hüseyin’in huzuruna gelip dedi ki:

 

Benim suçlarımı bağışlayınca beni sevindirdin

İlk önce Kerbela da biz savaşalım izin verin

 

Ey yeryüzünün sultanı sana kurban olayım

İzin ver bir oğul iki kardeş savaşa varayım

 

Nasıl ki Sedabe çölünde sana zulm ile yaklaştım

Gerek bugün de evvelce kurbanın ben olayım

*

İmam Hüseyin Hür’e önce savaş izni verdi. Hür atına binip kahramanca Kerbela meydanına çıktı. Savaş meydanında kendini tanıtmak amacıyla bu sözleri düşmanlara seslenerek söyledi: Ben Hür denen aslanım. Aslanlar benim yanımda tirtir titrerler. Arap kahramanları benim kılıcımın korkusundan deliklere saklanırlar.

Yiğitlik mülkünün sultanıyım. Kılıcımın kanından Kerbela sulara gömülecektir. Ölürsem yerim cennettir, yaralanırsam da gaziyim. Ali evladının aşkı için can ve malımdan geçmişim, kim kanına susamışsa benim karşıma o çıksın.

*

Hür girdi meydana savaştı pek kahramanca

Kime hücum eylese idi kaçardı bir tarafa

 

Bela yıldırımı gibi ateş saldı dünyaya

Kime kılıç vurduysa düşürürdü toprağa

 

Bölükleri dağıttı safları parçaladı

Düşman kanını deniz gibi Kerbelâ’da akıttı

 

Hür meydanda aslanlar gibi dönerdi

Dört taraftan üzerine üşüştü düşman askeri

 

Kimi kılıç vurdu kimi okunu sapladı

Gözlerinden akan kan her tarafı kapladı

 

Yaralı canı kanlı gözü baktı sola sağa

Dahi gücü kuvveti kalmayıp yıkıldı Hür toprağa

*

Hür, toprağa düşünce başını hazreti İmam Hüseyin’in, çadırına taraf çevirip “Ya Hüseyin benden razı mısın?” diye seslendi.

Hazreti imam Hüseyin, Hür’ün sesini duyunca, kalbi kan ağladı, Zülcenah atına binip düşman askerinin arasına daldı. Hür’ün yanına varıp, kanlı gözlerini Hür açtı, başını imamın mübarek dizi üzerine koydu.

Hür, imam Hüseyin’i görünce, gözlerini aralayıp, şükür bu günüme ya Hüseyin senin dizinde can veriyorum, artık utanmadan kurtuldum dedi.

İmam Hüseyin “Ya Hür ben senden razıyım, Allah’ta senden razı olsun” dedi. Hür gülerek canını teslim etti.

*

HAZRETİ ABBAS’IN AYRILIK TOPLANTISI

Bizlere olan zulm nedir rüzgârı vaveyla

Ki ettin beni bu çölde zelil vaveyla

 

Bütün vefalı dostlarımı elimden aldın

Yaralı canıma vaveyla derdini saldın vaveyla

 

Bu çölde yedi kardeşimi susuz doğradılar

Hepsini memleketinden ayırıp kan ile boyadılar vaveyla

 

Cenazelerini defnetmeme engel oldular

Gusülsüz ve mezarsız kaldılar vaveyla

 

Yaşları kana dönen gözlerim kaldı hasret

Gözlerim bakar o yana bu yana bekler vaveyla

 

Gurbet memleket içinde tek ve yalnızım

Kırıldı kalmadı hiçbir dostum vaveyla

 

Bu sözleri buyurdu imam Hüseyin meydanda

Herkes çadırdan çıkıp durdu bir yanda

 

Biri derdi garip ve yalnız kardeş vay

Biri derdi zulm ile şehid olan kardeş vay

 

Biri derdi gülleri solan efendim vay

Biri derdi sırtı kamburlaşan efendim vay

 

Allah aslanı Ali’nin ev halkı hepsi batmıştır yasa

Dikkat ile bakarlar idi canları Abbas’a

 

Ali’nin kahraman oğlu vefalı Abbas

Düştü toprağa biraz eğildi Abbas

 

Susuz imam Hüseyin görünce kardeşi Abbas’ı

Ağlayıp sızlayıp dökerdi gözlerinden yaşı

 

O kıymetli imam Hüseyin Necef’e bakar idi

Sanki yüksek bir ses ile yürekler yakar idi

 

Bu dertli çölde baba derdimin çaresine bak

Zulm ile dağılan güzel yuvama noldu bak

 

Kolları kesilmeğe hazır olan bayraktarım

Arkasına başı açık kimsesiz ev halkıma bak

*

Abbas üç defa hazreti imam Hüseyin’in önünde eğilip dedi ki: Ya Hüseyin! Kerbela çölü eşe dosta, hısıma akrabaya ve sevenlere mezar oluyor. Kalbinde Ali sevgisi olanlar birer birer çıkıp şehit oluyorlar, senin uğruna canlarını veriyorlar. Ben onların en korkağı değilim, bana da izin ver, savaş meydanına çıkıp düşman canı alayım, düşman başlarını sonbahar yaprakları gibi yerlere dökeyim. Ali yoluna bende canımı feda edeyim. Hazreti imam Hüseyin, kardeşi Abbas’a bir baktı, gözlerinden yaş yerine kan akıttı.

Benim kalbimin parçası kardeşim dedi: Ben sağ kaldıkça sana savaşa gitmene izin vermem, sen sancağını benim başım üzerinde dalgalandırdıkça, ben babam Ali’nin ölmediğini sanıyorum. Tam bu sırada Sakine’nin çadırında bir ses yükseldi:

 

Bu yer ne dert ve bela yeridir ey Müslümanlar

Canlara ateş düşüp yanıyor ey Müslümanlar

 

İçmek için bulunmuyor bu kederli çölde su

Fırat kana mı dönmüştür ey Müslümanlar

 

Dudağıma günlerdir su değmedi ölüyorum

Susuzluk beni ağlar etti ey Müslümanlar

 

Kalbim kebap oldu amcam Abbas nerdedir

Bana bir yudum su getire ey Müslümanlar

*

Abbas bu ağıt sesini duyunca yerden bir avuç toprak alıp başına saçtı.

Ya Hüseyin bu ağıt sesine can dayanmaz, bana musaade ver gideyim dedi. Hazreti İmam Hüseyin haydi aslan kardeşim sana izin verdim, git bu kalbi susuzluktan kavrulmuşlara Fırat’tan su getir dedi.

Abbas çadırına dönüp silahlarını kuşandı, sancağı omzuna alıp kapıdan dışarı çıktı ki yeni doğmuş bir ay gibi buluttan doğmuş sanki. Kerbela çölü hazreti Abbas’ın yüzünün nuruyla kapsandı.

Abbas sancağı getirip Ali Ekber’e teslim etti, Ali Ekber ben de seninle geleceğim, sancağı almam dedi.

Ali Ekber’den Kasım’a döndü, Kasım bende seninle geleceğim sancağı almam dedi. O zaman Abbas yüzünü babası Ali’yel-Murtaza’ya çevirip dedi ki:

*

Necefe yüzünü dönüp kalbinden çekti ah

Lisanı hal ile dedi Ya Ali veliyullah

 

İşim zorlandı ey sancak sahibi baba gel

Bu çölde iki kollarım kesilir baba gel

 

Herhalde oğlun Hüseyin sancaksız kaldı yetiş

Zalim millet O’nun etrafını sarmışlardır baba gel

 

Bu çölde elimden sancağı alan yoktur

Ölümüm yaklaşmıştır şehid olmam gerek baba gel

 

Bütün insanların imamı Hüseyin bu sözleri duyuncak

Dedi ey kardeş sen ölünce lazım değildir sancak

 

O iki kardeş ağlaşıyorlardı mahsum, mahsum

Gördüler bir tarafta bela çeken o Gülsüm

 

Gözlerinde kanlı yaşı saçıp ağlamaya başladı

Başı karalı bacın sana kurban dedi ağladı

 

Değil mi sen bizleri saldın dert ve belaya

Siz durunuz ben sahip olurum sancağa

 

Dertli olma hem kalbin olmasın perişan

Senin yerine ben sancağı saklarım kurban

*

HAZRETİ ABBAS’IN ŞEHADETİ

Zamanının zulm kapılarını açtılar

Musibet için felek gayretini geçtiler

 

Peygamberlere dert ve bela bölünmüştür

Önce Âdem’e Habil’in ayrılığı verilmiştir

 

Nuh için dünyada Tufan binası atılmıştır

Sayısızca dert ve kederi Nuh görmüştür

 

Eyyub’u sabr derdi ile imtihan ettiler

Zamanında pek çok zorluklar çektiler

 

Balık karnı Yunus için tayin olunmuştur

Aşk için miraç evi tayin olunmuştur

 

Nemrud’un ateşi İbrahim Halil’e bela gelmiştir

Sonunda ateş İbrahim’e gül bahçesi olmuştur

 

Yakub kırk yıl ah Yusuf deyip ağladı

Yusuf’un ayrılığı Yakub’un yüreğini dağladı

*

Yahya’nın başını bela testinin içinde kestiler

Mübarek vücudunu hançer ile parça parça kestiler

 

O zalim millet İsa’yı çarmıha çektiler

Her zaman başına yüz bin siyaset verdiler

 

Muhammed peygamberin bir bir dişini kırdılar

Kureyş milletinin düşmanlığını apaçık gördüler

 

Mescitte Ali’nin başına kılıç vurdular

Kızıl kana o müminlerin amiri Ali’yi boyadılar

*

Abbas, atına binmiş, sancağı teslim etmiş, hazreti imam Hüseyin’le Allah ısmarladık deyip dostlarından ayrıldı.

*

O zaman ki Kerbela sultanından ayrıldı

Beli kemendine girdi beladan ayrıldı

 

Din düzeni bozulup hükümler değişti

Allah huzurunda belaya müptela olandan ayrıldı

 

Sandılar ki Ali’yel Murtaza geldi dünyaya

Kâfirleri öldürmek için Mustafa’dan ayrıldı

 

Dünya üzerinde melekler şaşırdılar

Bu kimdir Ehl-i Beyt’i peygamberden ayrıldı

 

Sakine ardından bakıp dedi amcam gitti

Beni kara güne bırakıp vefasızca ayrıldı

 

Atam elleri koynunda kalmıştır gözleri yaşlı

Vefalı kardeş o kimsesizlerden ayrıldı

 

Kesin biliyorum bu gitmek ile dönmez geri

Tam bir üzüntü ile yuvasından ayrıldı

 

Daima KUMRU gibi ağlayıp sızlardı

O imamın gül bahçesinin efendisi bizlerden ayrıldı

 

Abbas atına binince, görenler atın üzerinde bir dağ parçası yürüyor zannederdi. Düşman saflarının arasına geldi. Savaş meydanında kendini tanıtmak amacıyla bu sözleri söyledi:

“Ey zalim millet! Ben insanların efendisiyim. Haydar-ı Kerrar Ali’nin yardımcısı benim. Ben Kur’an da ki ayetlerin isbatı, Ali Abanın şahidiyim. Cömertlik denizinde ben ata burcunun ay ve güneşiyim. Dünyayı aydınlatan güneşin nuru benden parlaklığını alır. Kahramanlığımın bir dağdan bir dağa şöhreti vardır.

Düşmana bela şimşeğiyim, ben kâfirlerin katiliyim.

Bin tane Utarid yıldızı bir araya gelse benim hünerlerimi yazamaz. Tanıyınız o sancaktar Abbas benim. Canıma bin hançerinizi şimdiden kabul etmişim. Hüseyin’in yolunda canını ve başını vermeğe hazır benim.

Ey imamlarını öldüren zalim ümmet tanıyınız, ben o imamın kapısında bir aciz kulum.”

*

Abbas seslendi ey zalim ve melun millet

Kesin bildim ki sizlerde yoktur ar ve gayret

 

Kim benimle savaşmağa ederse cüret

Bir kılıç ile onun yedi ceddine lânet

 

Kılıcını çekip düşman safı içine daldı

Sanırsın bir alıcı kuş hücum etti can aldı

 

Peş peşe Haydar-ı Kerrar’ın sesiyle seslendi

Kuşlar gibi karıştırdı safları inletti

 

Elinde çıplak kılıcını her tarafa salladı

Zalimlere kaçış yolu bırakmazdı kırardı

 

Her kime eğer düşmanca vursaydı

Çeşmeler gibi kan coşturup akardı

 

Bedenlerini kızıl kanlara boyardı

Balık gibi apaçık kan içinde yüzerlerdi

*

Dev gibi gövdeler düşerlerdi toprağa

Sonbahar rüzgârı gibi konmuştur toprağa

 

Necef sultanı imam oğlu o kahraman Abbas

Pehlivanları zelil ve perişan ederdi Abbas

 

Keserdi düşman başlarını cam keser gibi

Ağaçtan birer birer elmalar düşer gibi

 

Her baş toprağa düşünce seslere bak

Abbas der idi gel Hüseyin bunlara bak

 

İmam Abbas’ın sesini duyunca döndü

O’nun aslanlar gibi savaştığını gördü

 

Dedi ey Haşim oğullarının ay ve güneşi kurban koluna

Kardeşim babam Ali’nin bedeli imam oğluna

 

İmam Hüseyin’in sesi Abbas’ın kulağına gelince

Gözleri kızarıp nefesi kesildi duyunca

 

Sanki Abbas’a yeniden kan ve can geldi

Düşman safları içine sanki bir aslan geldi

 

Elinde kılıcını parlatmıştır şimşek gibi

Kâfirlerden kalbindeki hıncını alır idi

 

Saflar çözülüp önünden başladılar kaçmağa

Kimsede kuvvet yok idi ağız açmağa

 

Her birisi öz canının derdine düştü

Kâfirler başını alıp birer tarafa kaçtı

 

O yılan İbni Saad onların şaştı kaçmalarına

Dedi ki vaveyla kaçarsınız çıktı karşılarına

 

Yezidin yedirdiği aşa ekmeğe, emeğe yazık

Sizlere kıymet verip tutup bakmağa yazık

 

Bu bir kişidir ey sabırsızlar

Binlerce insan kaçar mı ey cansızlar

 

Siz kenara çekilin ona ben varacağım

Bir kılıçta canını çekip ben alacağım

 

Bu sözleri tamamlayıp atını sürdü ileri

Seyretmek için toplandı kâfirlerin büyükleri

*

Abbas yılanı gördü bildi ünlü bir pehlivan

Yüzünü imama çevirip niyaz etti hemen

 

Dedi gör Ya! Hüseyin şimdi sen Kardaşını

Kızıl kana çevirecek düşmanların Leşini

 

O anda seslendi yılan. Abbas’a bin laf etti

Ne kadar arkadaşım senin elinde can verdi

 

Bugün tamamının intikamını senden alırım

Seni şehit edip dünyaya ateş salırım

 

İlk önce senin canını tamam edip alırım

Ali evlatlarının hepsini katliam ederim

 

Abbas celallendi kılıcını çekti kından bir ansız

Dedi elini oynat dilini tut ey vicdansız

 

Pehlivanlar kılıç ile savaşırlar

Ancak kadınlar söylenti yaparlar

 

Düşman sinirlenerek nizesini çekti

Abbas’a taraf bazusunu zorlayıp nizesini attı

 

Abbas elini uzattı sinek tutar gibi

Nizeyi uzaklaştırdı kâğıt atar gibi

 

Üzengi üzerinden durup aldı gürzünü

Kâfire taraf sallayıp aldı intikamını

 

Kâfir kendini zor çekti kenara

Gürz ata değip yıktı kenara

 

Yaya kaldı kâfir başladı kaçmağa

Kâfir kendi askerine taraf el açmağa

 

Yardım ediniz ey Yezid evlatları ben bittim

Yardım zamanıdır gelmezseniz ben yittim

 

Düşman atını mahmuzlayınca Abbas yine

Vardı arkasından aman vermedi gide

 

Yüksek bir sesiyle Allahu Ekber söyledi

Nişan aldı kâfirin boğazının artasını şişledi

 

Kılıcını çekip düşmanın ensesine vurdu

Zalimden sel gibi kan çıkıp yürürdü

 

O anda yıkıldı yere kesildi nefesi

Canı çıktı cehenneme verildi sesi

*

Abbas çevirdi atını Fırat tarafından

Sakinenin su su sesi gitmedi kulağından

 

Fırat’a ulaşmak için o Tanrının aslanı

Saçardı ırmak gibi etrafa kızıl kanı

 

Karşısına çıkanları birer birer doğrardı

Sonunda atını sürüp Fırat suyuna vardı

 

Sıcaktan dili şişmiş dudakları kızıl kan

Fırat’ın serin suyu akar önünden her an

 

Bir avuç su alıp içmek geçti o an gönlünden

Avuçladı suyu daha sonra utandı avucundan

 

Sakinenin susuzluktan yanar iken vücutta canı

Hüseyin’in hararetten kesilmiş damarında kanı

 

Burada su içersem eğer bana haram olsun

Gözüm, ağzım sıcaktan ister ise kan dolsun

*

Suyu avcundan döküp doldurdu testisini!

Bir elinde sancak bir elinde su testisi

Atına binip geri döndü su içmeden kendisi

 

Bir an önce çadırlara dönmek için can katardı canına

Atını sürüp yeniden geldi kâfirlerin safına

 

Kılıcı eline alıp vuruyordu döne döne

Yirmi bin kâfiri gönderdi cehenneme

 

Şamlıların ve Kufelilerin saflarını dağıttı

Yüzünü imama taraf dönderip sürdü atı

 

Bir imansız yol kenarına gizlenmiş idi

Abbas’ı arkadan vurmak için fırsat arardı

 

O imansız Abbas’ı görünce kılıcını kaldırdı

Abbas’ın sağ kolunu vurup kökünden kırdı

 

Kol omuzdan aşağı kesilip yere düştü

Müminlerin canına bin bir velvele düştü

 

O an ey vah ki Abbas çekti derinden bir ah

Dedi kesildi kolum ne edeyim ey Allah

 

Hemen sancağı aldı sol eline sağından

Koymadı yere düşsün testisi kucağından

 

Bu defa da kılıcını çekti Nevfal ibni Azrak

O zalim Abbas’a doğru fırlattı bir mızrak

 

O hayasız uzaktan fırsatı eline aldı

Kılıcı sallayıp sol kolunu yere saldı

 

İki kolundan da mahrum olunca ah eyledi

Abbas’ın ağıt sesleri yeri, gökleri deldi

 

Elindeki sancağı terk etmeğe utandı

Terk etmezdi sancağı dişleri ile tutardı

 

O anda bir zalim uzaktan bir ok attı

Abbas’ın testisi kırıldı Fırat’ın suyu aktı

 

Kana dönen su yere dökülüp sebil oldu

Abbas efendimin gücü kalmadı zelil oldu

 

Vücudu yaralı Abbas o zavallı ve garip

Kerbela öksüzlerine su olmayacak nasip

 

Düşman askeri Abbas’ı araya alıyorlardı

Başını kesmek için ok kılıç vuruyorlardı

 

Kanlar yere akınca Abbas derdi ya Allah

Sakine’den utanıyorum al canımı ey Allah

 

O vefalı mazlum Abbas’ı yere yıktılar

Muhammed peygamberin kalbini yere yıktılar

 

Din bahçesinde üzüntü rüzgârı esti Şam’dan

Haydar-ı Kerrar Ali’nin bülbülünü yere yıktılar

 

Allah aslanı Ali’nin belini kamburlaştırdılar

Elinde kanlı sancak sancaktarı yıktılar

 

Susuzlara su getirirken atından düştü Abbas

Çadıra yüz çevirip seslendi dedi ey kardeş

 

Ey vefalı dost gücüm kalmadı gelem sensiz

Konca gül benzeri gönlüm kan oldu sensiz

 

Yüz bin atlı etrafımı sarmıştır ben yalnızım

Sineme ok kılıç vuruyorlar yalnızım sensiz

 

 Susuzlara su vermek için Fırat’a gittim

Kendim su içmedim ey susuz sultanım sensiz

 

Kolum tuttukça sancağı yere asla koymadım

Bu millet bil bana acımadılar sensiz

 

Gücüm yoktur vücudumu ayaklar altında ezerler

Kufe milleti beni aldılar araya sensiz

 

Ecel gelmiş gözüme son olmasını beklerim

Gözlerim yolunda kaldı çıkmadı bu can sensiz

 

İki kolunu açıp beni kucaklamadan

Kıyamete kadar durmaz ağlarım sensiz

 

Uygun olmaz kuru yerlerde ömrümün sonunda

Kalbi kederli olup ağlayıp sızlayayım sensiz

*

HAZRETİ İMAM HASAN’IN OĞLU KASIM’IN AYRILIĞI

Hazreti İmam Ali’nin oğlu Hazreti Abbas’ın ölümünden sonra Kerbela garipleri kan ağladılar. Kadınlar saçlarını yolup başlarına vuruyorlardı, erkekler çadırların önünde Abbas’ın intikamını almak için yemin ettiler. Hazreti İmam Hüseyin her çadırların arasında

Garip garip gezer, hem kendi kendine şöyle söylerdi:

*

Kerbela’da işim zordur ey Allah’ım

Belalı başım bin belada kaldı ey Allah’ım

 

Yardım et bu millet bu duruma saldı beni

İşim sızlamak ağlamaktır derdim çok ey Allah’ım

 

Elimden aldılar dost ve arkadaşlarımı

Beni yardımcısız koydular bu çölde ey Allah’ım

 

Abbas’ın intikamını alan kimse kalmadı

Bu belada bana gel yardım et ey Allah’ım

 

Kendim memleketim garip düşman çok yardımcı yok

Kimsesizim yardımıma gelen yoktur ey Allah’ım

 

Zeynep bana bakıp gözlerinin yaşını döker

Benim üzüntüm o şanssızı üzüyor ey Allah’ım

 

Ey kaş başımdan belayı uzaklaştıran olaydı

Başımı oklar üzerinde görünce ey Allah’ım

*

Hazreti İmam Hüseyin’in bu acılı sözleri Kasım’a çok tesir etti, çadırdan dışarı çıktı, gelip imama saygı ile selam verdi.

 

İmam Selamını aldı. Kasım dedi ki:

Budur huzurunuza söylüyorum ey Kâbenin sultanı

Başın sağ olsun sancakların göçtü yas tuttu dünyayı

 

İkinci sözüm ey susuz İmam bak ki ne olacak

Ali Ekber gençlerin gözlerini yaşlı koyacak

 

Gerek ruhuna canımı feda edeyim ey amca!

Bu yetim Kasım için savaş emri ver ey amca!

 

Bu sözleri duyunca çok ağladı imam Hüseyin

Ayrılık ağıtıyla kalbini dağladı imam Hüseyin

 

O genç Kasıma çok ağladı bağrına bastı

Buyurdu ey dert ile dolan kalbimin dostu

 

Ey kardeşimin hatırası amcan sana feda

Senin ayrılığını göstermesin Allah bana

 

Yaralı kalbime bu sözler ile dert vurayım

Kalbinde her ne sözün var ise söyle duyayım

 

Kasım dedi ey amca! Kurban gözyaşına ağlama

Ey amca! Ben kimsesizi dert ateşi ile dağlama

 

Cennette gencecik Ali Ekber yolumu bekler

Ey amca! Allah rızası için yolunu bağlama

 

İzin isteme oğul seni savaşa göndermem

Saçlarını kızıl kana boyarlar göndermem

*

Hazreti İmam Hüseyin Kasıma savaşmak için izin vermedi. Kasım annesinin çadırına döndü, iki gözü iki çeşme gibi ağlamaya başladı. Annesi sordu, Kasım: ey anne! İmam beni adam yerine koyup savaşmak için izin vermedi, can kardeşlerim kanlarını verirken benim çadırda oturmam ağırıma gidiyor, bu sebeple ağlıyorum.

Kasım’ın annesi, ey oğlum dedi baban İmam Hasan son anında senin koluna bir bazubent bağlamıştı, açalım bakalım içinde ne yazıyor, ona göre hareket edersin. Bazubenti açtılar, İmam Hasan kendi eliyle şöyle yazmıştır:

*

Kerbi belâ çölünde kan taşınca oğlum

Kufe milleti zulm kılıcını çekince oğlum

 

Kardeşim elleri koynunda kalınca yalnız

Hüseyin’den beni utandırma sen ey oğlum

 

Kardeşime uğrayıp yalvar ayaklarına kapan

Yaralı sineni hançerlere nişan et ey oğlum

 

Ben senin atanım ister isen razı olayım senden

Gerek susuz can veresin hasret ile oğlum

 

Can verince başını dizimin üzerine alayım

Hasan’ın nişanesisin korkma gencecik oğlum

 

Kasım babasının bağladığı bazubendin içinde ki Mektubu alıp imam Hüseyin’in huzuruna vardı, mektubu çıkarıp gösterdi. İmam okuyup içindekileri anladı, öptü, Kur’an ayeti gibi başının üzerine koydu. O kadar ağladı ki göz yaşları kumların üzerinde ince bir yol bıraktı.

Hazreti imam Hüseyin kardeşi oğlu Kasım’a buyurdu ki, ey yavrum kardeşim İmam Hasan bana da ayrı vasiyet etti. Bu çölde ben senin toyunu düğününü tutacağım, baban da gelip mübarek olsun diyecek.

Şimdi şansı kara Kızım Fatımayı sana nikâh edip o vasiyeti yerine getireceğim. Kasım utancından kızardı, yüzünde damla damla ter toplandı.

Daha sonra zamanın imamı İmam Hüseyin kız kardeşi Zeyneb’e varıp söyledi:

*

Sohbete bağlayıp söyledi dedi hazır ol

Ey kıymetli bacım bu gün kardeşin Hüseyin’in elçisi ol

 

Benden o Fatıma kızıma varıp söyle selam

O’nu Kasım’a verip vasiyeti eyleyem tamam

 

O’nu vermek isterim imam oğlu Kasım’a

Fatıma kızımın fikrini sor bunun için geldim sana

 

Zeynep zamanın imamının sözüne baktı hemen

Vardı Fatıma’nın çadırına kayb etmedi zaman

 

Gördü ki Fatıma kurmuş ağıt seslerini

Ağlar önüne koymuştur Ekberin elbiselerini

 

Toy elbisesi boyuna biçilmeyen kardeş vay

Eline yakılmayan toy kınası kardeş vay

 

Kuru yerlerde susuz doğranıp kefensiz yatan

Kalbinin tamamı hançerle doğranan kardeş vay

 

Zeynep söyledi sana selam buyurdu sultanı Necef

Seni gelin etmek istiyor Kasım’ı damad

 

Ey Zeynep toy adını söyleme benim başıma küller

Boyanacaktır kanına toy görmeğen Ali Ekber

 

Dünyada toy evi olanlara düğün yakışır

Safa görüp dertli olmayanlara yakışır

 

Eğer toy sözünü kabul edersem kayıtsız şartsız

Dünyada ki kızlar benim adımı koyarlar arsız

 

Zeynep sohbete bağlayıp dedi kızım emir bu

Zamanın imamı böyle yön görmüştür olur bu

 

Çünkü bu şekil istemiştir imamı Hasan

Çare yok gerek Emire itaat olsun

*

Sözünü kabul ederim her ne kadar derdim var

Bu şart ile ki babamdan bir temennim var

 

Bu toya gelen bohçalar gerek kara olsun

Benim gelin otağım bir yas odası olsun

 

Elimin ayağımın kınası kızıl kan olsun

Ali Ekberin gömleği benim duvağım olsun

 

Kasım’ın tarafından imam her vekil olsun

Bu toyda lazım olan işlere kefil olsun

 

Oğul annesi ile kız annesi başlarını açsınlar

Başıma cevher yerine göz yaşlarını saçsınlar

 

Zeynep Fatıma’dan izin alınca ağladı

Gelip zamanın imamının huzuruna söyledi

 

Müslümanların imamı buyurdu ey göz nuru bacı

Her ne kadar zamana beni zelil etmiştir bacı

 

Benim en güzel arzum bu fani dünyada

Durmayınız düğün hazırlıklarını başlayın yapmağa

 

Ali evlatlarının hepsi başlarına kara atsınlar

Kim kırmızı giymezse razı olmam giysinler

 

Eğer asker kırılıp boyansa kana Abbas

Oğul babası benim tutmayınız Ekberime yas

 

Kadınlara söyleyiniz kara bağlamasınlar

Bu gün genç oğluma toydur sakın ağlamasınlar

 

O anda telaşlanmıştır Ehl-i Beyt’i sevenlerin hepsi

Her an ağlaya ağlaya hazırlanmışlardır hepsi

 

Hazırlık tamamlanınca gözyaşları kurudu

Kız ve oğlan vekili imam çıkıp yürüdü

 

İmame ile bir güzel ziver verdi Kasım’a

Attı o insanların ve cinlerin imamı Eba’yı sırtına

 

Elbise ile imame o damadı zinetledi

Tüm peygamberler tebrik eyledi

 

Hidayet ve nur imamı o ikisine de vekil oldu

Peygamber buyruğunca nikâhlarını kıydı

 

Dost nikâh kıydı temiz isim ile gökteki aya

Ayın elini güne verdi günün elini aya

 

Bu manzara kimsede güç kuvvet koymadı

Dostların tümü tutamadılar gözyaşını ağladı

 

Fatıma dertlenip ağlamaya başladı

Sanki Lisan-ı Hal ile ey amcam oğlu diye söyledi

 

Üzülürüm eğer amca oğlu canına kurban olmasam

Derdine ortak olup derdinin ilacı olmasam

 

Çok ağlama kızardı bu nur gözlerin

Engel değil idim ağlar aşıkın olmasam

 

Kendi isteğim ile aşk pazarına girmezdim

Parlayan nuruna öten sesine muhtaç olmasam

 

Bu sözler ok gibi değdi kederli Kasım’ı etkiledi

Kasım cevap olarak ey Şam esiri Fatıma dedi

 

Canım ateş ile alevlenirdi sana feda olmasam

Gözüm kanlı yaş dökmezdi hayranın olmasam

 

Benim derdim çaresiz dertti ağlarım

Bela içinde kalmışım çare yok ayrılmasam

*

Fatıma ile Kasım böyle konuşurlarken

Savaşmak için Kufelilerden ses geldi birden

 

O yuvası yıkılan yerinden ayağa kalktı

O nişanlısına hasreti ile gözü kan baktı

 

Dedi otağına geldim beş dakika oturdum

Bu kadar zevk ve safa yetmez mi hoşça kal

 

Derdimi söyleyip konuşmaya fırsat olmadı

Derdim kalbimde kaldı söyleyemedim hoşça kal

 

Kendi elimde değil felek ayırdı beni

Amcam oğlu vefasız oldu söyleme hoşça kal

 

Bahtı kara ağlar Fatıma duyunca bu sözü

Ey şansımı dertlere ortak edip yakan özü

 

Ayrılık zamanı değil gel derdimi artıma

Ömrümün baharında açan gülü soldurma

*

Ben nasıl gelinim sende nasıl damad

Düğünümüz oldu ne güzel aldık murad

 

Bu nasıl düğündür damad tutmadı gelinin elin

Olur mu benim gibi şansı karalı gelin

 

Zamana da ettin şansı kara beni

Acaba bu kanlı gözler görür mü dahi seni

 

Düşman tarafından bir daha savaş çağrısı geldi

Kasım nişanlısından ayrılıp imama dua eyledi

 

Vefa bahçesinin gülü Kasım ayağa kalktı

Nişanlısı Fatıma’dan vaveyla ile ayrıldı çıktı

 

Kasım nişanlısını bırakıp gözlerden ayrıldı

Gören der idi acaba can ciğerden mi ayrıldı

 

Kasım vardı imamın huzuruna eğildi

Dert ve keder Kerbela toprağına ekildi

 

Teker teker helalleşip Kasım dedi hoşça kal

Kanlar içinde can veren Abbas’ım hoşça kal

 

Ey toyumda gözyaşı dökenler hoşça kalın

Dert ve keder ile sinesi parçalananlar hoşça kalın

 

Çadırlarda durmayınız elden gider damadınız

Fani dünyada işleri tamam olanlar hoşça kalın

 

Ey oğul muradını almadan ölen annem

Evi barkı zulm ile yıkılanlar hoşça kalın

 

Ellerime kına yakmam toyumda mümkün olmadı

Kanım ile elleri boyalananlar hoşça kalın

 

İşittiler bu sözü dostlar ağlaştılar

Elbiseleri soyunup karalar bağlaştılar

 

Biri yüzünden öperdi biri kucaklardı

Biri kenara durup hasret ile ağlardı

 

Kasım dönüp annesinin ellerinden öptü

Dertli gamlı söyleyen dillerinden öptü

 

Ey toyumda başına karalar saran anne

Derdime kederime ortak olan anne

 

Gel nolur gencecik oğlun gidiyor bağrına bas

Ey Kerbela çölünde oğulsuz kalan anne

*

Annesi Kasım’a gözyaşları ile cevap verdi:

*

Gel ey bu çölde taze damad olan oğul

Toy odası zamana da harabe olan oğul

 

Şansı kara annen kurban olaydı bu dillere

Ey Kerbela da hasretli ölen oğul

 

O gül bahçesinin bülbülü sarıldı annesi ile

Dedi ki ey dünyada bin belayla karşılaşan anne

 

Benim başı karalı bir amcam kızı kaldı

Sana emanet söyleyecek sözleri kaldı

 

Seriye dedi ey zamanının imamının oğlu güzel can

Ne ayrılır sözüdür bu annen sana kurban

 

Bugün benim başıma felek dökecek toprak

Kesin biliyorum bu savaştan dönmeyeceksin sağ

 

Kalbinde gizli saklı olan derdini söyle

Vasiyetin eğer var ise gel bana söyle

 

Kasım dedi budur vasiyetim benim canım anne

Arzusuna ulaşmayan gelinin emanet olsun sana

 

Bu arzusuna ulaşmayan oğlun keserse senden elini

Emanettir sana ayırma gözünden taze gelini

 

İkisinden de ayrıldı taze damat Kasım

Niyet etti ki giysin savaş elbisesin

 

Kasım kendi çadırına döndü, düğün elbiselerini çıkarıp savaş elbiselerini giydi.

Damatlığa nasıl yakıştıysa yiğitliği de öyle yakıştı. Kılıcını eline alıp çadırın kapısına çıktı, gördü ki hazreti imam Hüseyin atına binmiş Kasım’ı bekler. Elini öptü, imam Kasım’a bir beyaz kefen giydirdi, başına kendi imamesini koydu.

Dua ile atına bindirip, arkasından iki gözleri kan gibi yaş akıttı. Kasım atın üzerinde çadırdan ayrılıp, düşmana taraf giderken gördü ki yolun kenarında taze gelin Fatıma yolunu bekler.

Kasım sordu:

*

Kasım görünce o şansı ve günleri kara olanı

Sordu ey kalbimin parçası taze gelini

 

Niçin ömrünün baharında dertli gözükürsün

Bu yolun kenarında durmuş karaya bürünürsün

 

Bırak gideyim buradan ölen can benim olsun

Sen kal safa içinde akan kan benim olsun

 

Toy yatağında safa gör sen taze gelinsin

Güneş karşısında yanan çıplak vücud benim olsun

*

Fatıma cevap verdi:

*

Dünyada kara günlere kalan can benim olsun

Hasretin ile yanıp kavrulan kalp benim olsun

 

Sen canını kurtarmağa bilip şehid olursun

Esirlikte zincir ile bağlanmak benim olsun

 

Kalbi yaralı Fatıma sinesinden çekti ah

Dedi ki ey dünyada şansımı eden siyah

 

Sen cennet içinde başına koy bir güzel tac

Ben bir eski kara gömleği giymeğe muhtaç

 

Saçlarım kana boyanıp vurulmuştur başıma kırbaç

Aşkın için benim olsun başımdan yolunan saç

*

Arzularına ulaşmayan iki genç vedalaştılar

Yüzlerini Kerbelâ’ya çevirip ağlaştılar

 

Felek dünyada aramıza ayrılık, hasret saldı

Birbirimizi görmek ancak kıyamete kaldı

 

Gönlünde gizli olan derdiği bana söyle

Vasiyetin var ise çekinme bana söyle

 

Vasiyetim budur başı açık zalimlere yakarma

İkincisi annemin hatırın sor yere salma

 

Düşman seni esir edip çekerse bazara

Düşmanın gözleri yaklaşmasın al yanağa

 

Yezid meclisinin zulümlerine sabreyle

Gelinsin gül yüzüne zülfünü nikab eyle

 

O anda ayrılık zamanının sohbetini tamamladılar

Perişan durumda tam bir keder ile ayrıldılar

*

Kasım, gözyaşını içine akıta akıta yola devam etti. Çadırları geçip celallenip düşman tarafına giderken yol kenarında ağlayan bir kadın gördü. Yaklaştı Kasım sordu, kimsin ey anne, bu dertli çölde tek başına ne ağlarsın. Kadın başında ki siyahları açıp dedi ki: Ben Ali Ekberin annesi Leyla’yım. Çocuklarımın nasıl şehit edildiklerini bilmiyorum da onun için ağlarım. Git göreyim seni Kasım, oğlum Ali Ekberin intikamını al. Kasım atını sürüp düşman saflarının karşısına geldi. Savaş meydanında kendini tanıtmak amacıyla bu sözleri söyledi: “Ey Hakk yolundan habersiz olan zalimler, gözlerinizi açında iyi bakın. Benim kim olduğumu anlayın, bilin. Muhammed Mustafa Peygamber benim ceddimdir. Kur’an onun kemaline şahittir. Müminlerin amiri Ali benim dedemdir. Onun kılıcı gök ve yeri titremiş, sizin gibi kâfirleri korkulara salmıştır. Hanginizin böyle bir ceddi vardır ki bir parmak ile Hayber kapısını koparmıştır.

Hanginizin böyle ceddi vardır onun için LA FETA İLLA ALİYYUN “Ali gibi genç yoktur” buyrulmuştur. Hasan’ı Müçteba babamdır benim. Velayet mülkünün sultanı babamdır. Zamanın imamı arzusuna ulaşmayan dertli imam Hüseyin benim amcamdır. Benim gibi peygamber soyundan imam oğlu bir insana karşı gelmek sizler için günah değil midir?” Benim toyum “düğünüm” bu gün oldu, arzıma ulaşmadan beni savaşa seslediniz. Çıksın hanginizin kalbinde yiğitlik varsa benim karşıma.

*

Var ise eğer bu asker içinde bir kahraman

Söyleyiniz kıyarım onun canına gelirse bir an

 

Kim de cesaret varsa gelsin edelim kavga

Bu meydan bu kılıç bu işte kavga

 

Kimse çıkamadı korkusundan meydana

Kasım tek başına kaldı merdane

 

Bu durumu Saad oğlu Ömer görünce

Huzuruna sesledi o an Azraki önce

 

Dedi ey Şam nehrinin kahramanı

Sen öldür bu Kasım’ı hemen anı

 

Azrak söyledi bu küçücük çocuktur

Buna karşı çıkmam yaşı pek küçüktür

 

Arkadaşlarım bu işte beni kınarlar

Bir çocukla savaştı deyip kınarlar

 

Hem bu benim için dünyada olur ar

Derler bir küçük çocukla savaşırlar

 

Benim dört tane oğlum vardır kahraman

Hepisi yiğitlikte üstündürler her an

 

Birisini göndereyim savaşa kahraman gibi

Bunun canını alsın bir zalim gaddar gibi

 

Azrak küçük oğlunu utanmadan çağırıp

İsyan edip gönderdi savaş meydanına varıp

 

Kasım açtı kanadını at üzre durdu

Sanırsın bir şahin karganın yavrusunu gördü

 

Azrak’ın oğlu gelip oldu yüz be yüz

Çekti kılıcını ki vura Kasım’a o deyyus

 

Kasım ya Allah deyip aşk ile vurdu

Oğlanın canı cehennemin dibini buldu

 

Azrak’ın ikinci ve üçüncü o deyyus oğulları

Teker teker cehennem kendine çekti onları

 

Azrak üç oğlunun öldüğünü görünce

Canı gönülden dertli bir ah çekti eyce

 

Bürümüş gözlerini kan sesledi büyük oğlunu

Kasımın üzerine doğru gönderdi zalim oğlunu

 

Kılıcını çekti elinden şimşek gibi

Yürüdü Kasım’a taraf tıpkı eşek gibi

 

Kasım çekti kılıcını aldı elinden

Kolunu tutup yere çırptı atın belinden

 

Sonra eğilip kanlı sakalından tuttu

Kerbela toprağı üzerinde sürükledi attı

 

Atına bir kırbaç vurup uzaklaştırdı

Kâfiri meydanda fır dolandırdı

 

Azrak durumu meydanda görünce

Ellerini başına vurup ah çekti eyce

 

Cehennem gibi canına düştü ateş

Her tarafı görmeğe başladı şeşi beş

 

Atını çektirip üzerine bindi

Kılıcını nizesini eline aldı

 

Davullar çalındı vuruldu kûs

Düşman askeri korkudan sus pus

 

O susuz sultan bu durumu görünce

Hemen savaş meydanına çıkıp baktı o yüce

 

İslâmiyetin imamı dua edip eder ah

Der idi al Ali’nin susuz kalbini ey Allah

 

Dua edip elini kaldırdı o sultanın gönülleri

Kerbela çölünü sarmıştır Allah Allah sesleri

 

Azrak atını sürüp Kasım’a taraf geldi

Kasım’ın kim olduğunu o anda hemen sordu

 

Adın nedir ki kahramanlıkta olmuşsun eşsiz

Dört ağlumu öldürdün Kerbelâ’da kefensiz

 

Vefalı Kasım bu sözleri duyunca

Cevap verdi Azraka, o melundan önce

 

Beni bu hayasız utanmaz askerden sor

Git vefalılardan vefa sahibinden sor

 

Ey Azrak benden böyle yersiz soru soma

İsmimi bela kılıcının kabzasından beni sor

 

Pis cesedin canını almayı Tanrı bana yazmış

Kasımım git ceddim Mustafa’dan beni sor

 

Kaç gündür susuzum Fırat suyu içmemişim

Bu söze şahiddir zalim Şimr’den beni sor

 

Kerbela sultanı amcam beni damad etti

Bak benim ellerime kanlı kınadan beni sor

 

Giysilerimiz kara otağım kara annem kara giyer

Kara giyinmiş kırk kişiden beni sor

*

Annemin sevgili nazlı bir oğluyum

Adım Kasımdır git beni Kerbela şehrinden sor

 

Azrak Kasım’ın kahramanlığını görünce

Sinirden ateş alıp tutuştu o zalim kâfir eyce

 

Kasım’a dedi sen hamle et at mızrağını

Dökmeden Kerbelâ da ben senin kanını

 

Kahraman Kasım Azrak’a baktı

Dedi ey pis melun zalim diye söz attı

 

Ey puta tapan âdet değil bizde

Düşmana önce kılıç ve hançer çekmek yok adetimizde

 

İlk hamle senindir ey kanlı ihtiyar melun

Sonra burada görürsün ne olacak senin halin

 

Azrak’ın kolunda ne kadar varsa kuvveti

Hücum etti Kasım’ın üzerine o tanrının lâneti

 

O Tanrı aslanı Ali’nin soyundan olan Kasım sözlendi

Kendi kalkanının altına çekilip gizlendi

 

Kâfir kılıcını dolaştırıp bazusuyla vurdu

İmam oğlu Kasım’a var gücü ile kılıç vurdu

 

Öyle sandı ki hamlesiyle çökecek Kasım’ın bşaı

Kerbela çölünde sanki kalacak mübarek naşı

 

Kasım hamleden kendini savunup çıktı kalkanın altından

Sanırsın güneş gözüktü o bulutun altından

 

Kâfir sağ salim görünce Kasım’ı ödü koptu

Vücudunun hepsini bir titremedir tuttu

 

Korkudan canında kalmadı cesaret hiç

Arkadan Kasım’ın atına vurdu bir kılıç

 

Atın ayağı kırılınca Kasım düştü yere

Kasım yaya kalınca o anda indi yere

 

Yüzünü çevirdi çadırların tarafına

İmam Hüseyin için etmiştir dua

*

Piyade kalmışım ey padişahım at gönder

Bu çölde dahi yoktur sığınağım at gönder

 

Azrak’ın elinde perişan ve zelil kalmam uygun olmaz

Ey sultanım Kasım zor durumdadır at gönder

 

Beni dert ve bela karanlığından kurtarmak için

Ey ay ve güneşim daha durma at gönder

*

Kasım’ın zor durumda kaldığını duydu o imam

Abdullah’a buyurdu at götürsün Kasım’a hemen

 

Kasım baktı ki göklere yücelmiştir ah

İmam Hasan’ın oğlu imam evladı o Abdullah

 

Kasım’a bir güçlü at getirdi kardeşi

Dedi üzülme bu çölde bulunmaz bu atın bir eşi

 

O gencecik yeni damad kardeşini görünce

Kucaklayıp bastı bağrına sevinçle

 

Dedi Peygamberin Ehl-i Beyti ne haldedir

Cevap verdi hepsi senin için kan ağlar kederdedir

 

Buyurdu annem sabr ediyor mu ayrılığıma

Dedi kara giyinmiştir ağlıyor senin odanda

 

Buyurdu ne durumdadır hanım Zeynep

Dedi saçlarını eline alıp diyor Yarab

 

Buyurdu biri daha var ama sormaya utanırım

Dedi o kimseyi siz sormadan ben tanırım

 

Aynı zamanda bu soru üzerine ağladı Abdullah

Dedi ey dünyada sığınağı ve yardımcısı sadece Allah

 

Amcam kızının sana önce çok duası var

Ondan sonra siparişi var isteği var

 

Bu çölde çadırdan dışarı ayak atmaz

Taze gelin olduğu için gelemez utanası var

 

Söylüyor bu kadar güneşin ateşine dayanmasın

Çünkü bu Kerbela çölünün kötü havası var

 

Gül yüz gül beden Arabistan’ın ısısı

Elbette güneş sıcağının çok belası var

 

Mendil elimde hazırdır yarasını bağlamaya

Üzülmesin eğer vücudunda çok yarası var

 

Ölmeden önce gelsin bir göreyim yüzünü

Gün ayrılık günüdür ayrılık havası var

 

O anda Kasım’ın gönlü Celallendi

Atının üzerinde durup kılıcını ele aldı

 

Yüksek bir ses ile rikab üzerine kalkıp

Seslendi senden medet yardım ya Ali, ya Rab

 

Kerbelayı tuttu kılıç sesleri

Yüceldi hem Allahü Ekber sesleri

 

Kılıcının ucu sanki gökleri deldi

Şimşek gibi Azrakın üzerine geldi

 

Kâfirin kellesi bir yana düştü bedeni bir yana

Atının üzeri hem boyandı kızıl kana

 

İmam evladı Kasım atının başını çadırlara çevirdi

Gelip amcasının çadırlarına selam verdi

 

Düşmanı öldürmüşüm ey sultanı Kerbela

Dokunmuştur canıma her taraftan bin bela

 

Öldürmüşüm kâfirleri bozmuşum safları

Kahramanca öldürmüşüm o zalim Azrakı

 

Bugün ey bağış ve ihsan sahibi senden

Hüner gösterdiğim için hediye istiyorum senden

*

Derdin ne ise söyle iste ilacını

Gel açıkla gizli kalan sırrını

 

Eteğinden tutmuştur gencecik Kasım

Dedi kalmadı Ya Rabbim bedende canım

 

Susuzluktan gül bahçesinde ki gülüm solmuştur

Susuzluktan dilim dudağım kavrulmuştur

 

Bir katre su bana bul susamışım

Yakındı ki susuzluktan öleyim susamışım

 

Zamanın imamı bir ah çekip ağladı

O sultan dayanamayıp gönülden ağladı

 

İmam Kasımı kucaklayıp bastı bağrına

Gökyüzünde meleklerin hepsi ağladı

 

Zamanın imamı Kasıma dedi helalleş

Çabuk var dostlarının hepsinden helalleş

 

Kevser havuzunun sahibi elinde testi durur al iç

Sürat ile yola düş Kevser’in temiz şerbetini iç

 

Kasım atını çevirdi çadırlardan yana

Fatımayı arardı yüreği yana yana

 

Baktı gördü bir kenara oturmuş yeni gelin

İki dizleri üzerine koymuştur kendi ellerin

 

Fatıma at üzerinde görünce genç damadı

Kederli kalbi aşk ateşi ile tutuştu yandı

 

Atın başını tutup gözyaşını ırmak gibi akıttı

Perişan halini Kasıma gözyaşı ile anlattı

 

El ele tutuşup zar zar ağlaştılar

Gönüllerinin derdini söyleşip ağlaştılar

 

Sonunda vefalı olduğunu açıklayıp Fatıma’dan ayrıldı

Gömleğinin yakasını kesip Fatıma’ya hediye verdi

 

Altındaki atı getirip sürdü meydana

Başladı Haydar-ı Kerrar gibi savaşına

 

Kasım şimşek gibi meydana girdi. Dört tarafa at oynatıp karşısına çıkacak düşman askerini istedi. Kufeliler gördüler ki atın ayağının tozu gökyüzüne direk olmuş ortada Kasım kartal gibi kanat açıp dolanıyor. Hiç kimse meydana çıkmak için cesaret edemedi.

Kasım atını çevirip aslan gibi düşman saflarının içine daldı. Hangi taraftan girse sağını solunu kıra kıra öte taraftan çıkardı.

Yolunun üzerinde, kol, baş, bacak, ayak dağlar gibi birbirinin üzerindeydi.

Saflar parçalanıp, taburlar bozuldu. Kufeliler Kasım’ın kılıcından pek korkarlardı, bölük bölük kaçmağa başladılar. İmam oğlu Kasım arkadan alıcı kuş gibi varıp vurduğunu iki parçaya ayırır, canlarını cehenneme gönderirdi. Başını selâmete çıkaran geri döner Kasım’ın üzerine ok atardı. Oklar yağmur gibi yağmaya başladı. Kılıç yarası, ok yağmuru, hançer yarası, Kasım ortada kaldı, kâfirler Kasım’ın dört etrafını yüzük kası gibi çevirdiler. Kime hücum etse kaçardı, arkadan dönüp Kasım hamle ederdi. Kasım tamamıyla bunaldı, yine kendini düşman üzerine atıp savaş meydanında savaşmaya devam etti.

Kerbelâ güneşinin ısısı canını yaktı, bir taraftan yaralar, bir taraftan da kimsesizlik, bir taraftan da susuzluk, Kasım’ın gücü kalmadı.

 

Dedi ki:

*

Bir katre su vermediniz ki dudaklarım kavrulsun

Ey Allah’ım göreyim içilen suyunuz yılan zehiri olsun

 

Adak etmişim ki bu çölde dudakları susuz öleyim

Vücudum kuru yer üzerinde kalıp mezar olsun

 

Ben aşıkın yarama başımdan darbe vurunuz

Aşığın gerek gülleri kan ile boyanmış olsun

 

Damad oldum düğünüm olunca elim değmedi ele

Sizlere durumumu haber verdim sırrım açıklanmış olsun

 

O imam evladı ay parçası sözünü tamamlayınca

Düşman askerine hamle edip savaşa başlayınca

 

Elinde hançerin kabzesi ateş savurmaya başladı

Düşman saflarını böldü baştanbaşa haşladı

 

Dilinde Ya Ali’yel Murtaza sesleri yüceldi göklere

Gönderdi otuz beş kâfirin canını cehenneme

 

Ama sinesine çok değmişti can alıcı yara

Çeşme gibi kan akardı sinesinden pare pare

 

Yaranın fazlalığı ile bedeni güçsüz kaldı

Yorgun canı güçsüzlükten at üzerine düşüp kaldı

 

O anda bir pis zalim Amr adında

Yaralayıcı hançeri Kasıma salladığında

 

Zalim Amr’ın can alıcı kalıcı Kasım’ın başına indi

Kasım’ın başı yaralanıp ikiye bölünmüş idi

 

Gül bahçesinin bülbülü düştü yanağı al kan oldu

Toprağa yıkılınca dünya gözünde dar oldu

 

Ne yazık ki Kasım damadı yere yıktılar

Sanki sancak binasının varlığını yıktılar

 

Görünüşte dünyaya deprem düştü

Aslında belki de İslam binasını yıktılar

 

Vefa bahçesinde dert rüzgârının esmesi ile

Bir yeni bülbül gibi damadı yıktılar

 

Hakk yolunun işini yalnız ağıt ettiler

Arzusuna ulaşmayan Fatıma’nın kalbini yıktılar

 

KUMRU’yu tek sandılar işi ağlayıp sızlamaktır

Fatıma’nın üzüntülü, hasretli kalbini incittiler yıktılar

 

BEŞİNCİ TOPLANTI ALİ EKBERİN AYRILIĞI

Hüseyin Kerbela’da Zülcenah atın üzerinde döner

Kederli üzüntülü ve yorgun kalmıştır yanar

 

Der ey Felek! Ne zulümdür koydun rüzgâra beni

Saldın ağıtlar feryatlar içerisine beni

 

Memleketin sultanı Medine’den hasret ayrılmıştır

Bela içine salmak için çektin bu rüzgâra beni

 

Gözüm baka baka doğrandı dost ve yardımcılarım

İkinci kez saldın çok dertlere gama girdaba beni

 

Abbas’ımı elimden aldılar büküldü belim

Dertli Gülsüm’e karşı hacalet ettiler beni

 

Vefalı dostlarım ölmüştür kaldım kalbi kederdi

Yakında hem doğrayacaklar parça parça beni

 

Bu günde kanıma boyanıp garip öleceğim

Kimsem yoktur dahi mezara koyan beni

 

İmam evladı Kasım’ın derdi canımı almıştır

Onun musibeti ap açık öldürdü beni

 

İmam Hüseyin’in bu sözlerinin sesi duyulunca

Çadırlardan ağıt sesleri yükseldi inceden ince

 

Ali evlatları yüksek sesler ile çıkardı göklere ah

Bu ağlayıp sızlamaları kıyamette gördüler ah vah

 

Çadırdan kahramanca boylanıp çıktı

Bir genç ayın ışığı parlayan gibi

 

Onun nuru tuttu dünyayı

Parlayan güneşin ışıltıları gibi

 

Tutmuştur gök ve yeryüzünü direk, direk nur

Sanki Muhammed’in yaradılışının nuru gibi

 

Kerbela Tur çölünün benzeri olup nurlandı

Yeryüzü gül bahçesinin gülleri gibi

 

Saçları Hurilerin saçlarına benzer

Yerden göğe kadar uzanan nurlar gibi

 

Güzellikte benzer hazreti peygambere

Yakışıklıkta Ali’yel Murtaza gibi

 

Ehl-i beytten yücelmiştir salavat

Aktı gözyaşı çeşmelerden sel gibi

 

Gencecik Ali Ekber giyinmiştir

Güzel boyu razılık bahçesi gibi

 

Ağıtı toprağa çekip ezilir

Kalbi dertli gözleri yaşlı gibi

 

Küçük kızlar alır ellerine Kur’an

Ağlaşırlar sızlayıp ağlayan KUMRU gibi

 

İmam evladı Ekber dertli dertli gelince

İmama söyledi bu güzel sohbet nice

 

Ki ey varlık sultanı sana selam olsun

Kimsesiz garip ve yardımcısı olmayan sana selam olsun

 

Arkadaşları şehid olup dostları olmayan

Bu dertli çölde kimsesiz kalan sana Selma olsun

 

Bu kadar üzülüp ah çekme ben ölmemişim

Gözyaşına bu canım fedadır sana selam olsun

*

İmam buyurdu:

*

Ki ey peygambere benzeyen oğul sana selam olsun

Güzelliği güneş misali olan oğul sana selam olsun

 

İki gözümün nuru canım cismim oğul

Medine’nin Yusuf’u Ekber oğul sana selam olsun

*

Ali Ekber cevap verdi:

*

Ey göklerin sultanı başın sağ olsun

Abbas kızıl kana boyanıp susuz can verdi başın sağ olsun

 

Ey kıyamet gününün sultanı bu kez sen sağ ol

Kasım damad kefensiz öldü burası çöl

 

Ya Rabbim göreyim sağ olsun bela çeken Hüseyin

Fırat üzerinde susuz öldü yedi tane kardeşin Hüseyin

 

Kurban olayım o gözyaşına baba

Kardeş yaşında kameti bükülmüş baba

 

Bir taraftan öz derdim bir taraftan senin derdin

Vallahi koymamıştır bende daha can kalsın baba

 

İzin ver savaşa gideyim Abbas’ın intikamını alayım

Bu Ekber de daha sana oğul olmaz ey baba

*

İmam Hüseyin, oğlu Ali Ekberin sözlerini duyunca, gözlerine yaş doldu, kurbanlık sırası sana mı geldi deyip ağladı.

Sen gençsin, dünyada murad almamışsın, gün görmemişsin, ben ihtiyarım sen gideceğine ben giderim, koy kâfirler benim başımı kessinler, seni göndermem dedi. Ali Ekber babasının mezarı üzerine yemin verdi, izin istedi. Hüseyin bu yemine dayanamadı, Ali Ekbere savaşmak için izin verdi. Ali Ekber annesi Leyla’nın çadırına gelip söyledi:

*

Kufeliler başına kül döken anne

Zamanın zulmüyle kaddi bükülen anne

 

Çadırdan dışarı çıkıp kucakla oğlunu

Ey can verip zahmetimi her zaman çeken anne

 

Annesi Leyla cevap verdi:

*

Can ey bu dertli canıma dert katan oğul

Ey tatlı dilli bülbülüm kalbimin parçası oğul

 

Garip annen sana kurban olsun ey Ekber oğlum

Aziz canım yeni gencecik Ekber oğlum

 

Ali Ekber, Yanık dillerin çok tatlı geliyor bana dedi:

*

Savaşmak için zamanın imamından izin aldım anne

Çölde bir karış yer yok Kızıl kandan anne

 

Silahımı hazırla ben kâfir üzerine varayım

Damad Kasım’ın intikamını düşmandan alayım

*

Ali Ekber’in annesi Leyla, gözyaşlarını akıtarak Ali Ekber’in savaş elbiselerini silahlarını çıkardı, hazır etti.

Ali Ekber kılıcını bağlayıp, miğfetini giydi. Ali Ekber’e savaş elbisesi o kadar yakıştı ki görenler maşallah dediler, maşallah sesleri göklerde dahi söylendi.

*

Savaş giysilerini giyinince yüzü nur sanki Mustafa

Yeni doğmuş güneş gibi vardı imamın huzuruna

 

Kederli susuz imam gencecik oğluna bakınca

Gördü ki giyinmiş savaş giysilerini anında

 

Kalbi pek üzüntülü başı aşağı salmıştır

Sorun bakın ama kılıcı belinde yoktur nolmuştur

 

Vefalı gül bahçesinin bülbülü edeb ile söyledi

Ey dert çölünde derdine ilaç bulunmayan neyledi

 

Ey baba ver sen bana o iki sultanın nişanesini

Yani Ali’nin kılıcını peygamberin imamesini

 

Savaş meydanında beni iki nişane ile

Kufeliler Şamlılar görüp imam evladı olduğumu bile

 

O dudakları susuz imam imameyi aldı

O kadar ağladı gözlerinin yaşı kızıl kan oldu

 

Almıştır eline imameyi sevinerek

Kendi oğlunun başına koydu güvenerek

 

Aynı zamanda insanların imamı ile Allah’ın rahmet eli

Düşman kanları döken Zülfikar’ı getirip aldı eli

 

O imam Zülfikar’a bakınca pek ağladı

Sanki Lisan-ı Hal ile bu sözleri söyledi

 

Ey Allah’ın aslanı babama dost olan Zülfikar

Annem Fatıma’ya dünyada kardeş olan Zülfikar

 

On sekiz yıl zahmet çekip bir oğul sakladım

Gözelikte Mısır’ın Yusuf’una bin beraberdir Zülfikar

 

Yoktur çarem şimdi sana emanettir yardım et

Can senin Yusuf benzeri Ekber oğluma yardım et Zülfikar

 

İki dünyanın da sultanı öz oğlunun beline bağladı

Tam bir kahramanlık ile tuttu Zülfikar’ı

 

O ikinci Ali zamanın imamına bakınca

Ekber dedi baba bu canım kurbandır sana

 

Bu günde kızıl kan akmalıdır bileklerden

Kulağıma maşallah sesi gelmelidir göklerden

 

Beden beden üzerine dökmeliyim baş baş üzerine kesmeliyim

Bacım Sakine’nin maşallah kardeş demesini işitmeliyim

 

Din sultanı Hüseyin buyurdu ey kahraman oğul

Başka sözün var ise söyle bana ey oğul

 

Dedi ey gök ve yerin sultanı baba

Sözüm var sana söylemem gerekir baba

 

Oğlun bu Kerbelâ çölünün yolcusudur

Belinde kılıç Ali babanın nişanesidir

 

Savaşmak için atıma binmek isteğimdir

Ünlü kahraman amcamın nişanesidir

 

İmam emir etti atını hazırladılar

Ali Ekberi bindirmek için hazırladılar

 

Ali Ekber Ukab üzerine binince hareket etti

Ukab’ın gözlerinden öpüp Küheylan’a yakardı emretti

 

Benim bu halime acı dostum ey Ukab

Gel koyma ellerimi koynumda ey Ukab

 

Allah rızası için beni selâmet getir yine

Dillerim kesilmeden gözlerim kan olmadan ey Ukab

 

Çevirdi atını meydana sürdü Ekber

İmamı gözü yaşlı bakıyor gördü Ekber

 

İmam Hüseyin buyurdu oğlum sen acemisin

Savaş görmedin kavga etmek için yenisin

 

Ey oğlum Rıkab üzerinde dur kılıç vurunca

Ellerini havaya çok kaldır kuvvetli vur değil yavaşça

 

Düşmanına baka başka bir tarafa hiç bakma

Babam Ali’yel Murtaza sana yardımcıdır hiç korkma

 

Güneş gibi parlayan Ali Ekber cevap verdi

Ey güzellik güneşi baba sana ben feda olam dedi

 

Her ne kadar askerlerin savaşını ben görmemişim

Ancak ben Allah’ın dostu Ali’nin varisi değil miyim?

*

Bugün gerek ben mertçe savaşayım

Düşmanın saflarının hepsini dağıtayım

 

Bela kılıcı elimde ben gireyim meydana

Seyretmek için çık çadır önünde meydana

 

Benim cesaretimi ey Kerbela garibi, gör ki bir gaza

Seyreylesin Necef’ten dedem Ali’yel Murtaza

 

O anda Ali evlatlarında yüceldi vaveyla

Ağıt sesleriyle dünyayı yaktı anası Leyla

 

Dedi aman ey sultanım elden sabrımı alma

Bir defa bile olsa helalleşmeden oğlumu yola salma

 

Bulut gibi ağlayıp Leyla yumdu iki gözünü

Ağlar gibi tek tek söyledi sözünü

 

Ey annenin aziz oğlu yolculuğun mübarek olsun

Sen gidersen düşün annen ne olsun

 

Elini kalbime koy tutuşup yanar mum gibi

Gidersen acele gel aman yavrum yolculuğun mübarek olsun

 

Kendi kendimin derdini biliyorum zordur daha gülemem

Seni göremesem ölürüm yolculuğun mübarek olsun

 

Dilin dudağın kurumuştur beni öldürür ayrılığın

Seni nasıl arzu etmeyeyim yolculuğun mübarek olsun

 

Ayrılık derdi zordur böyle derde ilaç bulunmaz

Yuvamız yıkıldı yolculuğun mübarek olsun

 

Ali Ekber’in süsü o anda tamamlandı

O peygamberin benzeri Allah ısmarladık deyip ayrıldı

 

Ukabı çevirdi gitti küçük kardeşine

Vardı çadırın önüne kardeşi Asgarın ziyaretine

 

O susuz dudağına bakınca çok ağladı

Ali Ekber kardeşi Asgarı tutup kacağına aldı

 

O imam oğlu kardeşini alınca kucağına

Gözlerinden kanlı yaş döküldü yanağına

 

Gözlerini bir an olsun ayırmazdı yanağından

Bir defa yüzünden öper bir kez de dudağından

 

Dedi ki ey dudağı gül gibi solan kardeş

Gencecik ömrü ateşte yanan kardeş

 

Helal et gidiyorum görüşmemiz kıyamete kaldı

Bu çölde üç gece gündüz susuz kalan kardeş

 

Kollarını boynuma at bir kucakla Ekberini

Susuzluğu bu tatlı cana ateş salan kardeş

 

Asgar kolunu açtı döktü gözlerinden yaş

Dedi ey beni kara günlere koyan kardeş

 

Peygamberin ev halkı yanıyor senin ayrılığından

Aman yere koyma sen beni kucağından

 

Yorgunluğundan düşünce Kerbela’da yüz üste

Beni yanında götür can vereyim göğsün üste

 

Hasrete batmıştır zavallı Ali Ekber

Ali evlatları ile vedalaştı birer birer

 

Susmuştur kalbi dertli kimsesiz kalan Leyla

Başına vurup her an ederdi vaveyla

 

Ali Ekber el öpüp annesinden ayrıldı

Diline üç beş satırlık bir söz geldi

 

Yolumda on sekiz yıl zahmet çektin büyüttün beni

Sonunda getirdin bu kanlı dünyaya beni

 

Işığımı söndürüp bağladın bu kapımı

Kara günlere bırakıp saldın ahı vaya beni

 

Anne olup da düğünümü göremedin

Kendi elin ile koyaydın ey annem mezara beni

 

Sen olmazsan hiç kimsem yoktur yardımcım olsun

Şimr esir edip götürür her memlekete seni

 

Ali Ekber bu sözleri söyleyip ağladı

Ukabın dizginini hem koluna bağladı

 

Ardına bakmadan çadırlardan ayrıldı

Gören sanır ki et tırnaktan kopup ayrıldı

*

Ali Ekber Ehl-i Beyt’in çadırları arasından sıyrılıp savaş meydanına doğru Ukabı sürdü. Ali Ekber’in ardından genç ihtiyar, çoluk çocuk sızlayıp ağlaştılar. Ali Ekber yayından fırlamış ok gibi Kufe askerlerinin saflarının karşısına geçip kendisini tanıtmak amacıyla görelim ne söyledi:

“Ey imamlarına karşı çıkan zalim millet, biliniz ki ben peygamberlik gül bahçesinin bir gonca gülüyüm. Ben Tanrının rahmet denizinden inen nurun bir parçasıyım.

Evliya ve enbiya bu nurun ziyasından şeref bulmuştur. Bu nurun bir parçası babam Ali’nin alnında parlamıştır.

Ali’den başka kim vardır ki Kur’an’ı Kerim onun imamlığına “velayetine” şahittir. Ali’den başka LA FETA sultanı var mıdır?

Ali’den başka adı İncil’de ve Tevrat’ta yazılmış kim vardır? Ali’nin nuru Yusuf’u Mısır’a sultan etmiştir. Ali Tanrı sırlarına gizlisine dahi sahip olmuştur.

Ali’nin nurunun bir zerresi Tur dağına değince, dağı hallaç pamuğu gibi atmıştır.

Anteri öldüren, Hayber kalesini fetheden Ali’dir. Ali benim babamdır, biliniz ki elimdeki kılıç onun kılıcıdır. Kim kendine güveniyorsa kılıcın karşısına çıksın.

*

Güneş gibi atın üzerinde durmuştur

O zalim millete şöyle söylemiştir

 

Niçin duruyorsunuz ey Kufeli askerler

Bu meydan, bu da benim, bu asker

 

İçinizde yok mudur bir pehlivan

Çıksın meydana dökelim kan

 

Bu sözler geldi Mısrı’nın kulağına

Canı sıkıldı taş değdi ayağına

 

Meydana çıkmaya hazırlandı

Ali Ekber’i yıkmaya hazırlandı

 

Arkasından vuruldu savaş için davul

Zelzele düştü Kerbela’ya iyi bil

 

Girince meydana o melun zalim pehlivan

Kâfir askerleri hep birden yu deyip bağırdı bir an

 

Bu ses geldi çadırda Leyla’nın kulağına

Ellerini şaşırdı dolaştı hem ayağına

 

İki elini başına vurup ah çekip ağladı

Ne dizinde güç ne cisminde can kaldı

 

Hüseyin’in huzuruna gelip kapandı ayağına

Dedi Ekberimin Ya Ali sesi gelir kulağıma

 

Bir yüksek yere çık Ekberimi göresin

Kâfirler ile savaşmak için ona gayret veresin

 

İmam atına binip çıktı bir yüksek yere

Eğilip baktı Ali Ekber’in savaşını göre

 

Zalim Mısrı gelmiş önüne Ali Ekbere seslenir

Kılıç ile Ali Ekberi vurmak için heveslenir

 

Mısrı’ya bakınca gencecik Ali Ekber

Der idi melun ey düşmanlığını göster

 

Sondur ey Şam’ın kibirlisi gevezelik istemem

İşi gören kılıçtır başka sözü istemem

*

Bu sözü duyunca Mısrı ödlek gibi

Seslendi tıpkı bir köpek gibi

 

Kılıcını çekip havada dönderdi

Vurmak için Ali Ekber’e salladı

 

Ali Ekber üzengiyi boşalttı

Kâfirin hamlesi boşa gitti

 

Bir ikinci darbeyi vurmak için denedi

Mısrı kılıcını kaldırıp sinir ile salladı

 

Ali Ekber kalkanını karşı verdi

Kâfirin kılıcını cam gibi parçaladı

 

Vuruşundan parçalar etrafa saçıldı

Kılıcın parçaları yere döküldü

 

Sıra mazlum Ali Ekber’e gelince

Aslanlar gibi feryat edip seslenince

 

Zülfikâr’ı çekip bir parlattı

Kâfir Mısrı’nın canını tir tir titretti

 

Dedi ey melun başına giy miğferini

Deme Ekber habersiz vurdu beni

 

Zalim Mısrı miğferini başına giydi

Kalkanın altından baktı söylendi

 

Zülfikar başı üzerinde dolaşır durur

Altında kâfirin canı burkulur

 

O melun ölmedi ama yarım can oldu

Gönlüne ecelin korkusu doldu

 

Tepeden Ali Ekber Zülfikar’ı indirdi

Kalkan, miğfer, zırhı kırdı bitirdi

 

Zülfikar’ı indi atın sırtına

Az kaldı ki yer ikiye ayrıla

 

Bir de tuttu yanlamasına vurdu

Kâfiri o anda dörde ayırdı

 

Kâfirin içine düştü velvele

Her bir bölük kaçar idi bir yere

 

Ali Ekber kılıcını çekti aslan gibi

Daldı Yezid’in içine can gibi

 

Gencecik Ekber o deniz içine daldı

Sağ ve solunda hiç kimse kalmadı

 

Kılıcından kan akıyor oluk gibi

Kınalandı her tarafı keklik gibi

 

Atlıların hepsi piyade kaldı

Piyadeler Kerbela da perişan oldu

 

Ali yavrusu Zülfikar’ı vururdu

Başları dökerdi sanki yağmurdu

 

Kimin başına vursaydı Zülfikar’ı

Bölünüp ikiye ayrılır başları

 

Ancak çok yaralandı Ali Ekber

Çaresizlik içinde kaldı Ali Ekber

 

Çölün sıcağı akan kanın acısı

İmam Hüseyin’dir Ekber’in duacısı

*

Atın başını çevirdi çadırın tarafına

Akan kan ile atını sürüp geldi huzura

 

Vardı imamın yanına ayaklarına kapandı

Kanlara boyanmış görünce imamın canı yandı

 

Dedi kâfirleri öldürdüm ey dünyanın sultanı

Vücudum yaralanıp ağıtım fazlalaştı

 

Melun Mısrı’yı kılıç ile ikiye böldüm

Sonra düşman meydanında yalnız kimsesiz kaldım

 

Oğlum Ekber’de sağlam yer kalmamış yaralanmış

Topuğundan kanlar sızıp yerde kumlara varmış

 

Ali Ekber dedi hiçbirinden yılmadım

Ciğerim kavruldu bir katre su bulamadım

 

Susuzluktan halim perişandır baba

Dudaklarım susuzluktan parçalandı baba

 

İslam’ın emevi değilim baba

Susuzluktan ciğerim kavruldu susuzum baba

 

Bu sözler imamın ciğerini kasıp kavurdu

Parmağından yüzüğünü çıkarıp Ekber’e sundu

 

Dedi çöl ortasında kalmışım çaresizim

Günlerdir ben de senin gibi susuzum

 

Bu yüzüğü benden al dilinin altına koy kalsın

Cennet şerbetlerinden sana ferahlık gelsin

 

Babam senin yolunu bekler şimdi elinde Kevser

Haydi dön kâfirleri yok et topraklara ser

 

Ali Ekber ayrılıp gideceği zaman hemen

Sakine elinde bir deste otla geldi hemen

*

Buyurdu bu otun suyunu sık ağzına dök kardeş

Susuzluğun bir zaman azalır ey kardeş

 

Ekber sordu ey bacı kim verdi bu ilacı

Bu otu sana veren Ekber sana duacı

 

Sakine ağlayıp dedi ki senin için bizler ağlar

Bu otu bacın verdi bana, dedi ki tekrar

 

Kardeşim Ali Ekber susuz olduğu anda

Susuzluk yarası derdi çıksın aklından

 

Dert ateşiyle yanmıştır ateş çıksın dudağından

Bu otu ver benim için mübarek söyle senden

 

O anda Ali evlatları etrafına toparlandı

Ali Ekber eline bir kalem kâğıt aldı

 

O kalemi vücudunda ki yaraya batırdı

Bu kederli mektubu Medine’deki bacısına kan ile yazdı

*

Selam olsun sana ey kimsesiz bacı ölüyorum

Ben de can kalmamıştır daha ölüyorum

 

Bana küsme daha dönmeğe çare yoktur

Bu mektupta durumumu açıklayıp ölüyorum

 

O ay gibi gül yüzüm göresin ay gibi yok oldu

Selvi gibi dik boyum kamburlaştı ölüyorum

 

Senin yerine Sakine zahmetimi çekti ay bacı

O çaresiz giyindirdi yola saldı ölüyorum

 

Seni görmek için çok ah çektim yararsız

Bu Kufeliler yolumu kesmişlerdir ölüyorum

 

Çok yaraladılar daha yoktur sağ yerim

Günahım yoktur dirilmeye bir daha ölüyorum

 

Bacılarım Şimr elinde boynu bükük kalacaklar

Ali Ali diyerek ağlayıp ölüyorum

*

Mektubunu vermiştir bacısına Ali Ekber

Ali evlatlarından helalleştiler tekrar

 

Oğlunun son helalleştiğini görünce Leyla

Arkasınca yere düşüp dedi yandım vaveyla

 

Sabreyle gitme hasret kaldığım oğul

Ayrılık ateşine her zaman yandığım oğul

 

Gül yüzünü bir daha göreyim doyunca

Kara yaşlara batayım boyunca oğul

 

Gözümün nurusun gözümden uzak gitme

Yoluna ben can verip ölüyorum oğul

*

Ekber annesinin elini öpüp çıktı meydana

Düşman safları önünde durdu yine merdane

 

Teke tek çıkmaktan korktu o hayasızlar

Arkasından ok atmağa durdu o hayasızlar

 

Ali Ekber Ukab üzerinde şahin gibi dönerdi

Kime bir kılıç vursa onu ikiye bölerdi

 

Haydar gibi dönerek saflar içine dalardı

Kerbela çölü akan kanlar ile boyandı

 

Saflar daraldı bölük bölük bölündü

Kufe askerine kaçmanın yolu göründü

 

Tamamı dağıldı cümlesi bir birine karıştı

Zalim Şimr o anda hemen ortaya çıktı

 

Askere bağırıp Yezid ile korkuttu

Cümlesini Ekberin üzerine sevketti

 

Dizlerini yere vurup binlerce kâfir oklarını aldılar

Ekberin yaralı sinesine bin bir ok vurdular

 

Gücü kalmadı çok kan aktı yarasından

Sıyrılıp çıkmak istedi düşmanın arasından

 

Sinesinden sel gibi kanlar sızar bir taraftan

Susuzluk ise sinesinde ateş yakar bir taraftan

 

Kılıcını eline alıp yeniden gayrete geldi

Kufe askerlerini koyun sürüsü gibi önüne aldı

 

Laf olaydı dillerim söylemiyeydim şunu

Bir kılıç vuruşu ile böldü Ekberimin başını

 

Dedi Ali gibi başından yaralandı

Yeryüzü ağlayıp gökler parçalandı

 

Peygamberin evladı kılıcın kuvvetinden

Duramadı devrildi yere düştü atından

 

İki kolunu Ukab’ın boynuna dolandırdı

Yüzünü babası Hüseyin’in çadırına çevirdi

 

Vefalı hayvan anladı Ekber’in halinden

Çadırları taraf dönünce aktı yaş gözlerinden

 

Bağrına bastı Ali Ekberin yaralı alnını

Birer birer geçerdi düşmanın saflarını

 

Kâfirin kimi kılıç vurdu kimi de kama

Hançerlerin yarası işledi şirin cana

 

Bu durumda bile Yakub Eskelani adlı biri

Ali Ekber’e hücum etti çekip hançeri

 

Başı aşağı sarkmış yorulmuştu kolları

Kakülünden kumlara dökülüyor kanları

 

O zalim vardı Ali Ekberin kakülünden tuttu

Hançerini kaldırıp yüreğine saplattı

 

Ali Ekber’in kolları dayanmayıp çözüldü

Attan düşüp kum üzerinde tor toparlak büzüldü

 

Hançerin sivri ucu işledi ciğerine

Yakub çekti hançeri sapı geldi eline

 

Hançer kaldı Ali Ekber’in yüreğine de

Takatı kesilmişti kuvvet yok bileğinde

 

Ekber kan dolan gözünü çadırlara dönderdi

Dertli dilleriyle babası Hüseyin’e haber gönderdi

 

Attan yıkılmışım baba sen durma acele gel

Kendin kenarda durma bu yas yerine tez gel

 

Kurban kesen kurbanının üzerinde dua okur

Öldürüldüm kurbanınım üzerime duaya gel

 

Sen gelmeyince can veremem ey Kerbelâ sultanı

Oğlun bu çölde kefensiz ölür duaya gel

 

Zamanın imamı Hüseyin duyunca bu sözleri

Zülcenah atına binip hamle etti aradı her yeri

 

Kerbela çölünü gezip Ekberini aradı

Uçan kuşlara Ekberden haber sorardı

 

Bakıp gördü ki bir taraftan Ukab delir

Bulut gibi seslenip koşarak gelir

 

İki gözleri ağlar sel gibi yaşlar akar

Garip garip Hüseyin’in gül yüzüne bakar

 

Yüzü gözü tüyleri kızıl kana boyanmış

Kulağına kulağı kandan dolanmış

 

Ayrı kalmış sahibi düşmüş üzerinde yok

Hayvanın derdi, üzüntüsü çöldeki kumlardan çok

 

Her yanına binlerce oklar gelip saplanmış

Ok saplanan yerlerden çeşme gibi kan akmış

 

Yüzünü yerlere sürüp Ekber için yaş döker

Bir ağlayıp bir meydana dönüp Ekbere bakar

 

Ukab gelip varınca imamın huzuruna

Yüzünü sürdü imamın ayağının tozuna

 

İmam Ukab’ın gözlerinden öpüp ağladı

Ekberin yeri nerdedir diye sorup yalvardı

 

Hayvan sanki anladı imamın bu sorusunu

Hüseyin’in önüne düşüp gösterdi yavrusuna

 

İnsanların ve cinlerin imamı vardı bir yere

Depreşiyor Ali Ekber al yanağı düştü yere

 

Ekber çölün üstünde can veriyor garip garip

Ağlar başı üzerinde üç tane yüzü maskeli garip

 

Biri başını dizinin üzerine almış yatmış

Biri elinde Kevser’den şerbet tutmuş

 

Biri sol tarafında gözlerinden siliyor kan

Yaş döküp gözlerinden ağlayıp Ekber can

 

Biri dertli Hüseyin’in ceddi Mustafa’dır

Elinde şerbeti tutan atası Necef sultanıdır

 

Üçüncü Kasım’ı kurban veren imam Hasan’dır

Sanki hepsinin canında olan candır

 

Ali Ekber gözünü açıp şerbeti aldı içti

O anda babası Hüseyin’e taraf gözü ilişti

 

İmam buyurdu sana tufan getirdim

Savaş meydanına ağıt, feryat getirdim

 

Gözyaşları ile karşılamaya geliniz

Belalı zalim Mısrı’ya Yusuf’umu getirdim

 

Yüzü kan ile kınalanıp ağzı kan ile dolup

Baştan ayağa kan ile boyananı getirdim

 

Leyla’yı söyleyin gözü yolda kalmasın

İmam evladı oğlumu Leyla’ya misafir getirdim

 

Sinesinde sağ yer yok yaraları çoktur

Gül yüzlümün yarasına ilaç getirdim

*

Ali Ekber gözünü açınca hasret ile çekti ah

Dedi ki Eşhedü enla ilâhe illâllah

 

Şehadete varıp cenneti âlâya uçtu

Ali evlatları onun derdiyle kendinden geçti

 

Hüseyin kanlı başını alıp koydu dizine

Yağmur gibi yaş inip doldu iki gözüne

 

Hangi insan bu kanlı olayı duyup ağlamaz

Ekberin derdiyle kendi kalbini dağlamaz

 

KUMRU ağladı bu musibete gece gündüz çekti ah

Ah kederli Ali Ekber dertli Ali Ekber vah

 

ALİ ASGARIN ŞEHİT OLMASI

Ey Felek…

Ey felek sen zulm ve işkenceden utanmadın

Zulm ile işkence ettin Ali soyundan utanmadın

 

Dünyaya saldın bin musibet bin bela

Bir zerre kadar dahi dert sahibinden utanmadan

 

Zulm ile yıktı Ali peygamber yuvasını

Bilmem niçin Allah peygamberinden utanmadın

 

Hazreti Fatıma’nın lambasını tutup söndürdün

Niçin kadınların hayırlısı Fatıma’dan utanmadın

 

Bir günde öldürdün bunca Haşimi gençlerini

Asla bu kadar esirlerden utanmadın

 

Rivayet şöyledir dinleyiniz bütün seven can

Aşura günü sabahın erken ağarırken tan

 

İmam Hüseyin çaresiz kalmıştı

Belalı başını bin belaya salmıştı

 

Elini koynuna koyup ah çeker ağlardı

Onun ağıtı Ali evladının gönlünü dağlardı

 

Ya Rabbim! Kimsesizim hastayım gölgelerim gitti

Kapılardan garibim dost ve yardımcılarım gitti

 

Hicaz’ın sultanı idim Kerbela’da zelil oldum

Peygambere naz ettiğim güzel günlerim gitti

 

Su üzre kestiler Abbas’ımın iki kolunu

Abbas’ın derdiyle belim koptu ellerim gitti

 

Bu çölde Kasım’a düğün yaptım damat ettim

Muratsız yavrum düğününde doğranıp gitti

 

Ali’nin nişanesi ceddime benzer bir genç

İmam evladı Medine’nin Yusuf’u Ekberim gitti

*

Baktı gördü bir kalbi dağlı şansı kara gelir

Ayak atıp yıkılır ikinci bir kez gelir

 

Elinde bir kundak başına kara bağlamış

Tırnak ile yüzleri yara olmuştur gelir

 

Şehribanu zamanın imamına vardığı zaman

Ağlayarak selam verip böyle söyleşir gelir

 

Sana feda olayım ey sevgili anam oğlu

Uygun olmaz su diye yansın bu imam oğlu

 

Dil bilmez ki ağzını açıp da söz söylesin

Daha çocuktur konuşup da su diyemez nelesin

 

Her şeye güçlüsün bilirim imam

Ya sen buna su bul ya da al canını tamam

 

Bu çocuğu götür Şamlılar bakıp dursun

Ya su versin yahut kalbine oklar vursun

 

Aynı çocuğu elleri üzerine almış o güzel imam

Savaş yerine varınca yakasını açtı tamam

*

Hazreti imam Hüseyin, savaş meydanına gelince, Ali Asgarı kucağından yere indirip koydu, kâfir askerlerine karşı bir recez okuyup kendini tanıttı.

Dedi ki:

Ben o insanım ki vücudum gökyüzünün nurudur. Allah’ın yaratıklarının tümünün arasında en yücesi benim.

Gök ve yeryüzü benim adım ile ayakta duruyor, dünya benim adım ile dönüyor. Ben olmasam dünya dağılıp parçalanır, ben olmasam dünyanın hareketi bile bozulur. Peygamber makamındayım, Allah’ın halifesiyim. Dünyada tüm işlemler benim elimdedir. Karanlık ve ışık benim elimdedir. Ben istesem denizi dağ ederim, dağları deniz ederim. Peygamberler bana muhtaçtır.

Eğer Allah’ın razılığı olsa bu Kerbelâ çölünü şimdi cehenneme çevirir başınıza uçururum. Kufe askerleri bu sözleri duyunca içlerine bir velvele düştü. Zalim Şimr ileri çıkıp dedi ki:

*

Senin dedenin bize peygamber olduğunu biliriz

Peygamberlerin en ulusu olup Miraca gittiğini biliriz

 

Burak’a binip gökleri dolaştı

Allah ile yüz be yüz olduğunu biliriz

 

Baban Hayber’i yıkan Allah’ın Velisi Ali’dir

Yere göğe feleğe hükmettiğini biliriz

 

İki kanat vermiştir aziz ve yüce Allah

Cennette ucanın amcan Cafer olduğunu biliriz

 

Kadınların hayırlısı hazreti Fatıma annendir

Bütün inananlara şefaat verendir biliriz

 

Kendin zamanın imamısın peygamberin torunu

Ey Hüseyin kimsesiz yalnız olduğunu biliriz

 

Kanadına kundağını alıp göklere gittiğini

Cebrail’in ziyaretinde olduğunu biliriz

 

Ancak dünya saltanatına sattım ben ahreti

Boğazını kesecek hançerin bu olduğunu bilirim

*

İmam buyurdu beni öldürünüz ben razıyım

Bu günahsız Asgarın suçu nedir söyleyin ki bileyim

 

Üç gündüz üç gece su deyip ağlar

Bir yudum su gözyaşının akmasını sağlar

 

İmansız Nahsı Şumu bu sözü duyunca

Elinde yay ok hemen ayağını attı yayı gerince

 

Eli kemanda dizi yerde o pis köpek

Asgara nişan aldı oku çekti pek

 

Seslendi acımazam ben Asgara ey Hüseyin

Su yerine al ok vereyim ben sana ey Hüseyin

 

O zalim ve imansız bu sözleri tamamladı

O imam evladını bela okuna nişan aldı

 

Zulm oku çıktı zalimin elinden

Boğazından geçip ucu çıktı dilinden

 

Boğazına değmesinin gizli sırrı bu idi inan

Boğazından boğazlansın kabul olsun kurban

 

Bela oku Ali Asgarın delince boğazını

Yuvasında Asgar kuşlar gibi açtı ağzını

 

Babasına bakınca bir güldü naz eyledi

Gözlerinden yaş döküldü bahar hem yaz eyledi

 

Dudakları birbirine dokununca gözleri aktı

Gözlerini çevirip çadırlara bir baktı

 

Sonra yine imam Hüseyin’e yüz çevirdi

Dilini güç ile şu sözlere çevirdi

 

Kurban olayım bu gözlere ey dertli baba

Dilim tutmuyor halimi söyleyeyim baba

 

Bu nimete bin şükür senin gibi bir baba

Beni alıp getirdi oklara kurban baba

 

Seviniyorum çıkacaktır Ali Ekber karşıma

Saklar beni can içinde sanki başka can baba

 

Çok inciyor oku boğazımdan kenara çek

Ama dökülmesin yere bir damla kan baba

 

Kenarda kabrimi kaz kumlara göm vücudumu

Kundağımı anneme al armağan götür baba

*

Zamanın imamı kurtuldu naz ile niyazından

Elini uzattı çeksin o oku boğazından

 

Zalimin kanlı oku boğazından çıktığı zaman

Yıldırım düşer gibi fışkırdı yerlere kan

 

Hüseyin bir avuç kan alıp havaya attı

Yüzünü çevirip ellerini Allah’a duaya tuttu

 

O an boğazından kan kesilip tamam oldu nefesi

Ruhu cennete uçtu kaldı kuru kafesi

*

Ey felek senin zulmün dostları yaktı

Zalimin zulm ateşi dünyayı yaktı

 

Ey felek senden hiç kimse zamana da razı olmadı

Zulümlerinin hepsi yerleri gökleri yaktı

 

Yine sen bir ateş yaktın Kerbela bahçesinde

Susuzluk tatlı dilli Asgar yavruyu yaktı

 

Babasına bakınca bir ağladı yine güldü

Bu ağlamak ile arşı ilahiyi yaktı

 

İşaret etti baba oku çek boğazımdan

Bu ok yarası ben zavallıyı yaktı

 

Bu zavallının olayı bütün dünya insanlarını

Özellikle dertli KUMRU’yu yaktı

 

BEŞİNCİ TOPLANTI HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN AYRILIĞI

Ey dostlar…

Ey dostlar ne zulmdür yine ağıt sesi geliyor

Zamanının insanları hep birden ağlayıp geliyor

 

Yavaş yavaş açılıyor ağıt feryat goncası

Gül bahçesine dost bülbülleri geliyor

 

Musibet bulutları dost bahçesinin üzerini tutmuş

Bu neden ile dert yağmuru yere dökülüp geliyor

 

Niçin yine gözden akıyor kızıl kan

Gözyaşı bir akan çeşme gibi akıp geliyor

 

Kabe’nin sultanın peygamberin öz evladı Hüseyin

Kerbela garibi hazreti imam Hüseyin

 

Kerbela toprağında kimsesiz ve yalnız kaldı

Kendi ev halkıyla ah vah vaveyla içinde yalnız kaldı

 

Elleri koynunda gözyaşı döker, ah çekerdi

Lisanı Hal ile bu sözleri söylerdi

*

Garip kimsesiz yıkılan yuvam canım vay

Dostları ölüp yardımcıları dağılan canım vay

 

Garip memlekette zelil olan canım

Üç oğlu altı genç kardeşi kefensiz ölen vay

 

Cenazeleri mezarsız olan canım

Dostları ölüp yardımcıları dağılan canım vay

 

Ev halkı kara giyinip gözyaşları kana dönen

Eli kalbinde gözü yaşlı kalan canım vay

 

Hüseyin’in böyle ağıtlarını duyunca

Zeynep sonsuz derdini dedi bir an önce

 

Vay yüz bin vay felek kimsesiz bıraktı beni

Dünyada dert çekmek için seçti bıraktı beni

 

Dünya evinde bir güzel gün nasibim olmadı

Kadınlar içinde şansı kara etti bıraktı beni

 

Her zaman bağrına basıp saklardı kardeşini

Zeynep’in sana kurban babam Ali bıraktı beni

*

Zeynep böyle söyleyince imam Hüseyin cevap verdi:

Ne yazık ki sabrımı taşırdı bela sesi

Hiç gelmiyor kulağıma bir dost sesi

 

Bu genç yavruya Kerbela’da toy binası var

Hiç gelmiyor kulağıma zevk ve sefa sesi

 

Fırat ırmağının üzerinde iki kol oldu kalem

Dünyayı doldurdu keder dert bela sesi

 

Allah aslanının oğlu gök ve yerin imamı

Bir ah söyledi gözlerinden akıttı kan yaşını

 

Kalbim kan ile doldu dert aldı canımı

Bu garip memlekette yoktur bilen halimi

 

Kırk kişi esir kadın kalmış bir de ben kaldım

Bilmem kimle sorunum var cevabını alaydım

 

Yüce Tanrının sınırsız kudretinden cevap verildi

Sakine bu dilleriyle sanki cevap verdi

*

Her ne kadar şanın şöhretin yok olmuş üzülme ey Hüseyin

Senin sızlayıp ağıt ve feryatların dünyayı yıkmasın ey Hüseyin

 

Darda kalmış kuluma ben dost ve yardımcıyım

Ben gibi perişan bacın var ağlama ya Hüseyin

 

Dosta varmak isteyen canından geçer can istemez

Muhabbet testinin susuzluğu acıma suyu istemez

 

Sevilen sevenden uzak kenarda durmaz

Yakınlık bahçesini isteyen ayrılık isteyemez

 

Dostun zulmü ve işkencesi yüz bin sefa gözükür

Muhabbet hiç başkasının teklifini beklemek istemez

*

Hazreti imam Hüseyin yine Kerbela çölünde üzüntü ve dert denizine batıp peygamberlerden yardım istedi. Bu kez de gökyüzünde ki peygamberlerin hepsinden ses geldi.

 

Ey Hüseyin! Sana Feda…

Ey insanların imamı ve Allah’ın halifesi sana feda olayım

Ey yerlerin nuru ve göklerin ziyneti sana feda olayım

 

Kimsesizim deyip üzüntü ile bakma her tarafa

Peygamberler sana yardıma geldiler sana feda olayım

 

İmamlık gözü ile baktı Hüseyin’in iki gözü

Naz ve niyaz ile peygamberlere söyledi bu sözü

 

Şehadete aşıkım ben sizden şefaat istemem

Bu benim bayram günümdür gidiniz yardım istemem

 

Hüseyin böylece peygamberler ile sohbet etti

Yüz binlerce melekler gökten yere indi

 

Cevap verdiler ey doğu ve batının sultanı feda oluruz sana

Ey dertli Hüseyin feda olalım sana

 

Dikkat ile baktı tek tek o sultanı Necef

Melekler hep gelip durmuşlardır saf saf

 

Derler izin ver bize biz varalım düşmana

Hiçbir dert oku Kerbela’da değmesin sana

 

Hüseyin buyurdu bu Allah’ın takdiridir bozamam

Bunca şehit Kerbela’da varken ben çıkıpta gezemem

 

Tüm İslam’ın imamı Meleklere dönün diye emir verdi

Ondan sonra kalbi kederli iken Kerbela’ya döndü

 

Dördüncü kez heybet ile seslendi

Şehitler yerlerinden kalktı silkindi

 

Boğazlarında kanlı gömlek başları açık

Dediler ya imam Hüseyin haydi savaşa çık

 

Kiminin kolu kesilmiş, kiminin sinesinde ok

Kiminin ağzı var oklanmış içinde dili yok

 

Şehitler saf saf dizilip Kerbela çölüne

Dediler ya imam emret yeniden edelim hamle

 

Kerbela çölünde kum üzre kum koymayalım

Bu çölde ölmemiş insan düşman koymayalım

 

İmam Hüseyin buyurdu ey vefalı dostlarım

Siz sıranızı savdınız şimdi mertçe ben varım

 

Siz yerinizde yatınız rahatlayınız biz gidelim

Savaş meydanına bir de tek biz gidelim

 

Şehitler tek tek silkinip tekrar yerlerine döndüler

İmamın gözleri çadırlardan yana döndüler

 

O anda çadırlardan duydu feryatlı sesi

Dertli feryat der idi ey Allah’ın halifesi

 

Hüseyin bakıp gördü bir vefalı dost gelir

İki gözünün kanlı yaşı sel gibi akar gelir

 

Dizinde gücü yok bazen yıkılıp kalkıyor

Zayıf canı düşmüştür sonsuz derde gelir

 

İki ayak atarsa bir kez de toprağa düşer

Yavaş yavaş sürünür zarı zar edip gelir

 

Baba can reva mıdır sen batasın kızıl kana

Reva mıdır yaralı sinen olsun Kufelilere nişane

 

Gözüm baka baka ben çadırda rahat olayım

Sen Kerbela da ölünce ben ardınca sağ kalayım

 

İmam Hüseyin buyurdu ey vefalı dostum vefan var

Çok üzülme çünkü bu işlerde hikmet var

 

Bu Kerbela’da benim kısmetim şehid olmaktır

Ey oğlum senin nasibin ise imamet makamıdır

 

İmam olan insanı incitir bu nasıl millet

Zaman gelir çekersin sen dahi her türlü zillet

 

Hemen hasta oğlu Zeynel Abidin’e teselli verdi

O meydanda savaşmaya niyet eyledi

*

Hazreti İmam Hüseyin, savaş hazırlığını yapmak için kendi çadırına vardı. Zeynep, silahlarını hazır etmişti. İstemedi. İmam dedi ki; sen bana bir takım eski elbise getir. Zeynep dedi ki sen zamanın imamısın. İmama, Zülcenah adlı atına binip meydana varınca, Kufeliler seni seyr edecek, yazık değil midir ki onlara bir eski elbise ile gözükesin dedi. İmam buyurdu ki ey iki gözüm! Ben attan düşünce o zalim millet, gelip benim elbisemi soyarlar, eki giyersem belki soymazlar da vücudum çıplak kalmaz. Böyle söyleyip mübarek vücuduna eski elbiseleri giydi. Eline Allah’ın Peygamberi Hazreti Muhammed ceddinin imamesini aldı silahını giyinip kuşandı:

 

Ali’nin yadigârı doğruluğun nuru güneşi

Düşmana karşı silah kuşandı yok idi eşi

 

Ev halkına teselli verip susturdu ızdırabı

Sevgili imam çadırdan çıktı yaptı hitabı

 

Gözünü dört tarafa dolandırıp bir baktı

Dert ve kederi fazlalaşıp hasret ile ah etti

 

Kalbinde ki dert ve kederi taşınca coştu inledi

Mübarek diliyle bu sözleri söyledi

 

Garip memlekette kaldım yardımcım nerdedir

Düşman benim etrafımı sardı askerlerim nerdedir

 

Bugün Abbas’ıma haber veren olsa idi

Gelsin o ünlü vefalı kardeşim nerdedir

 

Başım sıcak kumlar üzerine düştüğü zaman

Başımı diz üstüne almak için peygamberim nerdedir

 

Bedenim toprak üstünde hasret ile kıvranınca

Kur’an okumak için Ali Ekber’im nerdedir

 

Gaslımı verip kefenimi sarıp kabre kaymak için

Necef sultanı Arap Amiri Ali babam nerdedir

 

Bu sözleri deyip sonra baktı her bir tarafa

Ne gördü gelen yoktur yüzünü döndü Necef’e

 

Ağıt sesleri ve ah vaveyla feryatları göklere ulaştı

Seslendi ey Necef mülkünün sultanı ızdıraplaştı

 

Medine’de vefa edince hazreti Selman

Kendin ona VELÂYET ile vardım o zaman

 

Kendi ellerin ile kefen dikip defin eyledin

Vefalı dostunu öldüğü zaman aziz eyledin

 

Necef ile Kerbela arasında o kadar bir mesafe yok

Bu çölde ben ölürüm derdime hiç çare yok

 

Ben bu kanlı meydanda kızıl kana düşüp boyanınca

Oğul demezsen bile beraber tut Selman’ca

 

Necefte yatma dahi bu gün beni yol sal

Şimr başımı kesince dizinin üstüne al

*

Hazreti imam Hüseyin bunları söyledikten sonra Zülcenaha binmek istedi. Fakat dört tarafta Zülcenahı hazır edecek bir erkek görmedi. O zaman kalbi yanık şekilde söyledi:

*

Ey dertli günümde derdime ilaç olanlarım

Baştan ayağa kan ile boyanan dostlarım

 

Allah yolunca zevk ile kahramanca can verenler

Dünya da zor işleri kolay eden dostlarım

 

Bilmem sebep nedir yardıma gelmezsiniz

Dert ve bela çölünde İslam ümmetine kurban olanlarım

 

Zülcenahımı getiren yoktur bu gün yalnızım

Ey savaş meydanında parça parça olanlarım

 

Kerbela sultanı Hüseyin bu sözleri tamamladı

Mustafa evlatlarının göklere yüceldi ağıt feryadı

 

Zeynep yanağına siyah saçlarını dökmüştür

Bir izzet ile Zülcenah’ını gitmiştir

 

Zeynep üzengiye basınca Gülsüm sancağı alır

Sürelim atını meydana dert çekme nolur

 

O anda göklerden bir güzel ses geldi

Daha durma yere in ey Cebrail dedi

 

Hemen Meleklere indi Cebrail biliniz

Kerbela da kıyamet olmuştur görünüz

 

Bir tarafta düşman ordusunun saflarını gördüler

Bir tarafta Hüseyin çıplak ayak gördüler

 

Sancaktar gitmiş kana batmış sancağı ağlar

Yedi bacı beş ev halkı ah çekip ağlar

 

Yerde insan gökte melekler ağlar

Onun mazlumiyetine Zülcenah ağlar

 

Üzengiye bastı Cebrail’i emin

İsrafil, Mikâil tuttular elin

 

Bu hal ile o iyilik sultanı Zülcenah üstüne binmişti canı

*

Hazreti İmam Hüseyin Ehli beyte şöyle seslendi:

*

Helal edin hakkınızı aman ben gidiyorum

Abbas’ın çektikleri sabrımı aldı gidiyorum

 

Onun ayrılığı kadimdi bükmüştür

Bir tarafta gitme deyip ağlar sakinem gidiyorum

 

Diğer tarafta sesler beni genç Ali Ekber

Yetim yavrularımı güzel sakla ey Zeynep gidiyorum

 

Senden başkasına yoktur daha güvenim

O anda ev halkı ile vedalaştı dedi ben gidiyorum

 

Zülcenahı çadırlar arasından sürdü kenara

Böyle söyleniliyor dedi artık Aşura

 

Allah’ın halifesi veda etmek için tek tek

Ne gördü ağıt sesleri yüceldi dayanmaz yürek

 

Bir ardınca gelip der Medine sultanı baba

Sabret sana kızın Sakine kurban ey baba

 

Göklere yükseldi ağıtlarım feryatlarım

Dur ki varayım çoktur gizli saklı sırlarım

 

Ağlar sakine gelip imamın huzuruna vardı

Ayaklarına kapanıp ateş alevi gibi ah vah yandı

 

Dedi aman ey baba koyma bu belâda beni

Bu Kerbela çölünde zelil etme beni

 

Küçüklüğümde çok kara güne düştüm

Bu günde hatırlayan yok mudur acep beni

 

Ne nazımı çeken olur ne bir kucaklayan

Bu zalim Kufeliler korkarım öldürür arada beni

 

Yanında gidip önünde ölmeye razıyım

Yetim koyma ardınca gözü yaşlı ağlarım beni

 

Bakınca Sakine’ye çok ağladı zamanın imamı

Piyade esir edip Şam’a kadar götürürler seni

 

Buyurdu iş işten geçti bu kadar ağlama

Yeter sen ağlayıp kebap edip üzme beni

 

O zamanın imamı ayrılık sözlerini tamamladı

Zülcenah’ı sürüp düşmana hamle eyledi

 

O deniz gibi düşman ordusuna seslendi

Kendini tanıtınca iman sahipleri kederlendi

*

Hazreti imam Hüseyin atını sürüp kendini şöyle tanıttı, görelim Şam askerlerine neler söyledi: Ey Utanmaz millet! Ben din ülkesinin süsüyüm, iyilik dünyasını aydınlatan güneş benim, gökyüzünün yıldızları aydınlığını benden alırlar, ben inananların kalbinin Mescid’i Aksa’sıyım. Çayır çimen hep yeşilliğini benden almıştır, İslam dininin gül bahçesinin lalesi benim. Yeryüzünde ne kadar nüfus varsa hepsi benden gelir bana gider, bilinmeyen dünyalardan gelip anasır elbisesini giymişim, Allah’a yakın olmakta benden ileri gitmiş kimse yoktur.

Melekler bensiz uçmaz, dünya bensiz dönmez, Dünyayı aydınlatan güneş, nurunu benden almıştır. Şahı Necef denizinin eşi bulunmaz bir incisiyim. Ben Musa peygamberin mucizeler gösteren YED’İ BEYZA’sıyım. Kur’an-ı Kerim benim sinemde yazılıdır, hakikatte Kur’an’ın aslı benim.

Ben istesem dünyayı tersine dönderir, Fırat’ı kan akıtırım, ama Allah’ın takdiri böyledir, Ben Allah’ın şehid kuluyum.

*

Ey hayasız millet ben ne Rum’um ne Habeş

Yandım susuzluktan kavruldum sanki çöl bir ateş

 

Ev halkım kara giymiştir o çaresizler ağlar

Yok mudur susuzluklarına sizlerde çareler

 

İleri attı adımını sözlerini edince tamamı

Kâfirlerden cevap gelmez hiçbir zaman

 

Tam bir heybet ile seslenip ün saldı

Kâfirlerde ne cisim kaldı ne can kaldı

 

Bölükleyip düşmanı ortadan iki parçaladı

Yıldırım gibi zalimlerin ortasına daldı

 

Kolunu kaldırıp dolandırıyordu Zülfikar’ı

Sanırsın Zülfikar çıkmıştır gökten yukarı

*

Düşmanların üzerine indiriyor

Gören der ki gökten ateş iniyor

 

Akan kanlar Kerbela’yı suladı

Şam askerleri önünde meledi

 

Koyun gibi başlarını eğdiler

Her biri bir yana dağıldılar

 

Kesilen başlar düşerdi bir bir yere

Hüseyin’in koluna Allah kuvvet vere

 

O mübarek sohbete başlayıp deridi

Zülfikar’ı sağa sola dönderir idi

 

Kerbelayı kan doldurmam gerek

Sizleri tek tek öldürmem gerek

 

Sevdiklerinizi bir bir ağlatmam gerek

Kerbela şehitlerini sevindirmem gerek

 

Ey dinsiz millet haberdar olup biliniz

Yardımcım Ali’dir güvenim Allah görünüz

 

Zülfikar düşman başına değince

Ucu çıkardı ta kuma düşünce

 

At ile düşman iki olurdu

Yan yana gelince ölmemiş denirdi

 

Ancak at üstünde kımıldayınca

İki parça olup düşerdi kumlara anca

 

O anda şimdi zamanın imamı gördü

Gelip Zülfikar’ın önünde bir ahmak durdu

 

İmam Hüseyin Şimri görünce elini çekti geri

Dedi ey Şimr korkma seni öldürmem belli

 

Ey fırsat düşkünü sen çekil kenara

Kim olursa öldürür senin gibi şaşkını mudara

*

Pis pis bakma git Zülfikar seni sağ koymaz

Bilirim fırsat bulunca hançerin beni sağ koymaz

 

Bu sebeple seni öldürmek için elim varmaz

Başımı kesince hiç kimse senin gibi incitmez

 

Başkaları utanır naz ile niyazımdan

Ancak senin gibileri keser beni boğazımdan

 

İmamlar imamı şehadete oldu razı

Serbest bırakıp vurmadı o kara yüzü

 

Kendini düşman safına vurdu

Kâfir ordusunun sık tarafına daldı

 

Kılıcının sesi gök gürüllemesi

Zülcenahtan çıkıyor şimşek sesi

 

Hamle ediyor düşmana, korku salıyor dünyaya

Sahraya kanlar döküp çeviriyordu ırmaklara

 

Canı hararetten yandı susuzluk takatten kesmiş idi

Dil susuzluktan ağzında bir yana dolaşmaz idi

 

Derdi dert ortağım yoktur şehid oldu kardeşim Abbas

Gel ey kolsuz sancaktarım beni bağrına bas

 

Bu gün bir güvendiğim yoktur garibim hiç sığınağım yok

Susuz ölüyorum, keserler kurban gibi günahım yok

 

Haydar-ı Kerrar oğlu Hüseyin pek çok kâfirleri öldürdü

Atının başını çekti kendini bir kenara döndürdü

 

Kenarda nefes alıp bir miktar oturdu

Dönüp seslendi ey Şamlılar, Kufeliler sizlere noldu

 

Noldu gelip bu çöle tamamen dolarsınız

Peygamber evladının kanını helal mı sanırsınız

 

Ey zalim Kufeliler nedir benim suçum

Bu yorgun vücudumu kan ile boyarsınız kalmadı gücüm

 

Düşün ki ne imamım ne de imam evladıyım

Peygamber ümmetiyim ben de bir İslam’ın

 

Ey sapık millet düşünün ki bir garibim

Dilimde hep LA İAHE İLLALLAH söylerim

 

Açılmış güllerimi soldurup sararttınız

Ali Asgar oğlumu onlara nişan aldınız

 

Ben kalmışım bir de kırk kişi hanım

Yetmez mi bizlere verdiğiniz bu eziyet ey zalim

 

Bana ne kadar yara vursanız yine kabulüm

Ben kazaya razı olmuş Allah’ın kuluyum

 

Benden uzak olunuz buradan yol verin bana

Gideyim Habeş, Frenk ve yahut Urum’dan yana

 

Tamam siz varıp gidiniz o Yezit’in emrine

Beni bırakınız giderim Vilayetler dışına

 

Bu yerde malımı servetimi bırakıp gideyim

Eş dost ev halkımı yanımda götüreyim

*

İmam Hüseyin bu sözleri deyince melekler duydu

Başı üstünde bir bulut gelip durdu

 

O buluttan ses geldi sahraya tek tek

Der idi ey Hüseyin sen yalvarmaktan el çek

 

Acz ile zalimlere yalvarma ya Hüseyin

Bu hayasız millete yalvarma ya Hüseyin

 

Meleklerin tümü ağlaştı Hüseyin’in ağıtına

Ah seslerin göklere ulaştı ya Hüseyin

 

Emret ki başının üzerine açayım kanatlarımı

Zülfikar’ın düşmanına çok yalvarma ya Hüseyin

 

Yeniden atını sürüp düşman içine daldı

Kiminin sırtına vurdu kiminin bacaklarını kırdı

 

Kılıç elinde saflar arasından dönerken aslan gibi

Bir kadın girdi meydana hükmü Süleyman gibi

 

Sordu kimdir bu çölde kurban olan söyleyin bana

Üç gün su içmeden susuz kalan söyleyin bana

 

Burada bir eşi dostu ölen var söyleyin bana

Hangisidir o Tanrı sevgilisi bileyim söyleyin bana

*

Susuz kalanların şahı şehitlerin sultanı

Kalbi susuz Hüseyin varıp çıktı ileri

 

Aradığın o kimsesiz eşsiz dostsuz kalan benim

Vücudu parça parça susuz doğranan benim

 

Yardımcısı dostu ölüp kapısı bağlanan benim

Fırat suyuna hasret kalan garip benim

 

Kadın Hüseyin’in gözyaşına baktı

Çölden bir avuç toprak alıp başına saçtı

 

Hava pek sıcaktır ciğerim yandı bilirim

Al sana içmek için su getirdim veririm

 

Ey kalbi yaralı garip halini gördük acıdık biz

Fırat üstünde oturuyor bizlerin kabilemiz

 

Bu zor günde olmuştur bir sakallı nurani

Sabah akşam kabilemiz içinde vardır yeri

 

Vücuduna kara giymiştir yakasını yırtmıştır

Gözlerinden yaş yerine kanlı sular akmıştır

 

Bizlere söyledi ki bu çölde bir sultan yalnız kaldı

Üç gün üç gece Hüseyin Kerbela’da susuz kaldı

 

Hüseyin dedi ey bacı o sultanın işareti var mıydı?

Kadın dedi halk arasından geçerken başı yaralıydı

*

Kendi kendine hem söylerdi hem usulca ağlardı

O’nun bu sözleri kabilemizin insanlarını dağlardı

 

Zulm eli ile dağılmıştır evi barkı var oğlum vay

Zamana da başı belaya kalan oğlum vay

 

Yanmıştır dudakları susuzluktan kalbi ateşten

Fırat’a varmadan yaralı canı susuz kalan oğlum vay

 

Hüseyin bildi dolaşan yorgun ve gariptir

O, babası Haydar’ı Kerrar Ali bin Ebu Talip’tir

 

Suyu elinden alıp dudağına götürdü

Ancak tasın suyunu içmedi geri getirdi

 

O anda su diye can verenleri hatırladı

Bir damla su içmeden yer altına girenleri hatırladı

 

Dedi haram olsun bana ben su içersem vefasızım

Susuz ölenler gibi kerbelada yalnız bir insanım susuzum

 

Zülcenah ile hamle etti bu sözleri söyleyip

Önünden düşman safları kaçardı hepsi parçalanıp

 

Öyle kılıç vurdu ki benzeri kimse bulunmazdı

Düşman arasında Hüseyin tek başına kaldı

 

Yanında yardımcısı önünde sancaktarı yok

Ayakta durmak için Hüseyin’in canında gücü yok

 

Buyurdu ey Kufeliler zulmünüz yaktı beni

Kurbanlar gibi bu çölde boyadınız kana beni

 

Yaralıyım dertliyim susuzum ey Müslümanlar

Dudak ve dillerimi bu susuzluk yakmıştır beni

 

Fırat suyuna gözüm hasret ile bakıyor ölüyorum

Bu kadar oklara hedef tutmayınız beni

 

Kalbim yanmıştır ağzımda dolanmıyor dilim

Bu kadar incitmeyin ey millet perişan halim

 

Veriniz bana bir içim su da kesiniz başımı

Çok hasretim genç Ali Ekber’e götürünüz beni

 

Birden ne gördü çok nişaneler gözüktü

Cebrail elinde billur tası göklerden indi

 

Dedi seni dinlemez bunlar zalimdir ya Hüseyin

Ey üç gün susuz kalbi yanan Hüseyin

 

Gökte arş’ı âlâ’yı titretti ya Hüseyin sesi

Az kaldı ki mahşer günü olaydı ya Hüseyin

 

Bugün sana su getiren benim asla üzülme

Bu zillete razı değil o Allah ya Hüseyin

 

Bu elimdeki billur tasını temiz badeyi doldurdum

Cebrail dedi al iç ciğerin bu kez çok yanacak Hüseyin

 

Fırat’ın susuz sultanı bu sözleri duyunca

Lisan’ı Hal ile Cebrail’e söyledi heyhat “zillet bizden uzak”

 

Gözümde ne Kevser suyu ne de bade gerek

Ne selsebil gerek bana ne billur tası gerek

 

Bu çölde ben şimdi garip ve susuzum ölüm var

Götür bu su tasını ver garip Ali Ekber var

*

Tamamlandı imam Hüseyin’in sözlerinin hepsi

Düşman askerlerinden Şamlılardan geldi harp sesi

 

Sen hepimiz tanırız ey Hüseyin

Fazlasını söyleme utanırız ey Hüseyin

 

Bil ki Yezit senin biatına muhtaç

Yok Sana biatten başka bir ilaç

 

Bu çölde akıtmaktansa kanını

Kabul et kâfir düşmanın biatını

*

Dertli Hüseyin yüksek ses ile seslendi

Elinde bela şimşeği Zülfikar var idi

 

Kendini aslan gibi vurunca saflara

Düşmanlar kaçıştılar her biri bir yanlara

 

Susuzluk imam Hüseyin’in canını yaktı

Yüzünü Fırat’a taraf çevirip baktı

 

Zülcenah atını çevirip o tarafa

İstedi ki varsın hemen o Fırat’a

 

Her ikisinin yarasından kan akardı

Düşman arasından atını sıyırdı

 

Atını sürüp Fırat’a yaklaştı

Bir yerde at durup yavaşladı

 

Durdu bir daha tek adım bile atmadı

Hüseyin’in sözünü de tutmadı

 

Buyurdu ey bana dost olan hayvan

Noldu sen ayağını ileri atmazsın

 

Güneş altında kumun üzerinde yandın

Korkarım acı şekilde yaralandın

 

Hayvan imamın sözünü anladı

Zülcenah orada sohbete başladı

 

Yaram acı bir yaradır derdimi sorma

Daha bir adım bile gidemem bana vurma

 

Eğer önüme baksan Necef Sultanı Hüseyin’sin

Fırat’a taraf sende daha gidemezsin

 

Nasıl adım atayım gitmek için yol mu var

Karşımda kanlara boyanmış iki kesik kol var

 

Ey göktekilerin ve yerdekilerin imamı beni hoş gör

İn bak ki bunlar kardeşin Abbas’ın nişaneleridir

 

Dertli Hüseyin attan aşağı indi

Bir çift kol buldu her tarafı kandı

 

Kolları bağrına basıp dedi can aziz can

Kardeşin Hüseyin kesik koluna olaydı kurban

 

O anda Zülcenah ile geri döndü

Kâfirlerin başlarını bedenlerinden ayırdı

 

Varınca hiç fırsat ve mecel vermezdi

Evlerini başlarına yıkar idi

 

Ağaç yaprağı gibi döktü başları

Toparlandı üst üste kâfirlerin leşleri

 

Allah’ın halifesi onları sürüp götürdü

Düşmanın hepsini çadırlarına yetirdi

 

Bu arada bir hayasız utanmaz Yezit

Ebtiha adında kudurmuş bir zalim it

 

Gördü düşman askeri bozulmuş kaçıyor

Sesler nerdeyse ağıtlara karışıyor

 

Çıkıp askerlerin durdu önünde

Dedi bu şan yakışır mı melun Yezid’e

 

Bir insan karşısından bin kişi kaçasınız

Şandan şereften candan geçesiniz

 

Hani sizin utanmanız arınız

Bir kişi karşısında duramıyor bininiz

 

Bu sözleri söyleyip meydana çıktı gitti

O zalim bir biçare gömleği giyinmişti

 

Eline bir yalın kılıç aldı

Hüseyin’in karşısına dikildi kaldı

 

Ardınca geldi binlerce zalip asker

İmam Hüseyin’e birlikte hamle ettiler

 

İmam geriye bir dönüp baktı

O kâfir Ebtiha’yı kendine taraf çekti

 

Düşman askerlerinden ayırıp durdu

Ne istersin benden be mel’un deyip sordu

 

Sonra üzengiler üstünde dikilip

Eline şahin gibi Zülfikar’ı alıp

 

Ebtiha’nın dört bir yanına dolandı

Ebtiha’nın küçücük kalbi bulandı

 

Yüzünden rengi uçtu aklı da başından

Ne söyleyeceğini şaşırdı telaşından

 

Zülcenah Ebtiha’nın yanından rüzgâr gibi geçti

Bir kılıçta kâfirin o mındar başı uçtu

 

Atından uzağa fırladı başı

At üzerinde başsız kaldı pis leşi

 

Vuran el Allah’ın eli vuran Zülfikar

Bu kılıçtan o Ali’den nişan var

 

ZAĞFERİ CÜNNİ “R.A.”IN HAZRETİ İMAM HÜSEYİN “A.S.”IN YARDIMINA GELMESİ

İmam çekmişti kendini düşmanın arasından

Çeşme gibi kan akardı imamın yarasından

 

Yakamdan elinizi çekiniz ey Kufeliler ölüyorum

Yaralı sinem oklarınıza nişan oldu ölüyorum

 

Pek çok ok vurdunuz daha vücudumda sağ yer yok

Bedenimden ruhum çıkıyor canım kalmadı ölüyorum

 

Ev halkım susuzdur kendim de pek susuzum

Geliniz bana bir yudum su veriniz ölüyorum

 

Ben su içmem bırakınız Zülcenah atım içsin

Utancımdan gözyaşlarım sel olmuştur ölüyorum

*

O anda bunu deyip sultanı Necef

Atını çevirdi Fırat’a taraf

 

Zülcenah kanatlanıp da uçtu

Kâfirlerin saflarını rüzgâr gibi geçti

 

Hazreti Hüseyin’i ulaştırdı Fırat’a

Susuz canı kavuşturdu Fırat’a

 

İmam Hüseyin su kenarında durdu

Hayvan susuzdur deyip atı duya vurdu

 

Zülcenah durup suya bakardı

Gözlerinden kanlı yaşlar akardı

 

Bir damla dahi içmedi hayvanların sezgili hası

Hatırlamıştır susuz kolları kesilen Abbas’ı

 

Yaralı canı hayvana bakıp ağlardı

İki gözünden öpüp boynunu kucaklardı

 

Derdi ah ile ağlayıp dünyayı yıkma

İç suyu sen durup bana bakma

 

Hayvan ağzını dokundurdu Fırat’a

Suyu içmedi baktı Hüseyin’den tarafına

 

Ağzı bir zaman suda öyle durdu

Önce İmam içsin diye beklerdi durdu

 

Hayvanın maksadını bildi imam hemen

Suya avuçlayıp ağzına götürdü o dem

 

Değdirince suyu dudaklarına

Şehitlerin sesi geldi kulaklarına

 

Zer’â isimli derler bir zalim Yezit

Fırsatını kolladı o an o vakit

 

Utanması yok dini imanı yok

Yayına yerleştirdi bir zehirli ok

 

Sinir ile yayını bıraktı kemanından

Zehirli ok girdi İmam Hüseyin’in dudağından

 

İmamın canı titredi durdu

Su yerine ağzı kan ile doldu

 

Hemen oku çekti damağından

Çeşme gibi kan aktı dudağından

 

Buyurdu varmayasın muradına ey imansız

Su içmeden ağzımı kan ettin koydun dermansız

 

Sen ki bana bu zulmü gösterdin

İçtiğim suyu kızıl kana dönderdin

 

Zülcenah bu durumu görünce hemen

Çok ağlayıp ah vah çekti o zaman

 

Hüseyin’i çekip Fırat’tan çıkardı

Bir rahat yer arayıp bakardı

 

Hüseyin gelmiştir ah ile vaha

Söyledi o anda o Zülcenah’a

*

Bir susuz dertli insanım, bedenimde yaram çoktur

Ey Şamlılar yalnızım, ah ki garibim garip

 

Oklar değmiştir canıma yanan kalbime

Boyanmışım kendi kanıma, ah ki garibim garip

 

Başım belaya düştü, kana döndü gözyaşım

Gel ey kardeşim ah ki garibim garip

 

Susuz Ali Asgar’ım öldü, yaralandı canım

Nerde kalmıştır Ekber’im ah’ki garibim garip

 

Sıcak canımı bıktırdı gel ki gör susuz dudaklarımı

Kanımı alan yoktur ah ki garibim garip

 

Ne gelen var yanıma ne acıyan canıma

Boyanmışım kızıl kanıma ah ki garibim garip

 

Garp ve mazlum imam bu sözleri söyleyince

Bir garip grup belirdi gökyüzünde

 

Önde bir komutan deniz gibi asker

Aslan gibi pençesi, at gibi bir başı var

 

O komutan İmamın huzuruna gelince

Hemen saygı ile selama durdu imama önce

*

Ey garip kalan imam sana selam olsun

Cinler tarafından selam var sana selam olsun

 

Garip imam cevap verdi sana da selam olsun

Derdime sen doktor oldun sana selam olsun

 

Sen kimsin adını söyle ben bileyim

Kendini göster sen kimsin seni göreyim

 

Dedi Ali’nin kölesiyim bilesin ey Hüseyin ben

Bizleri İslam eden Allah’ın halifesi baban Ali’dir

 

Bizler cin grubuyuz onların komutanıyım ben

Babamın adı Rahim adım Zagfer’dir ben

 

Ey sultanım! Senin yalnızlığını bilip yardıma geldim

Bizler varken başkasını yardıma sesleme ey sultanım

 

Yardımcım yoktur diye sakın üzülme sen

Kerbela’yı alt üst ederiz Sen emretsen

 

Bu dergâh’a geldim ey insanların cinlerin efendisi

İzin ver ki biz intikamını alalım kardeşin Abbas’ı

 

Bizlere izin ver sana feda olalım

Kerbela toprağını kan ile sulayalım

 

İmam cevap verdi izin vermek zordur

Takdiri ilahi böyle yazılmıştır o gün bu gündür

 

İman sahipleri böyle savaşa izin vermezler

Çünkü siz onları görüyorsunuz kâfirler sizi görmezler

 

Cinlerin gizli olarak insanlara hamlesi doğru olmaz

Ey Zagfer! Bu onlara zulüm olur adalet olmaz

 

Zagfer bu söze ağlayıp dedi ey sultanım

Senin canına dünyadaki varlıklar feda olsun kanım

 

Sana zulüm değil mi onların sana ettikleri

Dostlarının kâfirlerin elinden çektikleri

 

Ey Medine sultanı meğer zulüm değil mi bunlar

Kasım’ın gül bedeni atlar altında dağılmışlar

 

Acaba zulüm değil mi ey kalbi dertli garip

Kardeşin Abbas’ın kolları kesildi buda mı nasip

*

İmam buyurdu Ey Zagfer beni sana yalnız

Böyle yazmış diyorlar alnınıza Tanrımız

 

Bilmelisiniz ki ben memnunum sinemin yarasından

Gel sen de bir bak parmağının arasından

 

Zagfer imamın iki parmağının arasından baktı

Sanki can alıcı Şahin Kerbelayı sarmıştı

 

Peygamberler saf saf olup dizilmiş

Ellerinde LA İLAHE İLLALLAH YAZILMIŞ

 

Hepsi imam Hüseyin’den emir bekler

Yerde peygamberler gökte melekler

 

Her biri bir dil ile vaveyla çekerler

İzin ver bize savaşalım ey Hüseyin derler

 

Zagfer bu durumu görünce yüz çevirdi

Cinlerden oluşan askerini geriye çevirdi

 

Dedi ey İmam! Üzülerek geri dönüyoruz

Bizlere bir vazife ver biz Ali’nin dostuyuz

 

İmam Hüseyin buyurdu sizlerden bir şey istemem

Kendim için hiç birinize bir şey söylemem

 

Zalim ve melun Şimr beni edecektir şehit

Hasta Zeynelâbidin burada üzerimi örtecek kefen edip

 

Ev halkım Şam’a esir giderler

Onlara hizmet ediniz ki gariptirler

 

ŞEHİTLER EFENDİSİ HAZRETİ İMAM HÜSEYİN “A.S.”IN SAVAŞ ANINDA KAYBOLARAK HİND ŞAHINI ASLANIN PENÇESİNDEN KURTARMASI

Dudakları susuzluktan yarılmış sinesi yaralı

Hüseyin yardım için her tarafa bakardı

 

Derdi ey imansızlar yakamdan el çekiniz ölüyorum

İşkence ve zulüm ile işim tamamlandı ölüyorum

 

Anlayamaz oldular Kufeliler bu sözleri

Yine bir başka diller ile söyledi bu sözleri

 

Bir damla su verin sonra bu garibi öldürünüz

Sakın bana acımayınız hemen beni öldürünüz

 

Kılıçlar ne kadar kesse bu yaralı canımı

Helal etmem size kıyamete kadar kanımı

 

Düşmanlar kılıçlarını çekip imama saldırdı

Kerbela çölünden bir top duman kaldırdı

 

Birbirlerine girip saflar yakınlaştılar

Hüseyin’e ok vurmak için üzerine koşuştular

 

İmam elinde Zülfikar pek çok canları yakar

Melekler gökyüzünden onun seyrine bakar

 

Kan akar başlar doğranır kelleler uçar

Kâfir askerleri imamın önünden kaçar

 

Dinsizin biri imamın arkasına saklandı

Gizliden kılıç vurmak için duraklandı

 

İmamın mübarek başına zulm okunu fırlattı

Ne acıdır ki imamın başına zulm kılıcı saplandı

 

Bu darbeden imam şöyle bir sarsıldı

Kılıç ile başı çokça yaralanıp parçalandı

 

Atını kenara sürüp meydanda durmadı

Zeynebin çadırına vardı selam veremedi

 

Başını görünce al kanlara boyanmış

Zeynebin yüreği kızgın ateşe yanmış

 

Sargı alıp yarasına sarmaya niyet etti

Gör bu anda Felek ne yaptı ne etti

 

Tam bu anda Hindistan’dan bir sultan

Avlanmaya çıkmıştı genç ihtiyar nice can

 

Bir geyik çıktı önüne ceylan gözlü

Kara başlı ve sürmeli yüzlü

 

Hint şahı hayran kaldı bu ceylanın gözüne

Atına sürüp düştü hayvanın izine

 

Pek çok dağları ormanları geçtiler

Sonunda bir gizli geçide ulaştılar

 

Kükremiş bir aslan kesti yolunu

Kaçmak için yolu yok hem sağ ile solunu

 

Hindistan şahı vezirine dedi ne yapsak

Kime yalvarıp kimden yardım dilesek

 

Vezir dedi burada Allah’a yalvarıp yakarmalı

Yardıma gel ya Hüseyin diye seslenmeli

 

O sultan vezirin bu sözlerini duyunca inledi

Hemen yüzünü Medine’ye taraf dönderdi

 

Ey hidayet dünyasında ay ve güneşim ya Hüseyin

Her iki dünyada sensin padişahın ya Hüseyin

 

Zorluklarda kalmışım ey zorluklara koşan

Yardımcım yoktur gel yardımıma koş ya Hüseyin

 

Ben senin hizmetçinim zillette koyma gel kurtar

Kimsesizim bana acı sığınağım yok ya Hüseyin

*

Zamanın imamı bu durumdan haberi oldu

Yarasını unutup çadırından çıktı yola koyuldu

 

Dünya bohça gibi dürülüp katlandı

Sanırsın zamanın imamı kanatlandı

 

Hindistan’a vardı aslan hamle etmeden

Pençesini kaldırıp o sultana vurmadan

 

Ey beni sesleyen çaresiz sultan geldim

Çok ağlayıp sızlama üzülme geldim

 

Sesin gelince başımın yarasını bağlatmadım

Yaralarımdan çeşme gibi kan akıyor geldim

 

Ev halkımı Şimr elinde boynu bükük bırakıp

Seni kurtarmak için zevk ile geldim

 

Kays sultan ah ile meşgul iken duaya

Gördü karşı tepeden bir toz kalktı havaya

 

Arasından bir atlı belirip çıktı

Parlaklığından ay batıp güneş çıktı

 

Yaralarından kan akar yüzü kanlı

Ah çektikçe dünyalara ağıt salıp gelir

 

Mübarek sinesine pek çok ok saplanmış

Sinesi kan ile boyanmıştır gelir

 

Sinesine pek çok yaralar vurmuşlar

Baktığın zaman yara üzerine yara gelir

 

Yanlarına gelince o yüzü kanlı pehlivan

Yanına koşarak geldi o kükremiş aslan

 

Atın üzengisinden tutup yüzünü yerlere sürdü

Sonra sohbete başlayıp edep ile selam verdi

 

Ey yerlerin ve zamanın imamı sana selam olsun

Tanrının aslanı imam sana selam olsun

 

Ey çocukluğun zamanında kundağı arşa çıkan

Meleklere dost olan sana selam olsun

 

O ünlü imam Hüseyin aslana seslendi

Dostları üzmek için sebep nedir ki dedi

 

Niçin dostlara eziyet ediyorsun

Bunlar Ali dostlarıdır sen ne yapıyorsun

 

Artık beni gördün muradına ulaştın

Yuvana geri dön sen burada fazla bekleştin

 

O kükremiş aslan edeple toprağa düştü

Gözleri ağlar dönüp yuvasına gitti

 

Kays padişah bu durumu görüp ağladı

Hüseyin’in sevgisi ile kalbini parçaladı

*

Huzura gelip dedi ey imam bu ne haldasın

Sen zor durumlardasın pek zorluktasın

 

Din ve dünya, o Medine sultanı dedi ki beni

Ceddimin ümmeti işte bu duruma saldı beni

 

Öldürdüler Kerbela’da dostlarımın hepsini

Beş oğlumu ve altı gencecik kardeşimi

 

Onlar yanıma grup grup geldiler

Fırat üstünde gerek başımı susuz keseler

 

Beni bu vaziyete salan ehli Kur’an’dır

Peygamber ümmeti görünüşleri müslümandır

 

Hindistan sultanı imamın ayağına kapandı orda

Dedi gitme ey imam geldin kal burada

 

Hindistan memleketinde çok servetim makamım var

Nazını çekmek için bir garip hanımım var

 

Yaralarını sarıp sargılasın benim doktorlarım

Gidersen gökleri delecektir benim ağıtlarım

 

İmam buyurdu bu yara ilaç yarası değil

Ne tabibe ne doktora ihtiyaç değil

 

MOLLA BAKIR’IN KONUŞMASI

İmam buyurdu bende sultanım güzel makamım tacım var

Yanımda beş hanımım yedi nazlı kız kardeşim var

 

Hindistan’ın Hüseyin’e mezar olması olmaz uygun

Üç gün üç gece çıplak güneş altında kalmasın dostum

 

Dostu sevmenin aşkının çıkması imkânsız başımdan

Kolsuz Abbas’ı koyamam Fırat kenarında

 

Ciğerleri susuz kimsesizim kabirde yatınca

Defn olmalıdır Ali Ekber gerek ayak altımda

 

Kerbela çölünde mezar bana kazılmalıdır

Her yıl baş açık ziyaretçiler ziyaretime gelmeliler

 

Ey dindar Padişah sana olan vasiyetim budur

Beni çıkarma aklından ne kadar ki ömrün var

 

Ölümümde kara giyinip sinesini dağlasın

Her zaman aklına salıp ölümümde ağlasın

 

Hedefim bugün seni beladan kurtarmak idi hep

Gerek gideyim yolumu gözlüyor bacım Zeynep

 

Zamanın imamı bunu deyip kayıp oldu

Hindistan padişahının gözleri kan ile doldu

*

Kerbela’da kalan Kufe askeri

Gözden kaybedince o imamı serveri

 

Arayıp dört bir yana baktılar

İmamın kayıp olduğunu gördüler

 

Biri der Hüseyin buldu ilacı

Göklere çıktı yaptı miracı

 

Şimr burada seslendi zalim

Kan etti kalbimdeki yarayı zalim

 

Dedi Hüseyin göklere dahi çıksa da

Onun yine Fırat üste öldürürüm yoksa da

 

Korkumdan dünya ağıta gelir

Hüseyin şimdi meydana gelir

 

O zalim böyle deyip yürüdü

Ardınca çadırlara asker yöneldi

 

Asker çadıra taraf yürüdü taştı

Necef sultanının ev halkı birbirine karıştı

 

Zeynep’de o an güç kuvvet kalmadı

Kardeşi imam Hüseyin’e neredesin gel dedi

*

Gel ey zulm ile yuvası yıkılan kardeş gel

Zamana da evi harabe olan kardeş gel

 

Babamın nişanesi annemin oğlu ceddimin bedeli

Kalbi yaralı derdimin ilacı ey kardeş gel

 

Bu saçlarım beyazlaşan zamanda uygun olmaz

Şimrin zulmü beni öldürecek ey kardeş gel

 

Kendini bana kavuştur bir kez kucaklaşalım bari

Zincir yarası boynumu kesmeden ey kardeş gel

 

Sakine kızın kendisini korkudan öldürüyor

Dahi kızını annesi susturamıyor ey kardeş gel

 

Askerin önünü kes koyma çadırlara gelsin

Gelen ayaklarına kurban olayım ey kardeş gel

 

Zeynep dertli dertli bunları söyledi

Gökten o an bir şimşek parladı

*

Buluttan sıyrıldı parıltısı

Göklere çıktı gürültüsü

 

Çöl üzerine gölge indi

Zülfikar’ın ucu birden gözüktü

 

Kılıç elinde atın üstünde o şah

Görenler derdi maşallah

 

Üzengi üzerinde dimdik duruyor

Ya Ali deyip hep sesleniyor

 

Ey ev halkım üzülmeyiniz geldim

Elime Zülfikar’ımı aldım

 

Toplandı etrafıma yakınlarım

Hepsi sevinip şad olun canım

 

Kimi elinden öperdi ayağından

Kimi kan ağlardı merağından

 

İmam onlara tek tek teselli verdi

Sağlıklar diledi hepsine temenni etti

 

Zülcenahı üzengileyip sürdü

Varıp düşman karşısında durdu

 

Elleri ve yüzü kan içinde kalmıştı

Atının üzeri kanlar ile dolmuştu

 

O anda ya Allah deyip seslendi

Ya Ali bana yardım et deyip seslendi

*

Hazreti imam Hüseyin yüksek sesler ile Kufelilere şöyle seslendi: Ey Kufeliler! Bizden daha ne istersiniz, kardeşlerimi, çocuklarımı şehit ediniz, beni kızıl kanlara boyadınız, susuzluktan Ehlibeytin ağzında tükrük bile kalmadı.

Ben sizin Peygamberinizin torunu değil miyim? Ben sizin imamınız değil miyim? Hangi millet öz imamına sizin bana yaptığınızı yapmıştır? Kuldan utanmıyorsunuz, Allah’tan da mı korkmazsınız? Yarın, Kıyamet gününde bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Hazreti Peygamberin ve hazreti Ali’nin huzuruna ne yüzle çıkacaksınız? İmam Hüseyin, bu sözleri söyleyince Kufe askeri içine bir fısıldı düştü. Kimi ettiğinden pişman olup vazgeçelim dedi, kimi gelin zulm yapmayalım, günahtır dedi, kimi o da müslümandır bir miktar su verelim ondan sonra öldürelim dediler.

Zalim ve melun Şimr, askerin içindeki bu kararsızlığı görünce atını ileri sürüp seslendi: “Ey Hüseyin! Dil döküp askeri kandırmağa kalkma, ne yapsan ne etsen Yezid’e biat etmedikten sonra sana kurtuluş yoktur. Gel Yezid’e biat et, kendini de ev halkını da kurtar” dedi.

“Artık imamet makamı Süfyanilerindir” dedi. İmam, bu sözleri duyunca kanı içine aktı, gözlerini çevirip Necef’e taraf bir baktı, sonra kılıcın kabzasına yapışıp, senin bu sözlerine ey zalim ve melun Şimr ancak kılıç ile cevap verilir dedi ve kahramanca meydana girdi.

Bir nice zaman savaşa devam ettikten sonra gördü ki bir Arap elinde mektup ile ağlayıp gelir, hem ağlayıp hem şöyle söyleyip gelir:

*

Bu ne tufandır ey Allah’ım görem Kerbela çölü yıkılsın

Gencecik Abbas’ın kalbi kana dönmüş ayrılığından

 

Canımı aldı Yesrib’deki hasta kızın derdi

Elimde mektubu kan ağlarım onun ayrılığından

 

Ey kaş öleydim görmeyeydim o kızı öyle kara günde

Asgarın gözü gece gündüz yolda kalmış ayrılığından

 

Bazen baba der bazen amca der bazen gencecik Kasım’ın

Ali Ekber gözyaşlarını döküp ağlar senin ayrılığından

 

Göktekilerin ve yerdekilerin o imamı bu hali görünce

Aynı zamanda seslenir ey arap kardeş ayrılığından

 

Benim bir gözleri yolda kalan kimsesiz kızım var

Canım yanmıştır o dertli yavrumun ayrılığından

 

Eğer mektup kızımdan ise hemen onu bana ver

Ruhum canımdan çıkmıştır o yavrumun ayrılığından

 

Arap mektubu çıkarıp verdi Kerbela şehidine

İmam mektubu açıp okudu gördü kızının hedefi ne

 

Kızı yaş gözü ile ağlayıp kan ile yazmış

Ciğerine batırıp hem kalemi can ile yazmış

*

Ey baba! Bu nasıl yolculuktur sonu yoktur baba

Ne de sefalı imiş Kerbela havası ey baba

 

Gözden uzak olanlar gönülden çıkar imiş

Seni sevmenin yüceliği gözler üstündedir ey baba

 

Kufe şehrinin yollarına sabah akşam bakmaktan

Gözlerimin nuru tükendi kalmadı ey baba

 

Ne bir mektup yazarsın ne aklına beni salırsın

Orada bir yaprak kâğıt çok pahalı mıdır ey baba

 

Ben sanırdım ki çok vefalıydı amcam Abbas

Bu mudur bacı kardeşliğin binası ey baba

 

Nolur gelsin götürsün Ekber oğlun göreyim düğününü

Ben de elime bir toy kınası yakayım baba

 

Yanında saklamamıştır beni annem Leyla

Niçin bana bu kadar işkence yaptı ey baba

 

Niçin beni gözden atmıştır o bibim Zeynep

O’nun elindedir bu derdin ilacı ey baba

 

Medine’de kalan küçük Fatma böyle yazmış

Baba ayrılığından yavrun yanmış yakılmış

 

HAZRETİ İMAM HÜSEYİN “A.S.”İN KERBELA TOĞRAĞINDA ZÜLCENAH ATINDAN DÜŞMESİ

Bu mektubu eline almıştır o güzel imam

Hazreti Peygamberin Ehli Beytine okudu tamam

 

Sonra vardı Kerbela hastası Zeynelâbidine

Veda etmek için o vefalı Zeynelâbidine

 

Hasta Zeynelâbidin serilmiş yerde yatar

Damarları çekilmiş ateşlere batar

 

Sıcak ve hararetten vücudu baştanbaşa yanmıştır

Zayıf haliyle kalbi keder ile dolu yatar

 

Güzellik manzarasından düşmüş gözünde nur kalmamış

Esir olacağını hayal edip sabredip yatar

 

Hastalığın şiddetinden bedeni tamamen erimiştir

Hastalığın düzelmesine ihtimal yoktur yatar

 

İmam hasta Zeynelâbidin’in başını tuttu

Kucağına alıp bir miktar teselli verdi uyuttu

 

Aç gözünü bir bak derdi ey çaresiz oğul

Dünya hayatında vücudu kırk yıl kansız kalan oğul

 

Ey Kerbela hastası oğlum kollarını sal boynuma

Sabırsızım çünkü ömrümün baharı sondur oğul

 

Bu sözlere gözlerini açtı o perişan olan hasta

Güç ile doğrulup oturdu dizleri üste

 

Gözlerinden yaş döküp seslendi ey baba

Bu kadar yaraya nasıl tahammül ettin ey baba

 

Sinem parça parça ok yarasından yarılmış

Her bir yanına yüzlerce kılıç yarası vurulmuş

 

İmam Hüseyin Kerbela hastasının sözlerine ağladı

Yavrusunu kucaklayıp vasiyetlerini ona söyledi

 

Ey yavrum şimdi beni bu düşman milleti şehit eder

Vücudumu üç gündüz üç gece çölde çıplak terk eder

 

O günkü gün özünü Kerbela çölüne yetir

Beni mezara koy Kıyamet dünyasına yetir

 

Nerde olsan ey oğlum tahammül göster et sabır

Çünkü imamı mezara ancak imam olan kor

 

Bana kardeşin sağlığında bana etti vasiyet

Ali Ekber kardeşini ayağımın altında defnet

 

Ali Ekber kardeşinin ayrılığı canımı saldı derde

Oğlumun vasiyeti sen onu bırakma başka yerde

 

Ali Asgar çocuktur yanıp yakılır ayrılığımda

Gerek o kabirde yatsın benim kucağımda

 

Çünkü bu çölde odur Ehli Beytin su sakası

Koyun kabre Fırat’ın kenarında Abbas’ı

 

Kalan şehidleri bir mezara koy ey oğlum

İntikamımızı almayı Tanrıya bırak oğlum

 

Ey tüm insanların imamı budur sana olan sözüm

Bütün dostlara benden selam söyle iki gözüm

 

Hüseyin buyurur yabancı yerde garip ölürüm

Susuz ciğerim kavrulup kalbim parçalanmış ölürüm

 

Vasiyet ediyorum sizlere bu dünyada

Serin suyu içince beni seven nasıl unuda

 

Bana yas tutup kan ağlayınız şehadetime

Beni unutmayınız mezarıma geliniz ziyaretime

 

Muharrem ayı olunca elbiseler giyiniz kara

Beni hatırlayıp başlayınız ağıtlara

*

Kerbela sultanı imam Hüseyin çıkardı tamam

İmamet nişanesini oğluna teslim etti o an

 

Veda edip çadırdan çıktı yürüdü

Ağıtlar ile ev halkı etrafını bürüdü

 

Kendince onlara teselli verdi imam

Yoluna sürdü Zülcenahını İmam

 

Kahramanlar kahramanı o anda girdi meydana

Sanırsın bir büyük parça nur indi meydana

 

Üzengide yücelip yükseltti Allahü Ekber sesini

Düşmanlara hamle edip hem sesledi ceddini

 

Sıraları dağıtıp büktü parçaladı

Ortalarından Zülcenaha yol araladı

 

O yalnız imam askerlere zelzele saldı

Kerbela çölünde mahşer günü başladı

 

Yaralı canı ile Zülcenahı indirdi

O vuruşta on bin kişiyi cehenneme gönderdi

 

Düşmanın kalanları oklarını hep imama dönderdi

Hepsi bir olup oku ok ardınca gönderdi

 

Oklar gökyüzünde gelirken seslenirdi

Hüseyin’e naz ile niyaz edip yalvarırlar idi

 

İzin var mıdır gelelim sinen üzerine ya imam

İzin ver ayrılık sinene ulaşsın gitsin ya imam

 

Sanki imam şöylece cevap verdi oklara

Sinemin üzerine geliniz sizin ile varayım sefaya

 

Geliniz geliniz ki ölüm ipini bağlamışım

Sizlere bu hidayet bahçesinin evini saklamışım

 

Pek çok oklar geldi imamın sinesine saplandı

İmamın sinesinde yarasız yeri kalmadı

 

İmamın kalbi hasta olup kuvveti kalmadı

Zülcenahım yüzü boynu üste düştü aşağı kaldı

 

İki kolunu hayvanın boynuna sardı

Evlat gibi Zülcenahını koynuna bastı

 

Sonra aşağı eğilip kulağına yavaşça seslendi

Yorgun nefes ile şunları bir bir söyledi

*

Felek çaresi bulunmayan dertlere salmıştır beni

Sırtında saklama yok Kerbela toprağına beni

 

Yaralarım acır bir miktar rahatlayayım

Bu yolun yolcusuyum sal kılıcı dünya yoluna beni

 

Ne kadar zahmetimi çektiysen helal et

Artık havale et zalim Şimr’e beni

*

O hayvan bu sözleri sahibinden işitince ağladı

Ayağını yere vurup gözleri kan ağlardı

 

Hüseyin’i toprak üzerine inmeğe bırakmazdı

Gözlerinden kanlar akardı da yaşlar akmazdı

 

İmam buyurdu ey Zülcenah bırak ineyim toprağa

Bu kanlı çölde bende artık defn edileyim toprağa

 

Zülcenah dile gelip dedi ey perişan efendim

Oğul derdi ile sırtı kamburlaşan efendim

 

Ne kadar zahmetini çektim bu çölde senin

Bak senin yolunda nasıl kana boyanmışım efendim

 

Fırat’a girdim suyu içmeyip geri döndüm

Hasret ile yana yana soğuk suya baktım efendim

 

Bu sıcak günde seni sırtımda gezdirmişim

Bu zahmetimi dile getirmeğe gerek yok efendim

 

Ahdim budur kıyamet günü Cebrail gelince

Başka atlar içinde beni rezil etme efendim

 

Demesinler Zülcenah Hüseyin’e bakmadı

Ardına alıp düşman içinden çıkmadı

 

O gün ben günahlıyım lutf eyle bana

Deki ben emrettim çıkmasın kenara

 

Hidayet imamı Zülcenahın ricasını kabul etti

Yavaşça Zülcenah dizlerini yere koydu itaat etti

 

O Kerbela sultanı üzengiden ayağını çekti

Önüne eğilip döndü dahi düşmedi

 

Sağına yönelip sonra inmeye baktı

Ayağını yere koymadan geriye çekti

 

Soluna dönüp inmeye niyetlendi

İnmedi bir zaman orda durup bekledi

 

Zülcenah bu halinin sebebini sordu

Nedir ya imam inmedin diye sordu

*

İmam buyurdu önce niyetlendim dedemi gördüm

Kollarını açmış yüzüne yüzümü sürdüm

 

Der kucağıma gel düşmeyesin toprağa

İncinirsin diye seni bırakmazdım toprağa

 

İstedim ki yavaşça düşeyim sağ taraftan

Yolum üzerinde kollarını açmıştır Ali babam

 

Kalbi yanmıştı benim ayrılık ateşime

Der ey aziz oğlum gel benim kucağıma

 

Sol tarafıma dönüp inmek istedim

Annem Zehra’yı gördüm oraya da inemedim

 

Ey zülcenah bu nedenle boynu bükük kalmışım

Ne yapayım ne edeyim ben çaresiz kalmışım

 

Ruhlar yaratıldığı zaman Allah’ımla bu ahdi etmişim

Kalbi parçalı kuru topraklara düşmem gerek demiştim

 

Anne ve ceddim kucağında yatmam uygun olmaz

Kuru yerde şükr etmem gerekir salmaz

 

Bu sözleri buyurdu o güzel imam

Ayağını üzengiden çıkarıp Kerbela’ya bastı Kadem

 

Yüzü kıbleye iki diz üzre düşmüştür o imam

Yıkılınca söyledi SUBHANE RABBİYEL ÂLÂ o imam

 

Süsün evvelinden Kerbela çadırı düştü

Yanlış değil desem arşı Kibriya düştü

 

Bundan evvel kılıçlanıp Ali yül Murteza

Yaralı canı ile Zülcenah’ın üstünden düştü

 

Bütün dünya o anda titredi durdu

Yer üzerine Kerbela sultanının vücudu düştü

 

DÜŞMAN ASKERİNİN FATIMA’YA DARBE VURDUĞU ABDULLAH’IN ONUN ÜZERİNDE ŞEHADETİ

Böyle rivayet olunur ki Kerbela sultanı Hüseyin

Kerbela’nın garibi dudakları susuz imam Hüseyin

 

Yaralı canı ile o susuz imam yanmış

Kuru yer üzre yıkılıp kanlara boyanmış

 

Fırat’a bakar bazen o gök ve yerin imamı

Sorardı nerdedir kolları kesilen Abbas’ı

 

Hasret ile çadıra bakardı o güzel sultan hep

Derdi gel gözümü bağla ey annem Zeynep

 

Sıcak kum üzerinde bedeni kebap gibi yanardı

Bu sözler ile Allah’ına yalvararak derdi

 

Allah’ım senin yolunda feda olmak ne güzeldir

Başımı yoluna koyup Kerbela şehidi olmak ne güzeldir

 

Ne gözümde Ali Ekber var ne de Abbas’ım

Ne toy otağına hasret kalan Kasım’ım

 

Olaydı bin evladım cümlesi senin kurbanın

Bir bir o Fırat üzerinde keseydiler başların

 

Her gün düşman vuraydı bedenime bin yara

Hançer ile doğranaydı bin kere böyle yara

 

Ciğerlerim parça parça dökülüyor öldürün

Daha fazla ağzımda kan kalmasın öldürün

*

Dizde kuvvet kolda güç akıl’da söylenecek kalmadı

Sevenlerin yoluna bu can fedadır öldürün

 

Allah’tan korkmayın peygamberden utanmayın

Bulutların üstünden babam bakıyor beni öldürün

 

Peygamberin öptüğü dudaklar kan ile boyandı

Vücuttan kan seller gibi akıyor öldürün

 

Ok yarası kılıç darbesi hançer vurması

Vücudumda boş yer kalmadı öldürün

 

Öldürün ye zalimler utanmayın öldürün

Vücutlar kale gibi vücut üzerine toparlanmış öldürün

 

Kur’an’ı çiğnediniz, Ali evlatlarını incittiniz

Size de bir Tanrı gazabı olsun öldürün

 

Vücudum kafesi kırık can kuşu gitti gider

Daha fazla işkence vermeyiniz aman öldürün

 

Kolaydır zoru budur ey Allah’ım Allah yolunda hep

Esir olup gitmeyeydi Şam’a bacım Zeynep

 

İmam sağını solunu yere koyunca yaralar açardı

Saplanan okların hepsi vücuttan kalbine geçerdi

 

Bu halde bile kimisi ok vuruyordu kimisi hançer

Hançerin yarası kalbime kadar geçer

 

O anda melun Şimr’in hançeri başına geldi

Elini kaldırıp sinirle kılıcını çekti

 

İmamın iki kaşı arasına indirdi

Bu darbe Kerbelayı ateşlere saldı yandırdı

 

Bir darbe de utanmadan sinesine vurdu

İmamın iki kaburgasını birden kırdı

 

Kılıcını imamın çekince ciğerleri arasından

Kanlar oluk gibi fışkırdı imamın yarısından

 

Zulm ile dağıldı bedendeki göğüs kafesi

Ah çekince iki yerden çıkar oldu nefesi

 

İmamda güç kalmadı zayıf oldu bedeni

Bu haliyle yine zalim millete seslendi

 

Ben kimsesiz yardımcısı olmayan garibim öldürün

Yüz bin derde belaya düşmüşüm beni öldürün

 

Benim kanımı sizlerden alan dünyada yoktur

Belki sizin yanınızda suçluyum öldürün

 

Abbas öldükten sonra canım bana gerek değil

Derdime çare yoktur perişanım öldürün

 

Kardeş ayrılığı gözyaşımı kana çevirmiştir

Topraklar üstünde öten bülbülümü öldürün

 

O zalim millet bu sözlerden utanıp arlanmadı

İmama yara vurmaktan bir an geri kalmadı

 

Yaralı sinesi oklar ile delik delik delindi

Yaralardan kanlar akardı oluktan akar gibi

 

Abdullah amcasının bu halini gördüğü zaman

Seslendi ah çekip feryat etti o zaman

 

Ey insanlık sultanı ne eylemişsin neylerler seni

Ey amca senin günahın nedir salmışlar bu hale seni

 

O çocuğa hemen şehitler efendisi cevap verdi:

*

Sorma ey oğlum kimsesizim garibim şimdi

Pek zorluk çekiyorum ölüm bana kolaydır şimdi

 

Amcasını böyle boynu bükük görünce tuhaf

Aldı eline hançerini yürüdü meydana taraf

 

Ey Kerbela sultanı amcam geldim

Bin derde düşen amcam ben geldim

 

Ey zamanın imamı sesime ses ver

Derdime ilaç bul amcam ben geldin

 

Çadırlarda benden başka erkek kalmadı

Demesinler Hüseyin kimsesizdir ben geldim

 

Ey amca dostlar öldü yoktur yardıma gelen

Bu anne yüzü görmeyen yetim canım ben geldim

 

Ey amca sana feda olsun canım bin kere

Bu canımı sana kurban vermeye ben geldim

 

İkimizde ölünce beraber ölelim

Hiç ayrılmayalım ey amca ben geldim

*

Gördü imam çocuk koşar gelir

Bazen kalkar bazen de düşer gelir

 

Bacısını çağırıp dedi ki bak

Bırakmayın gelsin Abdullah

 

Abdullah’ı tuttular kollarından

Çocuk çırpınıp kurtuldu ellerinden

 

Der idi amcam ölürken ben duramam

Bu yüzle vallahi kıyamete varamam

 

Bırakın hançerler ile doğranayım

Amcam gibi varıp ben de yaralanayım

 

O küçük çocuk o anda asker arasından geçti

Yetişti baktı Hüseyin şehid düştü

 

Bedeni yaralı kalbi dağlı kanına boyanmış

Güneşin önünde pişmiş kebap gibi çıplak kalmış

 

Kardeşinin oğlunu gözleri kanlı görünce

İki kolunu açıp Abdullah’ı bağrına bastı eyce

*

Dedi ey Allah’ın armağanı hoş geldin

Hüseyin’in, Fatıma’nın cismi canı hoş geldin

 

Bu Kerbela çölünde ağlar kalan hoş geldin

Ben mazlumu ziyaret etmek için hoş geldin

 

O yetim çok ağlayıp söyledi ey amca emmi

İnsanın buradan sağ salim gitmesi mümkün mü?

 

Seni yalnız görüp bu belalı çöle geldim

Yardıma ulaşmak için bu meydana geldim

 

Ali Ekber ile o Kasım gibi bugün

Kurban olup kızıl kana boyanmak için geldim

 

Ey yerin ve göğün imamı budur benim maksadım

Senin yolunda bugün kanıma boyanaydım

 

Bu sözleri deyip ayrılmazdı yanından

Çıkarırdı o okları yaralı canından

 

O anda bir Yezit melun utanmaz piç

Hamle edip imama salladı bir kılıç

 

Kılıç havadan aşağı geldiği zaman aniden etti ah

Elini önüne tuttu imam evladı Abdullah

 

O kılıç Abdullah’ın koluna gelip değdi

Yavrunun kolunu tamam dibinden kesti

 

Kolunun biri düşmüş amcasına sarıldı

Canı tebreşip sanki vücudundan ayrıldı

 

Yavaş diller ile aşk yoluna canını etti feda

Garip amcasına şöyle seslendi eyledi nida

 

Kılıç yarası benim canımı aldı ey amca

Bu çölde kanımı senin yoluna döktüm ey amca

 

Mümkün ise beni anneme ulaştırın hasret ölmeyeyim

Bağlasın bu kan ağlayan gözümü ey amca

*

HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN ŞEHADETİ

Ey Allah’ım! Ben perişan ve garibim

Yolunda her türlü sizden geleceğe razıyım

 

Yapışmıştır parça parça kan yüzümde

Ne Zeynep var ne Sakine gözümde

 

Benim fikrim İslamların derdidir

Onlar kıyamet günü dert çekmemelidir

 

Ruhlar yaratıldığı zaman ahdim budur duamda

Ki başımı vereyim susuz Kerbela toprağında

*

Yüzü kanlara bulanmış vücudunda yarasız yer kalmamış

Ne gördü aniden başı üzerinde bir bulut durmuş

 

Sordu ey benim yardımıma gelen kimsin

Bu güneşli anda başımın üzerine gölgeyi salan kimsin

 

Seni kundaktan tanırım yabancı değilim ben

Canım sana feda olsun bil Cebrail’im ben

 

O zaman imam Hüseyin Cebrail’e der neden geldin

Senin gölge etmene ben hiç razı değilim

 

Kanadını götür bana bu gölge lazım değil

Arşın üzerinden ceddim bana bakıyor eğil

 

Dost ve arkadaşlarım bu çölde ateşlere yandılar

Güneş altında gölgesiz pek çok gün kaldılar

 

Reva değil onlar kavrulurken ben serinleneyim

Senin kanadın altına girip de dinleyeyim

 

Bırak ben de güneşin önünde yanayım kebap gibi

Şehitler üzerine kanatlarını aç serin bir bulut gibi

 

Durma kendini Necef’e ulaştır söyle ya Ali

Oğlun Hüseyin ölüyor sana çok duası var ya Ali

 

Gel Kerbela’ya bir kez başımı dizinin üzerine al

Kufeliler görsünler ki Ali gibi babası var

*

Durma haber götürüp annemi acele getir bana

Anneme hasretim var işte budur ricam sana

 

Cebrail’i emin sözlerine itaat etti durdu

O anda Hüseyin’in kanına kanatlarını sürdü

 

Hüseyin’in kalbinden bir ağıt feryat sesi geldi

Cebrail haber götürmek için göklere yükseldi

 

O anda düşman ordusundan bir zalim ayrıldı

İkinci nemrud adlanan Beşir oğlu Malik geldi

 

O zalim melun ileri adım attı

Bir kılıç imamın başına sapladı

 

Bu kılıç yarası imamın evini yıktı

Başının beyninin kemerlerini kırdı

 

Ebulhunuk adlı zalimde imanından çıktı

Ok ile imamın mübarek başına vurdu

 

Nemirin oğlu Hasin de okunu hemen attı

İmamın dişlerini kırıp çöller de kana kattı

 

Sonra Ebu Eyyuv adında bir imansız murtel yürüdü

Ardından bir sürü kâfir askerini sürdü

 

Kim ok atardı kimisi taşı başına

Parçalanan başından kan sızardı kaşına

 

Ebu Eyyub utanmadı insanların kınamasından

Saplandı bir ok o susuz mazlumun boğazından

 

Din sultanı o imam ağıtla şükrünü ederdi

Yerle gök arasından bir ses geldi

 

Gelen sesden gök ve yer titrerdi

Cebrail’i Emin edeb ile yaklaştı geldi

*

Kenara çekilin peygamberlerin sonuncusu Mustafa geldi

Hüseyin’in ziyaretine ceddi Mustafa geldi

 

Yaralı oğluna teselli vermek için

Allah’ın aslanı LAFETA sultanı geldi

 

Başını dizinin üzerine alıp ağlamak için

Ciğerleri zehir ile parçalanan Hasan-ı Müçteba geldi

 

Gece sabaha kadar zahmetini çeken annesi

Gözünü bağlamak için kadınların hayırlısı geldi

 

Peygamber dizinin üzerine almıştır başını

O durumda susuz imam Hüseyin açınca gözünü

 

Yaralarının acısını unutup candan geçti

Kalbinde güller gül olup goncasını açtı

 

Dönüp düşman askerine seslendi

Soluğu yetmeyince şöyle bir nefeslendi

*

Zeyneb’in kan ağlama zamanı oldu öldürün beni

Can üzerine koymayın bekleyeyim öldürün beni

 

Allah rızasına beni öldüreni acele gönderin

Acele edin faniden bekaya gidem öldürün beni

 

Güneşin sıcaklığı bu yorgun canımı yaktı

Bu kadar incitmeyiniz aman öldürün beni

 

Dünya sizin olsun artık gerekmez bana

Acele beni kalıcı dünyaya yolcu edip gönderin beni

 

Güneşin sıcağı bu yorgun canımı yaktı

Ömrümün mevsimi geçti öldürün beni

 

Geciktirmeyin tez öldürün zaman geçmesin

Allah’a and olsun can dudağıma geldi öldürün beni

*

O anda el koydu başına imansız Sinan netti

Bir çıplak hançer ile öldürmesine gitti

 

Yetişip gördü Kerbela’yı bir ağıt tutmuş

Hüseyin gözükmüyor çevresini nur sarmış

 

Pek çok nişaneler çıkıpta gözüktü

Korktu utandı o melun geri döndü

 

Çünkü Hüseyin’in başı üzerinde Ali Ekber’i gördü

Kanat kanada verip çırpışan melekler gördü

 

Bu sefer eline hançeri imansız Huli aldı

Susuz Hüseyin’i öldürmeyi niyet etti

 

Vardı gördü toprağa düşmüştür şehid imam

Yapa yalnız vücudu yaralı sanki kızıl kan

 

Ayrılıp derdi LA İLAHE İLLALLAH

O çölde gölere çıkardı sesi ya Allah

*

Peygamber başında oturmuş eline almış elini

Hüseyin’in kanına batırmıştır sakalını

 

Kimsesiz garip ve dertli oğlum vay

Çöllerde cenazesi zelil olan oğlum vay

 

Sıcak güneşin altında kefeni bulunmayan

Yaralı vücudu mezarsız kalan oğlum vay

 

Zalim Huli’ye de pek çok nişaneler gözüktü

O dahi korkup askere taraf yolu tuttu

 

Bu olayları görünce zalim melun piç Şimr

Dedi ne korkudur ey cesaretsizler

 

Biliniz ki kesin ben bu işi göreceğim

Ceddi peygamberden korkum yok en kötü işi edeceğim

 

Zulüm ağıtıyla gök ve yeri doldururum

Fatıma’nın Hüseyin’ini ben burada öldürürüm

 

Allah’ın dininin direğini ben yıkarım

Çizme ile Hüseyin’in sinesine çıkarım

 

El vurup çıplak hançerini tuttu

Ya Hüseyin sesleri dünyayı tuttu

 

Peygamber, melun Şimri görünce

Yetişti hazreti Fatıma’yı tuttu

 

Şahı Merdan Ali Şimr’i görünce

Eliyle ağlar gözünü tuttu

 

Dedi ey Allah’ım Ali oğul acısı zordur

Ağıtı yukarıdaki dünyayı tuttu

 

Sakine çadırlarda kan ağladı

Göz yaşı her iki dünyayı tuttu

 

Çadırlarda kuruldu mahşer günü

Kıyamet aşura gününü yas tuttu

 

Neticede o melunun iki gözünü kan tuttu

Hidayet imamına taraf kendini sevk etti

 

İmam Hüseyin’in yanına yedi adım kaldı

Dünya âlem hazırlığını görmeye başladı

 

O melun atı ile ikinci adımını attı

Ya Hüseyin sesleri çadırları yüceltti

 

Üçüncü adımda ağıtlar göklere yükseldi

Peygamberler kan ağladı ağıt sesleri yüceldi

 

Dördüncü adımda dünyanın çarhı çevrildi

Cennette melekler huriler karaya battı

 

O zalim adımını attı beş adım kaldı

Hazreti Fatıma başını açıp saçını yoldu

 

Altıncı adımını atınca o imama taraf

Başına vurup ağlardı Şahı Necef

 

O pis tinetli yedinci adımını attı

Peygamber imamesini alıp başını açtı

 

Bütün gök ve yer titremeye başladı

Cebrail’i ruhul emin kanatlarını çekmeye başladı

 

O sapık zalim zamanın imamına yaklaşmıştı

Nasıl söyleyeyim ey kaş dillerim tutulaydı

 

Kan içen zalim cellad canını sıkmıştır dişine

İnanç yuvasını yıkıp harabe etmek düştü fikrine

 

Uğursuz adımını atıp Zeynep’in evini yoktu

İmamın yaralı sinesine cellad çizmesi ile çıktı

 

İmama nasıl kıyar korkmaz mı Allah’tan

Yarın mahrum kalacak kıyamette şefaatten

 

Ama melun Şimre bu sözler gerek değil

Şimre kıyamet ve mahşer olayı gerek değil

 

Yezid’in ödülü yeterli Ray Valiliği

Yüce Allah ve peygamber zalime gerek değil

 

Koy başımı kessin o zalimin canı cehenneme

O zalime ne cehennem ne cennet gerek değil

*

Fatıma’nın azizi Hüseyin Şimre buyurdu

Bir ricam vardır gel kabul eyle diye buyurdu

 

Hangi dinde revadır ey zalim yok etmek canı

Su vermeden keserler mi hiçbir kurban

 

Dilim dudağım yanıp kavrulur ey melun

Susuz kalmışım bir damla su verin

 

İmansız Şimr dedi sen bak neylerim

Senin başını zulm ile keserim

 

Hançerini okunun boynuna koymuştur

İmamın boğazını kesmeğe gelmiştir

 

Ne kadar sürdüyse hançer kesmedi

Zulm rüzgârı Kerbelâ’da esmedi

 

Peygamber öptüğü için hançer kesmedi

Benim yavrum diye peygamber severdi

 

İmam zorlama hançer kesmez dedi

Beni öldürmek için başımdan kes dedi

 

Din sultanı Hüseyin hançer altında perişandı

Ceddi peygambere şu diller ile seslenir idi

*

Müşküldür işim Şimr’e kalsa ya Muhammed

Gözlerimden kanlı yaşım akar ya Muhammed

 

Kuru yer üzre hançer yemişim susuzum

Başım cellad elinde kaldı ya Muhammed

 

Bu kadar yaralanan canım hürmetine

Günahsız dökülen kızıl kanım hürmetine

 

Ceddimin ümmetini bu halime bağışla

Temiz ismin ve celalinin nuru hürmetine

 

Duasını son edip kalbinden çekti bir ah

Dedi EŞHEDÜ ENLA İLÂHE İLLALLAH

 

Ne el tutar ne cüret eder yazmak için kalem

Nasıl şehadetini açıklasın yazmaya elim

 

Şehadet emri Hüseyin’in ömrünü tamam etti

Gökler kara giyinip yerler zelzele etti

 

Göklerden kan akıp havada SABA rüzgârı esti

Cebrail’i emin eline tacını alıp ağlar idi

 

Söndü Hamse’i Ali Âba’nın lambası ya Hüseyin

Kerbela kan ile doldu ya Hüseyin ya Hüseyin

 

Hayasız Şimr dostların evini barkını yıktı

Her iki dünyanın sultanı kan ağladı ya Hüseyin

 

Sakine düşman elinde zelil ve perişan saldı

Ha ya Hüseyin deyip başına kara sardı ya Hüseyin

 

Kerbela garibini susuz öldürdüler

Ali evlatları esir oldu ya Hüseyin ya Hüseyin

 

Dokuz imamın babasını kan ile boyadılar

Allah’ın gökleri yıkıldı ya Hüseyin ya Hüseyin

 

Peygamber oğlunun başını susuz kestiler

Kadınların hayırlısı Fatıma karalar giyindi ya Hüseyin

 

HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN ŞEHADETİNDEN SONRA ZÜLCENAH’IN ÇADIRLARA GELMESİ

Ahmedi Muhtar’ın yavrusu şehadete varınca

Güneş tutulup yıldızlar çekildi dünya kararınca

 

İnsan ve cinn ya Hüseyin diyerek başına burdu

Ağıt sesleri inleyerek o çölleri doldurdu

 

Cennet’i âlâda melekler kara giyindi

Hazreti Zehra başına vurup ağlardı

 

Eli belinde oğul vay deyip ah çekerdi

Peygamberlerin sultanı meydanı gezerdi

 

Hüseyin’in derdi mazlumiyeti dünyayı sarmıştı

Hüseyin’in ev halkı elleri koynunda çadırda kalmıştı

 

Ağlar Zeynep’in iki gözü bakmış meydana

Derdi ey babam oğlu kız kardeşin kurbanım sana

*

Gel ey bacısını ağıtlar salan kardeş gel

Gel ey beni yüz bin belaya salan kardeş gel

 

Kerbela çölünde ev halkını zelil koyan

Yetim kızların karalar giyinmişler kardeş gel

 

Reva değil kolumuz bağlanıp gidelim Şam’a

Benim gibi kimsesize rahmeyle kardeş gel

 

Saçlarım Medine’den çıkalı kına görmedi

Gel kanın ile kınalayayım saçımı kardeş gel

*

Zeynep ağlayarak bu sözleri deyip her tarafa bakardı

O anda düşman safları arasından tozlar kalkardı

 

Ne gördüler Zülcenah kanlara boyanmış gelir

Yaralı vücudu oklara nişane olmuş gelir

 

Üstünde sahibi yok kan ile dolmuştur gözü

Tüylerinin rengi dönmüştür kızıl kana gelir

 

Elini kumlara vurup toprağı başına savurur

Ah çekince göklere ahlar yükselip gelir

 

Vücudunu, kakülünü yelesini kan ile boyanmış

Yüzünü gökyüzüne tutup daima ağlar gelir

 

Bazen yüzünü çevirip meydana bakar

İki gözünün yaşını akıtıp döker gelir

 

İşaret ile söyler ey kardeşi ölen Zeynep

Kolları bağlı esir olmak için düşmanın gelir

 

Bazen yüzünü meydana çevirip bakar

İki gözünün yaşını sel gibi akıtıp gelir

*

Hayvanı araya alıp biraz sevdiler

Her biri bir dil ile naz ve niyaz ederler

 

Kimi öperdi gözünden kimisi alnından

Kimi haber sorardı Hüseyin’in halinden

 

Biri boynunu kucaklayıp ağlardı

Biri o kan ile saçlarını boyardı

 

O kibar Zülcenah gözyaşlarını akıtırdı

Bir tarafta garip imam evlatları ağlardı

 

Sakine gelip bakınca o hayvana

Eli kolları değip boyandı kızıl kana

*

Sordu nerde bıraktın benim babamı

Kana boyandı mı yoksa daha ayakta mı?

 

Yaralı canını hasret ile verince gören kim idi

Mübarek dudağının kanını silen kim idi

 

Zalim Şimr başını kesince su verdi mi?

Ölmeden önce yanında yakınlarını gördü mü?

 

Deyince EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH

Yanında başını açıp kim çekerdi ah

 

Bakıp gördüler Şehribanu şansı kara

Çadırların arasından hemen çıktı kenara

 

Yüzüne nikab çekmiş bağlamıştır belini

Kıbleye taraf dönüp göklere açmış elini

 

Zülcenahı öpüp boynuna elini saldı

Kerbela garbinin halini haber aldı

 

Gemini kolanını muhkem çekip bağladı

Bismillah deyip adımını üzengiye attı ağladı

 

Bu günü görmektense ölmek bana daha kolaydır

Helal edin gidiyorum aman ayrılık zamanıdır

 

Beni üzüntü ateşiyle kavurdunuz gidiyorum

Kapımı yıllarca bağladınız gidiyorum

 

Bu dertli çölde felek başıma vurdu taşını

Çöllere düşüp geyikler ile dost olayım gidiyorum

 

Yirmi beş yıl gelin oldum size Zeynep

Bir yanlışlık sadır olduysa affeyle terki edep

 

Gözümde kanlı yaşım bir kara elbisem var

Bu çölde kayb olup gelmemeye niyetim var

 

İki gözünün sürmesi Hüseyin’in kanıyla boyandı

Gelip bir bir Zehra’nın yavrularını kucakladı

 

Bazen Sakine’nin susuz dudağından öperdi

Bazen Zeynep’in ayağını kucaklardı

 

Bazen Gülsüm’ün eteğini tutup ağlardı

Bazen Ali Ekber’in annesini tutup ağlardı

 

Ehli beyte çok hasret ile bakıp ağladı

Ağlayıp sızlayarak zülcenaha bindi ağladı

 

Yakasını çekip gitmedi bir zaman durdu

İki elini açıp üç kez başına vurdu

 

Yaralı diller ile dünyayı kebap etti

Yüzünü meydana çevirip hepsine hitap etti

*

Kerbela çölünde susuz kefensiz ölen

Cenazesi çıplak kalan efendim hoşça kal

 

Yaralı vücudunun üzerinde başını açmayanım

Dudakları susuzluk ile kavrulan efendim hoşça kal

 

Bu yaralı yüzünü kıble tarafına çeviren

Kur’an ayetini okuyan efendim hoşça kal

 

Kendin bu hale düşüp vücudunu saldın

Düşmanın ölüm hançerine efendim hoşça kal

 

O zamanın imamının hanımı bu sözleri söyleyip

Atını hemen Kerbela çölüne çevirip

 

Dilinde ağıt, kalbinde zulümden başka kalmadı

Sürüp gitti dahi kimsenin haberi olmadı

 

ZALİM KUFELİLERİN ÇADIRLARI YAĞMASI VE EHLİ BEYTİ ESİR ETMELERİ

Aşura gününün sabahı olunca böyle anlatılıyor

O zalim millet elinde Hüseyin’i şehit oluyor

 

Melun Sââd oğlu Ömer yüce bir ses ile dedi

Ehlibeytin çadırları yağmalansın dedi

 

Ali ve Muhammed dert ateşine yanmaları gerek

Ali’yel Murtaza’nın çadırı ilk önce yanması gerek

 

Kadınların kolları bağlanması gerek

Çocukların dudakları çiğnenmesi gerek

 

Yezid’in ödüllerini almakla hedefime ulaşmam gerek

Fatıma kızı Zeynep esir olup Şam’a gitmesi gerek

 

Bir ateş vurunuz ki alevinden dünya da yansın

Her kim var ise çekinmeyiniz bırakınız yansın

 

Çocuklar ağlarsa hiç bakmayınız gözyaşına

Hangisi olursa olsun vurunuz bokz ile başına

 

Bu sözleri işitince insafsız Kufeliler

Atlarını sürüp çadırlara yürüdüler

 

Kimi derdi Ali kızlarını esir edelim

Hüseyin’in çadırlarını ateşlerle alevlendirelim

 

O anda ağlar Zeynep görünce gelenleri

Bir çadırda toparladı kızları gelinleri

 

O anda pek çok dinsizler acele vardılar

Her birinin elinde parıldayan ateşlenmiş alevler

 

Kadınların toparlandığı çadıra vardılar

İnsafsızlar halka olup etrafını sardılar

 

Ne yüce Allah’ın gazabından korktular

Ne hazreti peygamberden haya ettiler

 

Dört taraftan alevlendirdiler çadırları

Göklere arşı âlaya yüceldi ateş dumanı

 

Ah ateşi ile çadırların ateşi birbirine karıştı

Peygamber evlatları çadırda ağlaşıp birbirine karıştı

*

O zaman ki kimsesiz sultanın çadırı yandı

Yanlış olmaz desem gökler yerler yandı

 

Ali evlatları dağıldı etrafa bir bir

Atılan ateş ile Allah dostlarının evi yandı

 

Duman çoğalıp dünyayı bürüdü hava karardı

Gören derdi ki ilk önce peygamber yandı

 

Kaçardı biri ötekisinden haberi yok idi

Hemen derlerdi ki bütün akraba yandı

 

Peygamberin kapısında kalan nişane idi

O’nun kapısı zalimlerin ateşi ile yandı

 

Zeynep yavruları bağrına basardı

Derdi ağlamanıza Kerbela çölü yandı

 

Gördüler ki sürünerek çıkıyordu bir hasta

Hasta Zeynelabidin’in her tarafı tutuşup yandı

 

Her an Zeynep çocukları bağrına basardı

Derdi ağlamanıza Kerbela çölü yandı

*

Zalimler utanmadan kadınları tutup sürüklediler

Hiç kimse kalmasın diye ateşi körüklediler

 

Din yuvasını yıkıp yakıp yok ettiler

Ne kadar mal var ise hepsini yağma ettiler

 

O anda Ali evlatlarının çadırları yağmalandı

Yeryüzü sultanının imamın ev halkı zelil kaldı

 

Tamamen ruhları uçup kuru kafes kalmıştı

Nefesleri yok olup gözlerinin yaşı akmıştı

 

Gece sabaha kadar Allah’ı dillerinde anarlardı

Ey Allah’ın dostu Ali! Deyip ağlaşırlardı

 

Sabah sabah Amrı Sait denen imansız

Emir verdi çıplak develere binsinler acımasız

 

Çıplak deve çekilince Zeynep bir ah çekti

Lanetullah Şimr yüksek bir ses ile dedi

 

Ey Ali kızı dön bir celâline bak

Hayale salma geçen günkü haline bak

 

Sizleri başı açık götürmem gerekir

Kufeye çıplak deve üstünde götürmem gerekir

*

Bu durumu görünce yaş döktü ağladı Zeynep

İmam Hüseyin’e şöyle seslendi Zeynep

 

Ey çöllerde beni zelil koyan kardeş gel

Canımı belaya salan aziz kardeş gel

 

Ben Şimr’e esir oldum sen bu çölde kaldın

Kuru yer üzre kefensiz kalan kardeş gel

 

Yardım zamanıdır kardeşlerim durup gelsin

Bacından uzak olmasınlar ey kardeş gel

 

Bu çölde sonunda Şimr’in elinde ben kaldım

Esirler grubu sensiz Kufe’ye çekildi kardeş gel

 

O anda ister istemez o zalim melunlar

Peygamberin ev halkını develere bindirdiler

 

Sürüp çekmeleri için Amr’ı Sait emir verdi

Develeri savaş meydanından geçirsinler dedi

 

Ali evlatları şehitleri görüp üzülsünler

Şehitleri kan içinde görüp kana boyansınlar

 

Ali evlatları esaret kafilesi meydandan çekilince

Nasıl ben anlatayım ağıt ve feryat seslenince

 

Gözlerine parça parça doğranan vücutlar gözüktü

Şehitleri görünce kıyamet koptu belleri büktü

*

Muharrem ayı oldu yine gönüller ağladı

Dünyaya velvele düşüp insanlar ağladı

 

Peygamberlerin sonuncusu ve enbiyaların sultanı

İmamesini eline alıp peygamber ağladı

 

Melun Şimir İmam Hüseyin’i öldürmek için niyet edince

Şimr’in elindeki kılıç merhamete gelip ağladı

 

Başını dizinin üzerine alıp kefensiz can verince

Kadınların hayırlısı Fatıma kana boyanıp ağladı

 

Sakine dağlanan kalbinden bir ah çekti

Meydan içinde Ali Ekberin vücudu ağladı

 

Gülsüm mazlumiyet ile deveye binince

Gökte melekler seslenip ağladı

 

Ali’yel Murtaza’nın o ağıtlarına

Dert ve keder çölünde inançlı inançsız ağladı

 

Dertli kafile Şam’a doğru yönelince

Yer ve gök ağladı, insan ve cinn ağladı

 

KUMRU bu dertli hikâyeyi eyle tamam

Elde kalem bir ateş alıp defter yandı ağladı

 

Şehitlerin kaldığı yere vardı sağ kalanlar

Kemikler kırılmış toprağa dökülmüş kanlar

 

Göğüsleri başları açık ayakları çıplak

Kimi kumlara serilmiş kimi bulanmış yanarak

 

Ne elbise, ne kefen, ne kabir, ne de tabut var

Süvariler atlardan dökülüp hep piyade olmuşlar

 

Her tarafta dolaşıp ağlayarak sızlayarak gezerler idi

Gördüler şehitler başsız bedenleri ile çıplak kalmışlar idi

 

Tanımak için farkları yok idi nişaneleri

Tanımak için ne baş vardı ne de elbiseleri

 

Bela okunun üzüntüsüne hedef olan Zeynep

Hüseyin’in başına geldi sırtı kamburlaşan Zeynep

 

Dedi ey gülleri solan kardeş sana selam olsun

Ey güneş altında vücudu kavrulan sana selam olsun

 

Boğazı kesilen göğüsleri delik deşik olan

Ey başı hançerler ile doğranan sana selam olsun

 

Bedende sağ yeri yok öpüp koklamağa

Durdu kardeşinin üzerinde Zeynep ağlamağa

 

Zehra gelip gördü aziz kardeşini

Yüzü üzre yıkmışlar hem kesmişler başını

 

Sivri hançerler ile doğranmış gül bedeni

Ne gusül var ne mezar ne elbise ne kefeni

 

Hazreti Zeynep böylece ağlayıp sızlardı

Gördü orda birkaç kuş uçuşuyorlardı

 

Hemen kanatlarında Fırat’tan su alırlar

Getirip tamamını Hüseyin’in üzerine serperler

 

Daima o kuş hareket dili ile der idi ona

Susuz şehid ve şahımız sana olalım feda

 

Zeynep bazen boğazını öpüp ağlardı

Bazen ayaklarını kol salıp kucaklardı

 

Derdi ey kardeş esirim gözlerimden akar kan yaş

Senin yoluna ben feda olaydım ey kardeş

 

Ne diyeyim ne söyleyeyim bu sahrada yoktur ilaç

Bacın esir olmuştur başörtüsüne muhtaç

*

Herkes kendi yakınının cenazesini buldu

Leyla Ali Ekber’i kucağına aldı

 

Sakine Kasım’ı okşar yanında hem bacım var

Benimde derdime ne ilacım var ne çare var

 

Şehitlerin bedenine sarımlı ayrılmazlar

Ali evlatları şehitleri bırakıp yola koyulmazlar

 

Onları ayırmak için pek çok zorladılar

İmam Hüseyin Sakine’den elini çekmediler

 

Zalim Şimr sinirlenip eline kırbaç aldı

Sakine’nin başını rastgele kırbaçladı

 

Bu durumda imam Hüseyin’in vücudu titredi

Yetim kızın elinden elini tutup çekti

 

Şehadet meclisine konan ayarlanınca ayırdılar

O anda yetmiş iki canı canandan ayırdılar

 

Eyl-i Beyt esir olup çadırlar yakıldı

Otuz dokuz esiri sızlanarak ayırdılar

 

Dertli kafile savaş meydanına taraf yöneldi

Zalim Şimr tayin edildi o kafileyi ayırdılar

 

Peygamber evladı şehitlerin bedenini görünce

Saçlarını yolup tamamını perişan ayırdılar

 

Zeynep der idi ya Hüseyin dert çekip beni

Senden sonra beni çöl esiri diye ayırdılar

 

Ben mazluma zincir kısmet ettiler

Kimsesiz olan sana kesici hançer ayırdılar

 

Kerbela şehitlerinin vücudundan Sakine’yi

Bin hasret ile gözü yaşlı ayırdılar

*

ALİ EVLATLARININ ÜLKÜM NEHRİ KENARINDA ESİR OLMALARI

Bu şekilde yazıldı çöllere düşüp kaldılar

Fatıma’nın kızları Şam halkına esir oldular

 

O şanssızları binlerce dert ve üzüntü ile

Melun Şimr savaş meydanından geçirdi elemle

 

Akşam zamanı gelince Ülküm ırmağı kenarında

Konuk ettiler akan yaşları esirlerin yanağında

 

Zeynep karanlığa yüz koyup kan ağlardı

Usul diller ile kardeşine seslenir ağlardı

 

Dün akşam var idi altı gencecik kardeş

Aman Hüseyin bu gece gözlerim döker kan yaş

 

Geçen gece sen bana verirdin teselliler

Ne kara gündür bu gece yoktur gencecik Ekber

 

Mazlum Zeynep bu sözleri deyip ağlardı

Bir de gördü ki Gülsüm bir kenarda ağlardı

 

Beni dünyada kimsesiz koyan ey kardeş

Fırat kenarında susuz doğranan ey kardeş

 

Sancak, asker nerde asıl bayraktar nerde

Bir zerre nişane gözükmüyor ey kardeş

 

Gece karanlığı düşman içi yaralı kalp

Yardıma gelip ulaşan yoktur ey kardeş

*

Bir başka taraftan yine göklere ses yüceldi

Ne gördüler bir oğulsuz anne ağlayıp geldi

 

Sakine gözünden elmas gibi döktü yaşı

İmamoğlu Kasım’a tutuyor idi yası

 

Gel ey dünyada toyu belaya dönen yavrum

Annesini çaresi bulunmaz derde salan yavrum

 

Dün gece toy içinde seviniyor idin

Gel şimdi gör bu gece karaya batmışım ey yavrum

 

Her birisi bir dil ile ağlayıp sızlar idi

Kimi vay oğul derdi kimi aman kardeş derdi

 

Bakıp gördüler kalanların ağıtları durmaz

Ama Sakine’den hiçbir sen ve seda gelmez

 

Sakine’yi çağırıp her tarafı hepsi aradı

Aramaktan dizlerindeki kuvvet kalmadı

 

O karanlık gecede Zeynep ağlayıp sızladılar

Gülsüm’ü yanına alıp durmadan aradılar

 

Bir yerde gördüler Hüseyin Sakine yanında

Seven ile sevilen konuşurlardı elleri kanında

 

Bülbül gülün yanına varıp gülün kokusu gelir

Sakine’nin bu görüşme üzerine sesi gelir

 

Ey bu çocuk yavrunun başını belada koyan baba

Ey muhabbet derdimi çoğaltan baba

 

Niçin seni böylece hançer ile doğradılar

Yok muydu bir zerre insaf o hayasızda ey baba

 

Ben o Sakine’yim ki sinen üzre beslerdin

Derler Şam’a piyade gitmem gerekir ey baba

 

Sakine böyle soru ve cevap halinde konuşurken

O boğazdan ses geleydi ona cevap verirken

 

Diyeydi ey kızım yine sen benim gözüm nurusun

Evimin ziynetisin kalbimin sevincisin

 

Sesini yükseltme zalim Şimr işitir

Sen o melunu bilmezsin ne zalim kişidir

 

Derdin için daima kemiklerim ağlar unutmaz seni

Ey kızım eğer bu çölde koysalar mezara beni

 

Sakine ağlayıp dedi ey zamanın imamı

Senin akan kanına bu kızın kurban olaydı

 

Ayrılık vakti geldi beni kucağına al

Yaralı sinene bas kolunu boynuma sal

 

Buyurdu şimdi basarım bağrıma doyunca seni

Tamam bildim ki en son kucaklamamdır seni

 

Sakine Hüseyin ile kucaklaştığı zaman

Hazreti Zeynep ve Gülsüm seslerini yücelttiler o an

 

Vardılar her birisi sardılar Sakine’nin her tarafını

Dağıttılar saçlarından her taraf akan kanını

 

Sakine’yi bir yere yatırmışlardır dertlice

O iki bacı çıkmıştır kenara karanlık gece

 

Bir atlı gözüktü karanlığın arasından

Çadıra doğru gelir bakar hep hayran hayran

 

Önünü kesip koymayalım ileri gelsin

Söyleyelim durumumuzun perişan olduğunu bilsin

 

Sebep nedir atını çadıra taraf sürersiniz

İyi bil ki bizleriz Necef sultanı Ali evlatlarıyız

*

Canı yanmış şansı kara olanlarız

Dokuz genci parça parça ölen biziz

Gözler yaşlı Şimr elinde zeliliz

Ey süvari aman gelme biz esiriz

 

Eğer amacın dünya malı ise sen

Yağma oldu inci altın, gümüşler hem

Pek çok gözyaşım var mazlum Hüseyin’den

Ey süvari aman gelme biz esiriz

 

Abbas’ın derdi kalbime yerleşmiştir

Annemiz Zehra’nın lambası sönmüştür

Bu zalim millet bizi derde salmıştır

Ey süvari aman gelme biz esiriz

 

Biz zelil kalmışız efendimiz göçmüştür

Çadırda gözümüz kan olup yatmıştır

Halimizi görse korkar Sakine uykudadır

Ey Süvari aman gelme biz esiriz

 

Bizler bugün musibet, dert çok çekmişiz

Muratsız Kasım’ı şehit vermişiz

Otuz dokuz hanım yas da kalmışız

Ey süvari aman gelme biz esiriz

 

Hüseyin’i öldürdüler Kerbela’da

Vücudu çıplak kalmıştır arada

Bizleri götürürler Şam’a piyade

Ey süvari aman gelme biz esiriz

 

Ekber’in anası oğulsuzdur ne yapsın

Nolur bu feleğin temeli yıkılsın

Göreyim dünyayı ki yuvası yıkılsın

Ey süvari aman gelme biz esiriz

*

Hazreti Zehra bu şekilde söyledi

Gelen atlı da ona şu şekilde cevap verdi

 

Bugün benim kendimde dertliyim

Sizin ile ağlarım çok dertliyim

 

Kızım korkma ben Ali’yel Murtazayım

Ardımda Kara gün geldim ki edeyim yardım

 

Altı oğlum ölmüştür kimsesiz kaldım

Sabah vaktinden Kerbelada ağladım

 

Zeynep kızım sizlere kurbanım bende

Belaya sabr ediniz yoktur çare bu derde

 

Kerbela çölü dağılsın ey Allah’ım!

Hayasız Yezid hedefine ulaştı kalmasın ahım

 

Kızım Zeynep korkma senin ile Şam’a giderim

Necef’te artık durmam sizinle giderim

 

PEYGAMBER TORUNLARININ KUFE’YE VARMASI VE ZİYAD OĞLU ÜBEYDULLAH’IN MECLİSİNE GİRMESİ

Raviler, yazarlar rivayet ederler böyle

Ehli Beyt Kerbela’da şehit olduktan sonra

 

Peygamber torunlarını yorgun argın esir götürdüler

Şehitlerin vücutları Kerbela kumu üzerinde yatırdılar

 

Said oğlu Zalim Ömer böyle emir etti

Kafile yola çıkıp da Kufe’ye devam etti

 

Karar verildi başlar mızraklara dizilsin

Şehitler öylece uzaklara götürülsün

 

Her evladın başı annesinin karşısında gitsin

Arkasından annesi ah ile feryat etsin

 

Kardeşlerin başları hem bacıların karşısında gitsin

Mızraklar üzerinde parçalanıp kufeye gitsin

 

Her kadının sevdiği baş önünde durmalı

Peygamber evlatlarının kalbine ok üstüne ok vurmalı

 

Kadınların başlarından alasınız örtülerini

Kufeye varınca ben onun veririm hesabını

 

Peygamberin torunları ah içinde yana yana

Kerbela çölünden ayrılıp uzaklaştılar Kufe’den yana

 

Kafilenin önünde Hüseyin’in başı mızrakta parlar

Ardından mazlum Zeynep pervane gibi yanar

 

Kerbela sancaktarı Abbas’ı onun ardınca

Gülsüm kara giyinmiş Abbasın başı yanınca

 

Ali Ekber’in başı mızrak üzerinde parlar

Annesi Leyla çıplak deve üzerinde kan ağlar

 

Arkasında Kerbela damadı Kasım’ın başı

Sakine ah ettikçe akar gözünün yaşı

 

Böylece mızrak üstünde kalan şehitlerin

Var idi bir yaş dökeni yanında her birinin

 

Ali evlatları Kufeye perişan halde varınca

Ne gördüler ki Kufeliler karşılayınca

 

Biri derdi ki yabancı esiri geliyor

Kerbela toprağından Şimr’in esiri geliyor

 

Bir başkası derdi ki bakınız yabancı esiri

Çünkü hepsi aldatılmış bilen yok gerçek sırrı

 

Biri derdi ki bakınız seslerine ve veyla

Biri derdi ki ne güzel ulaştılar cezalarına

 

Biri derdi mızraklarda ne güzel başları var

Biri derdi taşlayınız esirleri pek çok günahları var

 

Ağlar Zeynep bu durumu görüp izledi

Yüzünü Hüseyin’in başına dönderip ağladı sızladı

*

Dedi ki ey babam oğlu Hicaz sultanı Hüseyin

Her zaman Allah’ın peygamberine naz eden Hüseyin

 

Esir olan ev halkına bak bir de Kufelilere bak

Kan dolan gözlerin ile biraz bizlere bak Hüseyin

 

Hanımların başı açık kız kardeşlerin örtüsüz

Niçin bunların yapılmasını bana caiz gördün Hüseyin

 

Başım açık beyazlaşan saçlarım örtüsüz

Kim şimdi bana çare bulur ey Hüseyin

*

Bu sözleri söyledikten sonra Hüseyin’in başına baktı

Ne gördü baktı sakalı kızıl kan ile boyanmıştı

 

Bu hali görünce pervane gibi ateşlenip kavruldu

Bir ah çekti ki sesi çıktı göklere her yerde duyuldu

 

Saçlarını Hüseyin’in buladı başından akan kana

Çıplak deve üzerinde giderdi yana yana

 

Zeynep gider iken üzüntülü, kederli son nefes

Hüseyin’in başından sanki geldi yanık bir ses

 

Her ne kadar kalbinde dert ve keder var

Sabret her ne kadar yaşlı canında can var

 

Peygamberin Ehli Beytisiniz Allah her yerde över

İçinizden birisi dahi Kufelilerin binine değer

 

Senin yüzünü görmez yabancıların gözü

Dokunmasın sizlere olur olmazın sözü

 

Her ne kadar zulm olsa ilahi takdirdir

Kabul ettim İslam’da şefaatim makbuldür

 

İmamın kesik başından gelince ses

Kufelilerde o anda korkudan kalmadı nefes

*

Bu durumu görüp bir grup uykudan ayıldılar

Utançlarından başlarını aşağıya eğdiler

 

Bir kısmı hemen korkudan kenara çekildiler

Ya Hüseyin söyleyerek evlerine döndüler

 

O halde yine bir takım cahiller

Zevk ve sefaya dalıp meşgul oldular

 

Biri derdi sizi bugüne saldı Allah

Yezid’e düşman olup ettiniz büyük günah

 

Kimi taş atardı kimi ayıplardı bunları

Hüseyin’in mızrak üzerinden sızardı al kanları

 

Böylece Peygamber evladını başları açık çıplak

Şehrin her tarafını dolandırdılar ayıplayarak

 

Akşam vakti o utanmaz torunu Ebu Süfyan

Harap bir mescidi Ehli Beyte verdi mekân

 

Mescitte ne kapı var ne yer ne de duvar

Oraya peygamber evlatlarını kondurdular

 

Ehli Beyt sabaha kadar orada ağlaştılar

O gece birbirlerine sarılıp sabahladılar

 

Gece orada geçip parıldayan sabah oldu

Gecenin karanlığı geçti sabah gün doğru

 

İbnu Ziyad’ın toplantısı hadsizce kuruldu

Esirlerin bu meclise gelmesine karar verildi

 

Peygamber evlatları yola düzüldü tek tek

Ağlayıp sızlayarak gözlerinden yaşlar dökerek

 

En önde şehit olan gençlerin başı

Ardınca kolu bağlı esir hanımlar döker gözyaşı

 

O toplantıya Ehli Beytin dahil oldu hepsi

Zannettim ki yıkıldı gök ve yerin yapısı

 

Başlar mızrak üzerine yıldız gibi dizili

Hepsinin alnında LA İLÂHE İLLALLAH yazılı

 

Ebu Süfyan torunu murdar ağzını açtı

Dilinden dökülüyor kötü sözleri saçtı

 

Elinde bir kırbaç vardı bakardı sol ve sağına

Kırbacı dokundurdu Hüseyin’in mübarek dudağına

 

Dedi Allah Ebu Süfyan’ı muzaffer kıldı

Bedr ve Hüney savaşında ölenlerin kanını aldı

 

Bin şükürler olsun ki Bedr intikamını aldım

Hüseyin’in cenazesini at ayağına saldım

 

O anda Zeynep de sabır kalmadı

Susup da oturmayı kendine haram kıldı

 

Seslendi ey babasız ey zinadan olan piç

Biziz sevgili dünyada ve ahirette yüce güç

 

Bizim hakkımızda inmiştir TETHİR âyeti

Senin haddine mi düştü suçlamak bizleri

 

Allah’ın sevgili kulları belaya düşer

Peygamberler ümmetlerini şikâyet eder

 

Eğer ki dünyada bizlere beş gün zillet var

Şikâyet etmeyiz çünkü ilelebet izzet var

 

Kamçıyı sen vurma bu mübarek başın dudağına

O dudak dokunmuştur peygamberin yanağına

 

Bu mızrak üzerinde olan Hüseyin’in başına

Peygamber her zaman basardı bağrına (döşüne)

 

O melun zalim o anda bilmedi ki neylesin

İstedi ki Ali kızı Zeynep’i orda şehit eylesin

 

Toplantıdakiler dediler ey deli divane

Dünyada kadını öldürmeye bulanmaz bir bahane

 

Hasta Zeynelabidin celallendi yerinde duramadı

Ortaya çıkıp Zeynep’in önünde durdu vermedi

 

Dedi ey utanmaz dinsizler bu Ali’nin kızıdır

Sizleri korkudan titreten bir Velinin kızıdır

 

Kimin hadidine düşmüştür onun kılına dokuna

Daha ben ölmemişim başımı veririm onun yoluna

 

Zalim İbni Ziyad duyunca bu sözleri

Eline eline vurup cellada emr eyledi

 

Cellat elinde bela kılıcı meclise girdi

Ali evlatlarından göklere vaveyla sesi yüceldi

 

Esirlerin kalbi yeniden kan ile doldu

Hepsi ağlayıp sızladılar dediler bizlere noldu

 

BENİ ESAD KABİLESİNİN KERBELÂ ŞEHİTLERİNİ DEFNETMESİ VE ZEYELABİDİN’İN KERBELA’DA HAZIR BULUNMASI

Kabileler arasında Esad oğulları adlı bir kabile vardı

Korkudan imam Hüseyin’in yardımına gelememişlerdi

 

Genç ve ihtiyar kabile bir araya geldiler

Gözlerinden kan ile yaşlar döktüler

 

Böylece ağlayıp iki elçi ettiler tayin

Kerbelâ’ya göndermek için hazin hazin

 

Gidip görünüz Ali evlatlarının şehitleri ne haldedir

Şehitlerin vücutları defin edilmiş mi yoksa meydandadır

 

İki kadın devam edip yola çıktılar

İkindi vakti idi Kerbela’ya vardılar

 

Hem evvel Fırat kenarına düştü yolları

Ağlar idi gözleri hem dua ederdi dilleri

 

Gördüler ki toprağa bir kahraman yıkılmış

Vücudu baştan başa hançer ile doğranıp yıkılmış

 

Başı yok kolları yok ok vurulmuş üst üste

Sanırsın Anka kuşu Kaf dağı üzerine yıkılmış

 

Gördüler sağ tarafından kesilmişti iki kol

Düşman hançeri kolunu bedeninden ayırıp yıkılmış

 

Ya Abbas diye başlarına vurup ağladılar

Sen öldükten sonra bil Fatıma’nın evi yıkılmış

 

Ey uzun kollu Hüseyin’in vefalı yol sancaktarı

Hürmet ile dergâhına KUMRU yıkılmıştır

 

O iki vefalı dostlar o yerde ağladılar

Oradan savaş meydanına kadar piyade yürüdüler

 

O susuz şehitlerin arasına düştüler

Onların cisminin yarasına bakıp şaştılar

 

O anda gördüler bir gül beden yaralı düşmüş

Beden değildir görenler sanarlardı nur ile ruh düşmüş

 

Vücudunda sağ yer yok yara yara üstüne

Çok vurmuşlar vücudu vücut üstüne

 

Güneş vuruyor o damla damla kanları parlatıyor

Sanki düzmüştür kırmızı mercanı mercan üstüne

 

Saçlarını yolup yanlarına hep dökmüşler

Kara kara taş gibi o kavrulan sine üstüne

 

Bildiler dünyada arzusuna ulaşmayan taze gençtir

Ki perişan halde ağlayıp saçlarını dökmüştür

 

O anda o gençler vücut için ahı çekmişler

Başka tarafa doğru yollarını çevirdiler bükmüşler

 

Gözüktü gözlerine bir ışık sanki bir nur

Kumlar üzerine serilmiştir garip garip durur

 

Kufeliler pek çok üzerinde at gezdirmiş

Bütün vücudu ezilmiş sağlam yeri kalmamış

 

Feleğin elinden bir birleriyle ağlaştılar

Bu gencecik şehidi yenice damad etmişler

 

Çok ağlayıp oradan ağlayarak sızlayarak geçtiler

Perişan halde Hüseyin deyip Çölü gezdiler

 

Bir yere nurum göklere çekildiğini gördüler

Kerbela çölüne bir nur direklenmiş gördüler

 

Kerbi belâ sahrasında bir beden düşmüştür

Hala yaralarından oluk gibi kan akmıştır

*

Yüzü aşağı düşmüştür sanki utanasından

Kolu bağlı esir olmuş şansının karasından

 

Ne yıkanmış ne kefen var ne de elbisesi var

Göklere nur çıkıyor apaçık yarasından

 

Şehid olduktan sonra ellerini kesmişler

Kılıcını almak için iki elinin arasından

 

O iki kişi şehitlerin durumunu gördüler

Dönüp kabilelerine, durumu haber verdiler

 

O gidip gelenlerin kalpleri kebap olmuştu

Kabilelerine böyle yakıcı dertli haber gelmişti

 

Ey kabile! Daha başka yoktur bir çare

Baştan ayağa giyiniz hep siyah kara

 

Ali evlatlarının vücutları çıplak kalmıştır

Güneş önünde mezara koyan olmamıştır

 

Kerbela sultanını yalnız koymuşlardır

Ali Ekber ölmüştür Leyla oğulsuz kalmıştır

 

Abbas da Fırat üzerine kolsuz düşmüştür

Kolları vücudundan kenara atılmıştır

 

Peygamberin torunları vatansız kalmıştır

Başları bedensiz mızraklarda gitmiştir

 

Ali Ekber mezarsız ve kefensiz kalmıştır

Kuru yer üzerinde vücudu parça parça olmuştur

 

Kasım’ın gül bedeni çıplak yerde kalmıştır

Kerbela çölü kan üzerine kan dolmuştur

 

Gençlerin dudakları susuz kesilmiştir

Yara üzerine taze yara vurmuştur

 

Kerbelâ toprağı benzemiştir Mina dağına

Yetmiş iki kurban düşmüştür kenarına

 

KUMRU ya Hüseyin seslerini yükseltmiştir

Sultanlar sultanı Hüseyin’e yas tutmuştur

*

Kabiledeki insanlar bu durumdan haberdar oldular

Hüseyin’in Kerbela’da yalnız kaldığını bildiler

 

Kimi derdi gidelim bir mezara koyalım

Kimi derdi Yezid bizleri öldürür varmayalım

 

Kabilenin içine düştü bir ayrılık

Yezid’in korkusundan hepsinin kalbi kırık

 

Hanımlar hep kocalarını teşvik ederlerdi

Kocalarının korkudan elleri titrer idi

 

Kenara çekilip durup hep oturdular

Yezid’in korkusunu akıllarına getirdiler

 

Çocuklar bir araya gelip dediler

Ali Asgar için ağlayıp sızlaştılar

 

Dediler ki gelin bizler varalım

Ali Asgar’ı bizler mezara koyalım

 

Çocuklar el ele verip çıktılar

Erkekleri utanç içinde bıraktılar

 

Ardından kadınlar yola çıktılar

Kazma, kürek ellerine aldılar

 

Mezar kazmak için Kerbela’ya vardılar

Bu halde erkekler çok utandılar

 

Onlarda kalplerinden korkuyu attılar

Erkekliklerinden utanmaya başladılar

 

Onlar kadınların peşlerinden yürüdü

Kerbela çölünü ağıt sesleri bürüdü

 

Ağlayarak Kerbela çölüne vardılar

Dizilmişler kan içinde kurbanlar

 

Karıştı birbirine kadın çocuk ve erkek

Kerbelada kıyamet nişanı var ne hikmet

 

Şehitlerin faciasını görüp ağlaştılar

Dertli kalple, yaşlı gözle kucaklaştılar

*

Zulm ile işkenceyi aştılar

Zalim kufeliler reva gördü seçtiler

Peygamberin torunları zillete düştüler

Ya Hüseyin, Hüseyin ya Mustafa

 

Nerede kalmışsın ey şahım Ali

Kerbelâ çölüne uzat bir eli

Baştanbaşa oldu çöller kan seli

Ya Hüseyin, Hüseyin ya Mustafa

 

Kerbelâ çölü kan, zulm ile taşmıştır

Goncaların güler yüzü solmuştur

Ali Ekber arzusuna varmıştır

Ya Hüseyin, Hüseyin ya Mustafa

*

Kabile milleti pek ağlayıp sızladılar

Kabir kazdılar ama cesetleri tanıyamadılar

 

Bedende baş yok idi bir nişane tanısınlar

İmamın cenazesini o kabre koysunlar

 

Ne kadar fikr ettiler çare bulamadılar

Göz kaldırıp, tek tek her tarafa baktılar

 

Ne gördüler uzaktan bir toz bulutu gelir

Öyle nur saçıyor ki bakar her görü kamaştırır

 

Toz arasından bir genç çıkıp belirdi

Simasından yeni doğmuş güneş ışık verirdi

 

Elinde imame yakası yırtık halde geliyor idi

Biliniz ey bilmeyenler gelen zamanın İmamı idi

 

Eline cübbenin eteğini toplamıştır

Onların yanına kadar varıp selam vermiştir

 

O anda gelip ulaştı bir genç yüzlü nurani

Onun yüzü nurlandırdı gökleri ve yerleri

 

Gördüler eline almıştır bir baş

Yapıştırdı bedene gözlerinden döktü yaş

 

O vücudun yanında aynen köle gibi durdu

Edep ve erkan ile o cesede selam verdi

*

Ey kerbela şehidi sana selam olsun

Ey vücudu kızıl kana boyanan sana selam olsun

 

Kızın Sakine’nin sana pek çok selamı var

Kızına zevk ve sefa yoktur sana selam olsun

 

Kabile insanları bu durumu görüp şaşırdılar

Ey genç sen kimsin deyip soru sordular

 

Ey bülbül! Diye sordular sen kimsin

Bahar güneşinin parlayan örneği sen kimsin

 

Susuz ölenler için gözlerinden kan yaş dökersin

Senin derdin gökleri salladı sen kimsin

 

O dertli genç kabile insanlarına baktı

O anda hemen onlara durumunu böyle anlattı

*

Vefa bahçesinin gülüyüm bin derde düşmüşüm

Canım işkenceden yanıyor ben yas tutuyorum

 

Solmuş gülüm dertten kebap olmuşum

Uzak yoldan geldim Kerbela esiriyim

 

Feleğin çerhi dönsün sineme vurdu dağı

Gören derdi ey kardeş bin derdin var eritmiş yağı

 

Başı belaya düşen kırk gün gözyaşı döken

Ali Ekber’in, Ali evlatlarının canıyım

 

Musibet şerbetini içen, günlerin üzüntüsün görenim

Bu zamanın imamı hasta olan imamım

 

Kabile insanları bu durumu haber alınca

Onlardan yine ağıt sesleri göklere ulaşınca

 

Kerbela sultanının başını ziyaret ettiler

Ya Hüseyin deyip gözyaşları döktüler

 

Hemen o başı bedene yapıştırıp öperdi

Zamanın imamı İmam Hüseyin’i defin etti

 

Ayağının altına koyuldu dertli Ali Ekber

Onların hepsini aynı kabirde defin ettiler

 

Fırat kenarında koydu kabre Abbas’ı

Allah’a havale edildi onun davası

 

Zeynelabidin kalan şehitleri bir mezara koydu

Zeynelabidin defin işleri tamamlanınca kayıp oldu

 

O yerde Kerbela şehidine mezar kazıldı

KUMRU daima yas tutup, ağlayıp sızlardı

 

EHLİ BEYTİN ŞAM ŞEHRİNE VARMALARI

Düşman askeri peygamberin ev halkını esir ediyor

Ağlatarak esir edip Şam’a götürüyor

 

O Şam’a bir gün kaldığı zamanda

Şam’a bir elçi gönderdiler aynı zamanda

 

Yezid’e haber verdi aynı hal ve hareketi

Yarın yolda karşılasınlar esirleri

 

O dinsize o kâfire mektup ulaştığı zaman

Dinsiz imansız Şamlılara emir etti hemen

 

Elbiselerini giyinip ellerine kına yaksınlar

Çarşıyı pazarı hep süsle süslesinler

 

Alsınlar ellerine her türlü çalgılarını çalsınlar

Yollara esirleri karşılamak için dökülsünler

 

Karşılamaya bütün insanlar sevinç ile çıksın

Sancaktar Abbas mızrak üzre geliyor baksın

 

Esirleri görünce birbirlerine mübarek olsun desinler

Ehli Beyti taşlamak için yola dökülsünler

 

Gece bitti ışıldayan sabah başladı

Ağlatarak Ehli Beyti develere bindirdi

 

Necef sultanının Ehli Beytinin kafileleri

Tutup çektiler Şam’a taraf develeri

 

Esirlerin kafilesi Me’vâ yerine ulaşınca

Gördüler Şamlılar seyretmek için varınca

 

Kadınlar erkekler birbirlerine karışmıştır

Kimi eline davul, kimi zurna almıştır

 

Hepsi davul zurna çalıp sevinirlerdi

Edebi terk edip Yezid’i överlerdi

 

Gülsüm bu vaziyeti görünce dedi nolmuşum

Dedi ey Necef sultanı sen nerde kalmışsın

 

Dünyada felek zelil etti Zeynep’i

Kimsesiz garip ve üzüntülü Zeynep’i

 

Dokuz tane kardeşe kefen giyindirmek için

Zamanının derdi üzüyor Zeynep’i

 

Bir saniye bile kalbi gülemedi

Yüz bin derde ve belâya müptela olan Zeynep’i

 

Sakine’yi kervancı deveden yere saldı

Seslendi ah çekip ağlar çağırdı Zeynep’i

 

Ey Kerbela hastası imam Zeynelâbidin

O çocuğu koyma ki görmeğe hasret Zeynep’i

 

Sakine kervandan düşüp çölde kalmıştır

Şimr’in esiri gönder mazlum Zeynep’i

 

Söylerdi yoktur bir yanıma getiren benim

Zehra’nın göz ışığı o vefalı Zeynep’i

*

Peygamberin torunlarını o zalim millet kırdı

Esirler develeri Şam şehrine vardı

 

Şamlılar esirleri yol boyunda karşıladı

Kimi sevincinden güldü kimi de ağladı

 

Kimi derdi hanımların parçalanan kalbine bak

Onları zelil etti bugün hamdolsun Allah

 

Biri derdi ki bunların hepsi dinden çıkmışlar

Tanrı başlarına cezalarını vurmuş çekmişler

 

Said oğlu Sehl şöyle anlatam der sana

Var idi yol kenarında bir yapılmış bina

 

Onun kenarına üç beş hanım toplanmıştı

İçlerinden sevinçle esirlere bazıları gülmüştü

 

O melunların içinden bir acuza adlı koca karı

Atardı imam Hüseyin’in başına taşları

 

Taşlardan biri gelip düştü yakına

Biri dahi değdi Hüseyin’in kanayan dudağına

 

O anda Ali evladından bir ağıt yüceldi

Aniden yüceldi göklere bir ya Allah sesleri

 

Bu feryatlar döne döne göklere çıktı

Tanrının gazabıyla o bine hemen yıkıldı

 

Altında kadınların hepsi kalıp ezildiler

Peygamberin Ehli beyti ve niceleri gördüler

 

Melunun biri de binanın üzerine çıkmıştı

Elinde bir alevlenen ateş duraklamıştı

 

Binanın altından esirlerin kafilesi geçerken

O melun binanın üzerinden sesini yüceltirken

 

Ateşin alevini hızlandırıp kenara çıktı

İmam Zeynelabidin’in imamesi üzerine döktü

 

Bu imameki peygamber o imameyi giyinmişti

Miraca giderken bu imameyle Burağa binmişti

 

İmame zulm ateşi ile ateş alıp yandı

Görenler gökyüzünden bir nur iniyor sandı

 

Peygamberin Ehli Beyti birbirine karıştı

Mızraklardaki başlar gül yaprağı gibi titreşti

 

Sakine Hüseyin’e taraf bakınca başına vurdu

Yezit milleti bu duruma pek sevindi durdu

*

HAZRETİ GÜLSÜM VE SEKİNENİN FERYADI

Hazreti Gülsüm, imam Hüseyin’in yürekler yakan haline dayanamadı. İmamın o kanlı başına seslenerek şöyle ağlayıp dedi:

 

Derde düştüm aman babam oğlu kime diyeyim

Kardeş yanımda yok annem yok babam yok

 

Zulm vilayeti Şam insanları kana susamışlar

Neyleyem o Necef sultanı babam Ali Turap yok

 

Ey Hüseyin zulme gücüm kalmadı canıma doydum

Bundan fazla çekmek için sabrım takatım yok

 

Utanmaz Şamlılar biz imam evlatlarına

Yüzümüzü örtmek için örtü bile yok

*

Hazreti Gülsüm, böyle acı ile sızlayıp ağlayınca, Sakine de dertlenip ah çekti. Etrafına bakınca, iki eli ile dövünerek ağlamaya başladı. Sakine’nin dili ile dostlardan KUMRU da ağlayıp şöyle dedi:

Ali Ekberin kesik başını görünce

Ağlayarak derdini böyle söyledi kardeşine

 

Bir bülbülüm ölmüştür ilkbahar gülüm solmuş

Solmuş yeşillikler yok olmuştur güller çiçekler yok

 

Gül bahçesi içinde kuşlar gibi ötmeye başladım

Ey solan güllerim ben de daha sabır karar yok

 

Ben kız çocuğuyum gezip dolaşamam başım açık

Ne yapayım bugün dahi derdimize ortak olan yok

 

İnsanlar arasında ortalıkta bizleri beklettiler

Oturup dinlenmek için bir kenar yer yok

 

Bunlar bibilerindirler, ben de kız kardeşin bu da annen

Bunlar da Şamlılardırlar namus ve utanmak yok

 

Grup grup durmuşlardır bizleri seyrederler

Bu millet içinde insaf nedir bir bilen yok

 

Ağlar Sakine derdini kardeşine söyleyince

Kalbinde dertleri coşmaya başladı o taze gonca

 

Yüzünü çevirip o yaralı tarafa baktı

O’da aynı diller ile ağlamaya sızlamağa başladı

 

Dünya da ayrılık ateşinden kötü dert yok

Sonbahardır bülbül yok gül yok bahçe yok

 

Beni aşk ile çöllere deli ve divane edip salan

Gezmediğim ne köy ne çöl ne dağ yok

 

Bazen mescit içerisinde bazen de dışarıda yatmışım

Aç ve susuz yatak yok ateş yok ışık yok

 

Bu kanlı başına amcan kızı kurban olsun

Mezarda taşını öpecek bir dudak yok

 

Güller içinde bülbül gibi ağlayıp sızlar

Başın bir deste güldür mızrak üzerinde yok

 

Sen kan ile yüzünü boyayıp gizledin cemalini

Ben taze gelinim yüzümde gizlenmek için duvak yok

 

O zalimler esir edip zincirle bağlamış

Zincir ile bağlanmışız açık el yok ayak yok

*

ZEYNEBİN AĞITI

Hazreti Zeynep’te güç ve sabır kalmadı. Hazreti imam Hüseyin’in kanlı başına seslenerek şöyle dedi:

Kardeş ne sabır ne kuvvet sen dertlide var

Bilmem ki ne fikirdesin ne irade var

 

Burası Hüseyin’e Şimr’in zulmlerini unutturacak

Her ne zulm var ise bu zulm merkezi Şam’da var

 

Bazen ateş vuruyorlar bu kan kuruyan dudağına

Var ise dünyada dert bütün dertler Zeynelabidin var

 

Fatıma’nın gelinleri başı açık Şamlılar bakıyor

Ne yazık ki bu âdet hangi dağılmış binada var

 

Ey babam oğlu insaf mıdır ki bunlar böyle baksın

Kız var, gelin var, imam evlatları var

 

Bu saçlara güneş ışığı vurmadı ey Hüseyin

Şimdi başımda benim tükenmez belalar var

 

Kan ile boyanan gözünü açıp bir kez ev halkına bak

Gaip değilsin çünkü bu başın mızrakta var

 

Allah’a derdimi söyleyip ederim O’na dua

Başka şeye gücüm yetmez ilacım dua da var

 

Bir ah sesi ile Allah’ın kahrını coşturdum

Bilsinler şansı kara Zeynep’de ne rütbe var

 

Şam vilayetini eğer dağıtmasam rahatlayamam

Paralarım, her ne ki fani dünyada var

 

Kalbim gibi dünyayı ateşle alevlendirsem gerek

Dert sahibi olmaya geldim pek çok derdim var

 

Kırk yıldır Hüseyin kapısında ya Hüseyin der

KUMRU’nun ağıt ve feryatları Kerbela’da var

*

Zeynep ağlayıp sızlayarak böyle sesler ile feryada gelince, imam Hüseyin’in kanlı mızrak üzerindeki kana boyanan başının kımıldadığını gördü. Kızıl kan ile örtülmüş baştan dama damla gözyaşı aktı. Ve bir “Ah” sesinden sonra “LA İLÂHE İLLALLAH” sesi yükseldi. Hazreti İmam Hüseyin “a.s”ın, kız kardeşi hazreti Zeynep söylediği sözleri, KUMRU şöylece dile getirdi.

Bakalım zamanın imamı ne söyledi. KUMRU nasıl nazm etti:

 

Bunalıp duralım perişan hale düşme ey bacı

Her dert ve musibete sabr etmen gerekir ey bacı

 

Bugün insanlar arasında Fatıma’nın nişanesisin

Ne kadar zulm etseler sabret ey bacı

 

Eğer desen ki bu yabaniler içinde başım açık

Hakları yok senin başına baksınlar ey bacı

 

Güneş doğunca kimsenin gözü yıldızı göremez

İmamet güneşi oğlumdur izzete layıktır ey bacı

 

Ne kadar taş vururlarsa vursunlar dudaklarıma

Kendim katlanırım, razıyım bu zulme ey bacı

 

Kerbela çölünde ne çektim ise sen gördün

Belalı başımı kendim belaya saldım ey bacı

 

Ali Ekberi, Abbas’ı, Kasım’ı yola saldım hep

O gençler susuz şehadete vardılar ey bacı

 

Yaralı sinem üstüne çıktı mel’un Şimir

Boğazım nişan yeri oldu o mel’una ey bacı

 

Bu canı bunların hepsini kabul edip çektim

Gerek razı olasın sen de bu işkenceye ey bacı

 

Ey Felek zulm ile her kalbi kana çevirdin

Her zaman gülbahçesini soldurdum ölüye çevirdin

 

Hiç kimseyi aziz bırakmadın zelil ettin

Her zaman işi dünyada ağıta çevirdin

 

Sakineyi kolu bağlı salmıştır çöllere

Tüm yaşantısını yas mateme çevirdin

*

ÜMMÜ LEYLA OĞLU ALİ EKBER’İN KANLI BAŞINI GÖRMESİ

… Taşın, toprağın, kurt ve kuşun dayanamayıp feryat ettiği, gözyaşları döküp ağladıkları böyle bir zamanda anne kalbi dayanabilir mi? Hazreti peygamberin “Cennet annelerin ayağı altındadır” buyruğu boşuna söylenmemiştir. Ağlayıp sızlayanlar, taşlayanlar, gözleyenler çekilince, Leyla oğlunun gövdesiz kalan başına vardı:

 

Yıldızlar gibi başlar mızraklarda parlayıp durur

Hüseyin’in başı yıldızlar içinde doğmuş ay gibi durur

 

Kimi ağlaya ağlaya sızlaya sızlaya varmıştır uykuya

Kimi’de çekilmiş bir köşede dertlere dalmış durur

 

Ali Ekber’in annesi Leyla ayağa kalktı

Esirlere baktı gördü ki uykuya dalmış durur

 

Kimsede ağlayıp sızlamaktan ilaç kalmamış

Yavaş yavaş yürüdü dertleri üzüntüleri çok durur

 

Varıp başlara bir baktı gözleri yaşlı

Gelip durdu oğlu Ekber’in o kesik başı durur

 

Bakıp gördü kan kurumuştur susuz dudağında

Kan durur canı gitmiş yaşla ızdırap durur

 

LEYLA’NIN AĞLAMASI

Ey millet gül bahçesi solmuştur seyredilmez yavrum

Kimsede vücud kalmadı aylara gönderdin yavrum

 

Kara güne düştüm çünkü senden çoktan ayrıldım

Cemaline aşkın gelmişim seyredeyim yavrum

 

Kan ile örtü çekmişsin bu gül yüzüne

Elim ulaşmıyor ben yaklaşmaya hasretim yavrum

 

Ağlayıp sızlamak için Şimr izin vermiyor bana

Ağlayınca başıma kırbaç ile vuruyor yavrum

 

Adım Leyla’dır sanki ama ben mecnunum

Demek ki aşık olan bu duruma düşer yavrum

 

Bazen beni yatırırlar bu kuru yerlerde

Bazen piyade yola sevk ederler yavrum

 

Yola perişan halde düştüm yoldaki durumum iyi değil

Ayak yalın baş açık üzüntün ile yattım yavrum

 

Gözünü açıp harabeye bak yattığım yere bak

Başkası değil hepsi peygamber sülalesi yavrum

 

Sabah bizleri götürürler Yezid’in meclisine

Ecel ulaşmaz ki elinden ölüm şerbeti içeyim yavrum

 

İmam Hüseyin’in hanımı, Fatıma’nın gelini idim

Bu zillet günü nasıl hayale geliyor yavrum

 

Küfrettiler, soydular, dövdüler yoktur elbisemiz

Güneş çıktı ömrüm kısaldı ömrüm güneş batmasına varmaz yavrum

 

Ey gencecik Ekber oğlum olmaz muradına ulaştın

Sonunda beni de ulaştırdın nur yüzüne yavrum

*

Ağıtlarını sızlamalarını vaveylaya dönderdin

Ali evlatlarını Yezid’in sarayına çektirdin

 

Satılık cariye gibi ağıtlara dönderdin

Harabede esirleri pek çok sakladın

 

Kuru yerlere serilen paspaslara dönderdiler

Esirleri yalın ayak başı açık gezdirdiler

 

Şam’ı sokak sokak gezdirip canlarından bıktırdılar

Güneşin battığı vakitte hepsini bir yere getirdiler

 

Akşam oldu konakladı kondurdular

Zulm ile bir yıkık harabeye indirdiler

 

Öyle harabe ki ne kapısı var ne de duvarı vardı

Koyunları dahi doldursalardı canları sıkılırdı

 

Pençeleri kırılıp içine saman dolmuştu

Duvarları ateş dumanıyla siyan olmuştu

 

Buraya pek çok yıllardır canlı vardık girmemişti

Fareler yuva yapmışlardı insanlar görmemişti

 

Böylesi harabe içine Ehli Beyti yerleştirdiler

Kebap olan kalplerini bir daha yaktılar

 

Gece karanlık esir hanımlar pek yorgunlar

Ne bir eski hasır var ne yastık ne de minder

 

Kimi çocuk kimi hasta, kimi susuz kimi aç

Hepsi bir lokmaya bir yudum suya bile muhtaç

 

Hepsinin yastığı kerpiç döşekleri de toprak

Yatardı her biri bir kuru yerde ağlayarak

 

Yetim çocukları bir bir sustururlardı

İmamın kızları kuru yer üzre yatalardı

 

Yıldız gibi parlayan başlar mızraklara dizilmiş

Ne yazık ki alınlarına yazı böyle yazılmış

 

Peygamberin o temiz Ehli Beyti bu harabede

Sabaha kadar ağlayıp sızladılar o harabede

 

Karanlık gece geçti yücelerden güneş doğdu

Güneş bu belalı dünyayı yeniden Nura boğdu

 

Yezid’in adamları gelip harabeye daldılar

Esirleri tek tek çıkarıp yola saldılar

 

Hepsinin gözü yaşlı kalbi dağlı

Zincirler ile elleri birbirine bağlı

 

Yezid toplantısını kurup sofrayı donatmıştı

Hayasını terk edip namusu başkasına satmıştı

 

Bu hayde esirleri o melunun getirdiler yanına

Yezid sevindi sevincinden ateş düştü canına

 

Peygamberin torunları kara günlere düştü

Ağaçların hepsi ah çekip ağlaştılar dağlar sanki hep yastı

 

Hepsini yorgun argın ayağı bağlı meclise sürüklediler

Tam bir rezalet ile dursunlar ayak üzre dediler

*

Sakine başı açık ayak yalın durmuş idi

Melun, zalim Yezid kim olduğunu sormuş idi

 

Seslendi ki ey şansı kara sen kimsin

Dünyayı ah sesin karartmıştır sen kimsin

 

Yüzün solup sararıp zulm rüzgârı gibi rengin

Zincir boynunu sıkıp yara etmiş sen kimsin

 

Pek ağlıyorsun sen yetim kızlara benziyorsun

Kimlerdensin apaçık söyle bakam sen kimsin

 

Susuz isen su versinler aç isen dahi versinler yemek

Kendi kendini pek üzme söyle bakam sen kimsin

 

Bana söyle bakayım hangi bahçenin gülüsün

Sararıp solan güllerin gülüsün söyle sen kimsin

 

SEKİNE CEVAP VERDİ

Ben kimsesiz bir sızlayan yetimim ağlarım

Kalbi yaralı gözleri yaşlıyım ah çekerim ağlarım

 

Yüzlerce naz ile Ali’nin kucağında beslendim

Şimdi düşkün kimsesiz ve perişanım ağlarım

 

Kardeşim amcalarım hem de babam şehid oldu

Bende can kalmamıştır ben yarıcanım ağlarım

 

Beni tam kırk gün sıcak güneş altında başı açık gezdirdiler

Ben de su içemeyen bir kalbi susuzlukla kavrulanım ağlarım

 

Ey Yezid merhamete geldiysen bibim Zeynep’in kolunu açtır

Zincir boynunu sıkmıştır perişanım ağlarım

*

Kerbela sultanının perişan kızı Sakineyim

Ekberin derdiyle her zaman ağlarım sızlarım

 

Sakinenin bu sözlerine herkes ağlaştı

Ama Yezit’te merhamet kalmamıştı

 

Orta yere bir kızıl kab getirip koydu

İmam Hüseyin’in başı teşt içinde parlıyordu

 

Öteki başlar ise hep konuldu soluna sağına

Hepsini dizdiler zalim Yezid’in karşısına

 

O zalim ve melun tek tek baktı başlara

Dedi şükür benim talihim güzeldir dünyada

 

Bugün ne güzel gündür ey Mervan kitlesi

Şereflendirdi yüce Allah işte Ebu Süfyanı

 

İşaret etti İmam Hüseyin’in susuz dudağına

Bazen gülerdi Yezid bazen alırdı alaya

 

Derdi şükür ki Kerbela’da intikamımı aldım

Senin başını görüp dünyada ödüncümü aldım

 

Yezid bu sözleri Hüseyin’e deyip gülerdi

İmamın kesik başı kızardıkça kızardı

 

Dahi Zeynep bu duruma fazlaca dayanamadı

Celalle yerinden kalkıverdi dahi duramadı

 

O imamın dudaklarına vuruyorsun sen el ile

Kerbela’da kesildi doldu kızıl kan ile

 

Ne Allah’tan korkarsın ne peygamberden haya edersin

Elindeki kırbaçla peygamberin öptüğü yere vuruyorsun

 

Bu baş o baştır ki alıcısı yüce Allah’tır be nadan

Ceddi peygamber öperdi o susuz boğazından

 

Ey dinsiz zalim bu baş o sultanın başıdır

Çocukluğunda onun koruyucusu Cebrail’dir

 

Bu baş o baştır ki onun sahibini ey kâfirler

Kundakta iken melekler göklere götürdüler

 

Safa sofrasını kurup önüne sermişsin eydini yok

Kanlı teşt içinde imamın başına bir bak

 

Ne imanın var, ne dinin ne de Kur’an ehlisin

Hayretler ki sen belli sahte bir Müslümansın

 

Ağıt sesleriyle yerleri gökleri doldurdun

Peygamber oğlunu Kerbela çölünde öldürdün

 

Bu kanlar ile taş gibi kalbin ferahlanmadı yine

Uygun gördün zulmü biz iman sahiplerine

 

O anda bir Şamlı ayağa kalktı adı Ahmer

Dedi Yezid’e ey Amir bana emir ver

 

Senin yanında eğer kıymetim biline

Bu esiri ver bana evimde olsun köle

 

O melun Şamlı sözlerini tekrar edince

Gülsüm’de güç kalmadı sabrı gitti eyice

*

Deme bu sözü ey imansız Fatıma köle olmaz

Peygamber evladı ölse de sizlere köle olmaz

 

Fatıma’nın gelini Kerbela şehidinin kızıdır bu

Vefa burcunun parlayan ayı Ali Ekber’in canı köle olmaz

 

Gözün kör kulağın sağır dilin lâl olsun

Kolların kesilsin Ali evlatları köle olmaz

 

Gülsüm böyle dua edince şınsı kara

Duası kabul oldu Şamlıda kalmadı çare

 

Kolları kötürüm olup kulakları duymaz dilleri hem lâl

Yezid’in meclisine korku saldı bu durum bu hal

 

Gözü İmam Zeynelabidine takıldı melun Yezid’in

Kimdir bu ölmeyip kalan bana çabuk bildirin

 

İmam Zeynelabidin buyurdu ey melun zalim

İsmim Ali’dir imam Hüseyin’in oğluyum

 

Yezid dedi bana böyle haber vermişlerdi

Hüseyin oğlu Ali’yi Allah helak etmişti

 

Hasta Zeynelâbidin buyurdu ey Şimr taraftarları

O benim kardeşimdi Ali Ekber zalimler öldürdü onları

 

O genç Ali Ekber’i susuz doğrayanlar zalimler

Ahirette nasıl peygamberden şefaat beklerler

 

Bu zulmünüze yüce Allah razı olur mu?

Yanınıza şehitlerin kanları hiç kalır mı?

 

Bu sözleri söyleyince Şehitlerin sevgilisi

Yezid sinirlenip sanki kesildi nefesi

 

Ali evlatlarında yine cesaret kalmış

Ölmüş sanırdım ben içlerinde bir erkek kalmış

 

Bu başlara bakıp da ibret alıp korkmaz mısınız?

Karşımda cevap vermeğe nasıl cesaret edersiniz

 

O kâfir bu sözleri deyip bir cellad istedi

Zeynelabidin’i huzuruma getiriniz öldürmek için dedi

 

Hayasız cellad kılıç elinde hemen geldi

Zeynelabidin’i tutunca ah vah sesleri yükseldi

*

Ali evlatları araya Zeynelâbidin’i aldılar

İmamı vermemeye iyice zorlandılar

 

Dünyada hepimiz birden karaya batmışız

Başımız yüz bin belaya uğramışız düşmüşüz

 

Amandır dur gel ya Ali evlatlarına yardıma

Bugün Ali evlatlarına yoktur artık acıma

 

Kardeşlerim Kerbela çölünde hep ölmüştür

Başımız yüz bin bela musibette kalmıştır

 

Ümidimiz hemen bu Zeynelabidinde

Salma zalim onu sakın böyle çaresiz derde

 

Aman Allah bizlere sen eyle çare

Gençler şehit oldular doğrandı pare pare

 

Kırk tane esir kalbi kedere gam ekmiştir

Ne Kasım var ne Abbas ne de Ekber kalmıştır

 

Bu çaresiz mazlumu öldürmek isterler

Elim ulaşmaz babam Allah’ın aslanına seslerler

 

HAZRETİ SAKİNENİN ŞAM ŞEHRİNDE VEFATI

Şam acısını raviler şöyle rivayet etmiştir

Peygamberin ev halkı harabede kalmıştır

 

Gece gündüz eli koynunda gözleri ağladı

Kolları kanatları kırık ağlayıp sızlardı

 

Akşam üzeriydi bir gün Sakine perişandı

Düştü hayale izzet ile beslendiği günleri hatırladı

 

Harabede gözleri yaş ağlayıp sızlardı

Sesini kesmek için imkân kalmamıştı

 

Çaresiz Zeynep o çocuğu kucağına aldı

Derdine bulmak için bir çare arardı

 

Dizleri üzerine alıp öperdi iki gözünü

Şefkat ile sürerdi onun yüzüne yüzünü

 

Sakine kalbinden bir ah çekip Zeynep’e baktı

Bırak ağlayayım deyip Zeynep’in yüreğini yaktı

 

Ağlanmaz mı bak Sakine ne hale düştü

Nasıl ağlamayayım aklıma Medine şehri düştü

 

Hani o günleri ey Hicaz şahının kızı

Babam İmam Hüseyin’e daima ederdim nazı

 

Aklıma Ali Ekber’in hayali düştü

İki elâ göz ile gül yüzü düştü

 

Rengi soluncaya kadar bir elbise giymez idim

Beğenmediğim yemek olursa yemez idim

 

Nazar et arkamdaki elbisemi bir bak

Yattığım kuru yere zinet esasıma bak

 

Harabede kuru yer nice gündür susuz aç

Başım açık kalmıştır eski örtüye muhtaç

 

Bizim şimdi evimiz yuvamız yok mudur söyle?

Harabe yuvalarda perişan kalmışız böyle

 

Eskiden bizimde adımız makamımız vardı

Medine şehrinde yuvamız evimiz vardı

 

Babam vardı amcam vardı hem kardeşim

Niçin şimdi durmaz akar daima gözyaşım

 

Zeynep çok ağlayıp dedi aman Sakine kızım

Benim de gönlümde Medine şehri vardır kızım

 

Baban Kâbe’ye yolcu oldu yakında gele

Medine’ye gideriz sevinç ile verip el ele

 

Babam eğer Kâbe’ye etmiş ise seferi

Hani kahraman Abbas amcam yoktur onun eseri

 

Söyle bakıyım Ali Ekber’im nerde kaldı

Onun ayrılığından rengimiz sararıp soldu

 

Zeynep dedi kızım Ekber ile Abbas babana lâzım

Babanın yanına gittiler birbirlerine lâzım

 

Sakine yine inanmayıp ağladı sızladı

Gözlerinden yaş yerine akar kızıl kan idi

 

Bir çocuğun babası eğer Kâbe’ye giderse

Yüzüne tokat başına kırbaç mı vururlar

 

Bir insanın babası Kâbe’ye yolcu olursa

Ona acaba harabe içinde yatak mı verilir

 

Sebep nedir ki peygamber torunları ağlarlar

Bazen ya Hüseyin bazen de vay Ali Ekber derler

 

Niçin her gece sabaha kadar tutarsınız yas

Ağlarsınız dersiniz vay kolu kesilen Abbas

 

Sakine’yi zor ile uykuya daldırdılar

Başı üzre toplanıp kadınlar oturdular

 

Uyku arasında Sakine dile geldi böyle

Atasını seslerdi hem ağlayıp sızlardı şöyle

*

Senden sonra perişan olmuşum baba

Yüz bin dert, keder sahibi olmuşum baba

 

Kırk gün yolu piyade kolları bağlı geldim

Bazen çıplak deveye binmişim baba

 

Bazen bana ey harici kızı diyorlardı

Kırbaçlar dayaklar altında ezilmişim baba

 

Başım açık açık, sokak ve caddeleri gezmişim

Allah bilir nasıl perişan olmuşum baba

 

Felek yetimlik adını koydu benim üzerime

Sabırsız kimsesiz ve perişan olmuşum baba

 

Böylece ağlayıp babasına derdini söyler iken

O karanlık gecede uykudan uyandı hemen tez erken

 

Bakıp gördü harabe içinde tek ve yalnız bir baktı

İki eli ile başına vurup vaveyla çekti

 

Her tarafa tamamıyla ellerini sürüp arardı

Derdi ya baba sen nerdesin senden haber çıkmadı

 

Kendisini bazen vuruyordu yere bazen de duvara

Baba deyip dolaşırdı yok idi derdine bir çare

 

Zeynep’i uyandırdı rahat bırakmadı uyusun

Ey gözüm Zeynep canım sana kurban olsun

 

Allah’ın halifesi babam yanıma gelmiş idi

Beni naz ile şimdi kucağına almış idi

 

Hani beni bu halde bırakıp yine mi gitti

Niçin o gül yüzünü kızından gizleyip gitti

 

Sakine yerden yere atardı hep kendi özünü

Yolardı bazen saçlarını bazen vurardı iki dizini

 

Derdi ağıtlarla feryatlarla bu dünyayı doldurayım

Baba ulaşamaz olursam kendi kendimi öldüreyim

 

Sakine’nin sesine Ehli Beyt koştular

Ağlayıp sızlamaktan hepsi bayıldılar

 

Bu ağıt sesini Yezid’in adamları işitti

Yalan uydurdular bir sürü haber gitti

 

Yezid dedi Hüseyin’in başını alıp götürünüz

Teselli bulsun onunla orda esirlerle oturunuz

 

Harabeye getirip imamın başını attılar

Ehli Beytin evini bir daha başlarına yıktılar

 

Sakine babasının kanlı başını öpüp bastı bağrına

Hasret ile bakardı Medine sultanı babasına

 

O kadar ağladı ki zemin ve zaman ağladı

Sakine’nin gözleri kızıl kana boyandı

 

Ne kadar zorladılar elindeki başı vermedi

Sakine’nin kalbine bir can telaşı geldi

 

O kanlı başı dertli sinesi üzerine koymuş idi

Sakine’yi pek yavaş toprağa yatırırlar idi

 

Ey şansı kara ayrılık mevsimi yaklaşıyor

Dostların muhabbetine ulaşmak için ruhum uçuyor

 

Gül bahçesinin üzüntü gülü idim harabede

Güllerin sararıp dökülme zamanı yaklaşıyor

 

Bir bülbülün uçup giderim başka bir gül bahçesine

Ağlayıp sızlamakta acele zaman yaklaşıyor

 

Şimdiden sonra ruh alıcı bu meclise tez gelir

Bu ruh bedende durmaz çıkma zamanı yaklaşıyor

 

Al başımı dizinin üzerine canım kardeşim

Senin başın üzerinde dua etme zamanı yaklaşıyor

 

Dünya menfaati için karşı çıkanlar çıktılar

Dünyada konaklamanın bitiş zamanı yaklaşıyor

 

İmam evladı Ekber’imin kanlı gömleğini ver

Leylâ annem odur bana ilaç yaklaşıyor

 

Sizler de bugün beni eli boş salmayınız yola

Bir yeni armağan için bağış zamanı yaklaşıyor

 

Eski elbiseler ile aman beni göndermeyiniz

Zamanı gelince çeşitli hediyeler yaklaşıyor

*

Başında oturan hazreti Zeynelabidin idi

Dizilip insanların hepsine seslenirlerdi

 

Sakine bir an gözlerini açıp Leyla’yı istedi

Ali Ekber’in kanlı gömleği derdime ilaçtır dedi

 

Sakın bugün beni sizler eli boş yola salmayınız

Benden sonra ağlayıp saçınızı yolmayınız

 

Ah çekerek Leylâ o gömleği getirdi

Sakine alınca ağlayıp vaveyla sesini etrafa saldı

 

O gömleği bağrına basıp seslendi dedi can

Bugün bacın gelecek kardaşım canım sana kurban

 

Unutmam bana ettiğin o fedakârlıkları

Şam’a geldiğin vakit yolda çektiğin zahmetleri

 

Şimr bana vurdukça gözlerinden döktün yaşını

O kırbaçların karşısına kendin verdin başını

 

Sakine sakin olup bir an kendine geldi

Vasiyetini söyleyip bir bir onlarla veda etti

 

Ali Ekber’in kanlı gömleğiyle kefenleyiniz

O kefen ile kabre koyunuz susuz defnediniz

 

Hemen bu yerden çıkarmasınlar kenara beni

Koyun harabede zincir ile mezara beni

 

Beni Kefene sarıp kabrimi yol üzre kazınır

Mezarımın taşına garip Sakine yazınır

 

Yaralı canıma doyup Ali evlatlarından ayrıldım

Garip yerde ölüp siz yakınlarından ayrıldım

 

Kıyamete dek ağlarım kendi zilletime

Yılda bir gelen olmaz benim ziyaretime

 

O kimsesiz ağlar çocuk bu sözleri deyip

Kardeşine başım üzre Kur’an oku diye işaret edip

 

Gözlerini dolaştırıp Ehli Beyte bir baktı

O kanlı başa doğru gözünün yaşı aktı

 

Dedi ki EŞHEDÜ ENLA İLÂHE İLLALLAH

Peygamberimdir Muhammed, Ali’dir veliyullah

 

EHLİ BEYT’TEN ESİR OLANLARIN YEZİD’DEN İZİN ALIP MEDİNE ŞEHRİNE DÖNMELERİ VE DE KERBELA’DA GEÇMELERİ

Dert ve keder yazarları böyle yazarlar

Şam şehrinde Ali evlatları perişan durumdalar

 

Bir yıl harabede üzüntülü, kimsesiz kederli

Gece gündüz Hüseyin deyip ağlarlar idi

 

Yezid bu zaman içinde pek görmüş idi nişaneler

O temiz Ehlibeytten zuhur etti kerametler

 

Bir gece rüyasına Ali’yel Murtaza girdi

Yakasını tutup canına zelzele verdi

 

Dedi bırak yetimlerimi gitsinler

Medine şehrine doğru yola devam etsinler

 

Eğer göndermezsen o günahsız yetimleri

Allah başına yıkacak bu bütün şehirleri

 

O melun zalim ve dinsiz sabah olunca durdu

Zeynelabidin’i huzuruna gelmesi için emir verdi

 

Dedi ey Allah’ın peygamberinin yardımcısı zulm bitti

Sizlere zulm etmekten artık Yezid el çekti

 

Kader böyleymiş artık geçenler gelip geçti

Her ne kadar baban şehadet şerbetini içti

 

Şam memleketinde eğer kalsanız söyle bana

İstediğiniz gibi vazife vereyim sana

 

Ama Medine’ye dönüp gitmek isterseniz

İsteyiniz benden bugün neler isterseniz

 

Kerbela’da aldığım ganimetleri vereyim

Sizlere kılavuz verip Medine şehrine göndereyim

 

Bir iştir oldu artık gerisini boşlayınız

Yalnız sizler Hüseyin’in kanını bağışlayınız

*

İmam Zeynelabidin Yezid’in bu sesini işitti

Kalmadı vücudunda rahatlık sabrı ve takatı bitti

 

Cevap verdi ki ey din yuvasını yıkan zalim

Zulm ateşleri ile kalpleri kavuran zalim

 

Her ne kadar mücevheratın ile doldurursun bu dünyayı

Sakın hayal etme babamın kanı bağışlanmayı

 

Eğer dünya dolsa yakut ve elmas ile

Değil Abbas’ın binde birine eşit gele

 

Sen bu dünyada görünüşte bir evi yıkmışsın

Ama aslında harabeye çevirip dünyayı yıkmışsın

 

Peygamberlerin tümü başlarını açıp sorarlar netmişsin

Peygamberlerin sonuncusu Muhammed’in evini yıkmışsın

 

Döktüğün bir kan değil bin kan değil zalim sensin

Dünyayı öldürmüşsün gökleri, yerleri yıkmışsın

 

Ali evlatlarını sizler çölde boynu bükük koydunuz

Muhammed peygamberin kapısını kapayıp evini yıkmışsın

 

Ey yuvası yıkılası meğer yaptığım zulmden haberin yok

Göklerin ve yerin tabanını aslını yıkmışsın

 

Ben nasıl o kanı sana bağışlarım kan sahibi Allah’tır

Kıyamet gününün sultanını şefaatçisini yıkmışsın

 

Kıyamet olunca kimsesiz KUMRU ağlayıp sızlar

Bahçeyi süsleyip o güllerin bülbülünü yıkmışsın

*

O anda Yezid yağma olan eşyayı verdi

Eşyayı verip Ali evlatlarını yola hazırladı

 

Kafile hazırlandı peygamber evlatları için

İmamı garip dizildi decelet ile yola gitmek için

 

Esirlerin hepsi perişan halde toparlandılar

Sakinenin kabri üzerinde ağlayıp sızladılar

 

Ehli Beyt Sakine’nin kabri üzerinden ayrıldılar

Harabeden çıkıp hemen kenara adım attılar

 

Kimi derdi ki gel ey Medine bülbülüm vay

Kimi derdi kefensiz defn olan Sakinem vay

 

Kimi derdi esire zulm olan Sakinem vay

Dert üzüntüsü ile her zaman ağlayan Sakinem vay

 

O kabri bağrına bastı Zeynep dert ile

Derdini ağlayarak sızlayarak getirdi dile

 

ZEYNEBİN SAKİNE İÇİN SÖYLEDİĞİ AYRILIK AĞIDI

Ayağa kalkıp gözünü aç bu ah vah seslerine kızım

Derdin ile bitkin Zehra ağlamaya geldi kızım

 

Harabede nice gün zorluklarla nazını çektim

Sonunda beni karalarla giydirdin kızım

 

Garip ülkede yol bilmez zalimler arasında

Seni Kerbela çölüne bırakıp giderim kızım

 

Eğer baban haber alsa dese hani Sakinem

Utançtan ne diyeyim Kerbela sultanına kızım

 

Nasıl söyleyeyim kuru toprak üzre verdi canını

Harabede koyup kendim Mina’ya geldim kızım

 

Nasıl söyleyim ki garibe mezar olup kaldı

Mezarı üzerine duaya giden yoktur kızım

 

Sorsa benden dahi halini o amcan Abbas

Nasıl cevap vereyim o kahraman kızım

 

Ali Ekber dese ki hani Sakine kız kardeşim

Demek olur mu hasret kaldı buraya kızım

 

Üzülme kabrini Şam’da yalnız koymam

Gerek bir daha geleyim bu dertli yere kızım

*

Büyük küçük pek çok yol gittiler

Önlerinde kılavuz idi Numan ibn Beşir

 

Hayli zamandan sonra Kerbela’ya vardılar

Hepsi ellerini açıp Allah’a yalvarıp yakardılar

 

Hepsi ayak yalın baş açık ağlarlar

Hüseyin, Hüseyin deyip başlarına toprak saçarlar

 

O çölde vay Hüseyin sesi göklere çıktı

Ağıt sesleri feryatları gökleri yıktı

 

Kimi derdi Hüseyin’in doğranan sancaktarı vay

Kuru yerlerde Zillet ile can veren Hüseyin vay

 

Kimi derdi kızıl kana boyanan Hüseyin vay

Kimi derdi çölde susuz kavrulan Hüseyin vay

*

Allah’ın aslanı Ali’nin evlatları develerden indiler

O anda ağıt seslerini göklere yücelttiler

 

Kerbela toprağının sahrası ağıt yeri oldu

Kıyamet sanki oldu aynen aşura sanki oldu

 

Ali evlatları peygamberin ev halkı torunları

Susuz şehitlere yas ve matem tutarlardı

 

Ağlayıp sızlayarak sanki kıyameti kopardılar

O çölde üç gece üç gündüz kaldılar

 

Dördüncü gün olunca oradan göç edildi

Ayrılık zamanında ağıtlar her tarafa yükseldi

 

Leyla ile imam tamamen nazı niyaz eyledi

Yola çıkmak için kafileden bir ses yükseldi

 

GÜLSÜM’ÜN AĞIDI

Sen şehit olduğun zaman neler çekmişim kardeş

Yezid’in yanında kan ile yaş dökmüşüm kardeş

 

Harabede kuru yer üzre üzüntü, dert çektim

Vücudum ezilmiş elif gibi bükülmüşüm kardeş

 

Gece gündüz kalpte ayrılık ateşin ile

Ne yatmış ne uyumuş ne gülmüşüm kardeş

 

Korkumdan ağladığımda başıma vuruyorlardı

Gözlerimin yaşı gelince akmadan hemen sildim kardeş

 

Bir yıl zincir ile kolu bağlı dert çektim

Şimdi çıkıp ziyaretine geldim ey kardeş

 

Yıkılsın dünyanın kuruluşu geldi ayrılık zamanı

Hüseyin sana emanettir ey Kerbelâ toprağı

 

Birbirine karıştı dostu yoktur saklaya yası

Kardeş ayrılığı görmüştür bağrına bas Abbas’ı

 

Peygamber bahçesinin gülü hançer ve mızrak şehidi

Sana emanet Ekber susuzdur gül dudağı

 

Bütün insanlar derdine yas tutmuşlardır

Sana emanet Kasım’on harabedir toy odası

 

Harap olsun bu çöller başıma döküldü küller

Ali Asgar çocuk olduğundan ister anne kucağı

 

Pek çok yol gittiler gözleri kan yaş ile

Kucakları kan ile gözleri kan yaş ile

 

Medine şehrine yaklaşınca hemen etrafa baktı gördü

İmam Zeynelabidin kılavuz Beşire emir verdi

*

Secde edenlerin efendisi dedi durma iler gel

Medine halkına bu acıklı haberi ver

 

Güller solmuş bülbüller yuvasına gelir

Hepsinin gülleri sararıp solmuş gelir

 

Ehli Beyt olayların zincirinden kurtulmuş

Hepsinin rengi dönmüştür solmuş gelir

 

Kerbela toprağında kardeşi kalan Zeynep

Hüseyin’in derdi kametini kambur etmiş gelir

 

Elinde sinesi parça parça bir gömlek var

Annesi Fatıma’ya göstermek için gelir

*

Hasta imam sözünü böylece tamamladı

Beşir atını iyi bir sürdü hızlandı

 

Ardından imam buyurdu peygamberin kabrine varınca

Karşıdan bir yaşlı adam gelir kendi halince

 

Cafer’i Tayyar’ın oğlu Abdullah duysun

Ona haberini ver emirden haberdar olsun

 

De ki iki oğlunu susuz halde kurban kestiler

Sakın deme ki Zeynep esirlerle Şam’a gittiler

 

De ki iki oğlunu hançerle doğradılar

Ancak söyleme ki Zeynep’i zincirle bağladılar

 

Orda imam Hasan’ın mezarına varınca

Şehitlerden ne zaman ki haber verince

 

De ki oğlunun kanından kına yaktılar eline

Ama zincir vurdular deme taze geline

 

De ki Kasım oğlunu Kerbela’da doğradılar

Deme genlini esir edip bağladılar

 

De ki Kasım’ın kanıyla boyandı Mariye

Deme gelinini köle istediler ki kalsın geriye

 

Beşir atını sürüp kendini yola vurdu

Medine’ye varınca şöyle seslendi durdu

*

Biliniz ki peygamber evladının elçisiyim ben

Haber vereyim sizlere Kerbela casusuyum ben

 

Medine birbirine değip kıyamet koptu

Beşir’in etrafına genç ihtiyar toplandı

 

Şehrin içine yayılınca bu haber

O yorgun Fatma’ya durumu verdiler haber

 

Yerinden düşe kalka durdu ayağa diyerek vaveyla

Ceddesi Ümmü Seleme’yi sesledi o şansı kara

 

Ey nene can, dur ayağa güllerine güller gelir

Bahçenin gülleri açıp güller bülbüller gelir

 

Medine halkı bu halde iken Numan Beşir

Peygamberin kabrine varıp seslendi dedi Allahû Ekber

 

Beşir imamesini ele alıp yere çaldı

Sonra elini salıp yakasını açtı

 

Medine halkı peygamberin kapısını kapadılar

Fatıma’nın Hüseyin’in Kerbela’da doğradılar

 

O’nun ölümünde hepiniz kara elbiseler giyiniz

Ali oğlu sancaktar Abbas al kan oldu biliniz

 

Dahi giyinmeyiniz biriniz bile süslü elbiseleri

Ali Ekber doğranıp susuz kefensiz gitti

 

Biliniz Medine’de her insana haber olmuştur

İmam Hasan oğlu Kasım’ın toyu kana dönmüştür

 

Söyleyiniz baştanbaşa çocuklarınız kara giyinsin

Boğazı oklanan o susuz Ali Asgar gitti bilinsin

 

Ümmülbenin ah çekip gelip orda ulaştı

Göz gezdirip Beşir’e dikkat ile bir baktı

 

Dediler yol açınız dertler yuvası gelir

İmam Hüseyin’in annesi Abbas’ın annesi gelir

 

Buyurdu ki haber ver gözlerimin nurundan

Kadınların ulusu Fatıma’nın göz nuru Hüseyin’den

 

Beşir dedi ey zamanının dert sahibi

Üç oğlunu kalbi susuz kurban kestiler dedi

 

Yine o vefalı insan Beşir’e seslendi

Üç oğlumda kendimde olalım Hüseyin’e feda dedi

 

Beşir söyledi git kara giyin tutacaksın yas

Fırat kenarında susuz doğrandı Abbas

 

Aman Beşir ağlar gözlerimde dönmüştür kana

Hüseyin’den haber söyle kalmadı canım bana

 

Beşir söyledi yine başa kara bağlansın

Hüseyin Hüseyin deyip Kıyamete kadar ağlansın

 

Beşir bu sözleri derken ağıtlar yüceldi

İnsanlar kenara çekilsinler Abdullah geldi

 

Beşirin yanına gelip ulaştı Abdullah

Gözünden akar yaş kalbinde vah, vah derdi ah

 

Beşir dedi ey nurani yaşlı ihtiyar

Sararıp solunca gül bahçesinde güller

 

Haber vereyim sana neler oldu Kerbela’da

Bil iki genç yavrunu öldürdüler Kerbela’da

 

Bu haberden Abdullah’ın gül rengi kızardı çekti ah

Dedi sana olsun bin defa şükr ya Allah

 

Yaşlanmışım gücüm yoktu kurban olayın Hüseyin’e

Allah’a şükr olsun iki oğlum kurban oldu Hüseyin’e

*

Beşir şehitleri tek tek saymaya başladı

Medineliler kalbini kanla yaktı dağladı

 

Kimi oğluna ağlardı kimi yarine kimi kardeşine

Acı tırnaklar yüze çalar toprak atarlar başlarına

 

Medine insanlarının hepsi giyindi kara

Ayak yalın başlar açık döküldüler yollara

 

Önde Muhammed Hanefi o tanrının aslanı

Ali’nin evladı o temiz sultanı

*

Bakıp ne gördüler kurban eseri gözükür

Dert kafilesi yürüyüp gelir apaçık gözükür

 

Kanlı gömlekler develere perde olmuştur

Yaralı yeri kana boyanmış renkli gözükür

 

Ah vah sesleri heybet ile göklere yücelir

Ne Kasım ne genç Ali Ekber görünür

 

Yuvasından ayrı düşen kanadı kırık bülbüller

Kanadı yok kolu yok yaraları gözükür

 

Başları karalı gözleri yaşlı bir bölük kadın

Önlerinde abidlerin ağabeydi Zeynel Abidin gözükür

*

Esirler Medine halkının döküldüğünü görünce yola

Ağıtları feryatları ateş düşürüyor dile

 

En önde Muhammed Hanefi kara bağlamış

Ayak yalın başı açık kalbi kan dağlamış

 

Gördü onları geliyor zamanının İmamı

Başı açık eline aldı hemen imame

 

Birbirine karışıp ağlaştı iki bölük

Öyle ağlamak ki dağlar oldu iki bölük

 

Sanırsın koyun geldi kuzusuna karıştı

Annesiz kalan yavruları kuzu gibi meleşti

 

Bayılarak düşüp kalktılar pek çok ağladılar

Gözyaşından ırmaklar denizler akmaya başlar

 

Ümmülbenin Zeynep’e bakıp ağlardı derdi can

Dedi kızım oğulsuz kalan anne sana kurban

 

HAZRETİ ZEYNEP İLE ÜMMÜLBENİN’İN SORU VE CEVABI

 

ÜMMÜLBENİN SORDU

Kızım Zeynep Medine sultanı hani

Ceddi peygamberin nişanesi hani

Fatıma kalbimin nuru Hüseyin hani

Ne oldu ben evi yıkılmışa söyle

 

ZEYNEP

Anam sahrada güller sarardı soldu

Kerbela’da zulüm tufanı oldu

Hüseyni susuz kestiler kurban oldu

Vücudu kan, kefensiz, kan kefen oldu

 

ÜMMÜLBENİN

Parçalanan kalbim kan ile doldu

Vücutta güç bitti sabrım bozuldu

Aman! Zeynep kızım Abbas ne oldu

Nolur gel ben çaresize tez söyle

 

ZEYNEP

Eğer dost Abbas’ı sorarsan benden

Kalmıştır vücudu çıplak kefenden

Kalem oldu kolu düştü bedenden

Gül gibi vücudu kana boyandı

 

ÜMMÜLBENİN

Kufe’ye gidince kızım ver haber

Götürmüştün sekiz yavrum beraber

Onlar kalsın hanı şehzade Ekber

Zamanın Yusuf’u Ekber nerede söyle

 

ZEYNEP

Kardeşlerim göçtü uzak vatansız

Mızrakta başları gezdi bedensiz

Ali Ekber yavrum göçtü kefensiz

O çölde feryatlar göklere çıktı

 

ÜMMÜLBENİN

Ellerin üzüldü Ali Aba’dan

Yanında kim kaldı yakınlarından

Kasım’ın nişanedir o Müçteba’dan

Bir onun durumun açıkla söyle

 

ZEYNEP

Kasım’a düğün yaptı şehitler şah’ı

Peygamberler o düğünde akıttı yaşı

O gün yağma oldu yaptılar bu işi

Gelini esir gibi alıp gittiler Şam’a

 

ÜMMÜLBENİN

Niçin rengin solup dillerin susmuş

Saçların ağarmış hepsi dökülmüş

Yeni bir ay gibi kaddin bükülmüş

Yüzünün rengi sararıp solmuştur Kızım

 

ZEYNEP

Soldu rengim Hüseyin’den ayrılınca

Ağardı saçlarım Abbas ölünce

Ali Ekber’in cenazesi gelince

Bellerim büküldü döndü kemane

 

ÜMMÜLBENİN

Bildim ki Medine harabe oldu

Zalimler ok vurdu yavrular öldü

Onların bülbülü Sakine noldu

Nerededir tatlı dili Sakine’m

 

ZEYNEP

Sakine kalpleri parçaladı yaktı

Ali evlatlarını yasa bıraktı

Kuru yerde hasta hasta yatardı

Ömrünün gül mevsimi sararıp soldu

*

Ali evlatları zor günlere kaldı

Hüseyin’den sonra dertler çoğaldı

KUMRU ebediyen yasa boyandı

Kıyamete kadar ağlar sızlarım

 

SON


 
TEBDER KURULUMUDUR
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol