Kerbela Kumru
KUMRU
Ey KUMRU Sen yaz, kelamın güzeldir, gam çekme, onu arifler de akıllılar da kabul eder, severler, merak etme.
*
Bu sevdadan vazgeç ey haktan uzak olan, çünkü ömrün geçti
Gençlik günleri bitmiştir, dünyanın zevki de sevdası da geçti.
*
Zevk ve sefa elinden gitti, yaşamın gül bahçesi bozuldu, sonbahar geldi, belin büküldü, bu dünyadan o dünyaya artık göç zamanı geldi, ömür rüzgârı geçtiği için çiçek ve yaprak döküldü.
Ey hakk yolundan habersiz! Saçın ağarıp gözünde ışık kalmadı.
Uzaktan biri seslenir ey habersiz! Sen yatmışsın haberin yok, çok zaman geçti kalk artık, ömür kafilesi göçünü yüklendi, tiren yola dizilip göç davulu güm güm öter. Bu fani dünyaya her gelen beş gün misafir kalır, eş ve dost gitti, dost ve arkadaş kalmadı. Can alıcı Azrail başucunda senin ruhunu almayı bekler, aç gözünü ömrün elden gitti artık.
Dünya fani ve geçicidir, sen dünyada iken artık ahiret için hazırlan, dikkat et ey akıl sahibi! Dünyaya gelip geçenlerden kimi güldü geçti, kimi de ağladı geçti. Bir gün gelir senin kabrini bilenler derler ki bu dünyadan tatlı dilli güzel sözlü KUMRU da gelip geçti.
*
Acaba divane midir âşıklar dost aşkından vazgeçsin
Dosta gönlünü verenin sevdalı ruhuyla birleşmenin sevdasından geçsin
*
Aşk badesinin susamışları bâdeden el çeker mi? Zevki ve sefayı bırakıp gül renkli bâdeden geçer mi? Bahar gelip güller açınca, aşk bırakır mı ki, bülbül gülden vazgeçsin? Hakk ve gerçek âşıkları dünyanın bütün nimetlerinden geçer de sevgilinin aşkından vazgeçmez. Şan, Şereften vazgeçilir amma âşıklara sevgilinin dudağından geçmek zor gelir.
Dostun yardım ve kısmetinden vazgeçilir mi? Hiç olur mu ibadeti olmayan dirhem ve dinardan vazgeçsin? Zahit olup dünyasını terk eden hiç kıblesinden vazgeçmez, Ama benim kıblem ise güzellerin kaşı ve gözüdür.
KUMRU için sevginin özü sevgilinin saçları olmuştur. KUMRU Candan geçer de sevgiliden geçmez.
*
Âşık, kalbi ile yazın sıcağına karşı zahmet çeker,
Güneşin batması ile ağaçların gölgesinden geçer.
*
Âşık behişten çıkan ırmakların altından geçerken, Yakışır mı o ebedi olan rahmet çeşmesinden susuz geçsin. Altın sarrafları pazarında hani kadrin bilen? Sergilemek için pazara götürürken şahmalından geçsin. Dostluk bahçesine alevli ateşin sıcağı ulaşınca, mümkün değil dünya makamından vazgeçsin.
Kim çöl avcısını tozlu sahrada görmüştür ki, Avlamak için güzel davranışlı geyikten vazgeçsin.
*
Sevda nedir başında bu sevdadan elçek,
Gerçek olmayan aşktan, yersiz konuşuktan elçek.
Ay gibi güzellerin güzel kaşlarına aldanma sakın, ceylan gözlerinden, tatlı bakışlarından elçek. Senin ömrünü kendi rengi gibi karartır.
Sevgilinin siyah saçlarından vazgeç, âşıkların kara bağrı her zaman kavrulur, sevgilinin yanında durmaktan vazgeç. Belin büküldü, ömrün tamam oldu, selvi boylu sevgililerden elçek gençliğin geçti, gözünün ışığı tükendi, gül yanaklıları seyretmekten elçek.
Sevgilinin yanağından aşk kadehini içme, çok mu tatlı, bu kadehten vazgeç. Bir kalbe aşk girdiği an, o kalpten kan akar, aşk bir kan denizidir, girme, o denizden vazgeç.
Ey KUMRU suratını başka bir güzele dönder, bu keder dolu dünyayı seyretmekten vazgeç.
*
Ey gönül! dost olmayan hareketsiz olmaz
Sevda aşkından ayılıp kendin bilen olmaz
*
Göz alan, gönül çalan dilberlere bel bağlamayın, çünkü kimi güzellerde özü doğru sözü de doğru bulunmaz.
Güzellerin kokusu evler yıkar, hem öyle harabe eder ki kapısı bacası kalmaz.
Güzellerin fitneci gözleri cadı gibi insanın aklını alır, gafil gezme, kork çekin, böyle cadıcı ve de sihirbaz bulunamaz. Görünüşte saçlarının teli kokulu gözüküp ama aslında böyle diken bulunmaz.
Bu zalimlere dönüp demeli ki ey insafsızlar! Siz de vicdan insanlık denilen şey hiç bulunmaz mı? Ağlayan âşıklarınızı ayrılık ateşine yakıp öldürürsünüz, Sizin kadar zulüm eden zalim bulunmaz… Ey KUMRU bu zalimlerden elini çek bunlar vefasıdır. Sana bunlardan dost olmaz.
*
Ey gönül! Vefası yoktur gönül çalan güzellerin,
Zulüm ve zahmeti çoktur görünüşü tatlı güzellerin.
Yüz maz ile can almaktır güzellerin âdeti
Ceylan bakışlı gözleri tatlıdır güzellerin
Her bakışı insanları bir zincir gibi bağlar.
Bela yuvasına kokulu saçları güzellerin
Her kaşı bir kılıç gibi baktıkça kan döker.
İnsafı yoktur zerrece asla bu güzellerin.
Dişleri inci gibi dizilmiştir âşığı yok etmek için,
Var gözlerin büyük fitnesi o güzellerin
Yalan diline fitneli davranışına aldanmayın,
Dinsizlerden daha tehlikesi var bu güzellerin
Gümüş testiyi kan kusmak için neylerim,
Örnektir görünüşü güzel olanın makamına güzellerin
Büsbütün çek kalem ki bulunmaz vefaları,
Özünde yaratılışında bu, haşa güzellerin.
Ey habersiz! Yürek çürüdü parlayan aşkıyla,
Vallahi yok olman zevk ve sefasıdır bu güzellerin.
Bir defa güldürür seni, bin defa ağlatır,
Hakkında dost bulunmamıştır bu güzellerin.
Çok imtihan etmiştir yaratanın hakkına,
Hakkı tanıyan KUMRU ne olduğunu bilmiştir güzellerin.
Çıkmaz başımdan aşk ile sevdası dilberin,
Gönlümde her zaman vardır arzusu dilberin.
*
Güzellerin temiz yüzleri ayna gibidir, onun gölgesinde saklanmak güzel olur, Güzellerin dilinden küfür lafı da çıksa âşıklara baldan tatlı olur. Dilberin alyanağı Ay ve Güneşten de güzeldir. Ben muhabbet badesini ELESTÜ Bİ REBBİKUM? Hitabesinde içmişim, onun için ölene kadar dilberin sunduğu badenin tadı ağzımdan gitmez, öldükten bin yıl sonra mezarına dokunsa sevgilinin nefesi İsa’nın nefesi gibi seni diriltir. Ey vaiz! Beni kötüleme, çünkü hakk benimledir, gel bak, bu sen, bu ben, bu dilberin görünüşü, insan dilberi seyretmekle kâfir olmaz. Kevser ve de selsebil suları senin anlattığın gibi değildir, bana güzellerin sunduğu bade yeterlidir. Cennet bahçesi ve huriler senin olsun benim elimde bir güzelin eli bulunsun yeter. Cennette ki Tuba ağacını da sana verdim istemem, bana selvi boylu bir güzel yeterlidir. Cennette ne varsa hepsi senin olsun, güzellerin dilinden bir tatlı söz bana yeter. KUMRU Âşıklar güzellere gönül vermişlerdir, dost yanağına kavuşmaktan başka bir arzuları yoktur.
Âşıklara aşk kokusudur olayı, Kerbela
İbadet sahibine bağıştır pazarı Kerbela.
Çok zevk ile sefası ve de sırlı havası var,
İlkbaharda güller açmıştır bostanı Kerbela.
Her kim ibret ile baksa, kesinlikle görür,
Dünyaya nüfuz etmiştir ışıkları Kerbela.
Hangi yeşillik Kerbela olayı gibi apaçık gözükür,
Kan ile hına yakmıştır diyarı, Kerbela.
Gerçek gözünü açan herkes tanımıştır,
Hazırdır o çöllerin izleri Kerbela
Fırat nehrinin üzerine açmıştır şimdi bir bayrak,
Ünlü Abbas alemdarı Kerbala.
Ölümü anında naz ile yatmıştır gencecik Ali Ekber,
Vücudunda kanlı kılıç yarası, var Kerbela
Damat odası renklerle süslenmiş taze gelin
Dertlerle bürünmüştür sahrayı Kerbelâ
Hasrettir şimdi bakıyor Toy odasına
Arzusuz giden o Kasım ah o çölde Kerbela
Ali asğer’in yine kanı kesilmiyor,
Çıkmıştır gökyüzüne ah vahı Kerbela.
Yetmiş sahabe cesetleri kan vücudları yaralı,
Susuz dudaklar gözleriyle süvari yolunda Kerbela
Kumru gibi ağlayarak ah Hüseyin der, yanar
Güya o çölde Zeynelâbidin hastayı Kerbela.
Düştü, dostlar! Yeniden başıma aşk sevdası,
Aldı elden sabrımı, aşkın sevdası ve kavgası.
*
Elli yıl dünya da ömür eyleyip gezmiştim boşuna, Gerçekte aşk’ın manası nedir bilememiştim.
Allah’a şükürler ki kayıptan biri beni haberdar edip, nice yıl kör gibi gezip dolaştım, sonunda susuzluktan dudaklarım çatlamıştı Hızır soyuna ulaştım. Yeryüzünü karıncalar gibi sürüne sürüne gezdim ama sonunda bin izzet ile Süleyman’ın köşküne ulaştım. Hava da duran bir zerre idim, şükürler olsun dünya’yı aydınlatan güneş’e ulaştım.
Kaderimde binbir gül açtı, diken idim şimdi güllerin bahçesine ulaştım, günüm gaflet içinde geçmişti, cahil ve nadan idim, ama şimdi hikmetle Doktora yetiştim.
Kötü dünya’yı elden bıraktım, Şıh’ı Merdan hazreti Ali’nin ayağına yetiştim. Yolum Kerbelanın yoludur, şehitler efendisi hazreti Hüseyin’in ayak tozuna yetiştim KUMRU gibi ah çeke çeke Hüseyin derdiyle yanarım.
Uyan, ey tatlı dilli güzel bülbül! Bismillah ile
Nizamlı ve düzgün aç ağzını, şükr ve bismillah ile
Ağzının sohbetini aç ki insanlara dostluk getirsin
Açılmaya hazırdır gül bahçesi bismillah ile
*
Bu toplantı ermişler grubunun toplantısıdır ey bülbül! Keramet göster ki bismillâh da sesini yüceltesin, Sohbetine O incilerden getir ki erenler bismillah deyip sohbetine değer yargısı tutsunlar.
Huzurumuza altın ve gümüş getir, üzerine Haydar’ı Kerrar’ın ismi bismillah söylenip yazılsın. Ömrümün elli yılı geçti, bismillah deyip bir parça yaprak ve meyve getir.
Lütuf ve yardımını benden esirgeme ki şiirlerime bulutlar bismillah deyip alıcı olsunlar.
Yardım zamanıdır yardım et bana ey ihtiyacı olmayan Allah’ım! Bismillahın sırlarını bana öğret.
Ey Ruhulkudus! Benden yardımını kesme, bade kabımızı gül ve bismillah ile doldur. Ey şans gülü! Bahar geldi, kokucu koku almaya hazırdır, sende artık açılmalısın, erenler bahçesinde, hakk yolcusu KUMRU ağzını bismillah ile açıp inciler saçmalıdır.
BİRİNCİ SUSUZLUK MEKTUBU
Ey dost Kerem edip aşk badesini sun
Ayaklan in gözüm üstüne dostluk badesini sun
Çimenler bitti, güller açtı, bahar geldi, sende altın kadehi eline alıp, kırmızı bâdeyi getir. Kadehi elden bırakma, yanan dudaklara Şahı Merdan hazreti Ali’nin aşk bâdesini getir.
Konuştukça inci ile mercan saçan ağzını açıp, erenler meclisini kurup, hakkı tanıma İrfan âlemini sun.
Aşk bâdesini kabıyla dopdolu ver, içeyim, hazreti Muhammed Mustafa peygamberin doğru yolunu bulayım, hazreti Ali oğlu hazreti Hüseyin benim her iki dünyada da önderim ve liderimdir, böyle bir hakk yolunu gösterenin var ise al, getir.
Kıyamet günü ahrette Allah’ın arslanı hazreti Ali billurdan kadeh elinde tutup der ki hakk yolcusu bâdeden susamıştır, getirin, bu bâdeden içsin. KUMRU
İKİNCİ SUSUZLUK MEKTUBU
Ey dost bana dolu bade ver ki güller solmasın
Muhabbet badesi ile Ferahlansın güller solmasın
*
Güz geçti, bahar geldi, sevinç günü erişti, temiz badeyi getirin benim üzüntü ve kederim geçsin. Hazreti Muhammed Mustafa’nın ruhunun ve canının kudretini getir, başımızda sevgilinin yanağının sevdası, rahatlayalım. Cahil ve ermeyen bu bâdenin tadından ne anlar, muhabbet bâdesini içmeyen akıllı olabilir mi? Yanıma bâde kabını getir bırak ki rahat edeyim, badenin rengi sevgilinin yanağı gibi temiz olsun. O muhabbet badesinden içeyim ki rahatlayayım, her sözüm hazreti Haydar’ı Kerra’ın sohbetlerini temsil etsin.
Ey bülbül! Yardım et ki dolup taştım yine, gözümde gül ve gül bahçesi kalmadı, bana badeni sun, o kadar içeyim ki ağzımdan çıkan her söz bir inci kesilsin. Bana öyle bade sun ki her nefesim hazreti İmam Ali’nin faziletini anlatsın.
KUMRU Şahı Merdanın o kadar tellalı olsun. İşitenlerin tümü medet ya Ali desin.
ÜÇÜNCÜ SUSUZLUK MEKTUBU
Yardım zamanıdır rahm et elimden tut ey dost
Peşpeşe muhabbet bâdesin doldur ver ki susadım ey dost
Ruhları ve canları ferahlatan kadehinle yardımıma gel, çünkü Mürşid’i kâmil seni hür eylemiştir ey bülbül. Muhabbet toplantısına varıp bir saat nefes alayım ki dilimden inciler dökülsün saçılsın, beni bu muhabbet meclisinde yalnız bırakma, elimden tut, müminlerin Amiri hazreti Ali de senin elinden tutsun.
Yardım et ey bülbül! Allah’ın aslanı hazreti Ali’nin fazileti hakkında sohbet edeyim, Haydar’ı Kerrar hazreti Ali’yi öveyim, melekler bile sözümü dinlemek için insinler, İmamet lideri hazreti Ali’nin faziletinden anlatayım, o büyük liderden bahs edeyim ki vasıf ve tanıtım anında bülbülün dili olmuştur.
Aman saki elindeki gül renkli bâdeye kurban olayım, bana bir damla verirsen yeniden can bulup gençleşirim.
Ey muhabbet bülbülü! Fazilet denizine dalıp, KUMRU gibi dem tutarak vilâyet incisi çıkarayım, yardım et ey saki.
DÖRDÜNCÜ SUSUZLUK MEKTUBU
Ey dost bade ver bana hayat can gelir
Tükendi kış mevsimi ilkbahar gelir.
*
Muhabbet bahçesinde goncalar açıldı, gül bahçesine yeniden yaprak ve meyve gelir, her taraftan gül bahçesinde ki bülbüller ötmektedirler, benimde başımda dostum sevdası ötmekte.
Hayalim bir kuş gibi havada kanat çırparken, hakk şairleri gibi şiirler dizmeğe başlıyor.
Bu muhabbet meclisine gelen bülbüller akıllı geliyor, aman ey saki şüphelerimizi gidermek için bize bade sun.
Başıma yine Necef sultanı hazreti Ali’nin muhabbet ve sevdası esmeğe başladı, kalbime incilerin en güzeli diziliverdi, aman ey saki badeni esirgeme.
Bu güzel meclise hazreti Ali dostlarının aşkı için, içinde muhabbet incileri bulunan bade kabları gelir gider, Muhabbet badesinden içenler, şüphelerden hayvanlıktan uzak olur, kulaklara Allah aslanı hazreti Ali’nin faziletini anlatan menkıbeler gelmeğe başlar, Ali adı dile gelince, gönüllerde LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç bulunmaz” sesi dolaşır gelir. Zavallı KUMRU da bu mevlise, binbir neşe içinde sabırsız ve kararsızca gelir.
BEŞİNCİ SUSUZLUK MEKTUBU
Dost amandır ver bana dolu bir bade
Dert zamanı geçti ilkbahar zamanı geldi
*
Beni bir dakika üzüntü ve kederden uzak et, bâde olsun bana ki belki akıllanırım. Düşkün dostum, elimden tut, yardım et bana, belki bu şüpheler başımdan gider.
Ya Ali dedikçe göklere kadar yücelsin nefesim, Ali’nin faziletini anlatana, Tanrı aslanı hazreti Ali yardım eder. Allah’ın aslanı, gençlerin sultanı, kavga ve savaş meydanında Zülfikar kılıcının sahibi.
O şahın ben, vasıf ve niteliklerini bir bir saydığım zaman, insanlar kendilerinden geçerler, rüzgâr hayretle kalır. Gönlüm kuş gibi uçtu, bazen Kerbela tarafında dolaşır ah vah eder, bazen hazreti Muhammed Mustafa’nın yiğitliğini görür, sevinir, bazen cennet gençlerinin efendisi ve şehitlerin efendisi hazreti Hüseyne bakarak gözlerinden yaş döker, gönül bazen damadı Ahmedi anıp, hazreti imam’ı Hasan’ül Müçteba’nın oğlu Kasım’ın toyunda sel gibi yaş akıtır, bazen hazreti Muhammed Mustafa ile hazreti Ali’yi kolboyun görür, bazen Kerbelâ olayını anıp, Fırat suyu kenarında kolsuz yere düşen hazreti imam Hüseyin’in kardeşi Abbas’a kan ağlar.
Dost gönlü kimi vakitte, Kerbelâ’da canlarını feda eden hazreti imam Hüseyin’in sahabelerine “yani arkadaşlarına” yas tutar, gün olur hazreti imam Hüseyin’in aslanlar gibi canları yere düşen yiğitlerini düşünür.
Bedenleri kefensiz kalmış, al kanlara boyanmış, hepsinin mezarı Kerbela toprağı olmuştur. Dert ve keder meydanında son nefeslerini verip KUMRU gibi gece gündüz ağlamışlardır.
ALTINCI SUSUZLUK MEKTUBU
Bâde ver bana dünyada dert rüzgârı gelir
Yavaş yavaş gözümün ışığı nuru gelir
*
Dostum gözyaşında ne sır vardır bilinmez, gözyaşı aktıkça dosta neşe, cana parlaklık gelir.
Ömrüm geçti, yüzümü Kerbelâ’nın Fırat nehrine çevirince, derdimin ilacının nereden geldiği anlaşılır.
Yıllardır bu dünya’yı kör gibi dolanmışımdır, benim gözümün nuru “ışığı” ne zaman gelir. Elli yıl günümü cehalet ile geçirmişim, ömrün sonu yavaş yavaş belirir artık, dostun izleri yavaş yavaş görünmekte, yıkılmış kalbimin şimdi ilacı geliyor.
Dost bahçesini seyretmek kalbime düşmüştü,
Yaralı kalbime kederli bahçenin neşesi gelir.
Gönlüme Levh’i mahfuz defterinin başlangıcında,
Hayber kalesi Fatihi Şahının fazileti gelir.
Kalb yuvası kuşu kol kanadını açınca,
İlk önce o gece peygamberin Fatihi Ali gelir.
Medine şehrinde alevli ateş göklere yükselince,
Peygamber kızı Fatıma’nın ağlar sesi gelir.
Kimi vakit bu kana çevrilen kalbimin hatrına,
Ali başında görülen kılıç yarası gelir.
İmam Hasan’ın şehid oluşu canıma ateş saldı,
Her zaman yaralı kalpler yas tutarak gelir.
Ne kadar yeryüzünü gezsem seyretsem karşıma,
Dudakları susuz Hüseyin’in sahra’yı Kerbelâ’sı gelir.
Düşmüştür Fırat kenarında bir genç kolsuz,
Yine de çadırlara su götürmeden gitmeğe utanası gelir.
Bir tarafta çöllere çalkalanan Fırat’ın suyu akar
Sakinenin yine de susadım, susadım sesi gelir.
İbret ile Allah’ın kaza ve kaderine bakınca,
İmam Hasan’ın oğlu Kasım’ın toy elbisesi gelir.
Başına kara sarmıştır, durmadan ağlar o zeyneb,
Kulağa hiç bitmeyen Feryad’ı ah vah sesi gelir.
Kebab olur kalbim, yanmış yakılmış ey Müslümanlar,
Bu yerde fikrime hemen Şimrin zulmü gelir.
İmam Zeynel-âbidin çadırda ateş içinde kalmıştı,
Amcam oğlunun yardımına Muhammed Mustafa gelir.
Annem yoktur çıkarsın beni ateşten dışarı,
Bacımın eli koynunda kalmıştır ah vah sesi gelir.
Yüzünü gökyüzüne tutarak seslenirdi Zeyneb ah vah ile,
Annesi Fatıma Zeyneb’in her ah vahına cevaba gelir.
Beni gözden atmışsın ey anne sebep nedir,
Belalı ve kederli başıma insanların zulmü gelir.
Ali’nin mezarı Necef’e yüzünü tutup ağlardı,
Derdi böyle bir zulme kimin razılığı gelir.
Eğer ulaşsa elim Murtaza Ali babama,
Beni kurtarmak için o sevenlerin efendisi gelir.
Amcam Abbas beni bu perişan halde koymaz,
Elinde kan ile boyanan elbisesi ile gelir.
Savaş meydanında arzusuna ulaşmayan amcam oğlu var,
Çoktur onun gayreti, görün onun vefalı haberi gelir.
KUMRU zulme uğramış bahçesine bu ağlamak yetmez,
Kıyamete kadar kulağa ya Hüseyin sesleri gelir.
*
YÜCELER YÜCESİ CENABI ALLAH’A HAMD VE ŞÜKÜR HAKKINDA
Dil ile beyan edilen her kelimenin evveli bismillahtır.
Sınırsız ve sayılmayan şükürler bağışlayıcı, Allah’a’dır.
*
Allah, yaratıcı, diri, her şeyden evvel, uyumayan, yok olmayan, güçlü, temiz, günahları affeden, bağışlayan ve esirgeyendir.
Ya Rabbim! Sen sultanlar sultanısın, senin vasıflarını saymak için diller acizdirler, göz ile görünmezsin, mekânın ve meskenin yok, ortağın ve şerikin yok, Benzerin ve eşin yoktur, senin kün (ol) diye bir emrinden bu dünya yaratılmıştır, görünüşte gizlisin ama vücudunun varlığı güneş gibi ortalıkta parlamaktadır. Ya Rabbim! Senin cömertliğin gök ve yeri, arş ve kürsü doldurmaktadır, senin kuvvet ve kudretinden bütün herkes, dost düşman, inançlı ve inançsız yardımını umar.
Ya Rabbim! Gökyüzü senin mekânının bir köşesidir, senin yüceliğine karşın cennet bahçeleri zerre miktarıncadır, güneşin ışığı senin nurunun bir zerresidir, Ay nuru ise senin parlaklığından örnektir, senin aşkından nice insan hayran kalmıştır, ya dost!...diyerek nice inançlı insanlar kendilerinden geçmektedirler. Sana ulaşmak için nice insanlar gözyaşlarını sel etmişlerdir. Senin habibin “dostun” ve elçin “peygamberin” hazreti Muhammed’i Mustafa Mirac’da “yani gökyüzünde” sana yakın olmak için bin belâ’ya baş eğmiştir. Yüzlerce dudağı susuz Kerbelâ çölünün Fırat nehrinin Hüseyinleri senin razılığını ve de Feyzini elde etmek için can vermişlerdir. Senin her şeyi saran rahmetine ulaşmışlardır.
Kederli KUMRU’da senin için bin bir dert çekse ne olur? Çünkü yanıp kavrulmayan sana ulaşamaz.
BÜTÜN PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU, EFENDİSİ VE KÂİNATIN LİDERİ MUHAMMED-EL MUSTAFA (A.S.) HAKKINDA
İnsanlar için varlığı Allah’ın nuru olan, habibidir
Senin temiz nurun tüm kâinatın yaratılışının sebebidir.
*
Sen başlangıcın yıldızı, kibriyanın yıldızı, celal “güzelliğin” temelisin, bütün yaratıkların yaratılış sırları sensin, zahir “yani görünüş” de hatem “sonuncu”sun ama batın da, “gerçekte” her peygamberden öncesin, Allah’ın yaratıklarının hepsinden önce var olan nursun, aslında hem evvel yaratıksın, hem de sonra olan, kimdir ki peygamberler arasında senin gibi olan, senin nurun Ali nurudur, hem evveldir, hem sondur, tek vücud ve de tek nursun, Haşa Allah’ın yüce zatından başkasın, âlemde her şey senin varlığının aksinden ibarettir. Senin ismin nur, cismin nur, yaratılışın, vücudunun aslı nur, rahmetin merkezisin, insanların güneşisin, büyüklük denizi, dinin direğisin, iman ve inancın aslısın, salavat ilkelerinin kurucusu sensin, görünüş itibarı ile peygamberlerin sonuncusu, gerçekte yaratılmışların ilki sensin, Varlık ve kudret nurunun merkezi, hayat ve yaşam çeşmesinin nuru sensin, Senin cisminin madeninden varlığının mahiyetinden akıl ve fikir suskun kalmıştır, dünyayı yaratan, haşa, sen değilsin ama dünya senin yüzün suyu hürmetine yaratılmıştır, senin nurun olmasaydı insan çeşidi bile yaratılmazdı. Eğer senin nurundan dostluk görmeseydi, hazreti Âdem peygamberin kalbinde nur yer tutmazdı. Hazreti İbrahim’e (a.s.) ateşi gül bahçesi eden senin nurundur.
Senin güzel nurun hazreti İsmail peygambere ulaşınca İshakoğulları ümitsiz oldular, senin hasretinden hazreti Yakub peygamber kırk yıl göz yaşı döktü.
Hazreti Yusuf peygamberi, Mısır’ın zindanlarından yine sen kurtardın, senin nurunun varlığı bütün müşkülleri halletti.
Tur dağında İmran oğlu hazreti Musa peygamber senin nurunu görünce yedi gün aklını oynatırcasına hayran ve perişan kaldı.
Sen o peygambersin ki gökyüzünde ayı ikiye parçaladın, sen o peygambersin ki bütün inançlı kadınlar ve de erkekler senin nurun ile kurtulmuştur. Sen o peygambersin ki miraca yani gökyüzüne çıktın, mahşer gününde senden elinde beraat’ı bulunmayan insan şefaate kavuşamaz.
KUMRU gece ve gündüz senin methini eder, fanidir ama sözleri kalıcıdır.
ALLAH’IN ASLANI HZ. ALİ’NİN FAZİLETİ HAKKINDA
İnsanların nuru, dost fırkasının özüdür fazileti, Ali Pek parlayan nurdur fazilettir Ali İnançlı insanların kalblerinin meskenidir Ali fazileti insanların dostunun kalbidir Ali Din yolunun izleri, imanın evveli ve sonudur Ali fazileti Bütün insanlara inanç güneşidir Ali fazileti Yeryüzünde hidayet ışığıdır Ali fazileti Saadet hazinelerinin kilidi, bütün dertlerin ilacı Ali’nin faziletini anlatmaktır, Ali muhabbeti inanç bâdesidir ki inançlı insanlar Ali’nin muhabbetini ederlerken kalblerinde nur bulunmaktadır.
Necef’ül Eşref şahlarının efendisi ve de inanç dünyasının gül bahçesi Ali’nin özüdür, hadis’i şeriflerin merkezi, hazreti Muhammed-el Mustafa’nın (s.a.v.) kelamı kadiminin merkezi Ali’dir.
Ali’nin Faziletini anlatmak aslında hadisi şerifleri ve de hazreti Muhammed’el Mustafa’nın kelamı kadimini övmektir, inançlı insanlar hazreti Muhammed’e ve Ehl’i beyt’ine selavat göndermeğe mecbur kılınmışlardır, bu selavatın hükmünce Ali’yi övmek en sağlam binadır.
Tebareke ve Ha’mim sureleri apaçık olarak Ali’nin faziletini aktarmaktadırlar.
Nur ayeti ile Velâdiyat suresinin şifre ve rumuzu yine de Ali’yi övmektedirler, Nur ayetinin gereğince Ali’nin faziletini anlatmak ilahi bir hidayettir.
Hazreti Ali’nin faziletini beyan edip, onu övgü ile apaçık olarak tanımlayan ayetlerin sayısı üç yüz altmış altı ayettir, aynı zamanda da surelerin tümü hazreti Ali’nin faziletini aktarmakta.
İster Tur suresi ile vel necm sureleri olsun, ister Nesr’un minallah ayeti olsun hepsi hazreti Ali’nin özüne işarettir. Meleklerin hem sözleşme gününde hem de gökyüzünde zikir ettikleri ve de andıkları LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç bulunmaz” sesleri Ali’nin faziletini anlatmaktır. KUMRU her zaman, her yerde, gece gündüz Ali’nin övgüsünü yapmak her inançlı insanın dilinden düşmemelidir.
ZÜLFİKAR KILICININ SAHİBİ, HAYDAR-I KERRAR OLAN HAZRETİ ALİ’NİN FAZİLETİ HAKKINDA
Ey imamet hazinesinin anahtarı, inanç nuru ya Ali
Hidayet güneşinin ışığı, parıldayan ay sensin ya Ali
İzzet gömleğinin şahı, imamların tacısın
Vahiy ilminin deposu, Allah’ın hidayet nuru ya Ali
Lemyezel “yani yok olmayan” Allah’ın hikmetlerinin sırrı
Esirgeyen Allah’ın gizli ilminin sırlarının hazinesi ya Ali
Mustafa’nın peygamberlerin ve de imamların ilminin kapısı
Senin ilim meclisinde herkes bulunur ya Ali
Faziletine eşitlik açısından güneş ve ay yeterlidir
Senin için inançlı insanlar mum gibi yakılır ya Ali
Ey Ali! İslam dini için senin vücudun en sağlam kaledir,
Senin cihadın “yani savaşın” İslam’ın yolunu açmıştır ya Ali
*
Hazreti Muhammed-el Mustafa’nın İslam dini seninle kurtulmuştur.
Din yolunun aslı, imanın Merkezidir
Kâfirlerin batıl inançlarını sen başlarına yıkmışsın ya Ali,
Eğer senin kıymetli vücudun dünyaya gelmez olsaydı,
Dünyada bir tek Müslüman dahi bulunamazdı ya Ali.
LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR
“Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç bulunamaz” kelamı ile gökte ki melekler senin faziletini zikrettiler. Allah dostu ve Muhammed-el Mustafa yardımcısı sensin, Ay ve Güneş gökte senin önünde secde kılarlar, yalnız sen Allah’ın evi olan Kâbe’i şerif de doğmuşsun, senden başka hiç kimse Kâbe de doğmamıştır, bu nedenle senin vücudunda mesihin kokusu vardır, senin şahsiyetini anlatmak için, kıyamete kadar Kur’an’ın ayetleri en büyük delildir ya Ali, bağışlayan Allah’ın Miracından maksad sensin ya Ali, Hasan-ül Mücteba ve Hüseyini şehidi Kerbelâ oğulların ya Ali, insanlar senin yüzün suyu hürmetine kurtulmuşlardır, hazreti Süleyman peygamber mülkiyeti senin hürmetin için ona bağışlanmıştır. Hazreti Nuh peygamber Tufan günü senden yardım göremez olsaydı sular hazreti Nuh peygamberi boğardı, Nemrud’un hazırladığı ateşi hazreti İbrahim peygambere sen gülbahçesi ettin, hazreti Yusuf Peygamber senin makamının sayesinde Mısır memleketine padişah oldu ya Ali.
Tur dağında senin nurundan bir zerre tecelli edince, İmran oğlu hazreti Musa peygamber o nurdan yedi gün hayran kalmıştır, hazreti Muhammed-el Mustafa (s.a.v.) peygamber seni bizzat kendi mübarek omuzlarına aldı, kâfirlerin inançlarını yani putları yerle bir ettin ya Ali.
Bin tane deniz mürekkeb olsa, yine de senin şahsiyetini anlatmakta yetersizdirler, KUMRU’ya bu izzet ve bu şeref yeter, hakk yolcusu her zaman senin vasıflarını anmak için söz söyleyip coşar.
ALLAH’IN ASLANI, EBU TALİB OĞLU HAZRETİ ALİ’NİN FAZİLETİ HAKKINDA
Ey izzet ordusuna güneş nuru olan ya Ali
Sen yeryüzünde canlı ve cansızın dostluk nurusun ya Ali
Büyüklüğünün izzeti ve şerafeti gökyüzüne gölge salmış,
Yüceliğin her zaman dünyaya dolaşır ya Ali
Direksiz ve de sütunsuz ayakta durmaz idi
Senin vücudun arşa karşın olmasaydı ya Ali
Senin büyüklüğün yıldızların sayısızlığına eşittir
Şen ve neşeli toplantıların parlayan güneşisin ya Ali
İzzetin öz tacısın imamlık makamısın
Vilayet ve imametin izzet nuru sensin ya Ali
Senin temiz ruhun inanç dünyasına Mürşid-i kâmildir
Cebraile önder olan senden başka kimdir ya Ali
*
Peygamberler zor durumda kaldıklarında senin nurun ile kurtulmuşlardır.
Sen Allah’ın sınırsız kudretinin sahibisin ya Ali, Eğer senin Zülfikar kılıcın olmasa idi, kimse Allahu Ekber nedir bilemezdi, beşikte parmağının vuruşu ile ejderhayı böldün, mübarek adın her yerde Haydar-ı Kerrar oldu ya Ali.
Bedir savaşında senin kılıcının parlayışı İslam dinine parlaklık kattı, İslam peygamberi hazreti Muhammed (s.a.v.) senin kılıcının parlamasıyla rahatladı.
Senin faziletin ve makamın hakkında LAFETA İLLA ALİYYUN VELA SEYFE İLLA ZÜLFİKAR “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç yoktur ve de bulunamaz” denildi, melekler senin ismini ezber ettiler, Haber kalesini yıkmak senin için zor bir iş değil, senin saçının her bir teli isterse bin tane Hayber kalesi yıkar ya Ali. Eğer Cebrail kanadını yeryüzüne açmasa idi, Merciyik savaşında senin kılıcın ile dünya bölünüp parçalanacaktı. Senin kılıcından çıkan kıvılcım eğer şimşek olsaydı, İslam düşmanlarını yakıp kavurur, evlerini harab ederdi. Kimi vakit gidip melek gurubuna karışırsın. Kimi vakit’te inip insan kılığına girersin.
İmamet ve vilayet mülkiyetinin sultanı, kıyamet gününün şefaatçisi, Kevser badesinin, havuzunun gerçek sahibi sensin ya Ali.
Sabah akşam duasını kırk yerde zikredersin, ölüleri Allah’ın izni ile can verip diriltirsin ya Ali. Kimin kalbinde senin sevgin var ise, o insan keder korkusu nedir bilmez, Allah onu bağışlar, Allah’ın rahmet eli sensin, senin elin ile hidayet çeşmesinden doyasıya kadar içmeyen insan, mezardan kıyamet gününde mahşere yüzü ak gelemez, manevi “inanç” dünyasında sen o dünyanın ruhusun, bütün yaratıklar cisimdirler, sen ise o cismin aslı ve temelisin ya Ali.
Gökte ki melekler yazıcı olsalar, dünya dolusu defter olsa, yine de senin faziletini yazmak için imkânsız ve yetersiz olur ya Ali.
İnançlı her insanlar sana cismen yakın olmamalarına rağmen, her zaman senin talib ve müridinler ya Ali Ben ağlayan KUMRU’yum senden ayrı düştüm her zaman sana aşığım.
PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HAZRETİ MUHAMMED (S.A.V.)’İN AHİRETE GÖÇÜŞÜ
Peygamberlik güneşinin yok olma zamanı geldi
Allah’ın elçisi ahrete göç eyleyeceği zaman geldi
Seven ile sevilen arasında birlik ola
Ayrılık zamanı bitmiştir birlik ola
Göklerden ruhun durma zamanı geldi
Cebrail’in peygamber kapısından ayağını kesmesi geldi
Peygamberlik ışığının yok olma zamanı gelmiştir
Ay’ın çevresini bulut sarmıştır karanlık olmuştur
Seven tarafından sevilene “nida” zamanı geldi
Peygamberlerin sonuncusu cennet köşküne göçü geldi
Zalim kitle hedeflerine varma zamanı geldi
Kinlerini açıklayıp zulüm yapma zamanı geldi
Ali’ye karşı çıkan o melunların hepsi
Selman ile Ebuzer’in kalblerini dağlanma zamanı geldi
Zulüm ile o Allah’ın rahmet elinin bağlanması
Ali’yel Murtaza’nın yalnız kalma zamanı geldi
Fatımanın karnında günahsız Muhsin’i şehid ettiler
İnsanlar ile cinlerin üzüntülü olma zamanı geldi
Zulüm ateşi ile peygamberlerin dergâhını zalimler yıktılar
Sevinç zamanında bile KUMRU’nun ağlama zamanı geldi
Dünya bahçesini yas yeri etmiş oldular
Dünya Sultanı Ali’den ayrılık zamanı geldi
Bütün bülbüller matem tutmuşlardır baştan başa
Yer yüzü sultanı son peygamberin göçüş mevsimi geldi
*
İslam ümmetine minberde böyle çağrı yapardı. Minbere çıkıp insanlara böyle seslenirdi:
Ey halk! Ben size nasıl peygamberim
Hem size rahmet eliyim hem de iki dünyada önderim
Sözlerimi siz Müslümanlar tutunuz derim
Gökün yerin ve bütün dünyanın önderi benim
İlâhi mesajın hepsini ben sizlere ulaştırmışım
Yaklaştı şimdi vereğim yüce Allah’a canım
Benden sonra Allah’ın yolunu terk etmeyniz
Hakk yolunu bırakıp da batıl’a gitmeyiniz
Nice büyük şey vardır ki size emanet edeyim
Onları siz İslam’lara ilâhi emirdir bildirip gideyim
Kur’an-ı Kerim’e saygılı olmanız birincisi
Benim Ehl-i Beyt’imi sevmeniz ikincisi
İnsanları hidayet eden hakk olan Allah’tır
Gözleri yaş sinesinde dağlı kalan Fatıma Haktır
O çaresiz yavrumda sizlere emanettir bilin siz
Halifelik makamı uğruna birbirinizi kırmayın siz
Azıcıkta olsa biliniz ki ben üzülürüm aman
Yavrum Fatımayı rahatsız ettiğiniz zaman
Mezarım da sizlerden incirim emekler olur heba
Benim kalbimin neşesidir Hasan’ı Müçteba
O gözümün nurunu canım kadar severim, sevin
Fani dünya’da sizlere emanettir Hüseyin’im
Hüseyin’in gözlerini yaş halinde görmeme Allah razı değil
Yüceler yücesi Allah onun için göndermişti Cebrail
Yavrum Hüseyin’i İslam için feda vermemi emreyledi
Hürmetli peygamberin şu emirleri tamam söyledi
Geldi o peygamberin evine elem ve keder yığıldı
Günden güne, yeryüzü sultanının hastalığı çoğaldı
Sevilen sevenin huzuruna varması için niyetli idi
Bir dakika dahi yanından yakınlarını ayırmaz idi
Bazen kızı Fatımayı hazreti Al’ye emanet ederdi
Bazen Allah aslanı Ali’yi bağrına basar idi
Onun kara günlerini hatırlayarak ağlardı
Bazen yavrusu Hüseyin’e can diyerek boğazından öperdi
*
Derdi ey Kerbelâ’da gül bedeni kefensiz kalan:
Bazen yüzüne bakardı gözleri yaş ile dolardı.
Onun mazlumiyetini düşününce ah vah ile ağlardı
Söylerdi sizlerden ayrılıyorum ey gariplerim
Benden sonra belaya düşen gariplerim,
Kadınların hayırlısı Fatıma gözyaşı döker ağlardı
Ansızın kapıdan bir sesin geldiğini gördü
Peygamberin evine bir arab Selam verir idi
Kapıdan o arab bu sözü söyler idi
Bir elçiyim dost mesajını getirmişim
Seven tarafından sevilene mesaj getirmişim
Gerek seven tarafından sevilene selam
O’ndan sana çoklu selam getirmişim
Bin sevinç ile doktorların doktoru Allah’tan
Ayrılık derdinin yarasına ilaç getirmişim
Yüceler yücesi aziz ve tek Allah’tan
Ölüm için son peygambere emir getirmişim
Gereksiz gelmedim boş da değil elim
İslâmlar için bağışlayıcı Allah’ın müjdesini getirmişim
İşitince bu sözleri o kıymetli peygamber
Buyurdu Fatıma’ya ey yavrum! Bil haber!
İzin ver o şanssız ve kederli araba, bırak gelsin
Sevip sevilenin dostu olur bırak gelsin
Her zaman evleri yıkıp dağıtan o araptır
Dostu dosta hasret eder bırak gelsin
Durmuştur, hiçbir zaman kapıdan izin almaz
Daha O’nun dönmesine çare yoktur, bırak gelsin
O arap değil, her zaman canlar alan O’dur
Dostunu dostluk köşküne götürecek, bırak gelsin
Her nere giderse kimse göremez yüzünü
Bana saygılı olduğu için arab şeklinde gelmiş, bırak gelsin
Bugün bize misafir gelmiştir, Azrail’dir O
Üzülme ey kızım çekil bir kenara, bırak gelsin
Beni saygı ve hürmet ile götürmesi gerek
Yüce Allah’ın huzuruna götürmek için gelmiş bırak gelsin
Dosta yakın olmak isteyen canından geçer, can istemez
Muhabbet badesinin neşesi hoştur üzüntü suyu istemez
Ayrılık zamanıdır, hasta olan dostuna varmak ister
Derdine hiçbir zaman ilaç dahi istemez
Çünkü kalıcı dünyaya gitmek ister Mustafa
Ya Ali diyerek Haydar’a dedi Lafeta
Ey sadık yardımcım helal et ben gidiyorum
Kalbimiz İslam’ın acısı ile kan dolmuş gidiyorum
Yolculuk hazırlıklarımı hazırla, arab çok beklemesin
Ecel doldu gözüme aman ya Ali gidiyorum
Her ne kadar zulüm etseler sabret, çekme kılıç
Dökülmesin İslam içinde kan, gidiyorum
Düşman seni mescide çektiği zaman, şikâyet etme
Bırakma Hüseyin’im ah vah eyleye ki gidiyorum
Müslümanları göreceksin benim yerimde zulüm edecekler
Dert ve üzüntüden sırtın kamburlaşır, gidiyorum
Seni kederler içerisinde perişan edecekler
Gözyaşın çokluca akacaktır sel gibi gidiyorum
Ey amcamoğlu! Fatıma kızım sana emanettir
Bir zaman senin yanında kalsın ben gidiyorum
Yetim kalmıştır benim için çok ağlarsa incitme
O zavallı yavrum sana kırk gün misafirdir, gidiyorum
Yanıma vardığı zaman vücudu yaralı olmasın
Zalim insanlar yavrumu nasıl zulmedecekler bilerek gidiyorum
Çok zulümler olarak ona zalim milletten
Kederli sinemde bu bir gizli üzüntüdür gidiyorum
Ali evlatlarının şehadetinde ağlayarak
Ağlayan KUMRU gibi bırakıp yalnız gidiyorum
Peygamber vasiyetini Ali’yel Murtaza’ya etmiştir
Buyurdu Fatıma’ya ey garip! Ey zavallı!...gidiyorum
*
Peygamberlerin sonuncusu büyük yerden emir geldiğini bildiği için vasiyetini söylemeğe başlamıştır, Allah’a kavuşacağını bildiği için seviniyordu, ama başına toplanan ev halkının yüzlerine bakınca mübarek gözlerini tutamaz, hem özü hem gözü kan ağlardı, onların çekeceği acılar ve kederi, onların kılıçlar altında hançerlere düşerek perişan, aç ve susuz can vereceklerini biliyordu, hem ağlar hem vasiyetini eyler idi “Ey kızım Fatıma vasiyetim budur ki ben dünya’dan göçünce sakın ah etme, sakın Ali’yel Murtaza’yı incitme, eğer kendini tutamayıp ağlar isen Ali eve gelince gözyaşını tut, Hasan ile Hüseyin’i başın üzre tut, onlara keder ve üzüntü verme, ağlayarak onların yüreklerini kan etme…
Ey kızım! Daha benim kefenim sarılmadan, Ali düşmanları kapımı yıkacaklar, bunu böyle bil, Medine’nin içinde tek başına tek ve yalnız kalacaksın, kaburgalarını kırıp seni de şehid edecekler, Ey yavrum! O gün sabret, ağlayıp yaka yırtma, sakın bu işler için Haydar-ı Kerrar Ali’yi kınama, bu dünyada derde kedere esir olacaksın, ama bilesin ki ölümümden kırk gün sonra en değerli misafirimsin, bu kötü ümmetin arasından seni alıp dışarı çıkaracağım, Allah’ın kaza ve kaderine şimdilik razı olup, sabret, kıyamet günü intikamını alırsın, Değerli peygamber ev halkı ile vedalaşınca, Ruh-ul-Emin (Azrail) peygamberin huzuruna varıp, peygamber ile sohbet etti, müjde senin ümmetin aff edilmiştir dedi, o peygamberin temiz ruhu cennete uçtu. Muhabbet makamında naz, kerem makamı olmuştur faniden edebiyata ruhu uçmuştur.
PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HAZRETİ MUHAMMEDİN VEFATINDAN SONRA HALİFELİĞİN HAZIRLANMASI
İsyan ve tuğyan bayrağı dalgalanınca Medine’de
Din evi zulm ile berbat oldu Medine’de
Ali’nin faziletini inkâr edip gizlemek için
Kur’an ayetinin çoğunu gizlediler Medine’de
Batıl ortaya çıkarılınca hakk oldu alçak
Kur’an-ın ayeti çokluca gizletildi Medine’de
Allah’ın peygamberinin cenazesi defn edilmeden
Halifelik makamı için tufan koptu Medine’de
O zaman peygamber kızı Fatıma’nın kaburgası kırıldı
Apaçık böyle zulm ve işkence ettiler Medine’de
Fatıma’nın karnında iken şehid edildi Muhsin
Ah vah sesleri gökyüzüne ulaştı Medine’de
Mihrap içinde zulüm ve işkence ettiler
Tanrı aslanı Ali’nin canına kıydılar Medine’de
Hasan-ül Müçteba’nın ciğeri zehir ile doğrandı
O Hasan’ın cenaze tabutunu düşman okladı Medine’de
Fırat suyunun önünü bağladılar Ali evlatlarına
Ali evlatları perişan ve susuz kaldılar Medine’de
Zalimler kılıç ile kestiler Ali oğlu Abbas’ın kollarını
Vücudu yaralı bırakıldı düşman tarafından Medine’de
Hançer ile doğradılar susuz Ali Ekber’i
Kasım’ın toy odasını kan ile boyadılar Medine’de
Beşik içinde şehit ettiler Hüseyin oğlu Ali Asğârı
Oklar ile nişan alında acımasızca Medine’de
Yetmiş iki gencin vücutları kızıl kan olmuştur
Yaralı düştü kana boyanarak Medine’de
Kerbela sultanının susuz başını kestiler
Ebu Bekir ile Ömer düşman oldular Medine’de
Esir ettiler Ali evlatlarını kolları bağlı gezdirdiler
Peygamber evlatları çaresizdirler Medine’de
İmam Zeynelâbidin ve oğlu Muhammed Bakır Altıncı imam Muhammed oğlu Caferi Sadık Bu imamların zehir ile ciğerleri kan oldu Medine’de
Yedinci imam Musa on bir yıl zincir ile bağlı kaldı
Hapishane kenarında küçücük oda verildi Medine’de
Tanrı nuru Muhammed Takı ve Ali’yel Nakı oldular şehid
O ilim merkezi imam Hasan-ül-Askari’de şehid oldu Medine’de
Bir zaman gelir zamanın sahibi on ikinci imam gelir
Peygamber evlatlarının intikamını almak için mahkeme kurar Medine’de
Kötülükler babası peygamber çadırına ateş vurdu
KUMRU inançlı insan sinesini yaralar Medine’de
Peygamber evlatlarının çadırlarına vurunca ateş
Desem ki yalan değil gökyüzüne vuruldu ateş
Bu ateşi vuran ne Şimir’dir ne de Ömer Sad
Kerbela Sultanı Hüseyin’in çadırına vuruldu ateş
Bu durumu görünce hazreti Fatıma’tüz-Zehra
Şöyle seslenir idi o hayasız ateş vuranlara
Bilmem ne zülumdür ki bu dünyayı yakıyor
Zulüm ateşi sıçrayıp kalpleri yakıyor
Gel, utan ey zalim! Evlatlarımın çadırını yakma
Kimdir ki bu iyilik yuvasının çadırını yakıyor
Peygamberin mübarek vücudunun kefeni solmadan
Ümmeti kızı Fatıma’nın ciğerini yakıyor
Korkutmayınız Hüseynimi İslam Dininin fedakârıdır
İslam ümmetinin kurbanıdır zulmet ile yakıyor
Hangi peygamberin ümmeti kendi, İmamının
Evine ateş vurup çadırını yakıyor
Ateş vurmayınız çadırıma Allah’ın kitabı var
Kur’an’a saygılı olmazlar kimdir ki Kur’an’ı yakıyor
Sizlerde hiç haya yokmuş ey zalim millet
Hangi millet peygamberini üzer evladını yakıyor
Böyle bir zulüm yuvası temeli siz attınız dünyaya
Her bir zerresi inançlı KUMRU’nun kalplerini yakıyor
*
Zehra’yı zor durumda görünce sultanlar sultanı Ali geldi
İmamların lideri keder ve karanlıktan çıkıp geldi
Gayretinden rengi kızarmış, musibetten canı yanmıştır
Her zaman dilinde ismini anar Mustafa geldi
Allah’ın dostu bir heybet ile meydana çıkmıştır
Allah-u Ekber sesini yükselterek vefalı dost geldi
Zehra’nın ah vah sesine kendi dayanamayınca
O meydana ayak basıp Ali’yel-Murtaza geldi
Zehra’yı perişan görünce rahatsız olup düştü
Sinesinin içinden Mustafa sesi geldi
Dedi senden sonra düştüm bu duruma ey Allah’ın elçisi
Güneşim dünyadan gidince şanssızım bahtım kara geldi
Çekip kendini ateş içinde kenara çıktı o imam:
Allah dostu mübarek ellerini uzattı
O edepsiz hayasızın kemerini tuttu
Başının üzerinde dolaştırdıktan sonra yere çırptı
Başını kesmek için elini Zülfikara attı
Kılıcı görünce melun hemen yalvarır idi
Peygamber adı ile Ali’ye yemin verir idi
Bu yemini o gökyüzü sultanı duyunca
Allah’ın kaza ve kaderine razı olarak çekildi kenara
O zalim kitle bu razılığa haberdar olunca
Bela’ya sabr edecektir. Allah’ın velisi dostça
O cahil kitle daha da zulümlerini artırdılar
Zulüm eli ile Allah’ın rahmet elini yaraladılar
Ali’yi mescide sürüklediler o zalimler ettiler cefa
Allah aslanı Ali’nin arkasına düşmüştür Hasan ile Zehra
Yaralı canı o musibete dayanamadı
Bu diller ile güya Fatıma seslenir idi:
*
Ey kindar, fesatlar zelil etmeyiniz amcamoğlunu
Binlerce zillet ile dert sahibi olmuştur amcamoğlu
Kalbinin derdi çoktur siz incitmeyiniz O’nu
Fani dünya da kimsesiz dostsuz amcamoğlunu
Dünyada sizlere onu ey hayasız millet
Muhammed atam emanet etmiş amcamoğlunu
Hiç kimse dünya da önderini imamını zelil etmez
Siz zelil ve de perişan ettiniz amcamoğlunu
Kalbi yaralı gönlü kederlidir kolları bağlı götürmeyin
Mescide sürüklemeyiniz kalbi kederli amcamoğlunu
*
O imamların sahipsiz sultanı mescide götürülünce vah
Peygamber kızı Fatıma el attı başına çekti sineden ah
Kırıldı kanadım kolum yardım et ey Muhammed
Yandı bu dertten ciğerim yardım et ey Muhammed
Senden sonra kara güne saldı beni senin üzüntün
Gözlerim yaş yerine kan döker yardım et ey Muhammed
Kapım yakıldı karnımda şehid oldu Muhsin’im
Durmadan kan akar gözlerimden yardım et ey Muhammed
Yalnız sandılar kolları bağlı amcamoğlunu
Hiç kimse yardıma gelmez yardım et ey Muhammed
Gücüm kalmadı çünkü senden sonra kırdılar kaburgamı
Yardım et diyerek yollara düşüp gezerim ey Muhammed
*
O anda kıyametten baş gösterdi bir nişane oldu
Toplumdan ses gelince sanki kıyamet suru vuruldu
Bu durumu Salman ki insanların hayırlısıdır
Bir kez dahi başını açarsa dünya yıkılır
Ey Muhammed Mustafa’nın göz nuru diyerek yalvardı
Amcan oğlu Haydar-ı Kerrar Ali bu duruma razı olmadı
Belâya sabretmek siz Ehl-i Beyt’e âdet olmuştur
Çünkü atan Muhammed bütün insanlara rahmet olmuştur
Peygamber kızı Fatıma bu sözleri duyunca baktı
Bu sözleri kabullenip başından elini çekti
Haydar-ı Kerrar efendimiz o Ali’yel Murtaza
Peygamberin kabrine yüzünü tutarak eyledi nida
Yardım et bu kimsesiz gariplere ey Allah’ın elçisi
Bu dünyada günüm kara olmuştur ey Allah’ın elçisi
Ümmetinin zulmüne bak, çektiğimiz musibete bak
Garip amcan oğluna yardım et ey Allah’ın elçisi
Kendi atkımı ip gibi boynuma saldılar
Düşman toplantısına zorla çekerler ey Allah’ın elçisi
Hayasızca kötülük babası yakamdan el çekmiyor
O zalime ne etmişim yardım et ey Allah’ın elçisi
O Hayber kalesini yıkan elleri bağladılar
Binlerce yara vurdular kalbime yardım et ey Allah’ın elçisi
Ebu şerer oğlu ile ve de Ebu Süfyan mel’unlar
Zulüm ve işkence ile beni getirdiler ey Allah’ın elçisi
*
Haydar-ı Kerrar Ali’yel Murtaza’nın yalvarmasına, peygamberin mezarında topraklar titredi, beyaz bir nur gökyüzüne taraf yükseldi, bu beyaz nur Muhammed’in eli idi.
O vahiy mesajının sultanı, Allah’ın peygamberi hazreti Muhammed Ali düşmanlarına dedi ki:
“Hilafet makamını hırhızladığınızdan dolayı büyük günah işliyorsunuz, İslam’ın içerisine fitne salıyorsunuz, yaptığınız zulümdür, bu zulüm dünyada fitne ve fesad tohumu ekecektir, bu fitneniz Allah aslanı Ali’nin ölümüne sebep olacaktır, bu fitnenin sonu Kerbela cinayetine vardıktan sonra, dünyada kıyamete kadar akan kanların sebebi siz olacaksınız, biliniz ey zalimler!...
PEYGAMBERİN KIZI FATIMA’NIN VEFATI
Ayağını bastı bu varlık dünyasına Fatıma
Her zaman ah vah eyler idi peygamber kızı Fatıma
Gönlü açılmadı hoş gün görmedi dünya da
Zamanının çoklu belasına düştü Fatıma
Hatice gibi kıymetli bir varlıktan ayrıldı
Yaktı dünyada ayrılık ateşini Fatıma
Atası Muhammed’in ayrılık karasını başına sardı
Fani dünya da çaresiz ve zelil kaldı Fatıma
Ateş düştü kapısına yakıldı evi barkı
Derdine ilaç bulmak için muhtaç oldu Fatıma
Kırıldı kaburgası, karnında iken şehid edildi Muhsin’i
Gül gibi boyandı kızılkanlara Fatıma
Kalbi yaralı mescide sürüklediler amcası oğlunu
Keder ve üzüntüden gözyaşları dökerdi Fatıma
Fedek tarlası gasb edildi, zulm ile işkence çoğaldı
Her zaman ah vah ile seslenir idi Fatıma
Ümidim var kıyamet günü şefaat ede
Zor durumlarda inançlı KUMRU’suna Fatıma
*
İslam peygamberi hazreti Muhammed’in vefatından hemen sonra, kızı Fatıma’nın gözyaşı sel oldu, ah vah sesleri gökyüzüne kadar yüceldi, dert ile kederinden yeryüzü siyahlarla donandı.
Fatıma kara bağladı, günlerce gecelerce ağladı, Medine’nin münafıkları gelip hazreti Ali’ye dediler ki: Ya Ali! Fatıma’nın ah vah seslerinden bizim gözlerimize uyku girmiyor, söyle Fatıma’ya ki gece gündüz ağlamasın, gece ağlarsa gündüz dinlensin, gündüzde ağlarsa gece dinlensin biraz sussun.
*
Medine halkının bu şikâyetini Ali haber verdi Fatıma’ya
Cevap verdi Fatıma o Ali’yel Murtazaya
Çok olmadı benim babam vefat edeli
Ne çabuk bu millet zalimleşti ey Ali
Bilmem ne yapmışım bu millete, döndü zulm ile
Medine şehrinde ciğerim döndü kana ey Ali
Bırakmazlar ki evimde yas tutayım babama
Noldu bu zalim düşman kitlesine bilmem ey Ali
Babama ağlarım, göz benimdir yanan yürek vücutta benim
Niçin ağlamama engel oluyorlar ey Ali
Gül bahçesindeki gül solunca bülbülün ağlaması gerek
Bülbül her zaman ağlarsa ayıp değil ey Ali
*
Hazreti Fatıma Hasan ile Hüseyin’in ellerinden tutup her gün babası hazreti Muhammed’in mezarlığına gider, mezara kapanıp ağlardı, öğlenin sıcağı basınca bir ağacın altında dinlenir, akşam gözlerinden sel gibi yaş akıtarak evine dönerdi.
Münafıklar yani ikiyüzlü Müslümanlar, Fatıma’nın bu durumundan haberdar olunca, o ağacı kestiler. Zülfikar kılıcının sahibi hazreti Ali peygamberin mezarının yanına bir kulübe yaptı, adını “beyt-ul-hazan” koydular. Hazreti Fatıma bu kulübeye kapanır babasına ağlar, yas tutardı, ağlaya ağlaya dizlerinde güç gözlerinde ışık kalmadı, yetmiş beşinci gün dayanamayıp hastalandı, döşeğe düştü, yine de yatakta iken uzaktan uzağa ziyaret duasını okuyarak ziyaret ederdi babasını. Kadınlar Fatıma’nın bu durumunu görünce kollarından tutarak babasının mezarı üzerine getirdiler, Fatıma topraklara kapanarak dedi:
*
Fani dünyada günüm karadır ey baba
Dert ve kederim çoğalmıştır ey baba
Kendin gittin cennete kızın kaldı zorlukta
Kalbim üzüntü ve yara ile doludur ey baba
Evimi ateşleyip kaburgalarımı kırdılar
Kim gördü bu dünyada ben üzüntülüyüm ey baba
Medine halkı bırakmadı beni sana yas tutayım
Yardım için kime gideyim bu günde ey baba
Bende ne güç kaldı ne de karar koydular
Ali’yel Murtaza da can kalmadı ey baba
*
Hazreti Fatıma babasının kabri üzerinde bu sözleri söyledikten sonra hemen baygınlık geçirdi. Kadınlar hazreti Fatıma’yı kollarına alıp eve getirdiler, nice zaman kendine gelemedi, döşekte hasta kaldı.
Bir gün hazreti Ali hazreti Fatıma’nın yanına geldi, gördü ki Fatıma üç şey hazırlamıştır, su ısıtmıştır, hamur yoğurmuş birazda gül ezmiştir, gülerek sordu ey iki gözüm! Sen hastasın, sen bana peygamber hatırasısın, neden vücudunu yorup bunları hazırladın? Fatıma der ki; Bugün ben göçeceğim eve ağıt düşecektir, taze hamuru hazırladım ki Hasan’ım ile Hüseyin’im ekmeksiz kalmayalar, onların ekmeksiz kalmalarına kalbim rahat etmez, su ısıttım ki yavrularımın elbiselerini temizleyeyim, ben günlerdir bu odada hasta yatıyorum, kızım Zeyneb’in saçları toz olmuştur, gül ıslatmışım saçlarına sürüp temizleyeyim.
Hazreti Ali bu sözleri işitince yüreği dağlandı, hazreti Fatıma ise Ali’den helalık istedi:
*
LAFETA sultanı helallik ver bana gidiyorum
Bu hasta canım dert sahibi olmuştur gidiyorum
Dünyadan kurtuldum daha düşman zulmünden
Kalbimin derdine ilaç bulunmadı gidiyorum
Zalimler evimi ateşleyip kaburgalarımı kırdılar
Neden bu zulmü yaptılar reva mıdır gidiyorum
Kocamı elden alıp sürüklediler mescide
Kapımı bağladı bu hayasız millet gidiyorum
*
Hazreti imam Ali Fatıma’nın başını dizleri üzerine alıp ağlayarak ey Muhammed hatırası! Vasiyetin var ise bana söyle dedi.
Fatıma dedi ki, birleşme günü geldi, sevgili babama kavuşacağım için seviniyorum, dünyanın derdinden belasından, düşmanın zulmünden ve işkencesinden kurtuluyorum.
Ama yavrularım Hasan ile Hüseyin’i gözü yaşlı bırakıp sizlerden ayrılıyorum, Zeynep kara güne düşer, Gülsüm ise yetim kalır;
*
Onların perişanlığına kabir içinde gözlerim ağlar
Yattığım yerde yerim, gökte göküm ağlar
O şanssız kızım Zeyneb’e zulüm ve işkence olsa
Ben ve kefenim ağlar kemiklerim ise kan ağlar
Söz buraya gelince bir ah sesi geldi uzaktan
Fatıma’nın gözü kan ile yaş ile doldu meraktan
Kızı Zeynebi gördü Şam’da bağlamışlar kolunda Zincir
Kemikleri incinsin diye, kollarını sıkar zincir
Başını omzuna koymuştur yüzünü ise duvara
Der aman anne can anne bakınız benim halıma
Güle dert gelince bahar bülbülü ağlar
Çocuk yetim kalınca gözleri yaş ile ağlar
Kıza babası annesi gibi canı yanan olmaz
Yürekte derdi olan kararsızdır duramaz ağlar
Analık bu eve gelirse nazımı çeker olmaz
Ben ağlarım bacım ağlar Hüseyin kardeşim ağlar.
*
Bu sözleri Fatıma duyunca yürekten bir ah çekti, dönüp amcası oğlu Ali’yel Murtaza’ya dedi ki; Ya Ali! Ben dünyadan göçeceğim ama gözlerim yetimler için arkada kalıyor, ben öldükten sonra sen her istediğin şeyde serbestsin, gözünün gördüğünü, gönlünün sevdiğini alabilirsin.
Ancak evime bir yabancı gelirse yetimlerime kötülük eder, onun için sana vasiyetim evlenirsen kız kardeşimin küçük kızı ile evlen, benim yetimlerimin nazını ancak o çeker.
Hem yetimlerim önce Allah’a sonra sana emanettir, onları yatırmadan sen yatma, Zeynebimi incitip ağlatma, Hasan’ımı ve de Hüseyin’imi yabancı eline baktırma.
Daha sana ikinci vasiyetimde şudur ki, cenazemi yabancı eline bırakma, kendi ellerin ile götür, cenazemi mezara gece koy, cenaze namazımda bile o zalimlerin bulunmalarına razı değilim, cenazem yıkanırken kızım Zeyneb gelip görmesin, kaburgalarım kırılmıştır, bilip perişan hale düşmesin, perişan hale düşmüşüm, bu durumu kızım Zeyneb’in görmesine razı değilim.
Allah’ın aslanı hazreti Ali Fatıma’nın dediklerini tek tek dinledi, gözyaşı döküp ağladı, dedi ki; Ey Fatıma! Vasiyetlerin başım ile gözüm üstüne, sen yalnız Allah’ın peygamberi atana benden taraf incinmeden gittiğini söyle, Fatıma senden razıyım ya Ali dedi.
Sonra evdekileri çağırıp teker teker helalleşti, Hasan ile Hüseyin’i babası hazreti Muhammed’in mezarına gönderip gidiniz benim için dua ediniz dedi. Hasan ile Hüseyin el ele tutarak anneleri için dua ve niyaz etmek için gittiler.
Fatıma, kocası Ali’yel Murtaza’yı sesleyip helalleşti ya Ali! Zamanında seni incitmiş isem bana hakkını helâl eyle, bağışla beni. Sonra Caferi Tayyar’ın karısı Esma’yı yanına sesletti dedi ki; Ey Esma! Cebral aleyhisselam babam için vefatından önce bir miktar Kâfur getirmiş idi, o Kâfur’un bir miktarını bana babam bıraktı, beni yıkayıp kefene sarınca o kâfur’u kefenime koy, yetimlerime de sahip ol.
Ecel yaklaştığını anlayınca, el kaldırıp Fatıma şöyle dua etti:
*
Ya Rabbim! Bu ağlar gözyaşlarımın hürmetine
Babam canına hasta yatan canım hürmetine
Kırık kaburgalarım, sakat şehid oğluma
O Muhsin adlı benim yavrum hürmetine
Yakılan kapımı kolumun dövülmüş kırık yeri
Yanık gönlümdeki saklı derdim hürmetine
Kapı ardında kırılmış kemiklerimin yarası
Gözlerimden akan kanlı yaşların hürmetine
Günahsız kolları bağlı garip olan amcamoğlu
Hasan ile Hüseyin gençlerim hürmetine
Babamın ümmetinin günahlarını bağışla
Suçsuz yıkılan yuvamın hürmetine
O imamların nuru temam etti duasın
Fani dünyadan ebediyete uçtu buldu sefasın
*
Dışarıda bekleyenler ses kesildiğini anlayıp Fatıma’nın odasına girince gördüler ki mübarek kıbleye doğru yönelip yatmıştır, temiz ruhunu Azrail’e teslim etmiştir. Haşim oğulları cenaze üzerine toplanıp ağıt yaptılar, beyaz giysiler çıkarıp karalar bağladılar.
Hazreti Ali’yel Murtaza gelip ağladı, kendi elleri ile Fatıma’nın cenazesini gusül etti, yıkadı.
*
Hayrunnisa Fatıma kefen içinde gizli oldu
Dünyada zulüm ve işkence derdi açık oldu
Peygamberin kızı açmıştır yeni konca gülü
Ebu Cehlin zulüm ve işkencesi ile göç oldu
Düşman elinde yıkıldı İslam dininin hakk binası
Allah’ın dostu ve halifesi Ali’nin beli kambur oldu
O günden anasız kaldı anasız Zeyneb
Gülsüm başına kara sarıp çaresiz oldu
İmam Hasan yüzüne yetimlik tozu kondu
Hüseyin ciğeri susuzluk ile yakıldı kalbi de kan oldu
Sabah akşam vefat için ah vah sesi çoğaldı
Daima dertli KUMRU ağlar sızlar oldu
Ali’yel Murtaza Zehra’nın cenazesini kefenledi
Hasan ile Hüseyin’e emretti huzura geldi
Onlara ey gözlerimin ışığı buyurdu geliniz
Siz hiç olmazsa annemiz ile veda ediniz
Çekmiştir anneniz bu vakite kadar yolunuzda zahmet
Anne muhabbetidir kalmasın sizlere hasret
Kucaklayıp annelerinin cesedini çekerler idi ah, ah
Alınca Ali’den izin Hasan ile Hüseyin şah
Bu ağlamak arasında ey vah ne gördüler
Hasan ile Hüseyin’in ağıtlarını işittiler
Fatıma kefen içinde seslenip kollarını açtı
Vefat etmiş iken yine de Muhabbet taştı
Basıp iki yetimini bağrına bastı dedi yavrularım
Hazreti peygamberin kızı dili ile söyledi yavrularım
Dünyanın bütün kayıtından tamamen sıyrılıyorum
Bu kadar ağlamayınız sizden hasret ayrılıyorum
O vakit Arapların sultanı Hicaz mülküne padişahı
Sahabeleri ile Hayrunnisa Fatıma’ya kıldı namazı
Mezarını gece kazmıştır imam-ı Alim
Vücudunu kabire kadar kendi eliyle elti teslim
O vakitte kabirden iki el çıkmıştır
Ses ulaştı arş’ı âlaya gökyüzüne varmıştır
Her ne kadar dünyada İslam ümmeti saygılı olmadı bana
Bugün teslim et benim ümmetimi bana
Bugünkü gün bana teslim et emanetimi
Zehra’nın cenazesini Ali el ele etti teslimi
Sanırsın kayıptan geliyor bir nefes
Kabirden ey vefalı dostum diye geldi bir ses
Kolu kırık değil idi gör ki ümmetim suç işlemişler
Benim emanetime ey Ali’yi LAFETA neylemişler
Ya Ali! Benim emanetimin kaburgaları
Kırılmamış niçin kim kırmıştır onları
Kendisi dünyada gülmemiştir kalbi de hoş olmamıştır
O’nu Müslümanlardan emanetimi kimler incitmiştir
Zehra’nın nusubeti için ağlardı KUMRU
Her zamanki gibi dil ile beyan eyledi durdu
MÜMİNLERİN AMİRİ HAZRETİ ALİ’NİN VEFATI
İslam peygamberi hazreti Muhammed’in vefatından kırk beş gün geçmesine rağmen, Peygamberin Ehl-i Beyt’inin gözü beladan açılmamış ve yüzleri gülmemiştir. Düşmanın zulüm ve sitemi Ehli Beyt’in kalbini delip yaraladı.
Mekke şehrinde Hariciler törediler. Fesad yapanlar Muaviye, Ali ve Amr ibni As’dır diyerek bu üçünü de öldürmek için karar aldılar. Amr b. Berik adlı şahıs Amr b. As’ı öldürmeği üstlendi, İbni Abdullah adlı şahıs da Muaviye’yi öldürmeği üstlendi, Abdurrahman ibni Mülcem adlı imansız da hazreti Ali’yi Allah’ın aslanını öldürmeği kabullendi.
Ramazan ayının on dokuzuncu günü idi haricilerden olan o üçü de üçünü öldürmek maksadı ile anlaşarak ayrıldılar.
İbni Mülcem Kufe’ye geldi:
Musibet ve bela yuvasının merkezi geldi
Sultanların sultanı Ali’nin katili geldi
İslamların yuvasını, yıkmak için hazırlanmıştır
O hayasız zalim utanmayarak geldi
Şanssız günü karalı Zeyneb’in başına
Yine de kara sarmak zamanı geldi
Kerbelâ şahını yetim koymak için
Mülcem oğlu hayasız zalim geldi
Hasan’ın belini kambur etmek için
İnsanların zalimi ve belalısı geldi
*
Mülcem oğlu Abdurrahman Kufe şehrine geldi, Kufe’de Ali’nin can düşmanlarından Kuttame adlı melune bir kadın var idi.
Bütün servetini, çeyizini ve de mihrini hazreti Ali’yi öldürene ödül olarak adak etmişti.
Mülcem oğlu Abdurrahman bu nefretlik kadın ile tanıştı.
Kuttame mihrinde ki üç bin altını bu yola koyduğunu anlattı.
Mülcem oğluna Becra oğlu Şihebe katıldı, aynı zamanda Halid oğluna o melunlar ile birlikte oldu, hainlerin üçü de hazreti Ali Allah’ın aslanını öldürmek için sözleşme yaptılar.
*
Ki, bir gün mescide geldi Allah’ın aslanı
Ramazanın on üçüncü günü Allah’ın aslanı
Çok erken gelmiş idi sevenlerin sultanı
Başladı vahyi, ilahi dökmeye açtı ağzını
Minbere çıkıp güzel bir hutbe okudu
Sonra tanrının emrini tebliğe durdu
O toplantıya hasret ile bakıp ah çekti
Bu defa gözlerinin yaşını yüzüne döktü.
Dedi ey halk! Size diyorum biliniz şimdi
Arkamda katilim vurmak için ilaç arıyor şimdi
Bu sözleri mescitte hazır bulunanlar işitip yanarlar
Ağıt sesleri yükseldi kan ağladı kapı ve duvarlar
Sordular ki kimdir sana kılıç çeksin
Kimin ne kudreti vardır ki kanını döksün
Allah’ın aslanı buyurdu ey Müslüman ümmeti,
Dünya âleminde çektim keder ve üzüntü mihneti
Bu ay karalar bağlar Haşim oğullarına iner hışım
Bu ay sabah duasında kılıçlanır benim başım
Gözyaşlarını akıtırlar Hasan ile Hüseyin’im
Bu ay yetim kalacaktır kerbela sultanım benim
Ev halkım karalar giyinip ah çekerler yana yana
Sabah vaktinde beyaz sakalım boyanır kana
İnsanların ve de cinlerin şahıyım LAFETA sahibiyim
Vallahi ben böyle ölmeye razıyım
Benden sonra İslamı terk etmeyiniz
Allah rızası için Hasan ile Hüseyin’e hürmet ediniz
Evlatlarımın kalplerini zulm ateşi ile dağlamayınız
Hüseyinime Fırat suyunun yolunu bağlamayınız
Oklar üzerinde görünce Hüseyin’in başını
Onun kesik başına atman cefa taşını
Peygamberin halifesi Hz. Ali minberden aşağı indi
Sarayına gelerek ibadeti ile meşgul oldu
*
Halifelerin, imamların sultanı ve şahı son ramazanını kızları ve de oğulları evlerine gelerek geçirirdi. Bir gün oğlu Hasan’a, bir gün oğlu Hüseyin’e, bir gün kızı Gülsüm’e giderdi.
Bir gün hazreti Ali’nın kızı Gülsüm, babasına sofrayı kurdu, sofrada tuz, ekmek ve bir bardakta süt vardı. Müminlerin Amiri yani, inançlı insanların önderi ve lideri kızı Gülsüm’e dedi ki; Kızım sen ne vakit babanın üç çeşit yemek yediğini gördün! Bu sütü sofradan kaldır, bana tuz ve ekmek yeterlidir. Daha sonra üç lokma tuz ekmek aldı.
Sabaha kadar dua ve niyaz eyledi, ev halkını sesleyip veda etti, daha sonra dua etmeğe başladı. Şafak söktü, dağlar güneş nuru ile beyazlaştı, hazreti imam Ali duasını yine de etmekte idi. Kızı Gülsüm bu durumdan hiçbir şey sezemedi, geldi babasına sordu, imamların sultanı Ali’yel Murtaza söyledi;
*
Sabah oluncaya kadar ne sabrım kaldı ne de gücüm var
Bu sabah Hakk yolunda beklentim var
Vücuduma titreme düşmüştür nasıl rahat olayım
Beni misafir sesliyorlar Allah’ın huzuruna varayım
Mustafa’nın huzuruna varıp gitmek görünür
Bana da kıyamette ancak rahat etmek görünür
Perişan ve çaresiz Gülsüm bu sözü işitti yandı can
Dedi ey Allah’ın halifesi! Oğlum sana kurban
Sar boynuma kucakla baba iki kolunu
Sen gelinceye kadar gözetlerim yolunu
Müminlerin amiri buyurdu bu gidişim son ağlama
Beni bekleyip hazırlığımı yap ağlama
Bu sabahta neler başıma gelir bilirim
Gelince yanına bu başım yaralı gelirim
Beni yaralı görünce ağlarsın ağla Kızım
Başımın yarasını Zeynep kızımla bağla kızım
Çok ağlayıp dedi Gülsüm ah baba can
Yara sözünü söyleme biz korkarız o zaman
Dinin lideri buyurdu dünyayı terk etmeye mecburum
Başımın yarasını sizlere bağlatmağa mecburum
Bugün benim yaramı bağlayınız alışmanız gerek
Kerbelâ’da gayretli ve başarılı olmanız gerek
Hüseyinim yaralanıp boyanınca kızıp kana
O’nun yarasını da bağlayınız ağlaya ağlaya
Ali bu sözleri tamamlayıp evden çıkacağı zaman
Ümmü Gülsüm Zülfikarı elde tutarak getirdi heman
Zamanın İmamının önüne koydu kılıcını o can
Senin arkanca gezer fırsatını arar düşmen
Sabah olunca böyle tedbirsiz gitme
Bugün mescide Zülfikarsız gitme
Amandır baba tedbirsiz gitme
Gidersen mescide Zülfikarsız gitme
Dedi duaya gidiyorum yolculuğa gitmiyorum
Kâfirleri öldürmek için gitmiyorum
Benim yolculuğum kıyametedir kızım
Götür bu Zülfikarı sakla Kerbelâya kızım
Yolculuğa niyet edince bu kılıcı Hüseyin’e ver
Zülfikar, yaralı Hüseyin’e lazımdır Kerbelâ’da gör
Müminlerin amiri bu sözleri etmiştir tamam
Coşku ve istek ile yoluna oldu revan
Birkaç tane kuş var idi cıvıldayıp öttüler
Ağızları ile Allah’ın aslanının ayaklarını tuttular
Kendi dilleri ile ağlarlar idi
Ali’ye şöyle söylerler idi
Dediler ya Ali aman gitme
Din bahçesi harabe olur gitme
Seni öldürmek için kılıç kuşandı düşman
Zalim ayak sesini bekler gitme
Kufe’de vefalı dostun hiç kalmadı
Kızlarında can kalmadı gitme
Zeynebin yetim kalmasına razı olma
Ağlaşır yavruların yas tutar gitme
Mülcem oğlu kılıcına ayak koma
Damla damla kan dökülür gitme
Sakın başını o zalimler kılıçlar
Sel gibi gözyaşı kan olur gitme
Hüseyin oğlunu köşelere salma
Kalkıp yola düşüp gitme
Şimdi minber ve mihrap kan ağlar
Güruh-u Naci olanları ağlatıp gitme
Hazreti Ali’yel Murtaza evin salonundan “koridorundan” ayağını dışarı atınca, kuşlar seslenerek bağrışmaya devam ettiler, kendi dilleri ile şöyle söylediler:
Bu defa mescit tarafına gitme ya Ali
Kendi elin ile kendi evin yıkma ya Ali
Mülcem oğlu seni öldürmek için gözler yolunu
Düşmanın elinde zehirlenmiş kılıç var ya Ali
Kendi canına acı, bu yolculuktan vazgeç
Beyaz sakalın kanlar ile boyalanmasın ya Ali
Evlatların elleri koyunlarında kalmıştır ağlıyorlar
Zeynep ile Gülsümü gözleri yaş koyma ya Ali
*
Allah’ın aslanı hazreti Ali’yel Murtaza bu sözleri dinlemeyip mescit yoluna koyuldu. Gülsüm babasının gittiğini görünce, ayak yalın baş açık gözlerinden kanlı yaşlar dökerek imam Hasan kardeşine koştu; Babam bu seher zamanında mescite gitti, tedbirsiz gitti, kılıç kuşanmadan gitti, kalkan verdim bağlamadı, babamın düşmanları fırsat gözlüyorlar, çabuk ol git dedi. İmam Hasan babasına vardı, çok ısrar etti yolundan çeviremedi. Ali mescidin kapısına geldi, kapı dile gelip “Ya İmam Ali! Gelme” dedi, imam dinlemedi, Ayağını mescidin koridoruna “salonuna” basınca koridor; “Ya Ali! Gelme” dedi, dinin lideri bunları dinlemedi. Cebrail gelip; “Yapma ya Ali! Sabah vakti sesini yüceltme, Mülcem oğlu uyanmasın ya Ali!..” dedi, İmam yine dinlemedi.
İmam Ali’nin sesinden Mülcem oğlu uyandı, zehirlenmiş kılıcını kuşanıp geldi, dua eden müminlerin safına karıştı, hazreti Ali Mülcem oğlu Abdurrahman’ı görünce ona baktı, bildi ama sesini çıkarmadı, ilerleyip minbere çıktı, zalim düşman arka safta idi, yavaş yavaş imama yaklaştı.
Yüceler yücesi Allah’ın aslanı, Mescide girdi
Nasıl söyleyim kalbim ah vah ile ateşlendi
O zalim imansızın elinde bela kılıcı tuttu
Kötü niyet etti imamı vurmak için çıktı
Elini beline koyup yemin etti durdu
Ya Ali! Deyip sinir ile başına vurdu
O zalimin kılıcı başına vurulunca
Kılıç Amr’ın vurduğu eski yara yerinden değince
Allah’ın aslanı o imama zehirlenmiş kılıç değdi
Önce havaya yüceldi sonra secdeye indi
İnsanlar gelip o Ay parçasına bakınca yanıyor
Görüler ki toprak almıştır yarasına basıyor
Vücudunun tamamı kan ile boyanmıştı
Yaralı canı ile hazreti Ali dayanmıştı
Yüz bin şükür ki sonunda kan ile boyandım
Bu fani dünyadan gidiyorum usandım
MÜMİNLERİN AMİRİ HAZRETİ ALİ’NİN VEFATI HAKKINDA İKİNCİ TOPLANTI
Ne acıdır ki yine dünya halkı kan ağlar
Ağıt sesleri yükselmiştir insanlar cinler ağlar
Ramazanın yirmi birinci günü tarihin kara günü oldu
Ali, Ali diyerek hem genç, hem yaşlı ağlar
Doldu dünya yine vaveyla sesleri ile
Yeryüzünde yas tutmuştur, göktekiler de ağlar
Evliyalar Şah’ı Ali’nin yası tazelenmiştir
Ehli Beyti sevenlerin gözyaşı dökülüp ağlar
Mescidin minberine ve mihrabına kara çektiler
Ev halkından ah vah sesleri yükselmiştir ağlar
Hasan’ül Müçteba yetim Hüseyin ise şehid
Zeyneb hanım ve Ümmü Gülsüm ağlar
Hazreti Abbas Fırat üzerine bayrak açmıştır
Şehidler efendisi o kolları kesilen Abbas ağlar
İmam Zeynelâbidin boynuna ölüm acısı şalını sarmıştır
Esirler ile birlikte Şam’a giden Hüseyin oğlu ağlar
İmam Cafer-i Sadık giymiştir siyah elbise
Cafer-i sadık ile oğlu Musa-ı Kâzım ağlar
Her zaman cenaze yerinde ya Ali söylerler
KUMRU ağlar gönül ağlar bahar ağlar
Raviler şöyle söylerler ki hazreti Ali kan ile boyanınca yer ve gök zelzeleye depreme uğrar gibi titrediler. Yeryüzünde insan, gökyüzünde melek gözyaşı döküp ağlarlar, yavruları duyunca geldiler, dizlerini kırıp ah vah içinde kaldılar.
*
Cebrail Kufe’ye kavga sesiyle gitti
Şanssız ve çaresiz ümmü Gülsüm işitti
Başını açmıştır gözü yaşlı dökmüştür kan
Gelip ne gördü ağlıyor Hüseyin ile Hasan
Dedi ayağa kalk bacım yeri açalım
Babamız gelir Zeynep Tez hazırlık yapalım
*
Başında ay parçası gibi kılıç yarası gelir
Bana söylemişti gidince yaralanıp gelir
Su hazırla yuyalım şanssız, çaresiz bacım
Kızıp kana boyanmıştır kanlı elbisesi gelir
Yerini hazırlayalım gelip biraz rahat edip yatsın
Bize misafirdir bu gün sevenlerin efendisi gelir
Yarasını bağlamak için kara mendiller getir
Gelince incinmesin dertli kederli gelir
Gelip gördüler ortalık alt üst olmuştur
Gördüler ki o Ali’yel Murtaza al kan olmuştur
Kuru yerin üzerine düşmüştür topraklar belenmiş
Yaradan çok kan akmıştır Ali’yel Murtaza bayılmış
İmam evlatları ah vah ile kalblerini dağladılar
Kimi ayağını öpüp kimi kucakladılar
Özgürlük bülbülleri çok çok ağladılar
Ermişler efendisi ayıldı gördü ki evlatları ağlarlar
Gençlerini kanlı göğsü üzerine almıştır
Hüseyin kulağına yavaşça seslemiştir
Yaralı canım yandı canım evladım nerde
Tatlı can elden gidiyor kalbimin sultanı nerde
Kan dolan gözümde hasret ile hayali vardır
Kalbimin neşesi vefalı Hüseyin’im nerde
*
Bu sözler söylenirken insanlar bir gencin geldiğini gördüler Ya Ali! Dedikçe kalbinden nefes yerine ateş çıkıyordu, elinde kılıç ile gelip babası Ali’nin üzerine kapandı, bu gelen Kerbelâ’da kolları kökünden kesilen Abbas idi, Allah’ın aslanı hazreti Ali yaralı haliyle onun böyle sızlayarak geldiğini görünce, gözlerini açtı kan dalgaları arasında oğlu Abbas’ın yüzünü kanlı görünce oğlu Abbas’a seslendi;
*
Görünce Ali sesledi ey gayretli oğlum
Kötü günümde bana yardımcı ve dost olan oğlum
Yıktılar, kapıda benim kanımı akıttılar
Bana yardım et ey benim kahraman oğlum
Vefana baban Ali’yel Murtaza kurban olsun
İki gözümün ışığı ey Ay parçası oğlum
Cinlerin ve İnsanların önderi her iki kolunu açmıştır
O kanlı göğsüne oğlu Abbas’ı basmıştır.
*
Yaralı baba ile talihsiz oğul kuzular gibi meleşip ağlaşırken etrafta sanki kıyamet koptu. Bir de baktılar ki Mülcem oğlu Abdurrahman’ı hazreti Ali’nin katilini hazreti Ali’yi sevenler yakalayıp getirmişler. Allah’ın aslanı hazreti Ali katili Abdurrahman’ı görünce hiçbir şey söylemedi. Mülcem oğlu Abdurrahman’ı cehenneme göndermek için ellerinde kılıç bekleyen dostlarına dedi ki; “Şimdi bu melunu götürüp zindana atınız, ellerine zincir vurmayınız serbest bırakınız, bana her ne yemek verir iseniz ona da o yemekten veriniz, ben ölürsem kısada kısas yapar öldürürsünüz, şimdilik dokunmayınız dinimizin emri budur” Sonra imam Ali hazretleri buyurdu ki “Beni evime götürün Zeyenp yolumu bekler” Ev halkı imamı gözyaşları içinde eve götürdüler.
*
Bakıp ne gördüler ki o LAFETA sultanı geldi
Boyanmıştır gülyüzü kana Ali’yel Murtaza geldi
Eş dost başına toplanıp ah vah çekip
Yüzlere tırnak vurup yaka yırtıp yaş döküp
Der idi kızı Zeynep ey sultanlar sultanı babam
Senden sonra dünyada benim çok zor olur kalmam
Kimi siler idi yüzünden akan kanını
Kimi de açar idi siyah telli amber saçlarını
Geldi imam-ı Hasan zira bir kâse süt getirdi
Aynı zamanda sundu yaralı babasına yetirdi
Yarısını o şah içtikten sonra buyurdu ya Hasan
Götür Mülcem oğluna ver yarısını da sen
Kendi katiline rahm eden Kevser havuzu sultanı
Nerede kaldı Hüseyin’in ciğeri susuz olunca canı
Kerbelâ’nın çölünde o kalbi hasta olan imamın
Şimir kalbi üzerine tekme ile çıkınca imamın
İmam der idi rahm ediniz ey Kufe halkı ölürüm
Gelin bir damla su verin bana ölürüm
Ramazan ayının yirmi birinci günü zamanın imamı
Bir özge duruma düştü rengi değişti yandı canı
O zehirli kılıcın eseri ve etkisi belli oldu
İmam evlatlarının hepsini huzuruna sesledi aldı
Veda etti ev halkına, dostlarına ve evlatlarına
Çoğunlukla birbirine ısmarladı dostlarını, evlatlarına
İmamlık rutbesini Hasan-ı Müçtebaya teslim etti
Sonra dönüp Kerbelâ’nın Hüseyin’ine baktı
O âlemlerin şahı ve sultanı Hüseyin’i yanına aldı
Gel ey kızım diyerek kızı Zeyneb’i sesledi çağırdı
Bazen Hüseyin’i kucaklardı bazen de Zeyneb’i
Der idi kızı Gülsüm’e ne var ise isteği
Onlara bakınca çok sabırsızca ağlardı
O imamın ağıtı insanları cinleri dağlardı
Derdi sizlerden ayrılıyorum ey azizlerim
Hakkınızı helâl edin vakit doldu ahirete giderim
Aniden gördü ki Allah’ın güçlü aslanı
Çekilmiştir bir köşeye Kerbelanın bayrakları
Yetimler gibi bir köşede ah ile vah çeker
Bahar bulutu gibi ağlar gözlerinden yaş döker
Ağlama ey kahraman oğlum gel kollarını sar
Kaderinde senin kollarının kesilmesi var
Kerbela çöllerinde evlatlarıma sensin su veren
Kahraman ve de gayretli oğlumu istiyorum ki görem
Bu sözleri söyleyip yanına sesledi oğlu Abbas’ı
Can gibi kucakladı bastı bağrına o şehitlerin hası
Mübarek ellerini acıma duygusu ile başına çekmiştir
Hüseyin’inin elini Abbas’ın eline vermiştir.
DEDİ:
Bu çölde bela seli taşınca oğlum
Kerbelâ çölü kan ile dolunca oğlum
Hüseyin’imin dostlarının hepsi dağılınca
O’nun derdine ilaç bulunmayınca oğlum
Annesi Ali Ekbere kefen biçince
Kasım eline Kan ile kına yakınca oğlum
Gerek ilk öne senin kollarını kessinler
Kolların kan ile boyanınca oğlum
Allah’ın aslanı vasiyetini tamam söyledi
Yüzünü kıbleye çevirerek dua eyledi
Deyip şehadeti enla ilâhe illallah,
Muhammed peygamberimdir, Ali veliyullah
Dil ile Allah’ın yalnızlığı kelimesini okumuş
Düşüverdi kolları gülyüzü sararmış solmuş
Şehadetini söyleyerek ecel şerbetini içti
Gözyaşları içinde bayılarak yere düştü
O’nun üzüntüsü ile dostlarının beli büküldü
Özellikle dertli KUMRU yas tutar oldu
İMAM HASAN MÜÇTEBANIN VEFATI
Canlar yakıcı tarihlerin yazarı
Şifreli yüce okulların öğretmeni
Allah’ın aslanının vefatından bir yıl sonrasına
Ancak bir yıl ömür verilmiş İmam Hasan’a
Bir ömür zarfında çok zulüm gördü imam
O’nun günleri sefasız oldu her zaman
*
Bazen dağıtmıştır onun mallarını dostları:
Bazen buruldu o imamın ayağına baston yarası
Bazen de doğranmıştır kılıç ile azası
O güzel imam çok bela çekip sabır ile oldu Halil
Hiçbir imam onun gibi olmamıştır zelil
O manevi lidere keskin zehir verildi iki defa
Peygamberin kabrine gidip orda bulmuştur şifa
Üçüncü kez haber gönderdi Süfyan oğlu Muaviye
Mervan elde etti Cudeyi bin bir hile ile
Aracılıkla Mervan vaad etti bin âdet dînar
Elmas zehiri ile sütü verdi bir miktar
Batış işi işlemek için Esma karar verdi
İslam dininin önderi imam Hasan’a içire zehiri
O kötü düşünceli, kötü tabiatlı, bu karar ile bu maksat
Yirmi sekiz kez buldu imam Hasan’a fırsat
Cumanın gecesinden geçmiş idi bir zaman
Kalktı yerinden o Esma adlı zalim hemen
Ahreti bırakıp mal ve devlete uydu
Elinde zehir imamın sarayına yüz koydu
Yakmışlardı çünkü imamın sarayının lambasını
Çok ihtiyat ile yavaş şekilde atar idi ayağını
*
Döşek üzre gördü; insanların şahı yatıyor
Güzellik bahçesinde güllerin gülü o imam yatıyor
Bakıp gördü o gönül lambasının yüzünü tanıdı
Elma gibi kızarmış al yanaklar yatıyor
Yüzünden bir miktar nur yükselmiş idi gökyüzüne
Sanki melek kıyafetli nurların nuru yatıyor
Gözleri görmüyor gibi uyku ile kapanmıştır
Gözleri kapalı ancak gerçekte gözü açık yatıyor
Dört etrafına ay yıldızlar toplanmıştır
Baştan başa Allah’ın dostu naz ile yatıyor
Huriye benzer kız kardeşlerini ayak üzre koymuştur
Şanssız Zeynep’in gözü kan yaş ile dolmuş yatıyor
Cennet Hûrileri gibi duru vermiştir yanına
Yanında Abbas gibi bir bayraktar yatıyor
Bir kenara çekilmiştir Kasım ile Abdullah
O iki İmam evladı kol boyun olmuş üzüntüyle yatıyor
Her zaman her nefesi ah vah sesiyle feryat ediyor
Onun yanında bile dostu KUMRU yatıyor
*
O, mel’un kadın imamın uyku âleminde olduğunu görünce yavaş yavaş yaklaştı. İmam Hasan’ın baş ucunda bir testi var idi, testinin ağzını bir tülbent ile iyice bağlamıştı, melun kadın yavaş yavaş yaklaştı, yanında getirdiği zehri tülbente döktü, zehrin bir damlası yere düşünce taşı fıkır fıkır kaynattı, düştüğü yerden bir duman çıktı ve o taşta kocaman bir delik açıldı, böylesine çok etkileyici bir zehir idi.
Bir zaman geçtikten sonra İmamı Hasan uykudan katlı ki dili damağı birbirine yapışmıştır, su istiyor, gözlerini bile açmadan ellerini uzatıp testiyi yokladı, tülbenti testinin ağzında bağlı görünce bardağı aldı, su doldurup içti. Boğazından bir avuç sanki ateş geçti, damarlarına bir yangın yayıldı, İmam Hasan-ı Müçteba yürekten ah çekti, yer ve gök seslenip titredi. İmam bu durumda baktı ki ev halkı yanında habersizce yatıyorlar, Zeynebin hiçbir şeyden haberi yok.
Yavaş bir şekilde onları uyandırmak istedi, bir taraftan zehrin etkisi ile kuşlar gibi sesleniyor, bir taraftan da şöyle söylüyordu:
*
Ey annem Zehra’nın hatırası bacım Zeynep uyan
Kardeşin Hasan’ın canısın, cimsisi, çaresiz Zeynep uyan
Gitti elden kardeşin ey yedi kardeş bacısı
Düşmüştür bir derde ki ilacı yoktur. Zeynebim uyan
*
Zeynep uykudan uyanmadı. İmam Hasan kız kardeşi Ümmü Gülsüm’e seslendi:
*
Yatma çok naz ile ey dert sahibi uyan
Felek başına zulm ile kül döktü uyan
Zehirin acısı ile canım yakıldı rahat yatma ey bacım
Kalk tedavi et ben çaresiz ve perişanım uyan
*
Gülsüm de derin uykudan uyanamayınca yaralı canı kuş gibi çırpınan imam-ı Hasan bu sefer de oğlu Kasım’ı sesledi:
*
Kalk baban gitti elinden ey ev harabe uyan
Canım cismim dert ortağım Kasım uyan
Benim durumuma bak ey şanssız ve hasretli oğlum
Kalk ki yetim oldun daha yetimliğine ilaç yoktur uyan
*
Kasımdan da ses gelmeyince, İmam Hasan kızkardeşi Zeynep’e seslendi:
*
Ey bela oklarına hedef olan Zeyneb’im uyan
Kardeşin ateşte kaldı yardım et ey Zeynebim uyan
Doğrandı zehir ile ciğerim parçalandı bacım
Kalk çabukça bana çare kıl Zeynebim uyan
Zeyneb’de ses ve seda olmayınca imam devam etti:
Ey gözyaşları çeşme gibi akan Zeynep
Ciğeri kan, gözü yaş, beli bükük Zeynep
Yatma bir dakika uyan ey gül bahçesinin vefalı gülü bacı
Bu zulüm zehri canımı aldı aman yardım et bacı
*
Ben öldükten sonra ağlayarak açma başını
Ağıt yapıp ırmak gibi dökme gözyaşını
Can veriyor şimdi helal et Hasan kardeşini
Az bir zaman sana misafir kalacaktır Zeynep
*
Ey halkıma söyle ki hepsi tutsun yasımı
Ediyorum yüce Allah ile can kavgasını
Sesleyin bana uzun kollu güçlü Abbas’ımı
İnsanlara bir ah ile tufan salarsın Zeynep
*
O gözü yaşlı Hüseyin amanettir sana
Boyanınca onun yardımcıları al kana
Kendi eliyle yavrusunu gönderince meydana
Kerbela’da ona analık esesin ey Zeynep
*
Kasımın elinden tut ben gayret ile ölmüşüm
Kasımı mı o Hüseyin’e kurban et vermişim
Zulüm zehri ile ciğerim yakılıp kavrulmuşum
O halleri görüp ciğeri kebap olan ey Zeynep
*
Kıyamete kadar durumuma üzülecek muhiplerim
Artık benim zamanım kısaldı ben giderim
KUMRU’yum her dem gönülden yaş dökerim
Sinesi yaralı kalbi kederli benim ey Zeynep
*
Bir başka diller ile seslenir idi Ümmü Gülsüme:
Kalk ayağa bana yardım et ey çaresiz Gülsüm
Annem gibi bana yakın ve dost olan Gülsüm
Zulüm zehiri ile yakıl ateş tuttu ciğerim
Aziz annemin yetimi ciğerim kan oldu Gülsüm
Ateşten kavruluyorum söyleyemez oldu dilim
Bu zehirli bedende can kalmamıştır Gülsüm
*
Gülsüm ile Zeynep uyandılar, ah vah sesleri ile kollarını açıp, imamı kucakladılar, gözlerinin yaşı yeri suladı, sesleri göklere ulaştı.
Hasan-ı Müçteba oğlu Kasım ile Abdullah’ı bir daha görmek istedi, Abdullah ile Kasım’da uykudan kalkıp geldiler.
Orta yerde imam çırpınıp tırnakları ile yerleri kazırdı, babalarının durumuna bakıp, iki yavrunun ikisi de acı tırnakları ile tatlı yüzlerini yırtarak ağlaştılar, imam Hasan gencecik oğullarına bakınca ciğeri yakıldı, onları yaralı kucağına basıp kokladı. Hüseyinimi de yanıma sesleyiniz dedi.
Baş açık, ayak yalın Hüseyin’e haber vermeğe gitti, Hüseyin derin uykulardı.
Söylediler:
*
Evimiz yıkıldı ayağa kalk dur amca
Ah vah seslerimiz göklere yüceldi ey amca
İki çocuk gece yarısında geldik kapına
Mümkün değil senden başkasına varalım ey amca
Elimiz tutamaz olup, gönül ve kalbimiz bitti
İlaç yoktur kesilmiştir tamamen çaremiz ey amca
*
Hazreti Hüseyin yerinden fırlayıp kanlı yaşlar dökerek can kardeşinin yanına geldi, gördü ki iki gözü kardeşi yeri göğü tırmalıyor, boynuna sarıldı, bir zaman ağlaştılar.
İmam Hasan Esma’yı da yanına sesledi, ona söyledi:
*
İnsanlar ile cinlerin sultanı sana ne yapmıştı ey Esma
Sen ömrümün baharını böyle perişan ettin ey Esma
Niçin zehir verip parçaladın ciğerlerimi
Dünyada zulm ile ciğerlerimi perişan ettin ey Esma
Sana muhabbetimin olması için mi bunu bana yaptın
İyiliğin sonu kötülükmüş dedikleri doğru imiş ey Esma
Ne hayırsız ve utanmazsın zulm edip uydun Şeytana
Gözümün yaşını zulm ile akıttın ey Esma
Bana elmas tozunu içirmişsin ben ölüyorum
Daha sağ kalmak için hiçbir ihtimal yoktur ey Esma
Sebep ne idi ki evladımı yetim ettin
Gencecik Kasım oğlumun eli koyununda kaldı ey Esma
Annem Fatıma yakanı tutacaktır kıyamet günü
Der niçin belimi büktün yuvamı yıktın ey Esma
Yanımda durma daha git yüzün kara olsun
Mervan sana verdiği vaitlere uymaz bil ey Esma
*
Zalim Esma, bu sözleri duyunca pişman olup yüzü karardı, ama iş işten geçmişti.
İmam Hasan o’nu kovdu “Git Mervan’ın sarayına, bir daha seni gözüm görmesin, Abbas senin bu hıyanetini bilse seni hemen öldürür” dedi.
Sonra kardeş Hüseyin’e dönüp bu kadına dokunmayınız Allah o’nun cezasını yakın zamanda verecektir buyurdu.
*
Bu sözlerden sonra imam Hasan’ın gül yüzü bozuldu
Zümrüt gibi beyaz rengi kararıp yeşil oldu
Çağırdı Zeyneb’i ey yavrum gel dedi bacı
Yardım et kardeşte senin, yetimleri de senin ey bacı
Bakıp bakıp Hüseyin’e gözlerinden döktü kan yaş
Buyurdu ey Hüseyin sen oğlum Kasım’a baba ol Kardaş
Oğlum Kasım’a kızını ver onu Kerbelada damad eyle
Ben de çıkar gelirim derim mübarek ola
Bu şart ile ki o düğünün beyaz kınası kan olsun
Cehizi gözyaşı, mihri bağışlanmış can olsun
Kasım senin uğrunda şehid eyleye canını
Esirlikte görsünler zincirdir gelinimin gerdanlığı
Bu işe ikisi de razı olup ağlaştılar
Ah vah sesleri ile yeri göğü dağladılar
Böylece vasiyetini etmiştir imam Hasan
Tüm evlatları, yakınları ile vedalaştı Hasan
İkinci İmam Hasan üçüncü İmam Hüseyin’inin tuttu elini
Teslim etti hemen o dem imamlık rütbesini
Hüseyin’in elini tutup sıktı o güzel İmamı Celil
Vakit dolunca geldi can almak için Azrail
Muhabbet şerbetini içip Azrail’den almıştır
Ağlar KUMRU gibi nefesten kesilmiştir
*
ŞEHİTLERİN EFENDİSİ HAZRETİ HÜSEYİN’İN MEDİNE ŞEHRİNİ TERK ETMESİ
*
O efendiler efendisi hicret etti Medine’de
Zulüm ile vahşet ortaya çıktı Medine’de
Bazen gelip kırdılar Ahmed’in dişlerini
Bazen Hamza’nın ölüm günü oldu Medine’de
Peygamberin evi ateş zulmü ile yakıldı
O gün büyük kıyamet koptu Medine’de
Fatıma’nın kaburgaları, kırıldı kemikleri
Muhsin sakat olup Zehra ağladı Medine’de
Hazreti Ali kolları bağlandı zulm ile
İmamların yaşamalarına fırsat verilmedi Medine’de
İmam Hasan’ın ciğeri zehir ile doğrandı
Düşmanlar imam Hasan’ın tabutunu okladılar Medine’de
Sonunda imam Hüseyin’i bela vatandan uzak kıldı
İmam Hüseyin’in daha kalmaya fırsatı yok Medine’de
*
Tam bu sırada Şam valisi Muaviye Allah’ın ona laneti olsun öldü.
Muaviye’nin yerine oğlu Yezit hükümet koltuğuna oturdu. Asıl kötülük ve fenalık bunun zamanında çoğalmaya başladı.
Zamanın imamı hazreti Hüseyin’in öldürülmesi için bir konsey meclisi kuruldu, Velid’e şöyle mektup yazıldı ki: “Ben bugün babam Muaviye’nin koltuğuna oturmuşum, eğer şu dört kişi bana biat etmez olurlarsa, saltanatım sağlam olmayacak, bunlar “İbni Ebu Bekir, İbni Ömer, İbni Zübeyr ve Ali oğlu Hüseyin” mektubum sana ulaşınca hemen bu dört kişiden ne yapıp yapıp biat almalısın, özellikle Ali ve Fatıma oğlu Hüseyin’e aman vermeyesn.” Bu mektup Velid’e ulaşınca bu dört kişiyi huzuruna sesletti.
Velid’in kölesi gelince İmam Hüseyin kardeşi Abbas’a dönüp söyledi:
*
Ey ünlü yüce kişi vefalı kardeşim
Allah’ın aslanı Ali’nin ünü ile ünlenen kardeşim
Canım elim kalbim ve de yardımcımsın
Ali evlatlarının bayraktarısın kardeşim
Senin o Tuba’ya benzer canına kurban
Ünlü Abbas bayraktarsın kardeşim
Abbas imam Hüseyin’in huzuruna vardı
O ünlü Abbas edeb ile Hüseyin’e arzetti
*
Canım sana fedadır ey iyilerin sultanı kardeşim
Muhammed-el Mustafa’nın iki göz nuru kardeşim
Nolmuş sana sanki Ay gibi yalnızca tutulmuşsun
Söyle bileyim derdin nedir kederin nedir kardeşim
*
O güzeller güzeli imam bu sözü duyunca
Döndü mübarek yüzünü Celal ile o zalim Mervan’a
Buyurdu kimin cesareti vardır ey zinadan olan
Bana zulüm elini gelsin açsın bu dünyada
Fani dünyayı eğer istersem fena ederim
Başka türlü yine dünyayı gülbahçesi ederim
Beni küçümseme ki çok şanım şöhretim var
Yanımda Ekber ve Abbas gibi sığınağım var
İşitti bu sözü Abbas, ey Hüseyin canım sana feda
Çağırdı sesi yükseldi dedi selam olsun sana
Gül yüzlü yeni gençler, ellerinde çıplak kılıç
Etrafında sevenleri, ellerinde çıplak kılıç
Bileklerini sıvayıp, geliyordu Abbas
Abbas’ın etrafında, tüm insanlar bütün nas
Gören derdi acaba Allah’ın kudretinden mi bu
Geliyor Hayber Kalesini yıkmaya, acaba Ali midir bu
Ey Hüseyin eğer seni incitirlerse toplumda
Vallahi bil ki ev yıkarım, ev bırakır mıyım Medine’de
O anda gördü ah vah sesiyle sesledi yarab
Geliyor bastonuyla kadınların hayırlısı Ali kızı Zeynep
Edeb ile iki oğlu bir sağında öteki solunda
Gül gibi rengi solmuş, kan yoktur dudağında
Kalbi kederli İmam bu tarafa baktı ne gördü
Kız kardeşi Ümmü gülsüm, bir başka süs ile geldi
Sonunda sultanlar sultanı dinin önderi Necef’in Şahı
Otuz kişi ile gitmiştir Velid’in evine tarafı
Durmuşturlar ev kenarında, Ensar soyundan olanlar
Haydar-ı Kerrar’ın oğlu Hüseyin saraya vardılar
İmam Hüseyin dedi kardeşi Abbas’a hemen
Beklemek için kalmadı burulurdu zaman
Beni Velid kendi huzuruna etmiştir davet
Yezid’in saltanatını kabullenmek, zulmünün yücelmesidir elbet
Bekleme hayli Haşim oğullarına et haber
Aslanlarım benim ile yanımda gelsin beraber
Önce yanıma komutanım Müslimi getir
Muhammede benzeyen Ekberimi getir
Haber et imam Hasan’ın yetimlerine
Ün ve fazilet sahibi vefalı Cafer’imi getir
O meclislerde beni gözü yaşlı bırakmayınız
Bana yardım ediniz, kederli üzüntülü bırakmayınız
Allah’ın dostuyum yeryüzünün sultanıyım
Düşman meclisinde beni zelil ve perişan bırakmayınız
Abbas kardeşi Hüseyin’e dedi seni hiç perişan bırakır mıyım
Dostsuz yardımsız hiç seni yalnız bırakır mıyım
*
Bilmelisin ki yezit hayal kurmuştur boş ve yersiz
İmam oğlu imam asla Yezid’e biat etmez
Bu biat üzerine gerek su gibi aksın kanlar
Kıyamete kadar olsun Kerbelâ ziyaretgâh
O susuzların şahı gitmek için kalktı ayağa
Mervan dedi ey Velid sakın O’nu bırakma
Hüseyin’in dışarı çıkmasına izin verme ey Velid
Eğer çıkar giderse daha gelmez ey Velid
O yalnızken bu oda gizlidir duralım
O Hicaz sultanından hemen biat alalım
Velid İmam Hüseyni sesledi kinini saçtı
Mecliste getirdiği teklifi az az açtı
Sana feda olayım ey Muhammed’in hatırası
Ölmüştür artık Süfyanoğlu Şam valisi
Halifelik hususunda Yezin’in hükmü geçer
Bana mektup yazmıştır emreder üçer beşer
Senin huzurunda ey Mustafa oğlu mecburum
Bugün bu mektubu arzetmeğe mecburum
Şam’dan bir zulm ile bir yazı yazarlar ey Hüseyin
Emir’in başlangıcında vaveyla yazarlar ey Hüseyin
O mektubun içeriğini anlatmıştır Velid
Hazreti imam Hüseyin’in kalbini üzdü Velid
Fitne çıkmaması için Yezid’e biat et dedi
Dökülmesin kan, sulanmasın eski tarla dedi
O zamanın İmamı peygamberin oğlu buyurdu
Benim Yezid’e biat etmem gayet zor oldu
Dostlar saraya girince Velid kaldı arada
Pek çok kan çıkacak imam Hüseyin bıraksa orada
Teker teker tutmuştur yiğitlerinin ellerinden
Kılıç kullanmaktan vazgeçirdi ve hem niyetlerinden
Peygamberin oğlu ve sultanlar sultanı
Velid’in evinden çıkıp attı ayağını dışarı
O Müslüman ümmetinin efendisi düştü bu fikre
Medine’den Mekke’ye hemen hicret eyleye
Dinin önderi ah vah sesi ile kendi evine gelmiştir
O gece hemen peygamberin ziyaretçisi olmuştur
Hazreti peygamberin kabrine ulaşınca o imam
Güya bu dil ile ceddine eder idi selam
Selam olsun sana ey ümmetimin sığınağı bana
Hicazın efendisi Medine’nin Şahı ve sultanı baba
Helal et hakkını bana senden hasret ayrılıyorum
Bu Müslümanlardan kalbimde şikâyetle ayrılıyorum
Başımı sokarlar yüz bin belaya ey Allah elçisi
Millet vatan ve ilden yoksun ayrılıyorum
Beni ümmetine emanet ettin ey iyilerin sultanı
Senin Hüseyin’ine iyi hürmet ettiler ayrılıyorum
Dünyada kabrin üzerine gece gündüz asla bırakmadılar
Gelip bir tek ziyaret edemedim kabrine ayrılıyorum
Beni bağışla daha elim ulaşmaz kabrine geleyim
Kabrine yaptığım bu ziyaret sondur ayrılıyorum
*
O imam bu sözleri şiddetli ağlayarak söyledi
O’nun mübarek gözleri yaş ile doldu çağladı
Uykusunda ceddi peygamber Mustafa’yı gördü
Gözlerinde yaş varken başının üzerinde belirdi
*
Buyurdu ağlama ey gözü yaşlı oğlum
Başına musibet gelecektir ey kalbi yaralı oğlum
Bekleme Kerbela yolcuğunun hazırlığını yap
Gerektir Irak’a göç eyle kahraman oğlum
Uykudan kalk ki göç etmemin günleri yaklaştı
Mariye gül bahçeli manzara olmuştur ey oğlum
Şimir ellerinde kılıç yollarını gözetler
Katil’ini bu kadar bekletme ey oğlum
Kolları kesilmek için kardeşin Abbas ile beraber
Yaralı vücud Fırat üstüne düşer ey oğlum
Vücudunda kılıç yarası göğsünde ok var
Başını susuz keserler bilesin ey güzel oğlum
Vücudun üç gece çıplak kuru yer üzre kalır
Vücudun garip ülkede gusülsüz ve mezarsız olur ey oğlum
Gerektir göğsünün yaralı üstüne atlar sürsünler
Seni kanlar içinde kana boyarlar ey oğlum
Yüceldesin Peygamberler arasında başımı
Şehadetin ile ben kıvanç duyarım ey oğlum
Dökülen kanlarının karşılığında kıyamet günü gerek
Şefaat sahibi şefaat veren olasın ey oğlum
Kam ve keder dolu gözlerini imam açmıştır uykudan
O temiz ziyaret yerini terk etti şehid imam
*
Hazreti İmam Hüseyin ceddi peygamberin mezarından ayrılıp evine geldi, odasına çekilip fikir ve düşünce denizine daldı, hem dua etti, hem ağladı: Ya Rabbim! dedi; Benim başımı belalardan ne zaman uzak edip kurtaracaksın? Ne zaman Ehl-i Beyt’in yüzü gülecek? Zalimin cezasını ne zaman vereceksin? Daha sonra kız kardeşi Zeynebi yanına sesleyip; “Benim iki gözüm bacım, bize yine yolculuk yapmak maslahatı ilahi olduğundan, yolculuk hazırlığını yap. Bu yolculuk hiçbir yolculuğa benzemez, yolumuz kan ile gözyaşı gözüküyor, bana Zehra annemin kendi elleri ile diktiği gömleği getir bir de kefen getir.”
Zeynep bu sözleri duyunca ağlayıp: “İki gözüm kardeşim, yolculuğa çıkan insan için niçin kefen lazım olsun?” dedi.
Hazreti İmam Hüseyin Zeynebi teselli edip kardeşi Abbası yanına sesledi, yol hazırlığı yapılmasını emretti. Ali Ekber Medine şehrinin içine çıkıp her tarafı dolaşarak halka şöyle seslendi:
*
Bizim ile dert ortağı olan herkes gelsin
Kerbela yolculuğuna yolcu olan herkes gelsin
Yolculuk hazırlığını tamamlayınız kafile gidiyor
Güzel bahar gül bahçesi olmuş kerbelaya gidiyor
Her kim ki cennet sevdası var işte kerbelâ
Görsün ki ne kadar güzeldir deşti kerbelâ
Gökten iner o çöle dalga dalga nur
Parlamaktadır çölünün manzarası kerbelâ
Gönüllerinde arzuları olanlar durmasınlar
Hazırlanarak hazır olsunlar yolculuğa kerbelâ
Her kim ki Muhammed’in sevgisi onda var
Bizim ile yolcu olsun çölüne kerbelâ
Hüseyin aşkı ile sabah akşam ağlayın
Daima dostun KUMRU Kerbelâ söyleyip ağlaşın
Medine halkı bu çağrıyı duyunca grup grup yol hazırlığına koyuldular, üç yüz deve ile hazırlıklar yapıldı, büyük ve küçük bütün Medine halkı imam Hüseyin’in evine toplandılar, gençlerin hepsi de hazırlanmışlardı.
*
O anda gördüler ki çekilin diye bir ses geliyor
Necef şahının, sultanının hatunu geliyor
Denildi ki yol açınız ey gönül dostları
Kerbela çölünün su getireni Abbas’ın annesi geliyor
Gördüler ki gelmiştir kafile’ye Ümmül Benin
Kerbelâ bayraklarının yapıştı elini tutuyor
Götürdü o güzeller güzeli imamın huzuruna
Durup edep ile şöyle arzetti imama
Feda olayım sana ey yeryüzünün efendisi
Ali Ekber oğluna yardımcı verdim oğlum Abbası
Ey gök ve yerin imamı eğer kabul eder isen
Ben sana hizmetçi, oğlum oğluna hizmet etsin
Sultanlar sultanı imam Hüseyin buyurdu ey anne
Bu kadar verme oğlun Hüseyin’e hacalet gene
Ki sen annemsin oğlun ise bana yardımcıdır
Vefalı kardeşim Abbas, benim ciğerim, canımdır
Bu sohbet tamam olunca gördüler dostlar
Yüceldi insanlar arasından başka bir ses başlar
Bütün dostlar bakıp gördüler o zaman
O Cafer-i Tayyar oğlu Abdullah’tır gelen hemen
Yanında ise iki gencecik gül yüzlü gençler geliyor
Ağlayarak ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i diyor
Benim kendim yaşlı olduğum için yolculuğum kaldı
Benim yetime kabul et bu gözlerimin nurlarını
Ey insanların sultanı senin ile gitmeğe yoktur kudretim
İki kuzu bir koça bedeldir kabul et niyetim
Kerbelâ toprağında ey iki dünyanın imamı
Gerek bunlar senin yolunda verdim kurbanı
O zamanda emir buyurdu imamların imamı
Ehl-i Beyt gelip binsinler develerine tam zamanı
Ehl-i Beyt kapısından yüceldi aniden bir ses hep
Geliyor Allah’ın aslanı Ali’yel Murtaza kızı Zeynep
Kenara çekilin Allah nurunun parçası geliyor
Güzellik merkezinin özü pek kıymetlisi geliyor
İnsanların hepsi genç ve ihtiyar kenara çekildi
Fatıma’nın o göz nuru Zeynep apaçık bilindi
Haremin kapısından çıkmış bin naz ile ve edeb
Hüseyin’in kız kardeşi Fatıma’nın kızı Zeynep
Hizmetçiler dizilmiştir hem solunda hem sağında
Kardeşleri aslanlar gibi yalnız geliyor idi yanında
Haşimi kadınları almışlardır Zeynep’i aralarına
Kasım ile Ekber girmişlerdir Zeynep’in koltuğuna
O iki dünyanın da hatunu böyle hürmet ile
Yapılmış koltuk önüne çekildi has altın ile
İnsanların en şereflisi Ali’nin kızı bakınca koltuğa
Omuz verir idi Abbas ayağının altına
Buyur hürmet ile bu koltuğa söyle Bismillah
Gerektir Irak’a gitsin bu Abbas Bismillah
*
Hazreti Hüseyin’in kervanı “Kafilesi” Bismillah ile yola çıktı.
Medine’den kenara çıkınca herkesin gönlüne bir şüphe düşüp, son bir kez daha dönüp anne ve baba diyarına merak edercesine baktılar. Medine’de kiminin annesi, kiminin ise baba babası vardı, kiminin çocukları eşi dostu yatar idi. İmam Hüseyin atasının ve dedelerinin mezarları üzerine gökten bir nur inmiş idi, İmam ve Ehl-i Beyti hasret ile bakıp ağladılar, ayrılık ateşi ile ciğerlerini dağladılar. Kuzular gibi meleyerek gözyaşları içinde vatandan ayrıldılar. Mekke’ye gelip oturdular, Mekke’de az bir zaman geçtikten sonra İmam Hüseyin’e Kufe şehrinden bir mektup geldi, mektubu oniki bin dost imza etmiş idi, İmam Hüseyin’i Kufe şehrine davet ediyorlar idi. İmam Hüseyin bu haberi alınca söyledi:
*
Hayret ki felek salmıştır zulüm tuzağına beni
Vaveyla derdinin üzüntüsü perişan etmiş beni
Vatandan ayrıp zulm ile hasret koydu
Muhammed’in kızı Fatıma’nın mezarına beni
Medine’de kızım Fatıma annesiz kaldı
O derde ortağım utandırdı beni
Eşimi ve çocuklarımı ciğeri dağlı çöllere saldı
Yakındır ki ulaştırsın fani dünyaya beni
Şimdi de Kufe şehrinden bana geliyor mektuplar
Ulaştırmak istiyor o vefasız millete beni
Gideyim yoktur çare gitmesem ilaç yol
O millet kendi aralarına almak isterler beni
Evde oturmak ile belki kan dökülür
Ya da tutup en zalim insanlara verirler beni
Yaklaşıyor ceddim Muhammed’in haber verdiği günler
Zulm ile çekerler Kerbela çölüne beni
İlk önce Kufe’ye bir yardımcım gerek gitsin
Onun ayrılığı salsın ilaçsız derde beni
*
Hazreti imam Hüseyin, Müslim’i Kufe şehrine oranın durumunu öğrenmek için haberci göndermeğe karar verdi, dostlar toplanınca imam buyurdu:
*
Söyle o kimsesiz Müslim gül yüzlüm, gelsin
Ukayl’ın iki göz nuru bebeği gelsin
Amcamoğlu yardımcım ilk şehidimdir
Benim için kolları bağlanan Müslim gelsin
Kabir kenarına kan dopdolu olunca
Ehl-i Beyt’in şehidi ve de efendisi gelsin
Arzusuna ulaşmayan Ali Ekber elini başına koydu
Müslim’in huzuruna varıp edep ile selam verdi
Hüseyin’in buyruğu budur ey göz nuru amcamoğlu gel
Kötü günümde dert ortağım amcam oğlu gel
Söyler Müslim’in, nerde döker gözünden kan yaş
Ne gözünde oğlu var ne de senden başka kardeş
Bu sözleri duyunca vefalı fedakâr Müslim
Ayağa kalktı zorluklara karşı yılmayan Müslim
O Sultanın kulağına yetişti gel sesi
Sesliyordu Müslimi savaşa güzel sesi
Daha gülyüzlü rengi kızardı sevinçten
Sanki bir aşık için ses geldi behişten
Ukayl oğlu Abdullah ayağa kalkmıştır yerinden
Lanet eder Yezid’e duman çıkar terinden
İmamın huzuruna varıp, baş eğip selam verdi
Hüseyin’in isteğinden emir ve haber sordu
Ukayl oğlu Abdullah yerinden ayağa kalktığı zaman
Tam bir üzüntü ile seslendi o güzel imam
Gel ey zamana da dostum ve yardımcım Müslim
Dünyada gücüm, sığınağım, kardeşim Müslim
Şehitler grubuna öncü olan Şehidim
Cesaret denizinde yüzen kahramanım Müslim
Sanki hareket dili ile o Kufe imamı
Tam bir istek ile Müslim imam Hüseyin’e dedi kel^maı
Azizim bu Müslim’dir yardımcın senin
Ben bir hizmetçiyim efendim ise Ekberin senin
Yağlı kılıç belinde canımı veririm yolunda
Hazır bir hizmetçiyim dururum huzurunda
İnanç dünyasının efendisi o büyük imam buyurdu
Perişan kalmışım bu teklif bana bir vazife oldu
Ey Müslim! Sen Ebu Talip neslinin gül bahçesi gülüsün
Kufe’ye bir yardımcı göndermem gerek bilirsin
Bugün gözüm canım ve yardımcım sensin
Kardeşim amcamoğlum ve de yardımcım sensin
Ben kalbi yaralıya yardımcı ol eğer kabul eder isen
Bir başka çare bulmam gerek kabul etmez isen
Müslim arzetti:
*
Ey Sultanım! Bu müjde için sevindiğim gönlüm şad oldu
Hicaz sultanının elçisi olduğum için tüm dünya benim oldu
Verdiğin bu rütbe benim başımı göklere ulaştırdı
Kufe elçisiyim Zehra’nın o aziz yavrusuna kavuşturdu
Amcaoğlunu bastı bağrına o yeryüzünün sultanı
Çok ağlayıp dedi ey kimsesiz perişan vatansızın canı
Döküldü gözyaşı aktı o mübarek yüzüne
Bu şekilde başladı herhalde o imam sözüne
Tehlikeli yolculuktur çünkü yüz bin işaret var
Birincisi budur ki eşinden ayrılmaklık var
Bildireyim o milletin gidişatını sana
Sözleşmeyi bozmak var firar ve kaçmak var
Kan dökmek için Kufe’nin kanlı sokaklarında
Elinde kılıç otuz bin atlı şeytan sıfatlı var
Onlara imam olması gerek imamın yardımcısı
Mazlum yardımcıma kılıç vururlar bin bir yarası var
Beni gördükten sonra bilmedim deme
Başının zulm ile kesilmesi için Dar-ül-Emare var
Saygılı olsaydılar o vilayette bir kere
Adalet yuvası yerine zulm yuvası var
Kendi isteğin varsa gitmeği kabul et
Düşünürüm belki bu iş için başka bir çare var
Gönlünde gitmek var ise gitmeyi kabul eyle
Düşüneyim bu işe belki başka bir çare var
O zaman ki Müslim komutana sır açık oldu
O rütbe ile sevinerek sohbete başlar oldu
Bu yaralı gönlüm şehid olmayı makbulündür
Bütün buyurduğun sözlerin hepsi kabulümdür
Senin yolunda ey aziz memleketin sultanı
Beni şehit etseler ederim bin şükr ile nazı
Razılığım ile gidiyorum ey Allah’ın halifesi işime
Amcanın oğlunu yola sevk et canını sıkmıştır dişine
İnanç dünyasının sultanı peygamberin oğlu o zaman
Kufe halkına şöyle bir mektup yazdı o an
İlk önce o mektuba başladı bir Bismillah
Ondan sonra yazdı ki Kufeliler olunuz egâh
Gönderiyorum Kufe’ye sevgili amcam oğlunu
Yüz hasreti ile derdime ilaçtır amcam oğlunu
Canımdan fazla severim o gözümün nurunu
İncitmeyiniz o zamanının komutanı amcam oğlunu
Ey millet! Allah rızası için ona saygılı olunuz
Biliniz ki sizlere misafir göndermişim amcamoğlunu
Hem dünya hem ahirette yardımcın odur
Saldım yollara çöllerin garibi amcamoğlunu
O’nu yalnız bırakıp etrafından dağılmayınız
Kurbette yüreği kanlı etmeyiniz amcamoğlunu
Kolları bağlı çekmeyiniz onu darağacına
Bin zillet ile kanını dökmeyiniz amcamoğlunun
Başı yaralı sinesi dağlı götürmeyiniz
Vücudunda hançer yarası var amcamoğlunun
Ey utanmaz millet! Allah rızası için bırakmayınız
Üç gün darağacında çıplak vücudunu amcamoğlunun
O’nun yetimlerini gözü yaşlı zindana salmayınız
Ağlatmayınız öldükten sonra ağlar amcamoğlunu
Kıyamete kadar ölümünün yıldönümü anılacak
Dertli savaşta KUMRU ağlar amcam oğluna
Dudakları susuz o imam mektubunun hepsi bitti
Amcası oğlu Müslim’e verdi sonra gitmesine emretti
O iyilik bahçesinin yeni komutanı
O mektubu öpüp koydu iki gözü üste anı
*
Hazreti Hüseyin’in yardımcısı Müslim ev halkına
Sonra Allah ısmarladık deyip devam etti yoluna
Gözyaşı döküp acı acı ağlardı
Ah çekip gök ve yeri dağlardı
Sevenlerin Sultanına arkadan bakarlardı elleri koynumda hep
Gördüğü zaman onun durumunu o çaresiz Zeynep
İmam Hüseyin’in huzuruna varıp ey Ali yetimi kardeş
Müslim’in başında ne var ki gözlerinden döker kan yaş
İnanç dünyasının lideri Hüseyin buyurdu ey bacı
Benim kalbim yanıyor kimsenin yoktur haberi bacı
Yanar benim kalbim kimsenin haberi yok
Gözüktü Kerbela çölünün ölüm izleri, pek çok
Kederden canım kebap ciğerim canım ayrılıyor
Bu derde canım yanar Cananım benden ayrılıyor
Bu gitmek biliyorum beni evimden ayırıyor
Vefa bahçesinde evimin yeni gülü ayrılıyor
Allah’a andolsun ki daha amcamoğluna elim ulaşmıyor
Şehitlerimin baş kurbanı Müslim çekip ayrılıyor
Fani dünyada ev halkım garip olmuştur
Benim parıldayan ay’ım ışıldayan yıldızım ayrılıyor
Fani dünyada yuvamı yıkıp küçültmüştür
Parlayan ay ışıldayan güneşim benden ayrılıyor
Kalbimin sevinci Canımın sığınağı dostum
Canım kadar azizim, Sultanım benden ayrılıyor
Yüz bin zulüm ile başı bedeninden kesilmek için
Müslim adlı vefalı kurbanım benden ayrılıyor
Hiç ayırmak istemezdim gözümden çare yok
Hasretimi çekecek gözümün ışığı ayrılıyor
*
Yeryüzü Sultanı hazreti Hüseyin bu sözleri söyleyip
Müslim yola koyulunca ah vah diğerek söyleyip
Derdi biraz ayağını tut ey yavrum gitme
Beni gözleri yaşlı bırakıp ey kardeşim gitme
Gel ki seni doyasıya kadar kucaklayayım bari
Kaldı yanlarımda iki ellerim bak gitme
Ulaşınca bu ses Şehidlerin başlangıcı Müslim’in kulağına
Gelip eğildi hemen hazreti Hüseyin’in ayağına
Peygamberin hediyesi Hüseyin hasretle yüzüne bakar
Gözünden yaşlar akar sinesinden ah çeker
Amcası oğlunu bağrına basıp kucaklaştı
Ayrılık zamanı gelince durup ağlaştı
Derdi amcası oğluna Hüseyin kalbinde olan sözünü
Akmaya başlar idi öpünce kan ile dolan gözünü
Hasret ile yakılıp kavrulunca hasret ile çekmiştir ahı
Der idi Mekke’nin sultanı Hüseyin çekmiştir ahı
Garip amcamoğlunu bela ve çile yuvasına gönderdim
Cennet’in hayret verici zevk ve sefasına gönderdim
Derdim az idi canım Müslim’i canımdan ayırıp
Kendi ellerim ile dert yuvasına gönderdim
İlk yardımcım Müslim’in ardından gitmeliyim
Yola salıp Kerbela yolcuğuna gönderdim
Ellerim koynumda kalbim üzüntülü gözüm kan ile yaş
Aziz canımı fedakârlık uğruna gönderdim
Kanına boyanmıştır vücudu yaralı kolu bağlı
Zulm ile ölmek için düşman arasına gönderdim
Çarem yoktur vatandan uzak kaldım
Belalı başımı belaya salıp Müslim’i gönderdim
Müslim perişan halde Allah ısmarladık deyip yola devam etti
Bahar bulutu gibi gözleri kan yaş dökerdi
Hem giderdi hem dönüp ardınca bir bakar idi
Yaş yerine gözlerinden kızıl kan akar idi
Sultanlar sultanı Hüseyin Müslim’in halini gördü ki
Derdi ey canı canımdan aziz Müslim nedir kalbindeki
Müslim derdi:
Kufe memleketinde yanıyorum senin ayrılığından
İzin ver ki ilk önce bir öpeyim ayaklarından
Bir daha dönemezim bu kanlı yolculuktan
Bir avuç toprak alayım ayağının altından
Bana şefaat vermen için bu toprağı kanım ile boyarım
Ben öldüğüm zaman o toprağı göğsüm üzre koyarım
Kıyamet günü olunca ki kabirlerde kalayım
Her zaman o topraktan senin kokunu alayım
Bu şekilde Allah ısmarladık dedi o Müslim şehid
O anda oldu imam Hüseyin’in huzurundan kayıp
Yüceldi sesi dokuz tane gök’e feryad eder
Bakıp aniden gördü ki ardı sıra geliyor Ali Ekber
Derdi ey canım amcam! Ayağını atıp gitme
Dur ki sana ulaşayım ey amcam biraz gitme
Müslim bir heyecanlanıp cuşa geldi
Ali Ekberi canı gibi kucaklayıp çekti
Öpüşüp koklaştılar, tutuşup vedalaştılar
Zavallı Müslim’i sefk etmeğe uğraştılar
Yollara düşüp hayli bir zaman gitti Müslim
Ulaştı Medine şehrine sağ ve salim Müslim
Zamanının üzüntülerinden etmek için şikâyetini
Yalnızca eyledi Muhammed el-Mustafa’nın ziyaretin
O garip Müslim peygamberin mezarına gelip etti selam
Edep ile söyledi ey yüce makam sahibi sultan
Dostu olmayan ve kimsesiz ben Müslim’e yardım et
Dünyada günlerim kara oldu Ey Allah’ın peygamberi
Dünyada zalim bizleri sürükledi bir zor derde
Daha başka bir çare bulunmuyor ey Allah’ın peygamberi
Gecenin karanlığında gizlice senin ziyaretine geldim
Gözükmemem gerekir düşmana ey Allah’ın peygamberi
Haber vereyim sana güzel Hüseyin’inden
Mekke’de perişan kalmıştır ey Allah’ın peygamberi
Ne gitmeye yeri vardır ne de kalmağa çare
Hüseyin’in zor durumda kalmıştır ey Allah’ın elçisi
Medine’yi hatırlarsa gözlerinden kan yaş döker
Bu yollara kan ile yaş dolu gözle bakar ey Allah’ın elçisi
Akşam sabah çok ağlar senin ayrılığından
Seni görmek için eli ulaşmaz ey Allah’ın elçisi
Kufe şehrine beni yardımcı olarak sevketti
İdam edilmem gerek ey Allah’ın elçisi
Bana hakkını helal et ayrılıp gidiyorum mezarından
Haydar-ı Kerrar Ali-yel-Murtaza’ya misafirim ey Allah’ın elçisi
Ağlayarak ziyaret etti peygamberin mezarını
Kenara çıkıp imamın sarayına yürüdü göre halını
Ne gördü o evde mum ışığı yanmaktadır
Garip bir diller ile ağlamakta sızlamaktadır
Sızlayarak göklere yücelmiştir bir hasta sesi
Hicaz dilleri ile vardır ah vah feryat sesi
Kulak verip tanıdı ki üzüntü bahçesinin feryatlarıdır
O hasta Fatıma’nın yanıp kavrulan feryadıdır
Hanımlar her zaman onun etrafını sarmışlar
Her birisi bir türlü teselli verir çare ararlar
Gel Sensin beni yüz bin belaya salan ey Ali!
Düzgün belimi kamburlaştıran sensin ey Ali
Vefalı kardeş idin ne çabuk vefasız oldun
Hiçbir zaman hayale düşürmezsin hasta kız kardeşini ey Ali
Ey kardeşim sen gideli günüm karadır
Gece gündüz ağlamak sızlamak benim işimdir ey Ali
Çok zamandır senin ayrılığından üzüntü çektim
Bahar bülbülüyüm birleşmek için hasretim ey Ali
Gece sabaha kadar ağlıyorum uykum yoktur
Kız kardeşinin ne duruma düştüğünden haberin yok ey Ali!
Nolaydı bir göreydi sana hasret olan gözüm
O Ay gibi parlayan yüze bakaydı gözüm sevinç ile ey Ali!
Kendin safa ile yeşillik yurdundasın
Beni bela yuvasına itmişsin ey Ali
Dertli KUMRU gibi sızlayıp ağlarım
Sabah akşam ayrılığın ile ağlarım sızlarım ey Ali
Sultanlar sultanı askerler komutanı o an 660 kez
O hasta Fatıma’ya verdi çok tesellilerle söz
Aynı gece ulaştı kalamaz oldu yoldan
Bütün akrabası ile Allah ısmarladık etti o komutan
Ağlar ses ile yanına aldı iki oğlunu kattı
İki yardımcı ve arkadaş kendisi ile beraber etti
O gül bahçesinin efendisi Medine’den düştü yola
Yol arkadaşlarının önünde Kufe’ye yolcu ola
Bir müddet gittiler gidecekleri yer pek uzak
Yol bitirip susuzluktan kılavuz oldu helak
*
Şehid Müslim kılavuzlarını kaybettikten sonra çöllerde bir zaman daha yol aldı.
Susuzluktan dudakları parça parça parçalandı. Ayaklarını kumlar yaktı, kafasını çöl güneşi kazan gibi kaynattı.
Müslim bu perişan durumda yol ararken önüne bir avcı çıktı. Zalim avcı bir kara gözlü geyik “ceylan” yakalamış, elinde kanlı bir bıçak, ceylanı yatırıp Müslim’in önünde kesti.
Mazlum hayvanın kanı kumlar üzerine akarken kara gözlerini Müslim’e dikip, Müslim’den yardım beklerdi.
Ceylanın akan kanı, Müslim’in aklına Kerbela da zulm ile dökülecek kanları hatırlattı, bunu uğursuz bir fal saydı. Hazreti Hüseyin’e tutup şu mektubu yazdı:
*
Ey amcam oğlu! Feleğin işi gözüme kanlı gözükür
Ne kadar yol gitsem yine gözüme zulm gözükür
Kılavuzlarımın her ikisi de susuzluktan öldüler
Düşünüyorum işlerimiz tam tersi ve aksi gözükür
Bazen avcı yolum üzerinde geyik boğazlar
Her çeşit sebepten zulm ve bela gözükür
Hayal edip bakarım Kufe’nin insanlarına
O insanların hepsi merhametsiz, vefasız gözükür
Kufe şehrinden damağıma kan kokusu gelir
Yaralı kalbime dert ve üzüntü apaçık gözükür
Arap dilleri ile Irak çölünün havasından
Kesinlikle Kerbela çölünün musibeti gözükür
Ey amcam oğlu! Bu gidişi uygun görmüyorum
Cevabını beklerim ama gözlerime işkence gözükür
*
Müslim bu mektubu gözyaşı ile yazıp bir elçi ile hazreti imam Hüseyin’e gönderi. İmam Hüseyin mektubu okudu, ah edip gözlerinden yaş döktü. İmam Hüseyin Müslim’in mektubuna şöyle cevap yazdı: “Ey iki gözüm amcamoğlu, şehitler grubunun önderi Müslim! Kufe halkının vefasız, sözünde durmaz, sözleşmesini bozucu olduğunu ben de biliyorum. Sana çok fena edeceklerinden de şüphem yoktur, ama Peygamber çocuklarının dünyada nasipleri zulm görmektir. Zorluklara karşı dayanıklı olmak, sabretmek bizim için faziletlerin en büyüğüdür. Ben seni Kufe şehrine böylece onları tecrübe edebilmen için gönderiyorum. Bu nedenle dönmek olmaz, git, Allah’ın kaza ve kaderine razı ol.” İmam Hüseyin mektubu elçiye verip Müslim’e gönderdi.
*
Kalbi kederli imamın emirleri ulaşınca Müslim’e
Mektubu öpüp koydu iki gözleri üste
O kıymetli imamın yardımcısı hemen atına binip
Solunda oğlu İbrahim sağında hem Muhammed
O inciler incisi yola düşüp devam etti
Gecenin yarısı geçmiş Kufe şehrine ulaştı, yetti
Kufe şehrine girince o Kufe’nin komutanı durdu
Muhtarın evlerini ikamet edip oturdu
İşitti bu haberi Kufeli büyük küçük
Kufeliler Muhtarın evine toplandı bölük bölük
Dediler ey zamanının imam yardımcısı hoş geldin
Gelen ayaklarına başımızı canımızı kurban edin
Bin şükrolsun dostlarını sevindirip razı eyledin
Bizim bu şehrimizi güller ile gül bahçesi eyledin
Müslim hüzün ve keder ile bakıp Kufelileri,
Dil ile dostça söyledi Kalbinden geçenleri
*
Medine sultanından siz Kufelilere emir getirdim
Daha sonra çoklu dualar getirdim
Boş değil elim gereksiz de gelmedim
Dostluk cennetinin kilidini elimde getirdim
Çoklu hediyelerim vardır beyan edeyim
Dostluk meydanına canımı dişlerime sıktım geldim
Kasaplar evine süs ve zinet olmak için
Bir zayıf vücud ve çıplak beden getirdim
Hazreti İbrahim Mina’ya bir oğlu getirdi
Ben bu vilayete iki kurban getirdim
Zindanda altı ay yatmak için kuru yerlerde
İmam evladı oğlumu siz Kufelilere misafir getirdim
Ellerinde tutarak Haris başlarını kesmeğe
Yavrularımı sümbül gibi perişan getirdim
Benden sonra ağlayıp sızlamasınlar diye
Dertli savaşta ağlamak için KUMRU getirdim
*
Müslim Kufe’de kaldı. Kufelilere haber saldı. Dedi ben imam Hüseyin tarafından yardımcı geldim. Sizleri Allah’ın yoluna davet ediyorum. Kufeliler grup grup Müslim’e biat eylediler. Tam 20 bin kişi Müslim’e biat ettiler.
Bu olaylar üzerine Müslim hazreti imam Hüseyin’e bir mektup yazıp Kufelilerin kendilerine biat ettiğini, burada işlerin düzgün gittiğini bildirdi. Mektup gitmede iken, Kufe’nin zalimlerinden bir grup bu durumu Yezid’e bildirdiler. Bunun üzerine Yezid Basra Valisi Ziyad oğlu Übeydullah’ı Kufe şehrine Vali tayin etti.
Ziyad oğlu Übeydullah tıpkı Haşimiler gibi nikab örtünüp kılık kıyafet değiştirerek geldi. Kufeliler gelen hazreti Hüseyin’dir diye sevindiler, etrafına toparlanıp ayaklarına yüzlerini koydular, Allah’a şükürler edip biatlarını tazelemeğe başladılar. Ziyad oğlu Übeydullah kendini belli ettirmeden Valilik konağına kadar geldi, konağın kapısında yüzünden nikabı kaldırıp yüzünü açtı ve dedi ki:
*
Ben yeryüzünde zulm ve kötülük temelini atanım
Ziyad oğlu, Kufe komutanı ve Yezid yardımcısıyım
Bakın bilin benim hiç haya ve şahsiyetim yoktur
Fatıma oğlu Hüseyin ile düşmanlığım çoktur
Bakın görün tanıyın sözlerimde yoktur hilaf
Ali’yi sevene etmezem zerre kadar dahi insaf
Müslim davetlinizdir Hüseyin’in yardımcısı buraya gelmiş
Kufe halkının çoğunluğu Müslim’e biat eylemiş
Yezid canına sesleniyorum ey Kufeliler
Bilmiyor sanmayın gelmişim elimde defter
Her kim güçlü Yezid’e hıyanet eylese
Tam bir zulm ile çektiririm dara o kimse
Her kim Müslim’e evinde yer verse bir an
Evini yıkıp kafasına uçurup eylerim viran
Kim ki Müslim’in işinden haber vere her an
Veririm o kimseye dünya içinde bin bir makam
Hazineyi açıp ben veririm ona bin dinar
Arapların üzerine eylerim onu Serdar (komutan)
Müslim’in yerini bilmek için o zalim
Saldı Kufe mahallelerine birer casus hain
Bu haberi vefalı Müslim işitti
Olduğu yerden çıkıp Hani’nin evinde gitti
*
Übeydullah zalimin adamlarından Ma’kıl isminde bir adam vardı. Kufe mescidinde Avsece oğlunu gördü, onun hareketinden Hüseyin dostlarından olduğunu anladı. Yanına yaklaşıp ben Şam’dan geliyorum dedi, Ehli beytin yoluna benim canım feda olsun dedi. Yanımda üç bin dirhem altın vardır, bu parayı Peygamberin kızının oğlu Müslim’e getirdim. Ama buranın yabancısıyım. Yerini bilemiyorum, Müslim’i bulsaydım hem ayağına yüzümü sürüp biat eylerdim, hem de parayı ona verirdim dedi. Yalandan gözlerinden yaşlar akıttı. Avsece oğlu bu melunun gözyaşlarına inandı, onu alıp, Müslim’in bulunduğu Hani’nin sarayına götürdü. Ma’kıl üç bin dirhemi Müslim’e verdi, Müslim’e yalandan biat eyledi. Evden çıkar çıkmaz doğru Ziyad oğlu Übeydullah’ın yanına varıp Müslim’in yerini haber verdi.
Ziyad oğlu Übeydullah Hani’nin arkasına adam gönderip huzuruna çağırdı. Hani arkasına gelen köleyi gönderip, kendi doğru Müslim’in huzuruna geldi:
*
Öptü ayağını arzetti ey! Medine sultanı
Ayrılık mevsimidir gel nolur bağışla beni
Birlik zamanı tükendi keder oldu sevinç
Beni makamına Übeydullah davet eylemiş
Hakkını helal et gidiyorum kıyamete varırız
Eğer ben ölür isem durma Kufe’de yalnız
Beni affeyle ki sana karşı kusurum çoktur
Bu Kufe halkına bel bağlama onlarda vefa yoktur
Hani Müslim’den ayrılınca pek çok ağladı
Hani kahramanca beline kılıcını bağladı
Allah ısmarladık deyip evinde yalnız koydu Müslim’i
Yüce Allah’a ısmarladı o kederli Müslim’i
Kalbi keder dolu ulaştı İbni Ziyad meclisine
Selam verip çekildi edeb ve erkan ile
Evvelinde kâfir olan O Yahudi Mecusi kötü hareket
Tam bir zulm ile baktı zamanın Haliline sanki Nemrud
Duydum ki Ukayl oğlu sana olmuştur konuk
Sebep nedir ki gizli tutarsın evinde o bağrı yanık
Görünce Ma’kili kırıldı Hani’nin kanadı kolu
O hayasıza bakıp bildi olacak durumu hali
Hemen gayret ile başladı sohbete geldi nutka
Dedi ey amir! Kederliyim sen eziyet etme bana
Gelmiştir benim evime Müslim bir gece yarısı
Bir gece kalkıp sabah çekilip gitti geri
Bu söz hiddete getirdi o pis kara yılanı
Dedi bahane etme ey Ebu Süfyan düşmanı
Eğer Müslim’i eli bağlı getirmezsen sağında
Görürsün halka ve zincir takılı ayağında
Hani dedi ben asılmaktan korkmam ey zalim
Beni eğer astırırsan ne olur senin halin
O anda İbni Ziyad celladı çağırıp istedi bir demir Polat
Vurdu Hani’nin yüzüne kanını akıttı cellat
Hani’nin dudağı patlayıp gözleri doldu kandan
Çekti o yaşlı ihtiyar Hani hemen kılıcı kından
İbni Ziyad üzerine hamle edince o yaşlı kaplan
İbni Ziyad’ın köleleri tuttular o kahramanı koldan
Fırsat kalmadı o aslanlar gibi kahraman Hani’ye
Kollarını bağlayıp götürdüler Hani’yi hapise
Var idi bir kızı Hani’nin evde altı yaşında
İşitti babasının bu halini koptu vaveyla başında
Annesi kucağına alıp sildi gözlerinin yaşını
Getirip bağrına bastı o yavrunun başını
Dedi ey kızım bu kadar üzüntünü çok eyleme
Atanda sen de bu canım da kurban Müslim’e
Böylece kızına teselli ve tesniyet vermiştir
Hazreti Müslim için yemek hazırlamıştır
Dedi melek yüzlü yavrumun yüzü solmasın
Garip Müslim bilip de mahcup olmasın
Müslim sorarsa kızım geldi mi baban Hani
Cevap ver ki gelmedi ey Medine sultanı
Hani’nin hanımı yemeği alıp Müslim’in huzuruna geldi
Kalbi kederli Müslim tam bir dikkat ile bildi
Sordu ki ey Hani’nin eşi ve gül bahçesinin bülbülü
Sebep nedir ki gül dudaklarının kaçmıştır gülü
Hani’nin kızı dedi ben sabredemem bu ayrılık derdine
Ki attılar mazlum babamı zulm ile hapsine
Garip annem senin için üzülüyor efendim
Babam annem hem kendim senin yoluna kurban efendim
Bu sözleri işitince gayretten Müslim tutuştu
Mahcup olmuş bir zaman başını aşağı eğmişti
Ciğerinden ah çekip yemeğe bakmadı yoktur ki iştah
Ayağa kalkıp bir yüksek sesiyle dedi ya Allah
Müslim’in gözleri kızardı gayretten aslan gibi
Kahramanca Müslim heyecanlanmıştır amcası Hayder gibi
Bir anda celallendi o olgun ve kahraman komutan
Gören derdi Hayber üzre gitmektedir Ali Kahraman
Silahını eline alıp beline bağladı kılıcını
Varıp da almak için o vefalı Hani’nin öcünü
UKAYL OĞLU MÜSLİM’İN SİLAHINI KUŞANMASI
Müslim, Hani’nin zindana atıldığını öğrenince daha fazla duramadı, çelik miğferini başına giyindi, imamesini bağladı, boydan boya altınlı kaftanını giyindi, kılıcını ve hançerini kuşandı, görenler güneş gökten yere inmiş sanırlardı, öyle heybetli, öyle yakışıklı idi.
*
Sanırsın Allah’ın kudret ile mücessem olmuştu
Nur ayaktan başa o sultanlar sultanı nur ile dolmuştu
O izzet ordusunun parlayan nuru kuşanmış savaşa silah
Sağ ve soluna bakıp çekti ciğerden bir ah
Ey göz nurlarım hakkınızı helâl ediniz gidiyorum
Çarem yoktur yolculuk uzaktır gidiyorum
Sevgili dostun büyüklüğü almış takatimi
Vurmuştur başıma sevda rüzgârı esiyor gidiyorum
Ülkenin garibi vatanın koruyucusuyum
Tam bir hasret ile vatanı terk edip gidiyorum
Ömrüm boyunca ne kusurum ne günahım var
Zalimler dökmüştür kanımı boş yere gidiyorum
Kötü günümde ulaşmaz elim yavrularıma
Bana ayrılık ve kötülük zamanı gelmiştir gidiyorum
Gönlümde dostların ayrılık sesleri ötüyor
Garip kimsesiz kalbi kanlı yardımcısı olmayarak gidiyorum
Üzülmeyiniz ey çaresiz yetimlerim
Sizleri bu Vilayette kapılarda terk edip gidiyorum
Kalmıştır dert yüreğimde ben ne çare kılayım
Hiç kimse bu halimi bilmiyor gidiyorum
Oğlu Muhammed bu durumu görünce feryad eyledi
Yapıştı eteğine ey baba can bu ne hal diye söyledi
Bu kederli sözdür yorgun cana saldı ateş
Ne korkunç yolculuktur yollar sanki kan ile taş
Ayrılık zamanıdır at boynuma baba kolunu
Ne vakit geleceksin gözetleyeyim yolunu
Müslim dedi Kufeliler kana doymazlar
Eğer gelirim desem inanma koymazlar
Oğlu Muhammed seslendi ey Medine sultanı
Eğer ki koymasalar gelmeye bu millet seni
Kapılarda garibim görmek isterim seni
Aklımız da sen olunca ey yeryüzünün sultanı
Biz sokaklarda seni kimin evinde soralım
Nerde eğlenip yatak ve nerelerde oturalım
Müslim dedi giyinin bu şehirde karaları
Geziniz mahalleleri arayınız çölleri
Eğer gelip o çaresiz Müslim’i görmek isterseniz
Gerektir ki varıp da kasap dükkânına sorasınız
Muhammed arz etti niçin vatandan ayırdın bizi
Amandır gönder bari Medine’ye geri bizi
Gönder vatana ey zamanının insanı gidelim biz
Uygun olmaz ki sokaklarda kalalım çaresiz
Müslim dedi bilseydim bu zulmü önceden
Sizleri hiç ayırmaz idim anne kucağından
Mahcubum çünkü dert çoktur ey oğlum
Bir daha Medine şehrini görmek imkânsızdır ey oğlum
Helal et hakkını çünkü gurbette yardımcım sensin
Matemlerle dolu gül bahçemin KUMRU’su sensin
MÜSLİMİN HAYATININ DEVAMI
Ey felek! Ayrılık derdi ile yaktın Müslim’i
Saldın çaresi bulunmayan zamanın belasına Müslim’i
Fani dünyada ayırdın Müslim’i ev halkından
Zulm ile çektin dağa taşa ve çöllere Müslim’i
Zulm yuvası olan Kufe’de koydun böyle garip
Düşmanlar arasında çaresiz ve zelil ettin Müslim’i
Kolu bağlı sinesi dağlı garip elde perişan ettin
Saldın sonunda düşman askerinin eline Müslim’i
Perişan ettin Müslim’i ne sebebe bilemedim
Yüz bin yara ile kızıl kana boyattın Müslim’i
Ey vefasız gökler niçin etmedin haya
Verdin yıkılmış Kufe’de tufana Müslim’i
Zinadan olanı sevindirdin Haydar-ı perişan
Zulm ve işkence ile cana gelmiş Müslim’i
Vurdun yerden yere bedenini hiç utanmadın
Süfyan sülalesine mağlup ettin Müslim’i
Çok mu gördün ey felek! Ne sebepten zamana da
Dert mesajı ile ağlar, perişan ettin Müslim’i
*
Ukayl oğlu Müslim şehre tellallar çıkartıp dostlarını yolculuğa sesletti. Hüseyin’e biat edenler atlansın, kılıçlarını bağlasınlar, hesap günü gelmiştir dedi.
Bu sesi duyanlar çoluk çocuk, genç ihtiyar Müslim’in bayrağı altına koştular. Tam yirmi bin kişi toplandı, Ehli beyt yoluna kanımızı dökmeğe hazırız, seni bekliyorum diye Müslim’e haber gönderdiler. Müslim Hani’nin evinden çıkmağa karar verdi.
Küçük kızı çağırarak dedi ki:
Hani’nin kızını sesledi o Medine sultanı
Dedi kızım gidiyorum helâl ediniz beni
O küçücük yavru başına kara çeker idi
Ah bugünde beni tutaydı ecel der idi
Dönüp bakınca Müslim’in benzeri yavru yetim
Koymuş yüzünü kuru toprağa oğlu İbrahim
Kan ağlardı yüreği her zaman çeker ah
Der idi ben garibim varım yokum Allah
Nolaydı ey Allah’ım bir evimiz Kufe’de olaydı
Rukiye annem geleydi bu şehre olmazdık ayrı
Bu ses ulaşınca Müslim’in kulağına
Oğlunu kucaklayıp çekti ay ve vaveyla
Dedi ki ey kederli ve üzüntülü olan oğlum
Benden sonra zulm’den kurtulmayan oğlum
Niçin bu şehirde bir evin olmasını arzularsın
Rukiye anneni ey şansı kara neylersin
Ağlayarak ah çıkmıştır o kimsesiz çocuktan
Annesiz çocuklara anne lâzım baba can
Senin bu ayrılığın bizleri kebap eyler
Gözlerimin yaşını su gibi sel eyler
Gözlerim keder yaşını ne kadar dökse doymaz
Hangi evde ağlasam ev sahibi koymaz
Kendi evimiz olsa idi koyardım eşiğine başımı
Çok ağlayınca siler idi annem de gözyaşımı
Yetimi bağrıma basıp gözlerinin yaşını akıttı
Daha sonra öteki oğlunu yanına çağırttı
Dedi ey oğlum ölürüm dökünüz gözlerinizden yaşı
Sen kalacaksın yetim hem de yetim kardaşın
Bu yetimi yatırmadan gece kendin yatma
Bu nazlı yavruyu Allah rızasına ağlatma
Nerde babam deyip ağlayınca İbrahim
Deme ölmüş babasız kaldık dünyada yetim
Daima bağrına bas derdine ortak ol
Benim yerime oğul kollarını boynuna sal
Baba ayrılığı zordur kolay sanma
Çok ağlarsa sen ondan bıkıp usanma
Tutulup iki kardeş girersiniz zindana
İbrahim kardeşin çocuktur dönmesin ciğeri kana
O hapishanede zincir olacak ayağında
Bu kimsesiz masumu al yatır kucağında
Muhammed dedi ey sultan baba! Ben de perişanım
Garip memlekette ben de bir yetim çocuğum
Ben ağlayınca kimim var benimde gönlüm yaralı
Boynuma kolunu kim salıp silecek gözümün yaşını
Müslim dedi helâl ediniz bu fani dünyadan ayrılıyorum
Dünyada zulm ve işkence belasından ayrılıyorum
Sizleri yetim bırakıp yabancılar kapısında
Derdim çoktur kalben üzüntülü ayrılıyorum
Garip yerlerde ellerim ulaşmadı dostlarıma
Ne zillet ile bu zulm dünyasından ayrılıyorum
Mümkün olmadı son nefeste bir kere görem
Allah’ın aslanı Ali’yel Murtaza’dan ayrılıyorum
Ömrümün son günlerinde felek aceb perişan etti
Kerbelâ sultanı Hüseyin’den ayrılıyorum
Cenazem üstünde başını açıp ağlayan yok
Şansı kara kızım Hatice’den ayrılıyorum
*
O vefalı Müslim şimdi teselli vermiş
Göz Nurlarını, Şerih kadıya göndermiş
Kalbinde ah çekip mübarek dilinde bismillah
Ufuktan doğmuştur on dördüncü Ay parlak
Savaş borazanı çalınınca o ünlü Müslim atlandı
Görenler der idi bir melekler sultanı Cafer atlandı
Deyip bir ya Allah ayağını bastı üzengiye
Müminlerin Amiri Ali gibi aslan Müslim atlandı
Olundu askerlere hükm saflara emir ferman
Verilmeyecek idi Yezid evladına aman
Gören hayret ederdi bir heybet ile yürüdü
Hayber kalesin yıkmağa Ali Murtaza yürüdü
Döndü bir baktı askere o sevenler komutanı
Kalpler yakacak şekilde ah çekerek yürüdü
Kerbelada kana boyanan ya Hüseyin
Gel bugün gör ki yüreğimde nice kanlar yürüdü
Bu askerler şimdi dağılırlar yalnız kalırım
Bak amcan oğlu Müslim Şehid olmak için yürüdü
Karınca koşunu gibi sel olup yürüdü asker
Hücum ettiler Darul-emare’ye hep beraber
O kâfir ibni Ziyad karar verdi o anda
Birkaç kişi seslensin kasr üstüne çıkıp da
Kesinlikle biliniz ey Kufeliler bugün akşam
Gelir ulaşır görürsünüz bir sürü askeri Şam
Dünya mülkünün yaşamını sizlere hep haram eyler
Yavrularınızı eş ve dostlarınızı kırıp belki katli-am eyler
Her kim ki bugün Müslim’e dost ve arkadaş olur
Ev halkını öldürürüm evi hep alt üst olur
O kimse ki Müslim’den öç alıp geri gelir
O kimseye ederim hesapsız bağış ve ihsan olur
Bu sohbetten sonra düştü Kufe şehrine kavga
Kaçmaya başladırlar gelmesin diye belâ
Alıp götürür idi her melun arkadaşını
Anne oğlunu dönderir bacısı kardeşini
Böylece dağılıp gittiler o zalim rezil
Biatlarını kırdılar oldular pek çok zelil
O Kufe insanları bölük bölük dağıldı
Hepsi bir yersiz söze inanarak kapıldı
O kimsesiz Müslim gördü ki bütün asker
Ellerini koltuğuna koymuş ah ile vah çektiler
O vefasızlara baktı arkadan hasret ile
Hitap eyledi şikâyetini o lisanı hal ile
*
Dağıldı vefasız dostlar arkadaşlar gitti
Gül bahçesinin rengi bozulup vefasız güllerim gitti
Kufe insanlarının nasıl vefasızlıklarını anladım
Koydular beni belada yine vefasızlarım gitti
İlk önce toplandı etrafıma bu imansız millet
Beni yalnız bırakıp sonunda vefasız askerlerim gitti
Bakıp ne gördü asker yok olmuş hemen dağılmıştır
Otuz kişi ancak var idi o dahi şüpheli kalmıştır
Dizini kucaklayıp döktü kanlı gözyaşını
Koymuştur iki dizinin üzerine o nazlı başını
Derdi yanmaya başlamış üzüntülü yüreğim canım vay
Bu vilayette garip kaldım zelil oldum canım vay
Haşim oğullarından ben düştüm kenara
Eli yürekte kalan yanan canım vay
İki yetim yavrum köşelerde boynu bükük
Belim büküldü şansı kara canım vay
Utanmaktan sığınmaya dostum yok yerim yok
Perişan zelil ve kimsesiz kalan canım vay
Dünyada hasret ile ayrıldım ev halkımdan
Hatice kızım intizar bekler beni canım var
*
Dili yaralı gözü yaşlı kimsesiz komutan
Yerinden ayağa kalktı o derdine ilaç olmayan
O anda yerinden ayrılıp dışarıya adımını attı
Ne bir selam veren var ne de yanında bir dostu
İmam yardımcısı Peygamber evlatlarının elçisi
Yirmi bin kişinin komutanı ve sultanı yoktur neşesi
Başı aşağı elleri koltuğunda sinesi dağlı harap
Mahalleleri sokakları gezip derdi ey yarab
Ne ses veren vardır sesine ne de yardıma gelen
Gezerdi köşe köşe hem garip hem gözleri nem
Ulaştı bir yere ne gördü merkezi o insanlığın
Durmuş kapıda oturmuş beklerdi o bir kadın
Duran kadına selam verdi kederli Müslim
Dedi ey anne! Bana ne olur su ver bir yudum
Ellerinde su kabı ayağa kalktı o kadın durdu
Bir yudum su verdi o mazlum komutanı doyurdu
Kadın söyledi ey garip git evinde dinlen
Ev halkının yanına var git evinde dinlen
Kufe şehrinde evim yok garibim Dedi ey anne!
Vatandan ayrılmış bir yabancıyım Ey anne!
Bu şehirde ne evim ne de bir ev halkım var
Kalbimde dert keder çoklu üzüntüm var
O kadın dedi ey dertlere olan müptela
Evin yok ise gidip bir yataydın kenarda
Gidip bu köşeye bak bir eski mescit var
O mescit içine girip yatmana ver karar
O kadına Müslim dedi amandır beni kovma
Bu vilayetin garibiyim sığınmışım ben sana
Daha gitmeğe yoktur takat bu ayağımda
Düşman gezer benim ardımca sol ve sağımda
Var ise ey garip düşmanın bir kenara çekil
Belaya salma benim başımı bir kenara çekil
*
Hazreti Müslim, kadına kim olduğunu sordu. Kadın Fatıma dostuyum, Hüseyin’i severim ben, Hamse-i Ali aba’nın kurbanıyım diye cevap verdi. O vakit Müslim’de kim olduğunu söyledi.
Kadın bu garibin Hüseyin’in yardımcısı olduğunu öğrenince kanlı yaş döküp ayaklarına kapandı. Evim de canım da sana kurbandır, içeri buyur, benim adım Tavâ’dır, ev benim değil senindir, istediğin kadar kal dedi.
Müslim Tavâ’nın evine girdi, fakat gözlerinden kanlı yaşlar dökerdi.
Tavâ kadın sordu, Müslim neden ağladığını, şöyle beyan eyledi:
*
Ey anne! Bu üzüntüden yakıldı cismim canım ağlarım
Canım yorgun ümidim yok ihtiyarım ağlarım
Perişanım kederliyim sabrım taşmıştır
Gözlerim kan yaş ile dolmuş beklentim var ağlarım
Öten bülbüle gül hasreti çok zordur
Baştan başa ömrüm yıpranmıştır ağlarım
Bir taraftan ayrılık dağı kalbimi kan eylemiş
Gitti elden iki göz nuru yavrularım ağlarım
Nerde kaldı bilmiyorum tatlı dilli yavrularım
Hiç onlardan ümid haberim yoktur ağlarım
Köşelerde mi kaldılar ya ki bulmuşlardır sığınak
Gücüm ve sabrım kalmamıştır ağlarım
O Kerbela sultanının yardımcısı söyledi bu sözleri
O imam evladı yaktı yeri ve gökleri
Gelen yemeğe el sürmedi sağa sola baktı
Gözünün yaşı sel gibi revan olup aktı
Dedi kaldır bu yemeği yiyecek günde değilim
Hani sağımda Muhammed solumda İbrahim’im
O yavrularımın üzüntüsü yıpratmıştır beni
Bilmiyorum hangi köşede beklerler beni
*
Garip Müslim gurbet memlekette eşinden yoldaşından ayrı, yavrusundan akrabasından uzak ağlamakta olsun, Ziyad oğlu Übeydullah Müslim’in tek başına yalnız kaldığını öğrenince Kufe insanlarını mescide topladı, onlara dedi ki:
*
Bu fani dünya da zulm ve fesad mayasıyım ben
Ali evladının kanını döken İbni Ziyadım ben
Yezidin kölesiyim bir kan döken kanlı celladım
Ali evlatlarının kanını akıtan bir zalimim ben
Zulm binasını sağlamlaştırmakta Nemrud’u geçmişim
Düşmanlık merkezi kin ve inad çeşmesinin başıyım ben
Bugün ey zalim millet sizlerden razı olmuşum
Müslim’i yalnız bıraktınız bu işten sevinirim ben
O komutanın yerini kim bana haber verse
Başını yüceltirim göklere ihsan sahibiyim ben
Kim o kimsesiz komutanı evinde saklarsa
Acımadan evini yıkarım zulm sahibiyim ben
Dağıldı meclisten kin ve zulm sahibi
Var idi Tava’nın oğlu adı Bilal idi
O kötü işlemler yapan gelip eve ulaştı
Bakıp ne gördü annesinde rahatsızlık vardı
Bilal şüphe eyledi baktı ki evlerinde Müslim
Sabahı zor eyledi o soysuz sabırsız zalim
Dini bırakıp serveti ve devleti kabul etti
İbni Ziyad oğlu Übeydullah’a olayı haber verdi
İbni Ziyad bu habere çok sevindi gönlü şad oldu, Bilal’a kıymetli bir gerdanlık hediye eyledi ve hemen emir verdi ki:
*
Karar verildi saflar kurulsun saflar üstünden
Nizam ile düzülsünler ki ordu ordu üstünden
Elhamdulillah Ukayl oğlu bu gün tuzağa düştü
Kesinlikle Şah’ın yardımı oldu inayet üstünden
Tavâ’nın evinde gizlenmiştir çaresiz Müslim
Dert çekmeğe gelir dost dost (ardından) üstünden
Dört çevrensi sarınız yalnızlayınız o arap aslanını
Kimsesizdir canına salınız hançer hançer üstünden
Tutun ya öldürün ya bağlayın kollarını sağlam
Vurun bedenine kırbaç kırbaç üstünden
*
O millet bu sözü işitip, Tavâ’nın evine taraf sel gibi akmaya başladılar.
*
Sel gibi bela aktı o Yahudi milletinden
Ulaşıp ettiler her tarafını sardılar hem
Bela davulu çalındı göklere çıktı ah sesi vay
Evi çevirdiler perişan Müslim vay vay
İşitince davul sesini o peygamber zürriyesi
Elini eline vurup efsus çekti ah sesi
Zalimlerin zulmünden sığındım ey Leşker nettin
Zulm ile işkenceden gurbette kalbim kan ettin
Peş peşe davul çalarlar ölüm gününe ittin
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Başımı vermek kolay senden ayrılmak çetin
Ben giderim zaten yavrular kalır yetim
Çok çabuk yüz çevirdi dünya seven ümmetin
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Şah Hüseynin biatını kufeliler bozmuştur
Ya Hüseyin gurbetin zulmünü bana vermiştir
Ömrümün sonunda Ali Ekber aklıma düşmüştür
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Kalbi yaralıyım dostum, arkadaşım yok neler olmuş
Bir garibin üstüne bin kişinin yürümesini kim görmüş
Kerbela sultanından ayrıldım yolculuk uzak olmuş
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
*
Bu sözleri söyleyip kılıcını kuşandı Müslim
Gönlünde ah kalbi yaralı sinesi dağlı Müslim
Seslendi ey Tavâ anne Allah ısmarladık
Zamana ayrılık saldı ey anne Allah ısmarladık
Elim Abbas’a ulaşmadı iyice zelil oldum
Şu fani dünya evimi yıktı Allah ısmarladık
O kadın ağlayarak ayağına kapanıp yandı canı
Dedi efendim! Sana kurbandır Tavâ’nın canı
Güçsüz kadınım ihtiyarım yoktur kuvvetim
Ki kılıç çekip senin için kan döke idim
Ben garibim kimsesiz ve perişanım ey Müslim
Daima üzülürüm gözlerim yaştır ey Müslim
Önce tanımadım kapımda incitmişim seni
Kusurumu bağışla pişmanım ey Müslim
Vereyim mi göğsümü oklara hedef olsun
Sen gör ki nasıl sana kurbanım ey Müslim
UKAYL OĞLU MÜSLİM’İN TAVÂ’NIN EVİNDEN AYRILIŞI
Kerbela şehidinin amcası kenara adım attı
O imam nuru Tavâ’nın evinin sahn’ından çıktı
Bedende başının her teli ya Hüseyin diye
Gönlünde ayrılık ateşi başında sevdası var aşk ile
Gözlerimi her dört köşeye yaş dolu bakmışım
Dedi ey Allah’ım garibim kimsesiz ve yalnızım
Bu sel gibi askere karşın ben bir yalnız kişiyim
Hayret ki zelil oldum gam yükünü taşıyım
Ölürsem kimsem yok beni koysun kabre
KUMRU yasını tutsaydı kan ağlayıp Şeyda
O evden aslan gibi çıkmış oldu
Heybetli gözleri kan yaş ile doldu
Su kabını koymuştur tepesine, başına
Kuvvet verdi bir el ve koluna
Dedi perişan ve kimsesizin ey Ali
Oğlun Hüseyin’e hizmetçiyim ey Ali
Beni yalnız bıraktı tuttu ebu süfyanı
Yetiş imdadıma yardımıma ey LAFETA sultanı
Düşmanlarım sel gibi kendim bir can
Vatandan ayrılmış garibim kalbim kan
Bu sözleri tamamlayıp saflara baktı
Düşman askerine hücum etti sel gibi aktı
Kılıcı yıldırım gibi sanki dolu şimşek
Yere dökülmeğe başlar idi sanki Yaprak
Kılıcı vurunca ikiye keserdi başı
Vücutları ayırıp dökerdi gözlerden yaşı
Kılıcını zamanının aslanı gibi vurur idi
Saflara Ali’yel Murtaza gibi dalar idi
On beş darbe vurulmuş idi Canına
Boyanmıştı vücudu kızıl kanına
Sultanlar sultanı doğunun ve Güneyin
Der ki seyretmeğe gel ya Hüseyin
Garibim yaram çok kendi sığınağım yok
Ah vah ile kalbim dolu gözüm yol da gelen yok
Sarmıştır etrafımı bu insafsız kavim
Gül gibi evlatlarım sokaklarda yetim
Arkamda yalnız bir kadın var açmış başını
Benim üzüntüme döker o kadın gözyaşını
Bu durumda iken ben ölmeliyim ey din sultanı
KUMRU gönülden tutar yasımı
Müslim gördü bu halde bir oğlan yanar ağlar
Vay sesini tutmuş ama gözleri sel gibi ağlar
Bazen kafasına vurar bazen saçını yolar
Der bazen kalbim ateş tutup ağlar
Dur ki kalbimde sözüm var mesaj getirmişim
Bu haberi versem gökler ağlar yerler ağlar
O çocuk dile gelip söyledi ey komutan
Sana selam var iki gül yüzlü oğullarından
Bu sözü Müslim işitince yandı ağladı kan
Dedi o gözlere ey yavrum ben kurban
O yavrularımı sen ne halde gördün
Acep Şaduman mı yoksa ağlar mı gördün
O çocuk ağlayarak dedi ey belalı Müslim
Nasıl görmüş isem sana haber vermişim
Ey efendim! Geçerdim bir gün köşelerden
Yolum uğradı Şerih’in evinin yanından
Ay gibi iki yavruyu bakıp gördüm avare
Kapının ardında yüzlerini koymuşlar duvara
Başları açık yakaları yırtık gözleri ağlar
Başlarına vurup ah vah diye ağlarlar
Kulaklarına gelince senin ya Hüseyin sesin
Senin düşman arasında kaldığını bildiler yok nefesin
Beni görünce yavruların ağladılar tamam
Ettiler siz babalarına böyle selam
*
Selam olsun sana ey zamanın komutanı baba
Koydun bizleri ağlar bu vilayette ey baba
Bugün iki gecedir biz senden ayrılalı
Ayrılık sebebiyle rengimiz sararıp solmuş baba
Akşam olduğu zaman yüreklerimiz dolar
Çok ağlarız biz oturup yana yana ey baba
Gece yemek geldiği zaman önümüze
Ağıt seslerimiz göklere yücelir ey baba
İki yetim bakarız bir birimizin yüzüne
Üzüntün ile gözlerimizden yaş akıtırız baba
Kebap kavrulur gibi gariplik yaktı bizi
Ağıt seslerimiz göklere oklar salıyor dünyaya baba
Korkudan Şerih’in evi bizlere olmuştur zindan
Yalnız kaldık hiçbir yere çıkamadık baba
Geliyor kulağımıza ya Ali sesin her zaman
Yoksa seni oklara edecekler nişane baba
Eğer yaralı bile olsan yardım et bize
Çare bulup bizlere yardım et baba
*
Müslim aç kurtlar gibi etrafında kendisine hücum eden yüzlerce zalim Kufeliye karşı aslanlar gibi savaşıyordu, bir yandan da şu diller ile o zalim Kufe’lilere sesleniyordu:
*
Yakamdan el çekiniz ey vefasız millet ölürüm
Kapılarda garibim sığınağım yoktur ölürüm
Ne kusurum vardır hatasızım sizlere ne etmişim
Bu vilayette kimsesizim günahım yok ölürüm
Ne kadar da arasam bir kişi Müslüman yok
Zulm ile günlerimi kara ettiniz ölürüm
Bu şehir içinde Allah rızasına yardımcım yok
Kesinlikle Allah kanımı yerde koymaz ölürüm
Beni bırakınız gidip oğlanlarımı göreyim
Hasret ile onlara açayım kollarımı ölürüm
O yetimlerimi bir kez hiç olmazsa annelerine ulaştıram
Bu perişan halime Allah şahid olsun ölürüm
Fatma’nın dostu Müslim bu sözleri söyleyince
Zalim düşman grubunun nefesleri kesildi bir an önce
Eş’as-ın oğlu Muhammed o zalim gaddar
Seslendi ki ey çaresi bulunmayan derde düşen düçar
Şimdi kabul et Yezid’e biatı sen
Sana aman vereyim olma böyle şehid sen
İtaat et bu Emire böylece kurtul bir an
İbni Ziyad eder seni dünyada sultan
*
Ukayl oğlu Müslim, Yezid’e biat etmektense ölmek daha iyidir dedi, elini kılıcına attı.
Kılıcını kime vursa iki parça eder, canını cehenneme yollardı.
Müslim aç kurtlar içinde kalmış bir yalnız kuzuya benzerdi, o melunların ve zalimlerin her birisi bir taraftan Müslim’e saldırdılar:
*
Kimi vuruyordu ince oklar ile
Kimisi kan akıtan can alan kılıç ile
Kılıç vuran ok atan taş fırlatan
O zalimler ateş yakıp fırlatırlardı binalardan
Yaralı canına değince derdi garip canım vay
Zulm ve işkence ile dağıldı yuvam vay
Öldüğü zaman akrabadan ayrı düşen canım
Kılıçlara hedef olan güçsüz canım vay
Sonunda coşarak üzüntüleri oldu kebap
Yüzünü Mekke’ye doğru çevirip etti hitap
*
Bu rüzgâr beni zelil etti ya Hüseyin
Bundan sonra Kufe’ye gelme ya Hüseyin
Beni yalnız bırakıp başımdan dağıldılar
Bu zalimler vefasızdırlar ya Hüseyin
Ah sesime yardıma gelmedi hiçbir insan
Kanlı kılıçlara hedef oldum ya Hüseyin
Yaralı göğüslerimi oklara verdim nişan
Çarşı ve Pazar kan ile doldu ya Hüseyin
Garip yerde öldüm sana ulaşmadı ellerim
Kalbimde seni görmenin hasreti kaldı ya Hüseyin
Canım dudaklarıma geldi hiç kalmadı takatim
Derdimden olmadın mı haberdar ya Hüseyin
Kalmıştır iki yetimim kapılarda boynu bükük
Bilmem nerde görmek mümkün ya Hüseyin
Gül bahçesinin bülbülü ah vah deyip ağlamış
KUMRU her dem senin için ağlar ya Hüseyin
*
Derdini söyler akıtırdı gözyaşını
O halde atmıştır bir vefasız zulm taşını
Taş gelip Müslim’in alnına değdi
Mübarek alnı köz gibi yaralandı
Akardı o mübarek yüzünden kızıl kan
O anda utanmadı yine zalimin biri bir an
Bir taş alıp ağzına vurdu sıyrıldı
Bu zalimin taşından dişleri hep kırıldı
Dudağı yaralanıp ağzı kan ile doldu
Dedi ey Zalim! Kırılsın ellerin sana noldu
Beni ettin hasret Fatıma’nın Hüseyin’ine
O kederli perişan Müslim bulamayıp başka çare
*
Yetişti bir kapıya dayandı bir duvara:
O evin sahibi Hamra’nın oğlu zalim Bekr piç
Evinden çıkıp vurdu o mazlum Müslim’e bir kılıç
Kılıç başına deyip kalbi ateş tuttu yandı
Amcası Haydar-ı Kerrar Ali gibi yaralandı
Yaralarından kan akmıştır kalbi kebap oldu
Yanaklarına gözlerinin yaşı akar odlu
Dedi bana su veriniz imdat Müslümanlar
Yaralıyım kalmadı vücutta kan Müslümanlar
Birisi rahme gelip o zalimlerin soyu
Getirdi verdi Müslim’e bir kâse içinde suyu
Yeniden ateşlendi alıp içerken suyu yandı canı
Dişleri arasından döküldü suya kanı
Ağzından döküldü kan kâsenin içi doldu kan
Suyun rengi değişip dört bir taraf doldu kan
Suyu yere döktü gözleri yaş dolu bir ah çekti
Yüzünü Hicaz’a dönderip şöylece hitap etti
Vardım Kufe şehrinin içine canım ya Hüseyin
Belalı başımı saldım tufana ya Hüseyin
Sığınmaya kimsem yok garip ve yalnızım
İçtiğim suyu çevirdiler kana ya Hüseyin
Binaların üzerine çıkıp ateş dökerler başıma
Taş vurarlar bazıları da dişlerime ya Hüseyin
Hamra’nın oğlu Bekr vurdu bir kılıç bana
Bu yara ile zelil ve perişan öldüm ya Hüseyin
Ne kolunda kuvvet Müslim’in ne vücudunda takat
Bu halde iken hayasız millet bulmuştur fırsat
Vaveyla seslerini gökyüzüne ulaştırdılar
Hüseyin’in yardımcısı Müslim’in kollarını bağladılar
Müslim’i sürükleyerek doğruca Dar-ül-Emare’ye çektiler
Yanına tava varıp ağlayıp gözyaşı döktüler
Yaralarından kan akıp kabul etmez idi ilaç
Biri taş ile vuruyordu birisi dahi ağaç
Ey Kufe halkı günahsız kimsesiz Müslim’i vurmayın
Kolları bağlıdır rahm ediniz acıyınız vurmayın
Zulm edip göğüslerine işkence taşı atmayınız
İncitmeyiniz siz Müslim’i dahi komutanı vurmayınız
Annesi yoktur ki vay deyip açsın başını
Vefalı yardımcısı yoktur yalnız kalmış vurmayın
*
Müslim’i bu yaralı hali ile Ziyad oğlu Übeydullah’ın makamına sürükleyerek götürdüler. Übeydullah kibirlenerek Müslim’e ağır laflar söyledi.
Yezid ile davaya kalkışanların sonu budur dedi.
Müslim bu dünya rahatının değersiz olduğunu, kendilerinin Allah’ın rızayetini elde etmek için her türlü zorluklara razı olduğunu söyledi.
Müslim’in bu sözlerinden sonra, Ziyad oğlu Übeydullah sinirlenip, Müslim’in dam üzerine çıkarılıp kılıç ile başının kesilmesini emretti. Hainlerden zalimlerden birisine de bu vazifeyi verdi:
*
O hayasız edepsiz ve hain sabrı yoktur durmaya
Şiddet ile yürüyüp kılıç çekti Müslim’i vurmaya
Ne gördü bir nurani ihtiyar elinde Kur’an
Açmıştır başını Müslim’in başında duran
Zalim cellat bu vaziyeti görünce durdu
Kılıcı yere düştü ve titredi vücudu
Gelip İbni Ziyad’a bu vaziyeti verdi haber
Übeydullah bir başka zalimi gönderdi elinde hançer
Zalim hançer elinde Müslim’e hücum etti o asi
Bakıp gördü başı üzre durmakta İnsanların hayırlısı
Müslim’in yanında beyazlara bürünmüş peygamber
Saçılıyordu dört etrafa misk kokusu ve amber
Öteki zalim de korkusundan düşüp bayıldı
Üçüncü kez Übeydullah bir başkasını yolladı
Bekr oğlu idi giden elinde yalın kılınç
Ecel şerbeti yaklaştı Müslim’i almış idi sevinç
Yüzünü Hicaz’a taraf dönderip seslendi
Kerbela Hüseyni’ne şöylece söylendi:
Ey Allah peygamberinin sevgilisi sana selam olsun
Ey Kerbela sultanı Hüseyin! Sana selam olsun
Acaba yok mu haberin perişan amcaoğlundan
Kufe’de akrabasız kalmıştır sana selam olsun
Ekberi, Abbas’ı getirme Kufe’ye gelme
Bu insanların da vefa yoktur sana selam olsun
*
Kerbela sultanı Hüseyin’e selam eyledi
Bakıp gördü ki Kufeliler seyretmek için durmuşlar
Seslendi ey Kufeliler! Allah ısmarladık
Ömrümün sonunu perişan ettiniz Allah ısmarladık
Mektuplar yazıp beni bu şehre getirdiniz
Beni güzel konakladınız Allah ısmarladık
Yaralı vücuduma bin yara vurdunuz incinmedim
İşkenceye canımda yanıyor cismimde Allah ısmarladık
Benim başım kesilince seyretmeye durursunuz
Genç ve ihtiyar bu perişan halimi görür Allah ısmarladık
Beni bir yana koyunuz iki oğlum var burada
Bari yavrularıma acıyınız Allah ısmarladık
Bu kanlı gömleğimi nolur gönderiniz bari
Fatma’nın oğlu Hüseyin’e armağan Allah ısmarladık
Sözlerini tamamlayınca canı gönülde çekti ah
Dedi ki eşhedü en la ilâhe illallah
Kılıç boğazına varınca gözlerinden yaş aktı
Hicaz semtine bir ya Hüseyin deyip baktı
İmam yardımcısını o imansız Kufeliler
Kolları bağlı zulm ve işkence ile kurban kestiler
Katil Müslim’in başını eline alınca muradına yetti
Müslim’in yaralı vücudunu damın üstünden aşağı attı
Bu hali görenlerin yüreğini yaktı
Hasret ve vaveyla sesleri göklere çıktı
O evsiz Müslim kızıl kana boyandı ey vah
Ağıtlarla feryatlarla gökler doldu ey vah
Cennete gönderdiler Ali’nin gül bahçesinin bülbülünü
KUMRU tüm sevenlerle ah çekti figan etti eyvah
KUFE ŞEHRİNDE MÜSLİM’İN EVLATLARI İBRAHİM İLE MUHAMMED’İN OLAYI
Kufe belalı ve kederli Müslim şehid düştü
Ecel şerbetini başına çekip yudum, yudum içti
İki yetim yavrusu Şerih’in nale çekerler idi
Gece gündüz ağlar sızlar boyun bükerler idi
Bir evde oturmuşlar idi iki nazlı uşak
Baba yetimleri köşelerde annelerinden uzak
Gece sabaha kadar rahat etmezler idi
Su içmezler idi yemek de yemezler idi
Şerih bir gece kapılarından baktı içeri
Şöyle konuşuyorlar idi o Ali’nin yetimleri:
Gel ey gurbette perişan ve garip olan baba vay
Gel ey çöllerde vücudu kefensiz kalan baba vay
Ölünce başının üzerinde okunmamıştır Kur’an
İki yetim yavrundan hasret ayrılan baba vay
Başının yarasını kim bağlayıp gözyaşını kim sildi
Kim oldu gözlerinin kanını silen ey baba vay
Zor kara günlere kaldı iki yetim yavrun
Kara günümüzde bizleri bir bilen yoktur ey baba vay
Ana uzak bacı yok akrabaya ulaşmaz elimiz
Ey garip elimizi Medine şehrinden kestin baba vay
Kendin canını kurtardın böyle musibetten
Belalı başımıza kül döktün ey baba vay
Anne dizinin üzeri yavruya iyidir hem rahat
Keşke bizleri de gönderen olaydı ey baba vay
O ev sahibi bu sözleri duyunca yandı
Dolandı başlarına pervane gibi yandı
Kesinlikle sizi salayım şehrin doğru yoluna
Bundan sonra gidiniz varınız Fatıma’nın kızlarına
Bu sözleri işitince o zavallı İbrahim
Şerih’in eteğine yapıştı o başı belalı yetim
Ağlayarak dedi bak bizim perişan halimize
Ne anne var ne de baba çekeydi nazımızı
İki yetim bu evde vermiştir nefes nefese
Kolu kanadı kırık kuş gibi düşmüşüz kafese
Babamızın şehadetinden sonra düştük bu derde
Rahat uyumayı bırakıp yatmışız kuru yerde
Vatan ismini duyunca ateş düşer canımıza
Özellikle bir bacımız var düştükçe aklımıza
Amandır bırakma ki bu zulm kederinde yanalım
Hicaz’a gidip anne kucağına sığınalım
*
Ev sahibi Şerih bu sözlere dayanamadı, Müslim’in yetimleri Muhammed ile İbrahim’i annelerinin yanına göndermeye karar verdi.
Şerih bir gece oğlunu o mazlum yavruların yanına kattı, oğlum dedi bunları götür Hicaz’a giden bir kervana teslim et. İki yetim yavru el ele tutup korkudan titreye titreye yola düştüler, bir saat yol aldıktan sonra kulaklarına karşı dağın eteklerinden bir çan sesi geldi.
Şerih’in oğlu daha ileri gitmedi, haydi hızlı yürüyüp bu kervana katılın ulaşın, sizi ancak o kervan annenize ulaştırır dedi.
Yetimler el ele verip ağlaşarak kervana ulaşmak için kervanın peşine düştüler.
Gece karanlık, çölde yol yok. Yavrular küçük. Kervanın kalkması bir saat olmuş, ne kadar koştuysalar kervana varamadılar. Çölde yollarını kaybettiler. Ayaklarına kum doluyordu, derileri soyuldu. Sabaha kadar böyle garip ve boynu bükük dolaşıp durdular.
Sabahın erken vakitleri idi bu yetim yavrulara İbni Ziyad’ın askerleri rastgeldi, kim olduklarını sordular. Minicik yavrular belki faydası olur diye Müslim’in çocuklarıyız dediler.
Askerler bunları tutup doğruca Ziyad oğlu Übeydullah’a getirdiler.
İbni Ziyad yavruları zindana attırdı, zindancı Meşkur’a emir verdi ki:
*
Çok dertli Ukayl’ın torunlarıdır bu yetimler dedi
Zindana salmak için işte bunlar sana teslim dedi
Bunların boyun ve ayaklarına vurasın zincir
Sıcak suyu hem kuru ekmeği onlara gıda ver
Kuru yer üzre yatsınlar bunlara verme döşek
Böyle emir etti o eşek oğlu eşek
İtaat etti Meşkur emir ve desturlara
Götürdü onları bu sebeple saldı zindana
O Ali’yel Murtaza’nın gül bahçesinin bülbülünün gülleri
Kaldılar zindan içinde Yusuf peygamber gibi halleri
Yaralı göğüslerinden ayrılık ateşi fışkırıyor
Yattıkları döşek yer baş koydukları toprak oluyor
Su ve yemek yoktur kalmışlardır susuz ve aç
Üzerlerine örtmek için kuru hasıra muhtaç
Çok yatmışlardır aç susuz kuru yerlerde
Bedenleri düşmüştür sonunda çaresiz derde
*
Ayrılık, hasretlik, açlık susuzluk yetimlerin canını doyurdu, bir gün İbrahim ne olursa olsun ben bu zindancıya yalvaracağım dedi:
*
O yavrular konuşurken zindan kapısını açılır gördü
Zindanın ihtiyar gardiyanı o Meşkur içeri girdi
Elinde sıcak su birazda kuru ekmek bıraktı
Meşkur yemeği bırakıp konuşmadan dışarı çıktı
İbrahim’in dudaklarının kanı kaçmıştır bak gör
Yapıştı eteğine dedi biz yetimlere acı ey Meşkur
İbrahim dedi söyle bana Peygamberi tanır mısın?
Vefalı göklerin Ay ve Güneşini tanır mısın?
Arapların Muhammed’i Peygamberlerin sonuncusu
O melekler grubunun sultanını tanır mısın?
Bu Kufe şehrinde Mihrap’da al kana boyanan
Necef çölünde yatan sultanı tanır mısın?
Müslümanların işkencesi ile sakat olan Zehra’yı
Günahsız kaburgası kırılan Fatıma’yı tanır mısın?
Ölünce ciğeri yetmiş iki parça olan imamı
O günahsız Hasan-ı Müçteba’yı tanır mısın?
Hicaz sultanı olan Kerbela’da perişan Hüseyin’i
Kıyamette sevenlerine şefaatçıyı tanır mısın?
Meşkurbu sözleri duyunca gözlerinden döktü kan
Dedi söylediğin o isimlere olayım ben kurban
Meşkurun bu sözüne o kalbi yaralı çocuk etti cüret
Çok ağladı dedi ey yaşlı amca bize yardım et
Ölünce bedeni kefensiz kalan garip ve fakir
O kefensiz babam Müslim’i tanrı mısın?
Duyunca Müslim’in adını çekti ah o dindar
Yanağına döktü gözyaşını yağıyor sanki gelmiş bahar
Resmi libasının altından kara giysisini gösterdi
O Müslim’e o kahramana ben olayım kurban dedi
Ali sevgisi zindancı Meşkurda sel oldu
Kucaklayıp iki günahsız yavruyu kucağına aldı
Düşüp ayaklarına iki dertli çocuğun
Kelepçelerini gevşeltip zincirlerini açtı o gün
Yanına alıp onları uzak etti şehirden
Son derece hürmet ile özr istedi onlardan
İki gözlerini öpüp geçti sağ ve soluna
Getirdi o yavruları ta Kadsiyenin yoluna
Yüzüğün çıkarıp verdi onlara nişan
Dedi bu yolu tutup ediniz onda devam
Kadsiyede bir imanlı kardeşim var can
Bu yüzüğü veriniz ona durumunuzu ediniz beyan
Her türlü isteğinizi hemen yerine getirir
Sizi Hicaz’a götürüp annenize yetirir
*
İki yetim yola düştüler, sabah olunca Übeydullah yetimlerin zindandan bırakıldığını öğrendi. Zindancı Meşkur’u yanına sesleyip çocukları niçin bıraktığını sordu. Zindancı dedi ki: Behey zalim! Sen bunların babalarını bin zulm ile şehit ettin, Ali dostlarının kalbini kan ettin, bu bir karış yavrularından ne istersin ben o yavruların peygamber neslinden oldukları için serbest bıraktım.
Vali yani Ziyadoğlu Übeydullah bu sözlere çok sinirlendi, Meşkur’un kırbaçlanmasını ve de dayakla öldürülmesini emretti.
Zavallı zindancıyı kırbaçlayıp dayak ile döve döve öldürdüler.
Son anlarda zavallı Meşkur’un susuzluktan canı yandı bir bardak su istedi vermediler. O anda Şah’ı merdan Ali’yel Murtaza elinde bir tas su ile Meşkur’un yanına vardı. Meşkur onun mübarek yüzünü ve elindeki suyu görünce sevindi kalbi şad oldu ve o anda da ruhunu teslim etti.
Biz haberi Müslim’in yavruları Muhammed ve İbrahim’den verelim. Çöllerde hem bir yol arar giderler hem de şöyle söyleşirlerdi:
*
Gençliğimizi perişan eyleyen baba vay
Bizi bu kara günde kalbi kanlı bırakan baba vay
Kufe şehrinde bedeni kızıl kana boyanan
Yaralı vücudu bin parça doğranın baba vay
Başını kim kesip astı ağaçlara
Bu zulmü sana Kufeliler ettiler baba vay
Haberin yok mudur yetim kalan oğlundan
Bedeninde ruhu kalmamıştır ne de cismi baba vay
Senin ak sinen üzerine yatan o yetimlerin
Gözleri yaşlı yaşlı çöllere düştüler baba vay
Karanlık gece uzak yol ve piyadelik derdi
Kime sığınalım bir yol gösterenimiz yok baba vay
Felek bizi uzaklaştırdı senin gibi babadan
Çöllerde aman baba deyip gezeriz baba vay
Bu defa bir de zalim eline düşersek öldürürler bizi
Bizim bu perişan halimize çare bulan yok baba vay
*
Çöllerde sabaha kadar hem söyleyip hem ağlayarak o zavallı iki yetim yavru dolaştılar.
Sabah açılırken bir baktılar ki dönmüş dolaşmış yeniden Kufe şehrinin kenarına gelmişler.
Artık gözlerinde ışık dizlerinde kuvvet kalmadı, Bir çeşmenin çukuruna büzülüp korkudan bir birlerine sarıldılar. Uyku gözlerine indi, uyuya kaldılar. Güneş çıktı, yetimlerin yüzlerinde ter tomurcukları toplanmış idi.
Kufe’li bir kadın testilerini almış, suya gelmişti. Çeşmenin çukurunda gördü ki iki nur topu gibi çocuk birbirine sarılmış melekler gibi uyuyorlar.
Gül yüzleri yorgunluktan ağaç yaprağı gibi sararmış.
*
Seslendi ey göz nurları siz kimsiniz
Yüzleriniz biri güneş biri Ay gibi kimsiniz
Suratınız da peygamberin safa ve nuru
Kimler koydu sizleri sokaklarda, kimsiniz
Yetimler gibi eli koynunda boynu bükük
Sizi görünce ateş gibi alevlenir kalb, kimsiniz
Ne korkudur ki bu kadar düşmüştür canınıza
Dudağınız diliniz kurumuştur, kimsiniz
Bana söyleyin siz hangi gül bahçesinin bülbülüsünüz
Dertli KUMRU gibi ah edip ağlayan kimsiniz
Muhammed kadına bakıp kebap oldu ciğeri
Dedi sorma ki biziz Müslim’in yetimleri
Bu uğursuz çölde perişan iki kardeş
Allah rızası için bu sırrı açıklama etme farş
O güzel huylu keniz bu sözü duyunca ateş düştü canına
Canını feda etmek için kapandı ayaklarına
Ağlayarak dedi ey bela bahçesinin bülbülleri
Bu günkü gün bin can olsun size feda der dilleri
Garip canınızın canı gönül ile kurbanı benim
Ne kadar derdiniz olsa bile ilacı benim
İsmim Fatımadır Ali dostlarının kurbanıyım
Vefalı insanlar babanız Müslime yas tutanlardanım
Onlar sizi görseler aziz canları gibi sizi saklarlar
Size hürmet ederler yanlarından ayırmazlar
Geliniz götüreyim sizi bir zaman olunuz rahat
Anne olayım ben bacınız sizlere olunuz rahat
Sonra o keniz yanına salmıştır o imam evlatlarını
Getirdi evine yavruları dinledi dertlerini
Dedi: Üzülme ki dostumun göz nurlarını getirdim
Bir can senindir bende iki can getirdim
Gittim ki çeşmeden getireyim bir tek testi su
Aslında acınacak bir çeşmenin yavrusunu getirdim
Bir yıldır tutuyordum Müslim’e yas bildim
Ey Müslim! Oğlanlarını bugün sana misafir getirdim
*
Kadın Müslim’in yetim yavrularını kendi evinde bir zaman misafir etti, doyurdu giyirdi, rahat etmelerine özen gösterdi. Ancak bu hoş fıtratlı kadının Haris isminde bir kocası var idi.
Haris melun ve zalim bir insan idi. Bir gece çocuklar garip hallerine ağlaşırken seslerini duydu, gidip kim olduklarını sordu, Şehid Müslim’in yetimleri olduklarını öğrenince dedi ki:
*
Seslendi ki bülbüller düştünüz tuzağa ey garip
Gerek sizi öldüreyim Fırat kenarında götürüp
Kufe şehrine götürmek için gerek başınızı keseyim
Kufe Valisi İbni Ziyad’dan çoklu bahiş alayım
Yapıştılar Haris’in eteğine o mazlum yavrular
Sızlayarak ağlayarak gözyaşlarını döküp dediler
Hedefin mal ise ey zalim kalbi kara
Kölelerimdir deyip bizi satmak için götür pazara
Kabul etmez isen bizi götür İbni Ziyad’a
Zalim ve fasık Haris sözlerini dinlemedi o anda
Önüne salmıştır başları açık sineleri dağlı
Çıkardı kuru çöllere saldı kolları bağlı
*
Evin sahibi kadın Müslim’in yavrularını kolları bağlı kurbanlık koçlar gibi giderlerken görünce kendisini tutamadı, dedi ki:
*
Evim ağıt sesleri ile harabe olmuştur vay
İki gencecik konuğum düşmüştür belaya vay
İşkence ile dağılan yuvam evim vay
Müslümanlardan utanan garip canım vay
*
İki yetim dökmüştür hasret ile gözyaşını
Koymuştur birbirlerinin kolları üstüne başını
Vaveyla ağıtları ile gökleri ve yeri dağladılar
Dudak dudağa koyup birbirlerini kucakladılar
Sonunda o kimsesizleri bedbaht Haris ve zalim
Çekerdi onları bin zillet ile Fırat suyuna hain
Oğlu ile kölesini de almıştır kendi yanına
Haris’in hanımı ardınca açmıştır başını vaveyla
Fırat’ın kenarında kılıcını verdi öz kuluna
Başlarını durma vur dedi o melun öz kuluna
Haris’in kölesi eline kılıcını alıp çekti başını
Yavruları öldürmek için aldı eline başlarının saçını
Tam bir dikkat ile baktı onların yüzlerine
Hilal gibi sarı rengine ve ağlayan gözlerine
Kılıcını yere atıp ağlamaya başladı
Dedi kesilsin ellerim ben dökersem böyle kanlı işleri
Cehennem ateşi gibi ateş tutmaya başladı Haris
Kılıcı kölesinden alıp kendisi hücum etti pis
Vurdu kölesine kin ile keskin kılıcı
Canını çıkardı öldürdü o zalim can alıcı
Ondan sonra kılıcı alıp verdi oğluna
Dedi hücum et yavrum sen Müslim oğluna
Savurdu toprağı başına o insaflı genç
Ellerim kesilsin bunlara vurursam kılıç
*
Ne zulümdür utan ey hayasız peygamberden
Haberin yok mudur kıyametin azabından
Sen olmuş idin Müslüman bu işi işlemez Yehud(i)
Bu zulmü Müslümana etmez idi Nemrud
Bunlar sana ne yapmışlar ey yeryüzünün zalimi
Nolmuş sana ki öldürürsün günahsız iki yetimi
Oku hemen eline aldı o pis melun Haris
Kendi oğlunu öldürüp kalbi rahatladı pis
Bu duruma çaresiz hanımı yanıp yakıldı
Başını açıp kocası Haris’e doğru atıldı
O hayasız zalim imansız melun hain
Elinde kanlı kılıç gözlerini bürümüş kin
Hanımını da o anda vurup yaraladı
O zavallı ruhsuz hanımı toprağa yıktı paraladı
Harisin iki gözü de kanlı çekti zulm kılıcını
Peygamber güllerini öldürecek alamadı hıncını
Zavallılar dediler mühlet ver ey Haris
Edelim bari halimizi beyan Vasiyet ile Haris
*
Mehmet açtı ağzını dili ile eyledi halini beyan
Dedi aman ey anne can vasiyetimi uygulan
Kesince başımızı bu insafsız zalim
Annemiz yoktur ardımızca yas tutsun bizim
Biz ölünce çıkarınız bizim gömleklerimizi
Kefen bulamaz olursanız çıplak defnedin bizi
Merhamet et bu iki ağlar yetime taze cana
Boya gömleğimizi büsbütün kızılkana
Haber vermeyin kimse yanıp yakılmasın acımıza
Gömleğimizi gönderiniz anamızla bacımıza
Sonra hücum etti İbrahim’e o zalim Haris
Boğazına yapışıp koydu boğazına kılıcı pis
Mehmet dedi aman dökme bu gözyaşımı
Kardeşim küçüktür önce kes benim başımı
Mehmed’e yetişince o Ehl-i Beyt düşmanı
O bahtı kara aldı eline bir mendil görmesin o anı
Garip kardeşinin tuttu kıbleye yüzünü
O anda bağladı mendil ile iki gözünü
Ağlayarak dedi ey bela çeken başım
Babamın nişanesi pek nazlı kardeşim
Haris başımı kesince sen kılıca taraf bakma
Çocuksun ağlama ey sultanoğlu kardeşim korkma
Haris imanı terk edip dinden de çıktı
Zulm ile peygamberin yuvasını yıktı
Ne Allah’tan korkusu var ne de peygamberden
Utanmadan kılıç çekip koydu boynuna hançerden
Görünce hançeri o kimsesiz çekti bir ah
Dedi ki eşhedü enla ilahe illellah
Gözlerini çevirip Necef’e doğru baktı
Göz baktı, yaşı aktı boğazından kan aktı
Kesti başını ikinci küçük kardaşını
Tüm dostların döktü kanlı gözyaşını
*
Haris’in zulmü gökyüzünü dağladı
Zalimlerin kötülüğü gökyüzünü dağladı
Cennet’i âlâ’da kederli peygamber ağladı
Sultanlar sultanı Necef Şahı Ali’yi dağladı
Saldı dünyaya zulm ateşini yeniden
Kadınların hayırlısı hazreti Zehra’yı dağladı
Soldurdu gülistanda iki gonca güllerini
Dert bahçesinde KUMRU ciğerini dağladı
Sonunda o dinsiz zalim dini paraya satıp
İki bedenlerini Kahr ile Fırat suyuna atıp
O başları getirip toprağa gizledi
Kufe şehrine doğru hızla devam eyledi
Vardı ibni Ziyad’ın huzuruna o Allah’ın düşmanı
Çıkartıp koydu yere cehennemlik istedi yansın canı
*
Ziyad oğlu Übeydullah, bu duruma çok kızdı. Babalarını öldürdüm fakat yetimlerden intikam almak görülmüş şey değildir, sana kim öldür diye emir verdi dedi.
Mecliste bulunan Mukatele adlı birisine emir verdi, Haris melunun kollarını bağlattı. Fırat kenarına götürüp pis cesedini melun başından ayırdılar.
*
Evet, kim zulüm etse Fatıma’nın evladına
Sonunda kendi de düşer her türlü belaya
*
HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN MEKKE ŞEHRİNDEN KUFE ŞEHRİNE HAREKETİ
Attı zamana da felek zulmün binasını
Doldurdu yeryüzüne dünya zalimlerinin belasını
Yabancılarla devamlı olmuştur dost kârını
Yakmıştır ateş içinde manevi dostlarını
Bir içim bade verse nice bin dert verir
Tarih zulm ve bela binasını yazmıştır görür
Üst üste döktü Ali evlatlarının derdini
İlacı bulunmayan bir derde saldırdı her fendini
Peygambere dert velilere keder gösterdi sefasını
Yoktur sevgisini gören Feleğin vefasını
Küçültmüştür dünyayı Peygamber evlatlarına
Kondurdu Kerbelâ’ya belalı tufanı canına
Din sultanı vatan dostu düştü dillere
İmamoğlu Kasım’ın yaktılar toy kınasını ellere
Keder yazmakta böyle ettiler değişiklik
İnsanlar arasında emsalsiz Ali oğlu Hüseyin’e şehidlik
Yahya peygamberin yerinde kesin oturmuş idi
Geçirdi birçok zaman o evde günlerini
Bu kadar zaman içinde Şam’dan Yezid melun
Uygun gördü pek çok zulmü o pis zalim melun
O imamı tutuklayıp veya şehit edin dedi yezit hain
Bu olaydan gizlice haberdar oldu imam Hüseyin
Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke’de
Mecbur ayrıldı oturmadı kalmadı Mekke’de
Yanında toparlanmıştır yedi yüz kişi dost can
Mekke’yi ziyaret edip çıktı tavaftan o imam
O yolda hayli bir zaman yol yürüdü
Kufe’ye gidiyordu sevenler hemen yolu bürüdü
Kalbi ah ile dolu sinesi dağlı ayrılıktan
Tam ciddiyet ile olmuştur yolcu Irak’a mekândan
Yürekte kalbi parçalanmış sinesinde ayrılık derdi
Tevcih ile Irak memleketine hareket eyledi
Müslim’i hatırladıkça gözyaşı oluyordu kan
Gelen giden yok idi kalmış idi perişan
*
Kufe şehrinden ve de yardımcısı Müslim’in durumundan haber alamadan bir zaman yol gittiler, çölde gelip gidene rastlamadılar. Sonunda imam Hüseyin Ali Ekberi ileri gönderdi.
Ali Ekber atına binip dolaşırken çölde bir araba rastladı. Arap baş açık ayak yalın Kufe’den gelip Hicaz’a gidiyordu.
Bunu görünce arabı aldı hazreti imam Hüseyin’inin yanına getirdi.
*
Toprağa oturup arap üç defa ayağını öpüp durdu
Edeb ile Kerbela’nın Süleyman’ına selamını sundu
O göklerin ve yerin halifesi aldı selamını
Bana haber ver ey garip kardeş buyurdu kelamı
Derdinin ilacını dilinin altındakileri söyle
Hangi şehirden geldiysen bizlere beyan eyle
Cevap verdi arap ey Necef şahının oğlu
Bu kez gelip gidiyorum Kufe’den Hicaz’a doğru
Göklerin ve yerin sultanı Kufe adını duyunca
Buyurdu o Kufe şehrinde bulunur bir garip amca
Ukayl oğlu Müslim’dir vefalıdır pek imanı var
Eğer haberin var ise bizlere söyle etme zar
O arap Müslim’in adını duyunca başladı ağlamaya
Kalbi kebap olup sarardı başladı yas tutmaya
Arap dedi söyleyemem ey Müslümanların Halifesi
Durmuşlar dinliyorlar kapı önünde ev halkı hepsi
İmam arabı çadırdan kenara çekip götürünce
Buyurdu söyle ki ne yapmıştır felek Müslim’e nice
Arap çok ağladı perişan vaziyette söyledi
Nasıl söyleyeyim ey kaş dilerim laf olaydı dedi
Kufe şehrinde cinler ve melekler ağladılar
Garip amcan oğlunu hançer ile doğradılar
Başın sağolsun öldü kimsesiz perişan Müslim
Senin yolunca can verip şehid oldu Müslim
Amcan oğlunu iki kolları bağlı kanına boyanmış
Huzuru İbni Ziyad’a getirdiler ağlamış
O kalbi yaralının akardı gözlerinin yaşı
Bela çeken başına yağdırdılar taşı
Bedeni yaralı kolları bağlı gözünden yaş akar
Yıktılar başına ne kadar ki duvar taş var
Bakardı her tarafa ağlar idi sızlar idi
Ey kederle dolan kalbimin ilacı Hüseyin derdi
Senin yolunda garip ellerde verdim can
Ölünce başımın üstünde okumadın Kur’an
Sinesinin yaralarına korkup çekinmediler
Başını kesip bedeninden ayırıp sevindiler
Müslim’in ölümüne genç ihtiyar ağladılar
Kadınlar al çıkarıp karalar bağladılar
İmam Hüseyin’in daha dayanamadı özü
Büyük ırmaklar gibi yaş döktü iki gözü
İMAM HÜSEYİN’İN SEDABENİN EVİNDE YEZİD’İ RİYAHİ OĞLU HÜR ŞEHİD İLE GÖRÜŞMESİ
Fatma’nın gözü nuru Kâbe’nin sultanı Hüseyin
Kerbelâ’nın garibi hazreti imam Hüseyin
Giderdi Kufe evlerine ağıtlar vaveyla ile dolu
Ama Müslim’in şehadetinden haberi oldu
Katarlar dezilip Salbiye semtinden o büyük imam
Koşarak yola düştü gözleri yaş ile dolu o an
Salbiyeden geçerdi hayrette Zülcenah atın üstünde
Güya sanki der idi yavaşça kendi kendine
*
Ömrünün baharı perişan esirlikle geçti amcamoğlu vay
Zalim millet öldürdüler amcam oğlunu vay
Bana amcaoğlu değil idin aziz kardeşim idin
Nasıl çekeyim başına gelen derdini amcamoğlu vay
Vurdular vücudunu kasaplar kanarasına
Bu işten yandı ciğerim kan oldu amcamoğlu vay
Ne söyleyip ne yapayım Kufe’de garip öldün
Elimden aldılar seni Kufeliler amcam oğlu vay
Ne kabrini kazan oldu ne gözlerini bağlayan
Ne de vardır haline bir ağlayan amcamoğlu vay
Yaklaştı ki varayım ben de Kerbelâ çölüne
Senin gibi hasretle can vereyim amcamoğlu vay
*
Bu sözleri söyleyip insanların ve cinlerin sultanı Hüseyin
Ağlayarak yola devam eder idi dökerdi gözyaşı Hüseyin
İmam Hüseyin çekti bir ah elini kodu beline
O kederli Kervan ulaşınca şidabe’nin evine
Gördüler ki karşıda toplanmış bir grup asker
Çöl içinde sanki kalabalık bir orman var
Bakıp gördü tanıyıp bildi imamı zaman
Bu gözüken biliniz ki düşmanımız askeri heman
*
Sabahleyin karanlık kayıp oldu ışık gözüktü gelir
Karanlık açılınca zulm ikinci kez gözüktü gelir
Hücum etmiş yine fani eve o zalim millet
Geliyorlar İsa’yı dara çekenler gibi asmaya gelir
Bu çölde bağlamaya Mustafa evladının yolunu
Yezid’in emriyle bin atlı asker gelir
Yavaş yavaş gözüküyor Kerbela izleri
O dertli çölde sevilenin sevene kavuşması gelir
Hüseyin’i dinleyen dostlar hemen anladılar
Hazırlığa başlayıp savaş kemeri bağladılar
Kimisi zırhını giyindi eline alıp kılıcı
Bindiler atlar üstüne her birisi canlar alıcı
Gencecik Ali Ekber görünce düşman askerini
Seslendi ey Kufe ve Şam askerleri
Biliniz ey zalim millet zamanın komutanıyım ben
Dünya bahçesinde bir öten bülbülüm ben
Ey millet! Babam Ali’dir o Allah’ın aslanı Ali
Bu sebeple bütün insanların sultanıyım ben
Fatıma büyük nenemdir amcam Allah’ın nurudur
Hamse’i Ali Aba’nın canına kurbanım ben
Ey Müslümanlar gibi Kur’an okuyanlar
Kur’an nazil olan peygamber ceddimdir evladıyım ben
İki parmağı ile Hayber kalesini yıkmış Ali dedem
Hayber kalesinin fatihi Ali’yel Murtaza’nın varisiyim ben
Kufe komutanı amcam Müslim çünkü oldu şehit
Gece gündüz ağlarım gözlerim olmuş alkanım ben
Sımsıkı yol kesmeye gelen düşman askeri
Hayret edip şaşırdılar bu sözlere her biri
Susamış idi çölde o yezidin askeri
Dinleyin iki dünyanın efendisi Ali Ekberi
Sizlerin susuzluğunuzdan imam Hüseyin olmuş haberdar
Su göndermiştir siz yolundan sapmış insanlara kâr
Gelin bu suyu Ali Ekber’in elinden alınız
Ama bu susuzluğunuzu daha sonra hatırlayınız
Ali Ekber o an doyurmuş suyla o zalim milleti
İmamın huzuruna vardı selamın arz eyledi
Gördüğünü o zamanın imamına bir bir söyledi
Tam o sırada Hür şehid çadırın kapısına geldi
Seslendi ey Din sultanı sana selâm olsun
Göklerde ayakları mübarek olan sana selam olsun
Fatıma’nın göz nuru peygamberin aziz torunu
Medine sultanı zamanın imamı sana selam olsun
*
Hareketi ile Kerbelanın garibi imam Hüseyin
Sanki Hür şehid’e şöylece cevap verdi Hüseyin
Ki ey hidayet nuru gözüken genç sana da selam olsun
Bugün benimle berabersin sana da selam olsun
Ey kahraman genç bu gelmekten maksadın nedir
Ben mazlum imamına açıkla sana da selam olsun
Benim adım kahraman Hür arap askerinin amiriyim
Bu sebeple geldim sizin huzurunuza tabiyim
İbni Ziyad melun bana böyle emir etti
Benim sizi tutuklayıp Kufeye göndermeme emretti
O zaman döndü iki orduya karşı imam Hüseyin
Şu sözler ile anlattı maksadının hepsini Hüseyin
Ben büyüklük kapısının efendisi ve komutanıyım
İslam dininin bir güçlü bayraktarıyım
Varlığım yaratılışın sebebidir aslında nurum
Dünya da insanlık adına yola çıkmış onurum
Olmuştur bir zerre nurum sabit ve seyyar
Benim ismim ile gökler ayakta durar
Benim sözüm ile melekler hep iner çıkar
İnsanlar benim sözüme bu dünyada bakar
Varlığımla dünya binası ayakta durmuştur
Biliniz ki imam olmasa dünya alt üst olmuştur
Ben böldüm o anda denizi milletine Musa’ya
Benim can veren dar ağacı üstünde İsa’ya
Ceddim Resulullah Haydar’ın Ali hem Veli
Ben iki dünyanın da hem sonuyum hem evveli
Sizlere ne sebep oldu ey fitne ve fesad grup
Beni buraya getirmek için yazdınız mektup
Amcam oğlu Müslim’i acınacak şekilde şehid ettiniz
Bugün bırakmadınız gideyim yolumuzu kestiniz
Yazdığınız mektuptan eğer pişman iseniz
İnsaf ediniz sizler eğer Müslüman iseniz
Bırakınız bari gideyim memleketime gözyaşlı
KUMRU tutayım Müslim’e matem yası
*
O anda aziz imam Hüseyin bu sözleri söyleyip gösterince delil
Kufeliler başlarını önlerine eğip oldular zelil
İmam seslendi ev halkına dedi ki bininiz
Develeri düzeltip yol kenarına ininiz
Kafile yola dizilip yolları hep bağlandı
Hür çıktı karşıdan el bağladı ve söyledi
Sizlerin gitmenize izin veremem kenara
Emir böyledir ki ancak gidiniz Kufe’den yana
İşitince bu sözü imam Hüseyin Allah velisinin oğlu
Celallenip buyurdu ey sapık ve şaşkın asker ne oldu
Kimin ne haddi var ki böyle düşünsün
Kimde yürek var ise gelip yolumu kessin
Zamanın imamı imam Hüseyin Hür’e böyle seslenince
Hür’ün takatı kesilip vücudunda güç kalmadı eyce
O kahraman ve yiğit Hür bu durumu görünce
Edep ile imamın huzuruna davet olup girince
Feda olsun sana yavrularım malım hem de canım
Seni öldürmeye yoktur elimde delilim halim
En iyisi budur ki çekil bir kenara git
Gün gelip akşam olsun hele sabret
Götür ev halkını o taraf Hicaz yoluna
Ağlar KUMRU Sakine gibi kan çökmüştür canına
HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN KERBELA’YA VARIŞI
Bilmem ne biçim derttir çok celali var
Bütün dünya insanlarının derdi kederi var
Genç ve ihtiyar hepsi kara giymiştir sineleri açık
Göz çeşmesinde dert suyunun merkezi var
Ağıt sesleri yerden göklere yücelmiştir
Sanarsın ki imamet güneşinin sonu var
Kerbelâ olayının sesi her tarafı sarmıştır
Yoksa dünya da Muharrem ayının beklentisi var
Yoksa bela çölüne mi gelmiş Dinin lideri Hüseyin
Aşk sevdası ile dosta ulaşmak sevdası var
Belalı aydır göklere çekilmiş yine kara
Meleklerin çoğunda hayali yas mersiyesi var
KUMRU ağlar bahar yas günlerimde hazin, hazin
Ta mahşer oluncaya kadar Ehli Beyt sevdası var
*
İzzet ve şeref sahibi sultanlar sultanın Kervanı
Çıkmıştı Irak devletine taraftan yanı
Sedabe’den çıkıp yol alırlardı yavaş yavaş hele
Birçok gün geçtikten sonra vardılar bir çöle
O çöle bakıp ne gördü Müslümanların o imamı
Otu deve dikeni havası dert, keder ve gamı
Görünüşte her ne kadar o çölün adı Hamun
Ama aslında kan meydanıdır gibi Ceyhun
Hazreti imam Hüseyin bakardı her tarafa
Durdu bir yerde ki daha Zülcenah adımını ata
O din padişahı imam ne kadar zorladıysa atı
Zülcenah sanki yemin etmiş adımını atmadı
Dünya içinde havası sanki bela meydanıdır bu
Garip ölen efendim Kerbela çölüdür bu
Hüseyin’in başına gelince ismi Kerbela
Elini çekti kafasına o garibi Kerbela
Hayatın rüzgârı niçin nasip etti
Yetmiş tane gence dertli toprağını Kerbela
O anda zamanın imamı hemen sırrı bildi
Kerbi bela’nın adını duyunca bir ah çekti
Sağ ayağını yerden hareket etti Bismillah dedi
Üzengiden yere ayağını koydu Fisebilillah dedi
O iyilerin efendisi yere basınca ayak
Kerbela yerinden mübarek yüzüne kondu toz toprak
Gülsüm imamın yüzünde tozu görünce ağladı o an
Dedi ey vatanından ayrı düşen garip kardeş can
Niçin yüzün sarardı aktı gözlerinden yaş
Ne tozdur ki gül yüzüne kondu bu anda ey kardeş
Hüseyin bu üzüntü çölünün garip ve kimsesizidir
Gül yüzüne konan toz ölümünün nişanesidir
Gizli sır yeri ve bela yuvasıdır bu
Hicaz ve Mekke değil Kerbela yeridir bu
Dert ve keder yerinin garibi kimsesizi buyurdu
Develerden indiriniz Ehli beyti diye duyurdu
Çadırların hepsini kurunuz ayakta tutunuz
Ey Allah’ın aslanının hatırası Gülsüm sözüm budur biliniz
Bu yer o yerdir düşecek ev halkım tufana
Boyanacak gül yüzlü gençler bu yerde kızıl kana
Zeynep bacımın çadırını çukur yere kursunlar
Dört bir tarafına hep sağlam kazık vursunlar
Kalbim ayrılık ateşi ile yakılınca görmesin
Kardeşlerim kızıl kana boyanınca görmesin
Ali Ekber oğlum kılıçlar ile doğranınca
Yaralı vücudu savaş alanına düşünce görmesin
Kasımın ellerine kan ile kına yakınca
Vücudu perişan halde kalınca görmesin
Gül gibi kardeşim kızıl kana boyanınca
Çölün kumları üzerine kolsuz düşünce görmesin
Zalim Şimr benim sinem üzerine çıkınca
Keskin kılıcını eline alıp boğazımı kesince görmesin
*
Develer çözülüp çadırlar kurulduktan sonra, İmam Hüseyin’in yardımcıları ve dostları, imama bu yer ne yerdir ki gelip konduk dediler, imam Hüseyin buyurdu ki: Bu yeri önce Âdem peygamber tavaf etmiştir, Şit peygambere bu yer secdegâh olmuştur, Nuh gemisi tufan olunca bu yere düşmüştür, Davut peygamber bu yerde oturmuştur, Salih peygamber ve Hemud bu yerden feyz almışlardır, Şuayb peygamber Vahiy bu yerde olmuştur, Musa peygamber bu yerde yetişmiştir. Yahya peygamberin ibadet yeri burası idi, Zekeriya peygamber burada seccadesini salmıştır. Bu yerin toprağı cennet toprağıdır. Peygamberler peygamberi hazreti Muhammed’in münacat yeri bu yerdir, bu yer büyüklerin arzuladığı yerdir, Melekler her gün bu yeri bin defa tavaf ederler. Bu makam Kerbela makamıdır, benim mezarım burada olacaktır.
İmam Hüseyin’in dostları yardımcıları ağlaştılar, İmam Hüseyin elçi gönderip yakındaki kabile büyüklerini huzuruna sesletti.
Kabile büyükleri binlerce koyun kurban etmeye geldiler ve niçin çağrıldıklarını sordular. İmam buyurdu ki:
*
Zalim millet kılıç çekecektir bu Kerbela’da
O kılıç ile susuz doğranır Ali Ekber burada
Bu toprakta Ali evlatları tutarlar yas
İki kolu kesilip susuz can verir Abbas
Bu Kerbela da Şehid ederler ben garibi
Bu meydanda yetmiş iki kahraman genci hem piri
Dünya insanları her taraftan gelip
Her zaman bu çölü ziyaret ve tavaf edip
Her iki dünyada da benim için ağlarlar
Bölük bölük ziyaret etmeğe gelirler dostlar
Bu makam her zaman münacat makamı olur
Ziyaretime gelen bu yerde beni ziyaret eder
Bu yer kıyamete kadar Tur ve Eymen kokusunu verir
Gömüleceğim makamdır kabri şerifinin makamıdır bu yer
Bu çölü garip ve kederliyim satınız vana
Kıyamet olunca vakf etmem gerekir dostlara
İslam peygamberinin emriyle senet yazdırıp alır
Dostların ziyaretime gelmeleri sevap olur
Ağlayan dostlarına senin ziyaretin vacip oldu
KUMRU ağladı o çölde senin bülbülün oldu
*
Ey bela rüzgârı din evini harabe edip yıktın
Zulm bulutları ile dünyaya perde çektin
Yeryüzünde zulm binasını attın
Fatıma evlatlarına sayısız zulm ettin
Ümeyye oğullarını dünya da sevindirdin Şad oldu
Ebu Turap Ali’nin ev halkı perişan ve zelil oldu
Haydar-ı Kerrar Ali evlatlarına Fırat suyunu bağladın
Hiç de hazreti Fatıma’dan utanmadın
Medine sultanının dostlarını arkadaşlarını dağıttın
Yetmiş tane genç dostunu şehadet için seçtin
Mustafa’nın evlatlarına nasıl saygı gösterdin
Kıyamet günü bilmem Ali’ye nedir cevabın
Her bülbüle o çölde sevinç vermiştir
Yas tutan KUMRU nun sinesi su ile dolmuştur
Dünyanın efendisi imam Hüseyin Kerbelaya ayakbastı, çadırlarını kurup yerleşti. Kufe’de Ziyad oğlu Übeydullah bölük bölük asker gönderip, Kerbela’nın dört etrafını muhasara ettirdi. Fırat suyunu bağladılar.
İMAM HÜSEYİN’in kendi vefalı dostları ile son konuşmaları
Kim ki belaya razı değil durmasın
Canını seven bu yerde daha durmasın
Aşk dostları, Ehli Beyt âşıkları dursun
Aşk dostlarından başkası durmasın
Makam ve mal arzusuna gelen kişiler
Bu gizli bir aşktır düşman durmasın
Hamse-i Ali aba evlatları bu çölde zelil olur
Bu kanlı yer kan ile doludur başkası durmasın
Gerek gözlerimi bağlaya Zeynep bacım
Zelil olmak istemeyen bu yerlerde durmasın
Yaralı vücudum üzerinde Gülsüm yeter baş açmaya
Artık ondan başkası kederlenip durmasın
Benim ölümümde ağlamak için
Vefalı yerde vefasız olanlar durmasın
Vefalı dost KUMRU dan başka durmasın
Bu konuşmayı duyunca imam Hüseyin’in etrafındakilerden bir kısmı grup grup dağılıp gittiler. İmam Hüseyin hüzünlü şekilde dedi
Nasıl kara güne saldı bu rüzgâr beni
Garip ülkede kederlendirdi beni
Büyüklüğümü şanımı dağıttı bu feleğin rüzgârı
Kufe memleketinde nasıl belaya saldı beni
Belalı çölde yalnız koydular Müslümanlar
Kalbi yaralı terk ettiler Mariye çölünce beni
Zeynep bu durumu görünce ah çekti
Allah’ım Hüseyin’imin yardımcısı olasın dedi
O duruma bakınca gözyaşı dökmüş Gülsüm:
Şimr ne kadar zulm etse çekmem ah
Hüseyni mi kurtaraydı bu beladan Allah
O yeryüzünün efendisi imam Hüseyin’e
Hareket dili ile sanki seslendi imam Hüseyin’e
Ey Allah’ın dostu gel ey dostum gel
Yabancı memlekette derdimin doktorusun gel
Seni görünce İslam peygamberi Muhammedi hatırlarım
Babamın dostu atamın dostu öz dostum gel
*
Ey Kerbela çölünün garibi sana kurban
Musibet ve bela denizine düşen Hüseyin sana kurban
Sana feda olayım derdin bu canıma gelsin
Kerbela çölünün yok olmasını görseydim sana kurban
Hüseyin dedi peygambere Ali musahibisin sen
Ben garibin canısın canının özüsün sen
Bu kederli çölde vefa yoktur düşmanda
Münasip değil boyansın beyaz sakalın kızıl kana
Dert ve keder çölünde benim yardımımı bekleme
Şehid olduktan sonra gel benim ziyaretime
Sen kabrin üzerinde Kur’an’ı oku ezbere
Hüseyin de bir ağlayınca Ekbere
Dedi dost yaş dökmüştür gözlerinden çokluca
Senden sonra bu canı ben istemem dünyada
Nere gideyim senin yalnız olduğun anda
Ölmem gerekir kabrim kazılsın senin yanında
Peygamber ile konuşması oldu tamam
Sonra kardeşlerine döndü o güzel imam
Ey bu kırık gönlüme sefa veren kardeşler
Benim için vefa kalmadı dünyada kardeşler
Kalbime ayrılık dağını çekmem münasip görmesinler
Gözlerim önünde sizinde kanınızı akıtmasınlar
Sana ruhsat veririm ey vefalı Abbas kardeşim
Durma bu Kerbi bela çölünde aziz kardeşim
Ne hale salarsa salsın o hayasız Şimr salsın
Sen kal koy seninle atamın bir oğlu kalsın
Yanına al altı tane genç kardeşini beraber
Kendinde git benden bekleme haber
Gidiniz Medine’ye kan ağlayınız şehadetime
Ey babam oğlu her yılda gel benim ziyaretime
Abbas toprağa yıkıldı ah çekip ağlayarak dedi Can
Dedi eğer bin canım olsaydı ederdim sana kurban
Bu uzun kollarım kesilmese yollarında
Kesin bil ki ben yine sağ kalırım yanında
Kardeşi Abbas ile tamamlanınca sohbetleri
Yanında duruyor arzusuna ulaşmayan Kasım dönüp gördü ki
Buyurdu çok zahmetli olacak senin bu çölde kalman
Zordur dünya hayatında arzuna ulaşmaman
Medine’ye git yerleş orda muradına er ey oğul
İhtiyarlanmışım bırak öleyim Kerbela’da ey oğul
Benim gibi babanın evi olmasın harabe, berbat
Annen saraya gelip seni etsin damat
Sefer bu isim belki seriye olacak:
Bu söz üzre Kasım ah çekti düştü kedere derde
Dedi ey amca bu kez beni saldın kötü derde
Benim düğünüm o ki ey padişahı âlem
Kuru yer üzerinde susuz doğranıp kefensiz ölem
İmam kolunu Ali Ekberin boynuna hasret ile sardı
Tam bir ayrılık ile bu sözü beyan eyledi
Kerbela toğrağında kan dalgalanıyor ey oğlum
Bu Kerbela çölü Kassap dükkânıdır ey oğlum
Garip anneni alıp nenen Fatıma’nın mezarına git
Benim ile Şimr’in işi bir bahanedir ey oğlum
İhtiyarlamışım bırak öleyim gençsin yazık sana
Bela oklarına bu sinem nişanedir ey oğlum
Ali Ekber ağlayıp kendini attı yere
İstedi babası için kendi canını vere
O anda iki parmağını da tutmuş imam
Gösterdi cennetteki yerlerini tastamam
Seyrettiler o anda cennet makamını
Başta çok ettiler aşkın sevdasını
İmam çadıra dönüp baktı sola sağa
Zeynep yere oturmuş eyliyor idi dua
*
Ya Rabbim! Ağıtlarım ve feryatlarım hürmetine
Bela ve derdi çeken kederli canım hürmetine
Hüseynimin kalbini Kerbela da üzme
Hacalet ateşiyle ben garibi yakma
Ya Rabbim! Zeynebi kardeş yanında zelil etme
Kara güne salıp dünyada utanır etme
Nolaydı ki kadınlara da savaş helal olaydı
Bu çölde ben de şehadete eren olaydım
Kılıç elimde gireydim belalı meydana
Boyanaydı beyaz saçlarım kızıl kana
O mazlumların imamı sonra oradan ayrıldı
Kalbi keder dolu Gülsüm’ün çadırına vardı
O mazlum imam durdu çadırın kenarında
Bakıp gördü ki bacısı Gülsüm ağlıyor orda
Almıştır ellerine kara saçlarını o bahtı kara
Tam üzüntüyle ağlayıp yakarıyor Allah’a
Ey kaş güzel kahraman genç bir oğlum olaydı
Başını keseydiler aç ve susuz Fırat üstüne geleydi
Gülsüm Fatıma’nın hatırasını Hüseyin kardeşini görünce
Ey Zehra’nın göz nuru deyip çok ağladı varınca
Felek ağlar bu gece ayrılık ateşimize
Başında ki belalar ey kaş geleydi canımıza
Ayrılıktan bu gece kan yaş döküp ağlarım
Geceyi sabahlamak çok zordur ey kardaşım
İmam Hüseyin buyurdu ey aziz bacı
Gözlerinden yaş döküp ağlama bacı
Sabah olunca bu çölde çadırlarım basılır
Fırat üzerinde bayraktarımın kolu kesilir
Yarın bu çölde yas tutarsın kardeşim Abbas’a
İmam Hasan’ın oğlunun toyu döner yasa
Gülsüm çok ağlayıp dedi söyle başka haber
Göreyim sağ kalır mı genç Ali Ekber
Sabah olunca gelir Kerbela’ya peygamber
Kılıçlar ile doğranır susuz Ali Ekber
Ey bacı gider elden o gencecik Kasım
Kılıçlar altında doğranır genç Kasım
Dedi ey bacı! Ağıtın sabah dünyayı yıkar
Bu sinem üzerine Şimr çizmesi ile çıkar
O an Haremlerin sultanı teselli verdi Gülsüm’e
İmam Hüseyin vardı Kasım’ın çadırına
Annesi bir kefen hazırlamış mazlum Kasım için
Hüseyin yoluna canını ver İslam dini için
Giyindireyim seni ey gözümün nuru Kasım
Göreyim kefen yakışır mı sana ey genç Kasım
Bu sözleri tamamlayıp sevinçle bir kefen eline aldı
Tam bir hasret ile coşkuyla kolunu boynuna saldı
Buna şahit ol ey yer ve göklerin Allah’ı
Annesi Kasım’ı amcasına kurban verdi ilahi
AŞURA GECESİNİN OLAYLARI VE ALİ EKBERİN FIRATA SU İÇİN GİTMESİ
Ne yastır ki yine gök ve yer coşup ağlar
Yeryüzünde deprem olmuştur gökler ağlar
Gök tabakalarında oturanlar baştanbaşa cem olmuş
Evet bela baş göstermiş garipler ağlar
Dertli hikâyeyi daima kalem elde yazar
Kendini feda edip hançerden akan kan ağlar
Ay parçası düşmüş gökten karanlıkta olan ışısın
Gözyaşını döküp bulutlar gibi ağlar
Hüseyin’in ölümü gecesi Kerbelâ’dan ses gelir
Peygamber evlatları ah çekip zar zar ağlar
Aşura gecesindeki olayın mevsimi, zamanı geldi
Sızlayan Şehriban gözlerinden kan yaş döküp ağlar
Ümmü Leyla’nın oğul vay sesi çıkmış göklere
Gözü savaş meydanında hasret ile bekleyip ağlar
Kanlı gözyaşlarını döker KUMRU bu matemde
Ehl-i beytin mazlumiyeti için gözünü feda edip ağlar
*
Hüseyin bir bir sahabelerinin çadırını dolaştı
Susuzluktan kesilmişti hepsinin dizinin kuvveti
Su diyerek Hüseyin’e kuş gibi sesleniyorlar idi
Bebekler kan yaş döküp durmadan ağlaşıyorlar idi
Ali Ekber’in çadırına vardı imam Hüseyin
Gördü elinde kılıç ile durur gördü Hüseyin
Ali Ekber Hüseyin’i görünce kalktı yerden
Dedi emir ver bana geçeyim canımdan başımdan
Allah’a and olsun ki Fırat nehrini kana döndereyim
Eğer kendim ölsem de Ali Asgara su göndereyim
İzin ver bana gideyim Fırat’a kahramanca
Bu milletten su alıp boyanayım kızıl kana
Hüseyin kucaklayıp başını aldı dizinin üzerine
Dedi durma oğul yürü git Fırat üzerine
Ne kadar yardımcı istersen götür yanında
Benim küçük yavrularıma sen su hazırla
Gencecik Ali Ekber savaşmaya izin alınca
Ey susuzların sultanı duramam yavrular yanınca
Silahını kuşanıp Ali Ekber çıktı meydana
İzin almak için girdi Zehra’nın çadırına
Zeynep Ali Ekberi görünce kucaklayıp ağladı
Yavrum viran olmuş bibin sana kurban dedi
Meğer ne var gece vakti bu ızdırap ile
Savaş silahını giymişsin bu acele ile
Sarılıp boynuna söyledi Ali Ekber
Yakında susuzluktan ölecek Ali Asgar
Ey nene! Mecburum ben Fırat’a gideyim
Susuz Ali Asgara bir damla su hazır edeyim
Babamdan izin alıp geldim görmeğe seni
Hakkını helal et öldürecek düşmanlar beni
Benim için çok ağlayıp etme vaveyla
Sakın ki gittiğimi bilmesin annem Leyla
Zeynep kalbinde ah çekip bu söze çok ağladı
Ey dertli günümde bana dost olan deyip ağladı
Ali Ekber Zeynep’ten veda edip ayrılınca
Gözleri yaş dolup imamın huzuruna varınca
Beni sakın unutma üzüntülü gencim
Baba beni öldürmek için hançer çekildi Allah ısmarladık
İtaati farz olan imamsın bana dua eyle
Ali Ekber zelil olmayı kabul etmez Allah ısmarladık
Sonunda Ali Ekber tam bir fedakârlıkla
Ayrıldı Hüseyin’den bir anda atladı atına
Atın üzerinde kol kanadını açtı o taze bülbül
Fırat nehrinin kenarına vardı o gül bahçesinin bülbülü
Haydar’ı Kerrar gibi yüceltmiştir Allahü Ekber sesini
Ey zalim hayasız millet diye onlara duyurdu sesini
Ben o aslanım ki feryadım meydanın safını yıkar
Elimi sallasam dağıtır yeryüzünü yıkar
Yüz bin bu kadar asker olsa asla korkmam
Feryadımın yüceliği dünyanın düzenini yıkar
Ali dedem iki parmakla Hayberi yıktı
Ben eğer kanadımı açsam dünya hayatını yıkar
Düşman başını dökerim yere yaprak gibi
Hücum etsem bu kılıç dağ ve taşı yıkar
İstesem ben bu çölü kan denizi ederim
Dalga vursa eğer bir zerresi dünyayı yıkar
Çeksem de kılıcımı varsam meydana
Kılıcımın sallanışı düşman zümresini yıkar
Kaç gündür susuzum içmemişim Fırat suyunu
Bu susuzluk hasta ve mazlum olan beni yıkar
Kana dönsün suyunuz yavrular su deyip ağlarlar
Susuzluk sesleri Allah’a and olsun çölleri yakar
KUMRU nun başından geçenler benim ağıt yerimdir
Ağıt sabah akşam gül bahçesini yakar
*
Allah’ın aslanı Ali’nin torunu sözünü tamamladı
Musa suyundan olan muhabbetle tamamlandı
Kâfirlerin saflarını birer birer dağıttı
Fırat kenarında bir kan ırmağı akıttı
Seslenince sesinden dünya ve âlem titredi
Her zaman ya Ali’yel Murtaza diye seslendi
Kollarını yavaşça yanına ata ata
Vardı o körpe kuzu gibi geldi Fırat’a
Yatağında duramayıp kalktı yerinden Leyla
Ali Ekber’in boş yatağına bir baktı Leyla
İki eliyle vurup başına ağladı etti figan
Oğul deyip çağırdı dedi aman Zeynep can
Ey iman bacısı Zeynep sana feda olayım
Nerdedir gül yüzlü Ali Ekber nolur söyle bileyim
Kadınların hayırlısı hazreti Zeynep yavaşça
Dedi Fırat’a gitti genç Ali Ekber ey Leyla
Bu sözü Leyla işitince bedeninde kalmadı can
Leyla gidip Abbas’ı buldu iki kızıl kan
Ali Ekber Fırat’a gitti evim yıkıldı ey Abbas
Ağarmış saçlarımın her biri dökülüyor ey Abbas
On sekiz yıldır Zehra’nın evine gelmişim
Kapısına yüz koyup sana yardıma gelmişim
Genç Ali Ekber’in başı karalı annesiyim
Canım düştü sıkıntıya sana yardıma gelmişim
Bana acı genç yavrumu senden isterim
Bundan başka isteğim yoktur temenniye gelmişim
Abbas bu sözü işitince çekti vaveyla
Dedi bu ne sözdür söylersin ey Leyla
Nerdedir iki gözümün ışığı Ali Ekber
Ali Ekberin başında ne var haber ver
Leyla çok ağlayıp dedi feda olayım sana
Gitmiştir Ali Ekber su getirmeğe Asgara
İmansız Kufeliler Ali Ekber’i almışlar araya
Yavrumun yardımına sen yetiş durma oraya
Tanrı aslanı Ali’nin oğlu Abbas bindi ata
Kendini yetirdi zulm ile ateşlenen Fırat’a
Ali Ekber seslenirdi düşmanlara elinde kılıcı
Çevirmiş dört yanını bir sürü can alıcı
Safları tek tek yarıp Fırat’a vardı Ekber
Kırbasını doldurup hem suyu aldı Ekber
Gelmek için yüzünü çevirip düşman içine daldı
Ali Ekber’in kolları yoruldu pek çaresiz kaldı
Ellerini kaldırıp Kerbela’ya uzattı
Dedi ya imam bunaldım kan yaş akıttı
Ne gördü bir atlı gelirdi dört nal ile
Atı kanatlanmış idi ağzı köpük kan ile
Toz yok olunca içinden imam oğlu Abbas çıktı
Gökten bir ses indi kâfirlerin evini yıktı
Abbas Ali Ekberi kucaklayıp bastı sinesine
Yanına alıp getirdi dertli annesine
AŞURA GÜNÜNÜN SABAHINDAKİ OLAYLAR
Sabah olunca dert ve belanın izi gözüktü
Dudakları susuz imam Hüseyn yerinden ayağa kalktı
Vardı oğlunun çadırına olmuş gözleri kan
Bakıp gördü gencecik Ali Ekberi yerde yatan
Yer ve göklerin sevgilisi Hüseyin tam bir hasret ile
Oğlu Ali Ekbere seslendi söz geldi dile
Ey naz sümbülü peygamberin gülü uyan
Kerbela karanlıklarında parlayan ay ve güneşim uyan
Gözlerini aç sabah oldu olma habersiz ey oğlum
Yusuf ceddime benzeyen genç yavrum uyan
Zalim Şimr hançer elinde beni bekler
Ey sırtımı kamburlaştıran oğlum uyan
O anda gözlerini açtı genç Ekber uykudan
Gördü ki başını dizinin üzerine almış babası sabahtan
Ali Ekber yüzünü koydu babasının ayağı tozuna
Kalbi parçalanıp edeble arz etti baktı yüzüne
Sana kurban olayım ey dertli baba
Yalnızlığın canıma ateş salıyor baba
Kurban olurum bu sözlerine ey dertlim senin
Ey Kerbela çölünde oğulsuz kalan baba
*
İmam Hüseyin eğilip oğlu Ali Ekberin iki yüzünü öptü, Ali Ekber kalk dedi, kalk o güzel sesinle bir tekbir al, yardımcılarım toplansın.
Müezzin Haccac yanında hazır dururken Ali Ekber’in tekbir söylemesi tuhaf geldi, babasına dedi ki: Ey arap mülkünün sultanı, ey inananların lideri! Her gün tekbir ben söylemez idim, oysa bugün bana söyletirsiniz sebep nedir? İmam Hüseyin (a.s.) iki gözünden kan yaş akıp ağlaya ağlaya dedi ki:
*
Bu günkü günde ey yavrum imansız kâfirler
Senin kalbini parça parça edip doğrarlar
Oğlum vücudun yaralanıp yere düşmeden bugün
Yavrum senin sesini doyunca duyayım bugün
Sana okutmamın sırrı budur ah vaveyla
Hem de senin sesini işitsin çaresi annen Leyla
Bugün benim müezzinim peygamberin bülbülüdür
Senin güzel sesine ben kurbanım ey Ali Ekber
Ali’nin o güzel bülbülü elini gözleri üzerine tuttu
Allahü Ekber sözleri gökleri tuttu
Açıldı gök kapıları semadan bir bir dünyaya
Düzüldü peygamberler gurubu durdu temaşaya
Hazreti Cebrail elinde dostluk tacı vardı
Yüce Allah’ın emriyle peygamberin huzuruna vardı
Bahar bulutları gibi Cebrail gözünden yaş dökmüştür
Ey peygamberlerin sonuncusu bak ümmetin netmiştir
Ali’yi yanına alıp Kerbelâ’daki Ehl-i Beytine bakıver
Gör ki ayrılık tekbiri söylüyor gencecik Ali Ekber
Allah’ın peygamberi Kerbela’nın susuz çölüne baktı
O anda beli büküldü ciğerinden kan aktı
Buyurdu ey peygamberler yavrumun sesine bakınız
Bugün Kerbelâ çölünün müezzini Ali Ekber’e bakınız
Allahü Ekber kelimesini edince tekrar
Kılıçlanan başını açtı Haydar’ı Kerrar
Peygamber buyurdu durmayınız gökyüzünde
Yere ininiz keder var Hüseyin’imin gözünde
Enbiya ve evliya gelip geçen peygamber
Göklerden yere inip saf saf durdu melekler
Aşura gününün sabahı müminlerin imamı netti
Tam bir gönül ile ellerini kaldırıp dua etti
Ya Rabbim! Kerbelanın esası hürmeti için
Peygamber evladının vaveyla sesi hürmeti için
Ali Ekber’in parça parça olan bedeni için
Yetim Kasım’ımın toy kınası hürmeti için
Kolu kesilen Kerbela bayraktarım Abbas için
Ali Asgarımın ok yarasının hürmeti için
Esir zeynebimin perişan ve mazlumiyeti için
Sakinenin başına bağladığı kara hürmeti için
Ey Allah’ım! Benim için bu günahkâr milleti bağışla
Muharrem ayında tutulan yas hürmetine bağışla
*
Gökten peygamberler ve velilerin yere indiği bu mahşer anında, hazreti peygamber imam Hüseyin’e bir bayrak verdi ve dedi ki: Bu sancak Ali’nin Hayber’i fethettiği zaman elinde tuttuğu sancaktır. Bu sancak Uhud gününde benim gölgesinde durduğum sancaktır, ey Hüseyin! Al bu sancağı bayraktarına ver, kavuşma zamanı yakındı. Ey Hüseyin sen de bizi daha fazla bekletme.
*
Sancağı gördüğü zaman o büyük sultan
Gözyaşı döküp ah çekti kalbinden bir an
Sancağın sahibi Abbas’ı hatırlayınca çok ağladı
Ey ceddim! Bugün olsaydın sen bu dünyada dedi
Hüseyin’inin yalnız kaldığı zamanda
Bu yaralı canında musibet olduğu zamanda
Bela çölünde olsaydın ev halkına bulaydın çare
Zülfikar’ı kahramanca vuraydın düşmana
O kalbi kederli Hüseyin dedikten sonra bu sözleri
Sancağı alıp öptü üzerine koydu dizleri
İmam Hüseyin o anda yardımcılarına dedi
İmam sancağı kim alacak eline dedi
Her kimin elinde olsa eğer bugün bu sancak
İki kolu Fırat kenarında kesilip kalacak
Bu sancağı götüren hançer ile doğranacak
Yaralı vücudu kumlarda ateşlenip yanacak
Bu sancağı götürenin elleri boyanır kızıl kana
Başı kesilip düşer toprak üzerinde meydana
Kim ki kesilmesine razı ise kolları
Bu sancağı alıp olsun Hüseyin’inin bayraktarı
İmam Hüseyin bu sözleri tamamlayınca
Kardeşi Abbas üç defa kapandı toprağa
Dedi ey Kerbela sultanı canım sana kurban
Kalbimde şüphe kalmadı silindi canım sana kurban
Emrin nedir buyur ey zamanın imamı bana
Ederim kurban iki kolumu da senin yoluna
İmam Hüseyin buyurdu ey Haşimilerin güneşi
Ali babamın oğlu imam evladı kardeşim
Bana vasiyet etti Allah’ın aslanı
Gerek bugün olasın Kerbela’nın bayraktarı
Al sancağı elimden ey insanların hayırlısı kardeşim Abbas
Adın konuldu Kerbela bayraktarı Abbas
Haydar’ın göz nuru Abbas aldı öptü sancağı
Taşıdığı için Hüseyin’e dua eder bayrağı
AŞURA GÜNÜNÜN OLAYLARI
Şöyle anlatılır ki aşura gününün evvelinde
Ağıt dosyasını açarlar bu şekilde
Kerbela sabahında kan gibi güneş doğdu
Dünyayı baştanbaşa nura boğdu
Saf saf dizildi dostlar o çölde
Kâfir düşman savaşa hazır o çölde
Düşman askerlerine verildi emir zalimden
Takmışlar bellerine birer hançeri kinden
Önünde birçok kâfir ok atıyorlar
Kerbela çölünde yerinden kalkıyorlar
O dini yoklar hazırlıklarını tamamladılar
Yağmur gibi yağdırdılar Ehl-i Beyt’e oklar
İmamı sevenler o zalim düşmana karşı hazır durdu
Kıyametin şefaatçisi Hüseyin bırakmadı durdurdu
Allah şahit olmuştur Hüseyin’in bu halini gördü
Hüseyin başına hemen peygamberin imamesini koydu
Kahramanca kendine süs verdi
Hızla Zülcenah atına bindi
Atını sürüp çıktı kâfirlerin karşısına
Söze başlayıp korku verdi düşman ordusuna
*
Dedi ben yeryüzünün nuruyum
Ben mescitlerin köşelerinin süsüyüm
Benim vücudum ile varlık âlemi duruyor
Benim varlığım iledir bütün dünya dönüyor
Ben olmasam dağılır bütün dünya tüm âlem
Ben olmasam başlayıp yazmazdı asla kalem
Ben olmasam gökler yerler ayakta duramazdı
Ben olmasam kul Allah’ına varamazdı
Ben doğru yolu gösterenim
Ben peygamberin vekiliyim
İzin vermesem bitkiler çıkamaz
Benden habersiz yaşam olmaz
Çeşmelere suyu ben veririm
Çiçeklere kokuyu ben veririm
Tanrı aslanı Ali’nin oğlu benim
Dünyada bugün imam benim
Dünyanın gayıp sırlarını ben bilirim
Tüm varlıklara kısmeti ben veririm
Dünyada bugün imam benim
Peygamberin öz torunu benim
Başımda peygamberin imamesi var
Gönlümde Ali-yül Murtaza’nın aşkı var
Ben Hüseyin’im bilmeyenler bilsinler
Beşiğimi melekler götürdüler
Tanrı benim sözlerime şahittir
İki gözlerime kum dolacaktır
Siz beni çağırdınız geldim
Sizleri yoldan çıkmış buldum
Canıma niçin kastedersiniz
Tanrıya niçin isyan edersiniz
Geliniz beni dinleyiniz dökmeyiniz kan
Rahat edemez imam kanını döken
Bırakınız beni geri döneyim
Dostlarımla varıp Hicaz’a ineyim
Yezit size önder olsun sizlerde ona ümmet
Aranızdan çıkayım yeter bana bu hürmet
*
Yezidi sevenler imam Hüseyin’i dinlemediler
Ali düşmanlığını bırakıp dönemediler
Kemanını gerdi Saad oğlu melun o anda
O imansız ve din düşmanı ok attı imama
İmam Hüseyin buyurdu ey cahil millet bakın bana
Ok atmayı bırakınız teker teker geliniz meydana
Dürüst olun mertçe döğüş olsun meydanda
Teker teker çıksınlar pehlivanlar meydana
*
Bakıp ne gördüm o çölde Mustafa ağlar
Yanında durup Necef sultanı Murtaza ağlar
Vücuduna kara giymiş imamesi elinde
Ciğerleri doğranan susuz Müçteba ağlar
Başında kara bir kadın Hüseyin’im deyip
Kadınların hayırlısı Fatıma gözyaşı döküp ağlar
Bakınca gördüm ki ceddim peygamber kederlidir
Başını aşığı salıp çok sızlayıp ağlar
*
Saad oğlu Ömer o zalim ve melun dedi
Ey dünyanın ünlü adamı haberdar ol dedi
Gerek dünyayı kan ile doldurayım
Ali oğlunu kalbi susuz öldüreyim
Melun Yezid’i bugün sevindireyim
Din yuvasını yıkıp harabe edeyim
Ey Hüseyin bu çölde gözyaşını sel edeyim
İşkence ile yetmiş iki kan edeyim
Gerek kadınların hayırlısı Fatıma’nın kalbini ateşleyeyim
Yezid’in yanında gerek alnımı ağ edeyim
*
Kahraman Hür bu sözlerden olunca haberdar
İbni Saad’a söyledi o pehlivan bayraktar
Bu Mustafa’nın iki gözünün nuru Hüseyin’dir ey İbni Saad
Ali’yel Murtaza’nın bahçesinin meyvesidir ey İbni Saad
Hamse’i Ali Aba Fatıma’nın göz nurudur
İnsanlara ve cinlere zamanın imamıdır ey İbni Saad
Çadırlarda o şanssız Zeynep’tir ağlayan
Hangi dinde bu zulümler yapılır ey İbni Saad
Günahsız kızlar ellerinde su kasesi susadım susadım derler
Yeryüzü bugün yas tutmaktadır ey İbni Saad
*
O zalim ve melun İbni Saad Hür’e söyledi
Sözlerinin hiçbiri bana kar eylemedi
Ey Hür! Ben hazreti Mustafa’dan geçmişim
Kevser havuzunun sahibi Ali’dan geçmişim
Din ve mezhepten kenarım iman ve ile işim yoktur
İslam’dan dönmüşüm kadınların hayırlısı Fatıma’dan geçmişim
Şan ve şeref aşıkıyım gönlüm hep makamdadır
Ahretten el çekip hesap gününden geçmişim
Hür işitip İbni Saad’ın dinden çıktığını bildi
Dört kişi ile İmamın çadırına doğru geldi
İki elleriyle başlarına avuçlayıp saçtılar toprak
Lisanı hal ile böyle seslendiler yüzleri oldu ak
Ey zamanın sultanı! Tövbe ediyorum tövbe
Peşiman oldum, tövbe ediyorum tövbe
Gözlerimin yaşı akıyor sığınağım yoktur
Günahım çoktur tövbe ediyorum tövbe
Ey Haydar’ın oğlu suçumu bağışla
Bu can bu kılıç tövbe ediyorum tövbe
Ey insanların hayırlısı canım olsun sana feda
Ey kahraman Abbas tövbe ediyorum tövbe
Ben perişanım dost ve yardımcım yoktur
Ey imam evladı Ekber tövbe ediyorum tövbe
Kalbim kan olmuştur bul derdime çare
Kapından kovma tövbe ediyorum tövbe
Suçum çoktur ricalarımı kabul eyle
Ey imam evladı Kasım tövbe ediyorum tövbe
Hür imam Hüseyin’in huzuruna varınca
Kendisini bağışlatmak için düştü yere toprağa
O ünlü Hür iki eliyle vurdu başına ağladı
Ey insanların ve cinlerin imamı dönüp söyledi
Gül yüzüne bakmak için yüzüm yoktur
Yüzüm karadır kapında suçum pek çoktur
Gel ey güzel imam benim suçumu bağışlayın
Ben senin kapına suç ile gelip vardım
İmam Hüseyin buyurdu ey Hür çok üzülme
Bu kapıda hiç kimse üzülmez sen üzülme
Seni bağışlarım ey arap mülkünün sultanı
Ama bir şart ile ki evvel bağışlasın Zeynep seni
Hür Ali Ekberi yanına alıp çadırdan dışarı çıktı
Zeyneb’in kapısına varıp durdu ağladı baktı
Ne gördü Zeynep dert rüzgârı gelir
Çadırın kapısından ağıt sesi gelir
Acaba bu ağlayanlar kimdir ey oğul
Sızlayıp da ağlayanlar kimdi ey oğul
Geliyor senin kapına rica etmek için bir kahraman var
Günahı çoktur peşiman olmuştur suç var
Kederli Zeynep bu durumdan haberdar olan
Hür’e buyurdu ey Allah dostunun yardımına gelen
Ey kahraman Hür! Nasıl bağışlayayım seni
Aziz idim bela rüzgârıyla zelil ettin beni
Nasıl bağışlayayım oysa yolumu sen tuttun
Allah aslanı Ali’nin ev halkını o çölde sen korkuttun
Kıyamet gününün hatunu bu sözleri deyince
Hür başına vaveyla ile vuruyor ilk önce
*
Ali Ekber bu durumu görünce Zeynep’e yalvarıp dedi ki: Bu Hür kendi vatanında garip kalmıştır, şimdi bizlere misafirdir.
Yabancı değil benim amcamın kardeşidir. Onu bağışlamazsan ben de başımı alır giderim. Zeynep bu sözleri duyunca Ali Ekberi kucaklayıp Hür’ü bağışladı.
Zeynep ordan Sakine’nin çadırına gidip ona da Hür’ün suçunu bağışlattılar.
Hür ondan doğru hemen İmam Hüseyin’in huzuruna gelip dedi ki:
Benim suçlarımı bağışlayınca beni sevindirdin
İlk önce Kerbela da biz savaşalım izin verin
Ey yeryüzünün sultanı sana kurban olayım
İzin ver bir oğul iki kardeş savaşa varayım
Nasıl ki Sedabe çölünde sana zulm ile yaklaştım
Gerek bugün de evvelce kurbanın ben olayım
*
İmam Hüseyin Hür’e önce savaş izni verdi. Hür atına binip kahramanca Kerbela meydanına çıktı. Savaş meydanında kendini tanıtmak amacıyla bu sözleri düşmanlara seslenerek söyledi: Ben Hür denen aslanım. Aslanlar benim yanımda tirtir titrerler. Arap kahramanları benim kılıcımın korkusundan deliklere saklanırlar.
Yiğitlik mülkünün sultanıyım. Kılıcımın kanından Kerbela sulara gömülecektir. Ölürsem yerim cennettir, yaralanırsam da gaziyim. Ali evladının aşkı için can ve malımdan geçmişim, kim kanına susamışsa benim karşıma o çıksın.
*
Hür girdi meydana savaştı pek kahramanca
Kime hücum eylese idi kaçardı bir tarafa
Bela yıldırımı gibi ateş saldı dünyaya
Kime kılıç vurduysa düşürürdü toprağa
Bölükleri dağıttı safları parçaladı
Düşman kanını deniz gibi Kerbelâ’da akıttı
Hür meydanda aslanlar gibi dönerdi
Dört taraftan üzerine üşüştü düşman askeri
Kimi kılıç vurdu kimi okunu sapladı
Gözlerinden akan kan her tarafı kapladı
Yaralı canı kanlı gözü baktı sola sağa
Dahi gücü kuvveti kalmayıp yıkıldı Hür toprağa
*
Hür, toprağa düşünce başını hazreti İmam Hüseyin’in, çadırına taraf çevirip “Ya Hüseyin benden razı mısın?” diye seslendi.
Hazreti imam Hüseyin, Hür’ün sesini duyunca, kalbi kan ağladı, Zülcenah atına binip düşman askerinin arasına daldı. Hür’ün yanına varıp, kanlı gözlerini Hür açtı, başını imamın mübarek dizi üzerine koydu.
Hür, imam Hüseyin’i görünce, gözlerini aralayıp, şükür bu günüme ya Hüseyin senin dizinde can veriyorum, artık utanmadan kurtuldum dedi.
İmam Hüseyin “Ya Hür ben senden razıyım, Allah’ta senden razı olsun” dedi. Hür gülerek canını teslim etti.
*
HAZRETİ ABBAS’IN AYRILIK TOPLANTISI
Bizlere olan zulm nedir rüzgârı vaveyla
Ki ettin beni bu çölde zelil vaveyla
Bütün vefalı dostlarımı elimden aldın
Yaralı canıma vaveyla derdini saldın vaveyla
Bu çölde yedi kardeşimi susuz doğradılar
Hepsini memleketinden ayırıp kan ile boyadılar vaveyla
Cenazelerini defnetmeme engel oldular
Gusülsüz ve mezarsız kaldılar vaveyla
Yaşları kana dönen gözlerim kaldı hasret
Gözlerim bakar o yana bu yana bekler vaveyla
Gurbet memleket içinde tek ve yalnızım
Kırıldı kalmadı hiçbir dostum vaveyla
Bu sözleri buyurdu imam Hüseyin meydanda
Herkes çadırdan çıkıp durdu bir yanda
Biri derdi garip ve yalnız kardeş vay
Biri derdi zulm ile şehid olan kardeş vay
Biri derdi gülleri solan efendim vay
Biri derdi sırtı kamburlaşan efendim vay
Allah aslanı Ali’nin ev halkı hepsi batmıştır yasa
Dikkat ile bakarlar idi canları Abbas’a
Ali’nin kahraman oğlu vefalı Abbas
Düştü toprağa biraz eğildi Abbas
Susuz imam Hüseyin görünce kardeşi Abbas’ı
Ağlayıp sızlayıp dökerdi gözlerinden yaşı
O kıymetli imam Hüseyin Necef’e bakar idi
Sanki yüksek bir ses ile yürekler yakar idi
Bu dertli çölde baba derdimin çaresine bak
Zulm ile dağılan güzel yuvama noldu bak
Kolları kesilmeğe hazır olan bayraktarım
Arkasına başı açık kimsesiz ev halkıma bak
*
Abbas üç defa hazreti imam Hüseyin’in önünde eğilip dedi ki: Ya Hüseyin! Kerbela çölü eşe dosta, hısıma akrabaya ve sevenlere mezar oluyor. Kalbinde Ali sevgisi olanlar birer birer çıkıp şehit oluyorlar, senin uğruna canlarını veriyorlar. Ben onların en korkağı değilim, bana da izin ver, savaş meydanına çıkıp düşman canı alayım, düşman başlarını sonbahar yaprakları gibi yerlere dökeyim. Ali yoluna bende canımı feda edeyim. Hazreti imam Hüseyin, kardeşi Abbas’a bir baktı, gözlerinden yaş yerine kan akıttı.
Benim kalbimin parçası kardeşim dedi: Ben sağ kaldıkça sana savaşa gitmene izin vermem, sen sancağını benim başım üzerinde dalgalandırdıkça, ben babam Ali’nin ölmediğini sanıyorum. Tam bu sırada Sakine’nin çadırında bir ses yükseldi:
Bu yer ne dert ve bela yeridir ey Müslümanlar
Canlara ateş düşüp yanıyor ey Müslümanlar
İçmek için bulunmuyor bu kederli çölde su
Fırat kana mı dönmüştür ey Müslümanlar
Dudağıma günlerdir su değmedi ölüyorum
Susuzluk beni ağlar etti ey Müslümanlar
Kalbim kebap oldu amcam Abbas nerdedir
Bana bir yudum su getire ey Müslümanlar
*
Abbas bu ağıt sesini duyunca yerden bir avuç toprak alıp başına saçtı.
Ya Hüseyin bu ağıt sesine can dayanmaz, bana musaade ver gideyim dedi. Hazreti İmam Hüseyin haydi aslan kardeşim sana izin verdim, git bu kalbi susuzluktan kavrulmuşlara Fırat’tan su getir dedi.
Abbas çadırına dönüp silahlarını kuşandı, sancağı omzuna alıp kapıdan dışarı çıktı ki yeni doğmuş bir ay gibi buluttan doğmuş sanki. Kerbela çölü hazreti Abbas’ın yüzünün nuruyla kapsandı.
Abbas sancağı getirip Ali Ekber’e teslim etti, Ali Ekber ben de seninle geleceğim, sancağı almam dedi.
Ali Ekber’den Kasım’a döndü, Kasım bende seninle geleceğim sancağı almam dedi. O zaman Abbas yüzünü babası Ali’yel-Murtaza’ya çevirip dedi ki:
*
Necefe yüzünü dönüp kalbinden çekti ah
Lisanı hal ile dedi Ya Ali veliyullah
İşim zorlandı ey sancak sahibi baba gel
Bu çölde iki kollarım kesilir baba gel
Herhalde oğlun Hüseyin sancaksız kaldı yetiş
Zalim millet O’nun etrafını sarmışlardır baba gel
Bu çölde elimden sancağı alan yoktur
Ölümüm yaklaşmıştır şehid olmam gerek baba gel
Bütün insanların imamı Hüseyin bu sözleri duyuncak
Dedi ey kardeş sen ölünce lazım değildir sancak
O iki kardeş ağlaşıyorlardı mahsum, mahsum
Gördüler bir tarafta bela çeken o Gülsüm
Gözlerinde kanlı yaşı saçıp ağlamaya başladı
Başı karalı bacın sana kurban dedi ağladı
Değil mi sen bizleri saldın dert ve belaya
Siz durunuz ben sahip olurum sancağa
Dertli olma hem kalbin olmasın perişan
Senin yerine ben sancağı saklarım kurban
*
HAZRETİ ABBAS’IN ŞEHADETİ
Zamanının zulm kapılarını açtılar
Musibet için felek gayretini geçtiler
Peygamberlere dert ve bela bölünmüştür
Önce Âdem’e Habil’in ayrılığı verilmiştir
Nuh için dünyada Tufan binası atılmıştır
Sayısızca dert ve kederi Nuh görmüştür
Eyyub’u sabr derdi ile imtihan ettiler
Zamanında pek çok zorluklar çektiler
Balık karnı Yunus için tayin olunmuştur
Aşk için miraç evi tayin olunmuştur
Nemrud’un ateşi İbrahim Halil’e bela gelmiştir
Sonunda ateş İbrahim’e gül bahçesi olmuştur
Yakub kırk yıl ah Yusuf deyip ağladı
Yusuf’un ayrılığı Yakub’un yüreğini dağladı
*
Yahya’nın başını bela testinin içinde kestiler
Mübarek vücudunu hançer ile parça parça kestiler
O zalim millet İsa’yı çarmıha çektiler
Her zaman başına yüz bin siyaset verdiler
Muhammed peygamberin bir bir dişini kırdılar
Kureyş milletinin düşmanlığını apaçık gördüler
Mescitte Ali’nin başına kılıç vurdular
Kızıl kana o müminlerin amiri Ali’yi boyadılar
*
Abbas, atına binmiş, sancağı teslim etmiş, hazreti imam Hüseyin’le Allah ısmarladık deyip dostlarından ayrıldı.
*
O zaman ki Kerbela sultanından ayrıldı
Beli kemendine girdi beladan ayrıldı
Din düzeni bozulup hükümler değişti
Allah huzurunda belaya müptela olandan ayrıldı
Sandılar ki Ali’yel Murtaza geldi dünyaya
Kâfirleri öldürmek için Mustafa’dan ayrıldı
Dünya üzerinde melekler şaşırdılar
Bu kimdir Ehl-i Beyt’i peygamberden ayrıldı
Sakine ardından bakıp dedi amcam gitti
Beni kara güne bırakıp vefasızca ayrıldı
Atam elleri koynunda kalmıştır gözleri yaşlı
Vefalı kardeş o kimsesizlerden ayrıldı
Kesin biliyorum bu gitmek ile dönmez geri
Tam bir üzüntü ile yuvasından ayrıldı
Daima KUMRU gibi ağlayıp sızlardı
O imamın gül bahçesinin efendisi bizlerden ayrıldı
Abbas atına binince, görenler atın üzerinde bir dağ parçası yürüyor zannederdi. Düşman saflarının arasına geldi. Savaş meydanında kendini tanıtmak amacıyla bu sözleri söyledi:
“Ey zalim millet! Ben insanların efendisiyim. Haydar-ı Kerrar Ali’nin yardımcısı benim. Ben Kur’an da ki ayetlerin isbatı, Ali Abanın şahidiyim. Cömertlik denizinde ben ata burcunun ay ve güneşiyim. Dünyayı aydınlatan güneşin nuru benden parlaklığını alır. Kahramanlığımın bir dağdan bir dağa şöhreti vardır.
Düşmana bela şimşeğiyim, ben kâfirlerin katiliyim.
Bin tane Utarid yıldızı bir araya gelse benim hünerlerimi yazamaz. Tanıyınız o sancaktar Abbas benim. Canıma bin hançerinizi şimdiden kabul etmişim. Hüseyin’in yolunda canını ve başını vermeğe hazır benim.
Ey imamlarını öldüren zalim ümmet tanıyınız, ben o imamın kapısında bir aciz kulum.”
*
Abbas seslendi ey zalim ve melun millet
Kesin bildim ki sizlerde yoktur ar ve gayret
Kim benimle savaşmağa ederse cüret
Bir kılıç ile onun yedi ceddine lânet
Kılıcını çekip düşman safı içine daldı
Sanırsın bir alıcı kuş hücum etti can aldı
Peş peşe Haydar-ı Kerrar’ın sesiyle seslendi
Kuşlar gibi karıştırdı safları inletti
Elinde çıplak kılıcını her tarafa salladı
Zalimlere kaçış yolu bırakmazdı kırardı
Her kime eğer düşmanca vursaydı
Çeşmeler gibi kan coşturup akardı
Bedenlerini kızıl kanlara boyardı
Balık gibi apaçık kan içinde yüzerlerdi
*
Dev gibi gövdeler düşerlerdi toprağa
Sonbahar rüzgârı gibi konmuştur toprağa
Necef sultanı imam oğlu o kahraman Abbas
Pehlivanları zelil ve perişan ederdi Abbas
Keserdi düşman başlarını cam keser gibi
Ağaçtan birer birer elmalar düşer gibi
Her baş toprağa düşünce seslere bak
Abbas der idi gel Hüseyin bunlara bak
İmam Abbas’ın sesini duyunca döndü
O’nun aslanlar gibi savaştığını gördü
Dedi ey Haşim oğullarının ay ve güneşi kurban koluna
Kardeşim babam Ali’nin bedeli imam oğluna
İmam Hüseyin’in sesi Abbas’ın kulağına gelince
Gözleri kızarıp nefesi kesildi duyunca
Sanki Abbas’a yeniden kan ve can geldi
Düşman safları içine sanki bir aslan geldi
Elinde kılıcını parlatmıştır şimşek gibi
Kâfirlerden kalbindeki hıncını alır idi
Saflar çözülüp önünden başladılar kaçmağa
Kimsede kuvvet yok idi ağız açmağa
Her birisi öz canının derdine düştü
Kâfirler başını alıp birer tarafa kaçtı
O yılan İbni Saad onların şaştı kaçmalarına
Dedi ki vaveyla kaçarsınız çıktı karşılarına
Yezidin yedirdiği aşa ekmeğe, emeğe yazık
Sizlere kıymet verip tutup bakmağa yazık
Bu bir kişidir ey sabırsızlar
Binlerce insan kaçar mı ey cansızlar
Siz kenara çekilin ona ben varacağım
Bir kılıçta canını çekip ben alacağım
Bu sözleri tamamlayıp atını sürdü ileri
Seyretmek için toplandı kâfirlerin büyükleri
*
Abbas yılanı gördü bildi ünlü bir pehlivan
Yüzünü imama çevirip niyaz etti hemen
Dedi gör Ya! Hüseyin şimdi sen Kardaşını
Kızıl kana çevirecek düşmanların Leşini
O anda seslendi yılan. Abbas’a bin laf etti
Ne kadar arkadaşım senin elinde can verdi
Bugün tamamının intikamını senden alırım
Seni şehit edip dünyaya ateş salırım
İlk önce senin canını tamam edip alırım
Ali evlatlarının hepsini katliam ederim
Abbas celallendi kılıcını çekti kından bir ansız
Dedi elini oynat dilini tut ey vicdansız
Pehlivanlar kılıç ile savaşırlar
Ancak kadınlar söylenti yaparlar
Düşman sinirlenerek nizesini çekti
Abbas’a taraf bazusunu zorlayıp nizesini attı
Abbas elini uzattı sinek tutar gibi
Nizeyi uzaklaştırdı kâğıt atar gibi
Üzengi üzerinden durup aldı gürzünü
Kâfire taraf sallayıp aldı intikamını
Kâfir kendini zor çekti kenara
Gürz ata değip yıktı kenara
Yaya kaldı kâfir başladı kaçmağa
Kâfir kendi askerine taraf el açmağa
Yardım ediniz ey Yezid evlatları ben bittim
Yardım zamanıdır gelmezseniz ben yittim
Düşman atını mahmuzlayınca Abbas yine
Vardı arkasından aman vermedi gide
Yüksek bir sesiyle Allahu Ekber söyledi
Nişan aldı kâfirin boğazının artasını şişledi
Kılıcını çekip düşmanın ensesine vurdu
Zalimden sel gibi kan çıkıp yürürdü
O anda yıkıldı yere kesildi nefesi
Canı çıktı cehenneme verildi sesi
*
Abbas çevirdi atını Fırat tarafından
Sakinenin su su sesi gitmedi kulağından
Fırat’a ulaşmak için o Tanrının aslanı
Saçardı ırmak gibi etrafa kızıl kanı
Karşısına çıkanları birer birer doğrardı
Sonunda atını sürüp Fırat suyuna vardı
Sıcaktan dili şişmiş dudakları kızıl kan
Fırat’ın serin suyu akar önünden her an
Bir avuç su alıp içmek geçti o an gönlünden
Avuçladı suyu daha sonra utandı avucundan
Sakinenin susuzluktan yanar iken vücutta canı
Hüseyin’in hararetten kesilmiş damarında kanı
Burada su içersem eğer bana haram olsun
Gözüm, ağzım sıcaktan ister ise kan dolsun
*
Suyu avcundan döküp doldurdu testisini!
Bir elinde sancak bir elinde su testisi
Atına binip geri döndü su içmeden kendisi
Bir an önce çadırlara dönmek için can katardı canına
Atını sürüp yeniden geldi kâfirlerin safına
Kılıcı eline alıp vuruyordu döne döne
Yirmi bin kâfiri gönderdi cehenneme
Şamlıların ve Kufelilerin saflarını dağıttı
Yüzünü imama taraf dönderip sürdü atı
Bir imansız yol kenarına gizlenmiş idi
Abbas’ı arkadan vurmak için fırsat arardı
O imansız Abbas’ı görünce kılıcını kaldırdı
Abbas’ın sağ kolunu vurup kökünden kırdı
Kol omuzdan aşağı kesilip yere düştü
Müminlerin canına bin bir velvele düştü
O an ey vah ki Abbas çekti derinden bir ah
Dedi kesildi kolum ne edeyim ey Allah
Hemen sancağı aldı sol eline sağından
Koymadı yere düşsün testisi kucağından
Bu defa da kılıcını çekti Nevfal ibni Azrak
O zalim Abbas’a doğru fırlattı bir mızrak
O hayasız uzaktan fırsatı eline aldı
Kılıcı sallayıp sol kolunu yere saldı
İki kolundan da mahrum olunca ah eyledi
Abbas’ın ağıt sesleri yeri, gökleri deldi
Elindeki sancağı terk etmeğe utandı
Terk etmezdi sancağı dişleri ile tutardı
O anda bir zalim uzaktan bir ok attı
Abbas’ın testisi kırıldı Fırat’ın suyu aktı
Kana dönen su yere dökülüp sebil oldu
Abbas efendimin gücü kalmadı zelil oldu
Vücudu yaralı Abbas o zavallı ve garip
Kerbela öksüzlerine su olmayacak nasip
Düşman askeri Abbas’ı araya alıyorlardı
Başını kesmek için ok kılıç vuruyorlardı
Kanlar yere akınca Abbas derdi ya Allah
Sakine’den utanıyorum al canımı ey Allah
O vefalı mazlum Abbas’ı yere yıktılar
Muhammed peygamberin kalbini yere yıktılar
Din bahçesinde üzüntü rüzgârı esti Şam’dan
Haydar-ı Kerrar Ali’nin bülbülünü yere yıktılar
Allah aslanı Ali’nin belini kamburlaştırdılar
Elinde kanlı sancak sancaktarı yıktılar
Susuzlara su getirirken atından düştü Abbas
Çadıra yüz çevirip seslendi dedi ey kardeş
Ey vefalı dost gücüm kalmadı gelem sensiz
Konca gül benzeri gönlüm kan oldu sensiz
Yüz bin atlı etrafımı sarmıştır ben yalnızım
Sineme ok kılıç vuruyorlar yalnızım sensiz
Susuzlara su vermek için Fırat’a gittim
Kendim su içmedim ey susuz sultanım sensiz
Kolum tuttukça sancağı yere asla koymadım
Bu millet bil bana acımadılar sensiz
Gücüm yoktur vücudumu ayaklar altında ezerler
Kufe milleti beni aldılar araya sensiz
Ecel gelmiş gözüme son olmasını beklerim
Gözlerim yolunda kaldı çıkmadı bu can sensiz
İki kolunu açıp beni kucaklamadan
Kıyamete kadar durmaz ağlarım sensiz
Uygun olmaz kuru yerlerde ömrümün sonunda
Kalbi kederli olup ağlayıp sızlayayım sensiz
*
HAZRETİ İMAM HASAN’IN OĞLU KASIM’IN AYRILIĞI
Hazreti İmam Ali’nin oğlu Hazreti Abbas’ın ölümünden sonra Kerbela garipleri kan ağladılar. Kadınlar saçlarını yolup başlarına vuruyorlardı, erkekler çadırların önünde Abbas’ın intikamını almak için yemin ettiler. Hazreti İmam Hüseyin her çadırların arasında
Garip garip gezer, hem kendi kendine şöyle söylerdi:
*
Kerbela’da işim zordur ey Allah’ım
Belalı başım bin belada kaldı ey Allah’ım
Yardım et bu millet bu duruma saldı beni
İşim sızlamak ağlamaktır derdim çok ey Allah’ım
Elimden aldılar dost ve arkadaşlarımı
Beni yardımcısız koydular bu çölde ey Allah’ım
Abbas’ın intikamını alan kimse kalmadı
Bu belada bana gel yardım et ey Allah’ım
Kendim memleketim garip düşman çok yardımcı yok
Kimsesizim yardımıma gelen yoktur ey Allah’ım
Zeynep bana bakıp gözlerinin yaşını döker
Benim üzüntüm o şanssızı üzüyor ey Allah’ım
Ey kaş başımdan belayı uzaklaştıran olaydı
Başımı oklar üzerinde görünce ey Allah’ım
*
Hazreti İmam Hüseyin’in bu acılı sözleri Kasım’a çok tesir etti, çadırdan dışarı çıktı, gelip imama saygı ile selam verdi.
İmam Selamını aldı. Kasım dedi ki:
Budur huzurunuza söylüyorum ey Kâbenin sultanı
Başın sağ olsun sancakların göçtü yas tuttu dünyayı
İkinci sözüm ey susuz İmam bak ki ne olacak
Ali Ekber gençlerin gözlerini yaşlı koyacak
Gerek ruhuna canımı feda edeyim ey amca!
Bu yetim Kasım için savaş emri ver ey amca!
Bu sözleri duyunca çok ağladı imam Hüseyin
Ayrılık ağıtıyla kalbini dağladı imam Hüseyin
O genç Kasıma çok ağladı bağrına bastı
Buyurdu ey dert ile dolan kalbimin dostu
Ey kardeşimin hatırası amcan sana feda
Senin ayrılığını göstermesin Allah bana
Yaralı kalbime bu sözler ile dert vurayım
Kalbinde her ne sözün var ise söyle duyayım
Kasım dedi ey amca! Kurban gözyaşına ağlama
Ey amca! Ben kimsesizi dert ateşi ile dağlama
Cennette gencecik Ali Ekber yolumu bekler
Ey amca! Allah rızası için yolunu bağlama
İzin isteme oğul seni savaşa göndermem
Saçlarını kızıl kana boyarlar göndermem
*
Hazreti İmam Hüseyin Kasıma savaşmak için izin vermedi. Kasım annesinin çadırına döndü, iki gözü iki çeşme gibi ağlamaya başladı. Annesi sordu, Kasım: ey anne! İmam beni adam yerine koyup savaşmak için izin vermedi, can kardeşlerim kanlarını verirken benim çadırda oturmam ağırıma gidiyor, bu sebeple ağlıyorum.
Kasım’ın annesi, ey oğlum dedi baban İmam Hasan son anında senin koluna bir bazubent bağlamıştı, açalım bakalım içinde ne yazıyor, ona göre hareket edersin. Bazubenti açtılar, İmam Hasan kendi eliyle şöyle yazmıştır:
*
Kerbi belâ çölünde kan taşınca oğlum
Kufe milleti zulm kılıcını çekince oğlum
Kardeşim elleri koynunda kalınca yalnız
Hüseyin’den beni utandırma sen ey oğlum
Kardeşime uğrayıp yalvar ayaklarına kapan
Yaralı sineni hançerlere nişan et ey oğlum
Ben senin atanım ister isen razı olayım senden
Gerek susuz can veresin hasret ile oğlum
Can verince başını dizimin üzerine alayım
Hasan’ın nişanesisin korkma gencecik oğlum
Kasım babasının bağladığı bazubendin içinde ki Mektubu alıp imam Hüseyin’in huzuruna vardı, mektubu çıkarıp gösterdi. İmam okuyup içindekileri anladı, öptü, Kur’an ayeti gibi başının üzerine koydu. O kadar ağladı ki göz yaşları kumların üzerinde ince bir yol bıraktı.
Hazreti imam Hüseyin kardeşi oğlu Kasım’a buyurdu ki, ey yavrum kardeşim İmam Hasan bana da ayrı vasiyet etti. Bu çölde ben senin toyunu düğününü tutacağım, baban da gelip mübarek olsun diyecek.
Şimdi şansı kara Kızım Fatımayı sana nikâh edip o vasiyeti yerine getireceğim. Kasım utancından kızardı, yüzünde damla damla ter toplandı.
Daha sonra zamanın imamı İmam Hüseyin kız kardeşi Zeyneb’e varıp söyledi:
*
Sohbete bağlayıp söyledi dedi hazır ol
Ey kıymetli bacım bu gün kardeşin Hüseyin’in elçisi ol
Benden o Fatıma kızıma varıp söyle selam
O’nu Kasım’a verip vasiyeti eyleyem tamam
O’nu vermek isterim imam oğlu Kasım’a
Fatıma kızımın fikrini sor bunun için geldim sana
Zeynep zamanın imamının sözüne baktı hemen
Vardı Fatıma’nın çadırına kayb etmedi zaman
Gördü ki Fatıma kurmuş ağıt seslerini
Ağlar önüne koymuştur Ekberin elbiselerini
Toy elbisesi boyuna biçilmeyen kardeş vay
Eline yakılmayan toy kınası kardeş vay
Kuru yerlerde susuz doğranıp kefensiz yatan
Kalbinin tamamı hançerle doğranan kardeş vay
Zeynep söyledi sana selam buyurdu sultanı Necef
Seni gelin etmek istiyor Kasım’ı damad
Ey Zeynep toy adını söyleme benim başıma küller
Boyanacaktır kanına toy görmeğen Ali Ekber
Dünyada toy evi olanlara düğün yakışır
Safa görüp dertli olmayanlara yakışır
Eğer toy sözünü kabul edersem kayıtsız şartsız
Dünyada ki kızlar benim adımı koyarlar arsız
Zeynep sohbete bağlayıp dedi kızım emir bu
Zamanın imamı böyle yön görmüştür olur bu
Çünkü bu şekil istemiştir imamı Hasan
Çare yok gerek Emire itaat olsun
*
Sözünü kabul ederim her ne kadar derdim var
Bu şart ile ki babamdan bir temennim var
Bu toya gelen bohçalar gerek kara olsun
Benim gelin otağım bir yas odası olsun
Elimin ayağımın kınası kızıl kan olsun
Ali Ekberin gömleği benim duvağım olsun
Kasım’ın tarafından imam her vekil olsun
Bu toyda lazım olan işlere kefil olsun
Oğul annesi ile kız annesi başlarını açsınlar
Başıma cevher yerine göz yaşlarını saçsınlar
Zeynep Fatıma’dan izin alınca ağladı
Gelip zamanın imamının huzuruna söyledi
Müslümanların imamı buyurdu ey göz nuru bacı
Her ne kadar zamana beni zelil etmiştir bacı
Benim en güzel arzum bu fani dünyada
Durmayınız düğün hazırlıklarını başlayın yapmağa
Ali evlatlarının hepsi başlarına kara atsınlar
Kim kırmızı giymezse razı olmam giysinler
Eğer asker kırılıp boyansa kana Abbas
Oğul babası benim tutmayınız Ekberime yas
Kadınlara söyleyiniz kara bağlamasınlar
Bu gün genç oğluma toydur sakın ağlamasınlar
O anda telaşlanmıştır Ehl-i Beyt’i sevenlerin hepsi
Her an ağlaya ağlaya hazırlanmışlardır hepsi
Hazırlık tamamlanınca gözyaşları kurudu
Kız ve oğlan vekili imam çıkıp yürüdü
İmame ile bir güzel ziver verdi Kasım’a
Attı o insanların ve cinlerin imamı Eba’yı sırtına
Elbise ile imame o damadı zinetledi
Tüm peygamberler tebrik eyledi
Hidayet ve nur imamı o ikisine de vekil oldu
Peygamber buyruğunca nikâhlarını kıydı
Dost nikâh kıydı temiz isim ile gökteki aya
Ayın elini güne verdi günün elini aya
Bu manzara kimsede güç kuvvet koymadı
Dostların tümü tutamadılar gözyaşını ağladı
Fatıma dertlenip ağlamaya başladı
Sanki Lisan-ı Hal ile ey amcam oğlu diye söyledi
Üzülürüm eğer amca oğlu canına kurban olmasam
Derdine ortak olup derdinin ilacı olmasam
Çok ağlama kızardı bu nur gözlerin
Engel değil idim ağlar aşıkın olmasam
Kendi isteğim ile aşk pazarına girmezdim
Parlayan nuruna öten sesine muhtaç olmasam
Bu sözler ok gibi değdi kederli Kasım’ı etkiledi
Kasım cevap olarak ey Şam esiri Fatıma dedi
Canım ateş ile alevlenirdi sana feda olmasam
Gözüm kanlı yaş dökmezdi hayranın olmasam
Benim derdim çaresiz dertti ağlarım
Bela içinde kalmışım çare yok ayrılmasam
*
Fatıma ile Kasım böyle konuşurlarken
Savaşmak için Kufelilerden ses geldi birden
O yuvası yıkılan yerinden ayağa kalktı
O nişanlısına hasreti ile gözü kan baktı
Dedi otağına geldim beş dakika oturdum
Bu kadar zevk ve safa yetmez mi hoşça kal
Derdimi söyleyip konuşmaya fırsat olmadı
Derdim kalbimde kaldı söyleyemedim hoşça kal
Kendi elimde değil felek ayırdı beni
Amcam oğlu vefasız oldu söyleme hoşça kal
Bahtı kara ağlar Fatıma duyunca bu sözü
Ey şansımı dertlere ortak edip yakan özü
Ayrılık zamanı değil gel derdimi artıma
Ömrümün baharında açan gülü soldurma
*
Ben nasıl gelinim sende nasıl damad
Düğünümüz oldu ne güzel aldık murad
Bu nasıl düğündür damad tutmadı gelinin elin
Olur mu benim gibi şansı karalı gelin
Zamana da ettin şansı kara beni
Acaba bu kanlı gözler görür mü dahi seni
Düşman tarafından bir daha savaş çağrısı geldi
Kasım nişanlısından ayrılıp imama dua eyledi
Vefa bahçesinin gülü Kasım ayağa kalktı
Nişanlısı Fatıma’dan vaveyla ile ayrıldı çıktı
Kasım nişanlısını bırakıp gözlerden ayrıldı
Gören der idi acaba can ciğerden mi ayrıldı
Kasım vardı imamın huzuruna eğildi
Dert ve keder Kerbela toprağına ekildi
Teker teker helalleşip Kasım dedi hoşça kal
Kanlar içinde can veren Abbas’ım hoşça kal
Ey toyumda gözyaşı dökenler hoşça kalın
Dert ve keder ile sinesi parçalananlar hoşça kalın
Çadırlarda durmayınız elden gider damadınız
Fani dünyada işleri tamam olanlar hoşça kalın
Ey oğul muradını almadan ölen annem
Evi barkı zulm ile yıkılanlar hoşça kalın
Ellerime kına yakmam toyumda mümkün olmadı
Kanım ile elleri boyalananlar hoşça kalın
İşittiler bu sözü dostlar ağlaştılar
Elbiseleri soyunup karalar bağlaştılar
Biri yüzünden öperdi biri kucaklardı
Biri kenara durup hasret ile ağlardı
Kasım dönüp annesinin ellerinden öptü
Dertli gamlı söyleyen dillerinden öptü
Ey toyumda başına karalar saran anne
Derdime kederime ortak olan anne
Gel nolur gencecik oğlun gidiyor bağrına bas
Ey Kerbela çölünde oğulsuz kalan anne
*
Annesi Kasım’a gözyaşları ile cevap verdi:
*
Gel ey bu çölde taze damad olan oğul
Toy odası zamana da harabe olan oğul
Şansı kara annen kurban olaydı bu dillere
Ey Kerbela da hasretli ölen oğul
O gül bahçesinin bülbülü sarıldı annesi ile
Dedi ki ey dünyada bin belayla karşılaşan anne
Benim başı karalı bir amcam kızı kaldı
Sana emanet söyleyecek sözleri kaldı
Seriye dedi ey zamanının imamının oğlu güzel can
Ne ayrılır sözüdür bu annen sana kurban
Bugün benim başıma felek dökecek toprak
Kesin biliyorum bu savaştan dönmeyeceksin sağ
Kalbinde gizli saklı olan derdini söyle
Vasiyetin eğer var ise gel bana söyle
Kasım dedi budur vasiyetim benim canım anne
Arzusuna ulaşmayan gelinin emanet olsun sana
Bu arzusuna ulaşmayan oğlun keserse senden elini
Emanettir sana ayırma gözünden taze gelini
İkisinden de ayrıldı taze damat Kasım
Niyet etti ki giysin savaş elbisesin
Kasım kendi çadırına döndü, düğün elbiselerini çıkarıp savaş elbiselerini giydi.
Damatlığa nasıl yakıştıysa yiğitliği de öyle yakıştı. Kılıcını eline alıp çadırın kapısına çıktı, gördü ki hazreti imam Hüseyin atına binmiş Kasım’ı bekler. Elini öptü, imam Kasım’a bir beyaz kefen giydirdi, başına kendi imamesini koydu.
Dua ile atına bindirip, arkasından iki gözleri kan gibi yaş akıttı. Kasım atın üzerinde çadırdan ayrılıp, düşmana taraf giderken gördü ki yolun kenarında taze gelin Fatıma yolunu bekler.
Kasım sordu:
*
Kasım görünce o şansı ve günleri kara olanı
Sordu ey kalbimin parçası taze gelini
Niçin ömrünün baharında dertli gözükürsün
Bu yolun kenarında durmuş karaya bürünürsün
Bırak gideyim buradan ölen can benim olsun
Sen kal safa içinde akan kan benim olsun
Toy yatağında safa gör sen taze gelinsin
Güneş karşısında yanan çıplak vücud benim olsun
*
Fatıma cevap verdi:
*
Dünyada kara günlere kalan can benim olsun
Hasretin ile yanıp kavrulan kalp benim olsun
Sen canını kurtarmağa bilip şehid olursun
Esirlikte zincir ile bağlanmak benim olsun
Kalbi yaralı Fatıma sinesinden çekti ah
Dedi ki ey dünyada şansımı eden siyah
Sen cennet içinde başına koy bir güzel tac
Ben bir eski kara gömleği giymeğe muhtaç
Saçlarım kana boyanıp vurulmuştur başıma kırbaç
Aşkın için benim olsun başımdan yolunan saç
*
Arzularına ulaşmayan iki genç vedalaştılar
Yüzlerini Kerbelâ’ya çevirip ağlaştılar
Felek dünyada aramıza ayrılık, hasret saldı
Birbirimizi görmek ancak kıyamete kaldı
Gönlünde gizli olan derdiği bana söyle
Vasiyetin var ise çekinme bana söyle
Vasiyetim budur başı açık zalimlere yakarma
İkincisi annemin hatırın sor yere salma
Düşman seni esir edip çekerse bazara
Düşmanın gözleri yaklaşmasın al yanağa
Yezid meclisinin zulümlerine sabreyle
Gelinsin gül yüzüne zülfünü nikab eyle
O anda ayrılık zamanının sohbetini tamamladılar
Perişan durumda tam bir keder ile ayrıldılar
*
Kasım, gözyaşını içine akıta akıta yola devam etti. Çadırları geçip celallenip düşman tarafına giderken yol kenarında ağlayan bir kadın gördü. Yaklaştı Kasım sordu, kimsin ey anne, bu dertli çölde tek başına ne ağlarsın. Kadın başında ki siyahları açıp dedi ki: Ben Ali Ekberin annesi Leyla’yım. Çocuklarımın nasıl şehit edildiklerini bilmiyorum da onun için ağlarım. Git göreyim seni Kasım, oğlum Ali Ekberin intikamını al. Kasım atını sürüp düşman saflarının karşısına geldi. Savaş meydanında kendini tanıtmak amacıyla bu sözleri söyledi: “Ey Hakk yolundan habersiz olan zalimler, gözlerinizi açında iyi bakın. Benim kim olduğumu anlayın, bilin. Muhammed Mustafa Peygamber benim ceddimdir. Kur’an onun kemaline şahittir. Müminlerin amiri Ali benim dedemdir. Onun kılıcı gök ve yeri titremiş, sizin gibi kâfirleri korkulara salmıştır. Hanginizin böyle bir ceddi vardır ki bir parmak ile Hayber kapısını koparmıştır.
Hanginizin böyle ceddi vardır onun için LA FETA İLLA ALİYYUN “Ali gibi genç yoktur” buyrulmuştur. Hasan’ı Müçteba babamdır benim. Velayet mülkünün sultanı babamdır. Zamanın imamı arzusuna ulaşmayan dertli imam Hüseyin benim amcamdır. Benim gibi peygamber soyundan imam oğlu bir insana karşı gelmek sizler için günah değil midir?” Benim toyum “düğünüm” bu gün oldu, arzıma ulaşmadan beni savaşa seslediniz. Çıksın hanginizin kalbinde yiğitlik varsa benim karşıma.
*
Var ise eğer bu asker içinde bir kahraman
Söyleyiniz kıyarım onun canına gelirse bir an
Kim de cesaret varsa gelsin edelim kavga
Bu meydan bu kılıç bu işte kavga
Kimse çıkamadı korkusundan meydana
Kasım tek başına kaldı merdane
Bu durumu Saad oğlu Ömer görünce
Huzuruna sesledi o an Azraki önce
Dedi ey Şam nehrinin kahramanı
Sen öldür bu Kasım’ı hemen anı
Azrak söyledi bu küçücük çocuktur
Buna karşı çıkmam yaşı pek küçüktür
Arkadaşlarım bu işte beni kınarlar
Bir çocukla savaştı deyip kınarlar
Hem bu benim için dünyada olur ar
Derler bir küçük çocukla savaşırlar
Benim dört tane oğlum vardır kahraman
Hepisi yiğitlikte üstündürler her an
Birisini göndereyim savaşa kahraman gibi
Bunun canını alsın bir zalim gaddar gibi
Azrak küçük oğlunu utanmadan çağırıp
İsyan edip gönderdi savaş meydanına varıp
Kasım açtı kanadını at üzre durdu
Sanırsın bir şahin karganın yavrusunu gördü
Azrak’ın oğlu gelip oldu yüz be yüz
Çekti kılıcını ki vura Kasım’a o deyyus
Kasım ya Allah deyip aşk ile vurdu
Oğlanın canı cehennemin dibini buldu
Azrak’ın ikinci ve üçüncü o deyyus oğulları
Teker teker cehennem kendine çekti onları
Azrak üç oğlunun öldüğünü görünce
Canı gönülden dertli bir ah çekti eyce
Bürümüş gözlerini kan sesledi büyük oğlunu
Kasımın üzerine doğru gönderdi zalim oğlunu
Kılıcını çekti elinden şimşek gibi
Yürüdü Kasım’a taraf tıpkı eşek gibi
Kasım çekti kılıcını aldı elinden
Kolunu tutup yere çırptı atın belinden
Sonra eğilip kanlı sakalından tuttu
Kerbela toprağı üzerinde sürükledi attı
Atına bir kırbaç vurup uzaklaştırdı
Kâfiri meydanda fır dolandırdı
Azrak durumu meydanda görünce
Ellerini başına vurup ah çekti eyce
Cehennem gibi canına düştü ateş
Her tarafı görmeğe başladı şeşi beş
Atını çektirip üzerine bindi
Kılıcını nizesini eline aldı
Davullar çalındı vuruldu kûs
Düşman askeri korkudan sus pus
O susuz sultan bu durumu görünce
Hemen savaş meydanına çıkıp baktı o yüce
İslâmiyetin imamı dua edip eder ah
Der idi al Ali’nin susuz kalbini ey Allah
Dua edip elini kaldırdı o sultanın gönülleri
Kerbela çölünü sarmıştır Allah Allah sesleri
Azrak atını sürüp Kasım’a taraf geldi
Kasım’ın kim olduğunu o anda hemen sordu
Adın nedir ki kahramanlıkta olmuşsun eşsiz
Dört ağlumu öldürdün Kerbelâ’da kefensiz
Vefalı Kasım bu sözleri duyunca
Cevap verdi Azraka, o melundan önce
Beni bu hayasız utanmaz askerden sor
Git vefalılardan vefa sahibinden sor
Ey Azrak benden böyle yersiz soru soma
İsmimi bela kılıcının kabzasından beni sor
Pis cesedin canını almayı Tanrı bana yazmış
Kasımım git ceddim Mustafa’dan beni sor
Kaç gündür susuzum Fırat suyu içmemişim
Bu söze şahiddir zalim Şimr’den beni sor
Kerbela sultanı amcam beni damad etti
Bak benim ellerime kanlı kınadan beni sor
Giysilerimiz kara otağım kara annem kara giyer
Kara giyinmiş kırk kişiden beni sor
*
Annemin sevgili nazlı bir oğluyum
Adım Kasımdır git beni Kerbela şehrinden sor
Azrak Kasım’ın kahramanlığını görünce
Sinirden ateş alıp tutuştu o zalim kâfir eyce
Kasım’a dedi sen hamle et at mızrağını
Dökmeden Kerbelâ da ben senin kanını
Kahraman Kasım Azrak’a baktı
Dedi ey pis melun zalim diye söz attı
Ey puta tapan âdet değil bizde
Düşmana önce kılıç ve hançer çekmek yok adetimizde
İlk hamle senindir ey kanlı ihtiyar melun
Sonra burada görürsün ne olacak senin halin
Azrak’ın kolunda ne kadar varsa kuvveti
Hücum etti Kasım’ın üzerine o tanrının lâneti
O Tanrı aslanı Ali’nin soyundan olan Kasım sözlendi
Kendi kalkanının altına çekilip gizlendi
Kâfir kılıcını dolaştırıp bazusuyla vurdu
İmam oğlu Kasım’a var gücü ile kılıç vurdu
Öyle sandı ki hamlesiyle çökecek Kasım’ın bşaı
Kerbela çölünde sanki kalacak mübarek naşı
Kasım hamleden kendini savunup çıktı kalkanın altından
Sanırsın güneş gözüktü o bulutun altından
Kâfir sağ salim görünce Kasım’ı ödü koptu
Vücudunun hepsini bir titremedir tuttu
Korkudan canında kalmadı cesaret hiç
Arkadan Kasım’ın atına vurdu bir kılıç
Atın ayağı kırılınca Kasım düştü yere
Kasım yaya kalınca o anda indi yere
Yüzünü çevirdi çadırların tarafına
İmam Hüseyin için etmiştir dua
*
Piyade kalmışım ey padişahım at gönder
Bu çölde dahi yoktur sığınağım at gönder
Azrak’ın elinde perişan ve zelil kalmam uygun olmaz
Ey sultanım Kasım zor durumdadır at gönder
Beni dert ve bela karanlığından kurtarmak için
Ey ay ve güneşim daha durma at gönder
*
Kasım’ın zor durumda kaldığını duydu o imam
Abdullah’a buyurdu at götürsün Kasım’a hemen
Kasım baktı ki göklere yücelmiştir ah
İmam Hasan’ın oğlu imam evladı o Abdullah
Kasım’a bir güçlü at getirdi kardeşi
Dedi üzülme bu çölde bulunmaz bu atın bir eşi
O gencecik yeni damad kardeşini görünce
Kucaklayıp bastı bağrına sevinçle
Dedi Peygamberin Ehl-i Beyti ne haldedir
Cevap verdi hepsi senin için kan ağlar kederdedir
Buyurdu annem sabr ediyor mu ayrılığıma
Dedi kara giyinmiştir ağlıyor senin odanda
Buyurdu ne durumdadır hanım Zeynep
Dedi saçlarını eline alıp diyor Yarab
Buyurdu biri daha var ama sormaya utanırım
Dedi o kimseyi siz sormadan ben tanırım
Aynı zamanda bu soru üzerine ağladı Abdullah
Dedi ey dünyada sığınağı ve yardımcısı sadece Allah
Amcam kızının sana önce çok duası var
Ondan sonra siparişi var isteği var
Bu çölde çadırdan dışarı ayak atmaz
Taze gelin olduğu için gelemez utanası var
Söylüyor bu kadar güneşin ateşine dayanmasın
Çünkü bu Kerbela çölünün kötü havası var
Gül yüz gül beden Arabistan’ın ısısı
Elbette güneş sıcağının çok belası var
Mendil elimde hazırdır yarasını bağlamaya
Üzülmesin eğer vücudunda çok yarası var
Ölmeden önce gelsin bir göreyim yüzünü
Gün ayrılık günüdür ayrılık havası var
O anda Kasım’ın gönlü Celallendi
Atının üzerinde durup kılıcını ele aldı
Yüksek bir ses ile rikab üzerine kalkıp
Seslendi senden medet yardım ya Ali, ya Rab
Kerbelayı tuttu kılıç sesleri
Yüceldi hem Allahü Ekber sesleri
Kılıcının ucu sanki gökleri deldi
Şimşek gibi Azrakın üzerine geldi
Kâfirin kellesi bir yana düştü bedeni bir yana
Atının üzeri hem boyandı kızıl kana
İmam evladı Kasım atının başını çadırlara çevirdi
Gelip amcasının çadırlarına selam verdi
Düşmanı öldürmüşüm ey sultanı Kerbela
Dokunmuştur canıma her taraftan bin bela
Öldürmüşüm kâfirleri bozmuşum safları
Kahramanca öldürmüşüm o zalim Azrakı
Bugün ey bağış ve ihsan sahibi senden
Hüner gösterdiğim için hediye istiyorum senden
*
Derdin ne ise söyle iste ilacını
Gel açıkla gizli kalan sırrını
Eteğinden tutmuştur gencecik Kasım
Dedi kalmadı Ya Rabbim bedende canım
Susuzluktan gül bahçesinde ki gülüm solmuştur
Susuzluktan dilim dudağım kavrulmuştur
Bir katre su bana bul susamışım
Yakındı ki susuzluktan öleyim susamışım
Zamanın imamı bir ah çekip ağladı
O sultan dayanamayıp gönülden ağladı
İmam Kasımı kucaklayıp bastı bağrına
Gökyüzünde meleklerin hepsi ağladı
Zamanın imamı Kasıma dedi helalleş
Çabuk var dostlarının hepsinden helalleş
Kevser havuzunun sahibi elinde testi durur al iç
Sürat ile yola düş Kevser’in temiz şerbetini iç
Kasım atını çevirdi çadırlardan yana
Fatımayı arardı yüreği yana yana
Baktı gördü bir kenara oturmuş yeni gelin
İki dizleri üzerine koymuştur kendi ellerin
Fatıma at üzerinde görünce genç damadı
Kederli kalbi aşk ateşi ile tutuştu yandı
Atın başını tutup gözyaşını ırmak gibi akıttı
Perişan halini Kasıma gözyaşı ile anlattı
El ele tutuşup zar zar ağlaştılar
Gönüllerinin derdini söyleşip ağlaştılar
Sonunda vefalı olduğunu açıklayıp Fatıma’dan ayrıldı
Gömleğinin yakasını kesip Fatıma’ya hediye verdi
Altındaki atı getirip sürdü meydana
Başladı Haydar-ı Kerrar gibi savaşına
Kasım şimşek gibi meydana girdi. Dört tarafa at oynatıp karşısına çıkacak düşman askerini istedi. Kufeliler gördüler ki atın ayağının tozu gökyüzüne direk olmuş ortada Kasım kartal gibi kanat açıp dolanıyor. Hiç kimse meydana çıkmak için cesaret edemedi.
Kasım atını çevirip aslan gibi düşman saflarının içine daldı. Hangi taraftan girse sağını solunu kıra kıra öte taraftan çıkardı.
Yolunun üzerinde, kol, baş, bacak, ayak dağlar gibi birbirinin üzerindeydi.
Saflar parçalanıp, taburlar bozuldu. Kufeliler Kasım’ın kılıcından pek korkarlardı, bölük bölük kaçmağa başladılar. İmam oğlu Kasım arkadan alıcı kuş gibi varıp vurduğunu iki parçaya ayırır, canlarını cehenneme gönderirdi. Başını selâmete çıkaran geri döner Kasım’ın üzerine ok atardı. Oklar yağmur gibi yağmaya başladı. Kılıç yarası, ok yağmuru, hançer yarası, Kasım ortada kaldı, kâfirler Kasım’ın dört etrafını yüzük kası gibi çevirdiler. Kime hücum etse kaçardı, arkadan dönüp Kasım hamle ederdi. Kasım tamamıyla bunaldı, yine kendini düşman üzerine atıp savaş meydanında savaşmaya devam etti.
Kerbelâ güneşinin ısısı canını yaktı, bir taraftan yaralar, bir taraftan da kimsesizlik, bir taraftan da susuzluk, Kasım’ın gücü kalmadı.
Dedi ki:
*
Bir katre su vermediniz ki dudaklarım kavrulsun
Ey Allah’ım göreyim içilen suyunuz yılan zehiri olsun
Adak etmişim ki bu çölde dudakları susuz öleyim
Vücudum kuru yer üzerinde kalıp mezar olsun
Ben aşıkın yarama başımdan darbe vurunuz
Aşığın gerek gülleri kan ile boyanmış olsun
Damad oldum düğünüm olunca elim değmedi ele
Sizlere durumumu haber verdim sırrım açıklanmış olsun
O imam evladı ay parçası sözünü tamamlayınca
Düşman askerine hamle edip savaşa başlayınca
Elinde hançerin kabzesi ateş savurmaya başladı
Düşman saflarını böldü baştanbaşa haşladı
Dilinde Ya Ali’yel Murtaza sesleri yüceldi göklere
Gönderdi otuz beş kâfirin canını cehenneme
Ama sinesine çok değmişti can alıcı yara
Çeşme gibi kan akardı sinesinden pare pare
Yaranın fazlalığı ile bedeni güçsüz kaldı
Yorgun canı güçsüzlükten at üzerine düşüp kaldı
O anda bir pis zalim Amr adında
Yaralayıcı hançeri Kasıma salladığında
Zalim Amr’ın can alıcı kalıcı Kasım’ın başına indi
Kasım’ın başı yaralanıp ikiye bölünmüş idi
Gül bahçesinin bülbülü düştü yanağı al kan oldu
Toprağa yıkılınca dünya gözünde dar oldu
Ne yazık ki Kasım damadı yere yıktılar
Sanki sancak binasının varlığını yıktılar
Görünüşte dünyaya deprem düştü
Aslında belki de İslam binasını yıktılar
Vefa bahçesinde dert rüzgârının esmesi ile
Bir yeni bülbül gibi damadı yıktılar
Hakk yolunun işini yalnız ağıt ettiler
Arzusuna ulaşmayan Fatıma’nın kalbini yıktılar
KUMRU’yu tek sandılar işi ağlayıp sızlamaktır
Fatıma’nın üzüntülü, hasretli kalbini incittiler yıktılar
BEŞİNCİ TOPLANTI ALİ EKBERİN AYRILIĞI
Hüseyin Kerbela’da Zülcenah atın üzerinde döner
Kederli üzüntülü ve yorgun kalmıştır yanar
Der ey Felek! Ne zulümdür koydun rüzgâra beni
Saldın ağıtlar feryatlar içerisine beni
Memleketin sultanı Medine’den hasret ayrılmıştır
Bela içine salmak için çektin bu rüzgâra beni
Gözüm baka baka doğrandı dost ve yardımcılarım
İkinci kez saldın çok dertlere gama girdaba beni
Abbas’ımı elimden aldılar büküldü belim
Dertli Gülsüm’e karşı hacalet ettiler beni
Vefalı dostlarım ölmüştür kaldım kalbi kederdi
Yakında hem doğrayacaklar parça parça beni
Bu günde kanıma boyanıp garip öleceğim
Kimsem yoktur dahi mezara koyan beni
İmam evladı Kasım’ın derdi canımı almıştır
Onun musibeti ap açık öldürdü beni
İmam Hüseyin’in bu sözlerinin sesi duyulunca
Çadırlardan ağıt sesleri yükseldi inceden ince
Ali evlatları yüksek sesler ile çıkardı göklere ah
Bu ağlayıp sızlamaları kıyamette gördüler ah vah
Çadırdan kahramanca boylanıp çıktı
Bir genç ayın ışığı parlayan gibi
Onun nuru tuttu dünyayı
Parlayan güneşin ışıltıları gibi
Tutmuştur gök ve yeryüzünü direk, direk nur
Sanki Muhammed’in yaradılışının nuru gibi
Kerbela Tur çölünün benzeri olup nurlandı
Yeryüzü gül bahçesinin gülleri gibi
Saçları Hurilerin saçlarına benzer
Yerden göğe kadar uzanan nurlar gibi
Güzellikte benzer hazreti peygambere
Yakışıklıkta Ali’yel Murtaza gibi
Ehl-i beytten yücelmiştir salavat
Aktı gözyaşı çeşmelerden sel gibi
Gencecik Ali Ekber giyinmiştir
Güzel boyu razılık bahçesi gibi
Ağıtı toprağa çekip ezilir
Kalbi dertli gözleri yaşlı gibi
Küçük kızlar alır ellerine Kur’an
Ağlaşırlar sızlayıp ağlayan KUMRU gibi
İmam evladı Ekber dertli dertli gelince
İmama söyledi bu güzel sohbet nice
Ki ey varlık sultanı sana selam olsun
Kimsesiz garip ve yardımcısı olmayan sana selam olsun
Arkadaşları şehid olup dostları olmayan
Bu dertli çölde kimsesiz kalan sana Selma olsun
Bu kadar üzülüp ah çekme ben ölmemişim
Gözyaşına bu canım fedadır sana selam olsun
*
İmam buyurdu:
*
Ki ey peygambere benzeyen oğul sana selam olsun
Güzelliği güneş misali olan oğul sana selam olsun
İki gözümün nuru canım cismim oğul
Medine’nin Yusuf’u Ekber oğul sana selam olsun
*
Ali Ekber cevap verdi:
*
Ey göklerin sultanı başın sağ olsun
Abbas kızıl kana boyanıp susuz can verdi başın sağ olsun
Ey kıyamet gününün sultanı bu kez sen sağ ol
Kasım damad kefensiz öldü burası çöl
Ya Rabbim göreyim sağ olsun bela çeken Hüseyin
Fırat üzerinde susuz öldü yedi tane kardeşin Hüseyin
Kurban olayım o gözyaşına baba
Kardeş yaşında kameti bükülmüş baba
Bir taraftan öz derdim bir taraftan senin derdin
Vallahi koymamıştır bende daha can kalsın baba
İzin ver savaşa gideyim Abbas’ın intikamını alayım
Bu Ekber de daha sana oğul olmaz ey baba
*
İmam Hüseyin, oğlu Ali Ekberin sözlerini duyunca, gözlerine yaş doldu, kurbanlık sırası sana mı geldi deyip ağladı.
Sen gençsin, dünyada murad almamışsın, gün görmemişsin, ben ihtiyarım sen gideceğine ben giderim, koy kâfirler benim başımı kessinler, seni göndermem dedi. Ali Ekber babasının mezarı üzerine yemin verdi, izin istedi. Hüseyin bu yemine dayanamadı, Ali Ekbere savaşmak için izin verdi. Ali Ekber annesi Leyla’nın çadırına gelip söyledi:
*
Kufeliler başına kül döken anne
Zamanın zulmüyle kaddi bükülen anne
Çadırdan dışarı çıkıp kucakla oğlunu
Ey can verip zahmetimi her zaman çeken anne
Annesi Leyla cevap verdi:
*
Can ey bu dertli canıma dert katan oğul
Ey tatlı dilli bülbülüm kalbimin parçası oğul
Garip annen sana kurban olsun ey Ekber oğlum
Aziz canım yeni gencecik Ekber oğlum
Ali Ekber, Yanık dillerin çok tatlı geliyor bana dedi:
*
Savaşmak için zamanın imamından izin aldım anne
Çölde bir karış yer yok Kızıl kandan anne
Silahımı hazırla ben kâfir üzerine varayım
Damad Kasım’ın intikamını düşmandan alayım
*
Ali Ekber’in annesi Leyla, gözyaşlarını akıtarak Ali Ekber’in savaş elbiselerini silahlarını çıkardı, hazır etti.
Ali Ekber kılıcını bağlayıp, miğfetini giydi. Ali Ekber’e savaş elbisesi o kadar yakıştı ki görenler maşallah dediler, maşallah sesleri göklerde dahi söylendi.
*
Savaş giysilerini giyinince yüzü nur sanki Mustafa
Yeni doğmuş güneş gibi vardı imamın huzuruna
Kederli susuz imam gencecik oğluna bakınca
Gördü ki giyinmiş savaş giysilerini anında
Kalbi pek üzüntülü başı aşağı salmıştır
Sorun bakın ama kılıcı belinde yoktur nolmuştur
Vefalı gül bahçesinin bülbülü edeb ile söyledi
Ey dert çölünde derdine ilaç bulunmayan neyledi
Ey baba ver sen bana o iki sultanın nişanesini
Yani Ali’nin kılıcını peygamberin imamesini
Savaş meydanında beni iki nişane ile
Kufeliler Şamlılar görüp imam evladı olduğumu bile
O dudakları susuz imam imameyi aldı
O kadar ağladı gözlerinin yaşı kızıl kan oldu
Almıştır eline imameyi sevinerek
Kendi oğlunun başına koydu güvenerek
Aynı zamanda insanların imamı ile Allah’ın rahmet eli
Düşman kanları döken Zülfikar’ı getirip aldı eli
O imam Zülfikar’a bakınca pek ağladı
Sanki Lisan-ı Hal ile bu sözleri söyledi
Ey Allah’ın aslanı babama dost olan Zülfikar
Annem Fatıma’ya dünyada kardeş olan Zülfikar
On sekiz yıl zahmet çekip bir oğul sakladım
Gözelikte Mısır’ın Yusuf’una bin beraberdir Zülfikar
Yoktur çarem şimdi sana emanettir yardım et
Can senin Yusuf benzeri Ekber oğluma yardım et Zülfikar
İki dünyanın da sultanı öz oğlunun beline bağladı
Tam bir kahramanlık ile tuttu Zülfikar’ı
O ikinci Ali zamanın imamına bakınca
Ekber dedi baba bu canım kurbandır sana
Bu günde kızıl kan akmalıdır bileklerden
Kulağıma maşallah sesi gelmelidir göklerden
Beden beden üzerine dökmeliyim baş baş üzerine kesmeliyim
Bacım Sakine’nin maşallah kardeş demesini işitmeliyim
Din sultanı Hüseyin buyurdu ey kahraman oğul
Başka sözün var ise söyle bana ey oğul
Dedi ey gök ve yerin sultanı baba
Sözüm var sana söylemem gerekir baba
Oğlun bu Kerbelâ çölünün yolcusudur
Belinde kılıç Ali babanın nişanesidir
Savaşmak için atıma binmek isteğimdir
Ünlü kahraman amcamın nişanesidir
İmam emir etti atını hazırladılar
Ali Ekberi bindirmek için hazırladılar
Ali Ekber Ukab üzerine binince hareket etti
Ukab’ın gözlerinden öpüp Küheylan’a yakardı emretti
Benim bu halime acı dostum ey Ukab
Gel koyma ellerimi koynumda ey Ukab
Allah rızası için beni selâmet getir yine
Dillerim kesilmeden gözlerim kan olmadan ey Ukab
Çevirdi atını meydana sürdü Ekber
İmamı gözü yaşlı bakıyor gördü Ekber
İmam Hüseyin buyurdu oğlum sen acemisin
Savaş görmedin kavga etmek için yenisin
Ey oğlum Rıkab üzerinde dur kılıç vurunca
Ellerini havaya çok kaldır kuvvetli vur değil yavaşça
Düşmanına baka başka bir tarafa hiç bakma
Babam Ali’yel Murtaza sana yardımcıdır hiç korkma
Güneş gibi parlayan Ali Ekber cevap verdi
Ey güzellik güneşi baba sana ben feda olam dedi
Her ne kadar askerlerin savaşını ben görmemişim
Ancak ben Allah’ın dostu Ali’nin varisi değil miyim?
*
Bugün gerek ben mertçe savaşayım
Düşmanın saflarının hepsini dağıtayım
Bela kılıcı elimde ben gireyim meydana
Seyretmek için çık çadır önünde meydana
Benim cesaretimi ey Kerbela garibi, gör ki bir gaza
Seyreylesin Necef’ten dedem Ali’yel Murtaza
O anda Ali evlatlarında yüceldi vaveyla
Ağıt sesleriyle dünyayı yaktı anası Leyla
Dedi aman ey sultanım elden sabrımı alma
Bir defa bile olsa helalleşmeden oğlumu yola salma
Bulut gibi ağlayıp Leyla yumdu iki gözünü
Ağlar gibi tek tek söyledi sözünü
Ey annenin aziz oğlu yolculuğun mübarek olsun
Sen gidersen düşün annen ne olsun
Elini kalbime koy tutuşup yanar mum gibi
Gidersen acele gel aman yavrum yolculuğun mübarek olsun
Kendi kendimin derdini biliyorum zordur daha gülemem
Seni göremesem ölürüm yolculuğun mübarek olsun
Dilin dudağın kurumuştur beni öldürür ayrılığın
Seni nasıl arzu etmeyeyim yolculuğun mübarek olsun
Ayrılık derdi zordur böyle derde ilaç bulunmaz
Yuvamız yıkıldı yolculuğun mübarek olsun
Ali Ekber’in süsü o anda tamamlandı
O peygamberin benzeri Allah ısmarladık deyip ayrıldı
Ukabı çevirdi gitti küçük kardeşine
Vardı çadırın önüne kardeşi Asgarın ziyaretine
O susuz dudağına bakınca çok ağladı
Ali Ekber kardeşi Asgarı tutup kacağına aldı
O imam oğlu kardeşini alınca kucağına
Gözlerinden kanlı yaş döküldü yanağına
Gözlerini bir an olsun ayırmazdı yanağından
Bir defa yüzünden öper bir kez de dudağından
Dedi ki ey dudağı gül gibi solan kardeş
Gencecik ömrü ateşte yanan kardeş
Helal et gidiyorum görüşmemiz kıyamete kaldı
Bu çölde üç gece gündüz susuz kalan kardeş
Kollarını boynuma at bir kucakla Ekberini
Susuzluğu bu tatlı cana ateş salan kardeş
Asgar kolunu açtı döktü gözlerinden yaş
Dedi ey beni kara günlere koyan kardeş
Peygamberin ev halkı yanıyor senin ayrılığından
Aman yere koyma sen beni kucağından
Yorgunluğundan düşünce Kerbela’da yüz üste
Beni yanında götür can vereyim göğsün üste
Hasrete batmıştır zavallı Ali Ekber
Ali evlatları ile vedalaştı birer birer
Susmuştur kalbi dertli kimsesiz kalan Leyla
Başına vurup her an ederdi vaveyla
Ali Ekber el öpüp annesinden ayrıldı
Diline üç beş satırlık bir söz geldi
Yolumda on sekiz yıl zahmet çektin büyüttün beni
Sonunda getirdin bu kanlı dünyaya beni
Işığımı söndürüp bağladın bu kapımı
Kara günlere bırakıp saldın ahı vaya beni
Anne olup da düğünümü göremedin
Kendi elin ile koyaydın ey annem mezara beni
Sen olmazsan hiç kimsem yoktur yardımcım olsun
Şimr esir edip götürür her memlekete seni
Ali Ekber bu sözleri söyleyip ağladı
Ukabın dizginini hem koluna bağladı
Ardına bakmadan çadırlardan ayrıldı
Gören sanır ki et tırnaktan kopup ayrıldı
*
Ali Ekber Ehl-i Beyt’in çadırları arasından sıyrılıp savaş meydanına doğru Ukabı sürdü. Ali Ekber’in ardından genç ihtiyar, çoluk çocuk sızlayıp ağlaştılar. Ali Ekber yayından fırlamış ok gibi Kufe askerlerinin saflarının karşısına geçip kendisini tanıtmak amacıyla görelim ne söyledi:
“Ey imamlarına karşı çıkan zalim millet, biliniz ki ben peygamberlik gül bahçesinin bir gonca gülüyüm. Ben Tanrının rahmet denizinden inen nurun bir parçasıyım.
Evliya ve enbiya bu nurun ziyasından şeref bulmuştur. Bu nurun bir parçası babam Ali’nin alnında parlamıştır.
Ali’den başka kim vardır ki Kur’an’ı Kerim onun imamlığına “velayetine” şahittir. Ali’den başka LA FETA sultanı var mıdır?
Ali’den başka adı İncil’de ve Tevrat’ta yazılmış kim vardır? Ali’nin nuru Yusuf’u Mısır’a sultan etmiştir. Ali Tanrı sırlarına gizlisine dahi sahip olmuştur.
Ali’nin nurunun bir zerresi Tur dağına değince, dağı hallaç pamuğu gibi atmıştır.
Anteri öldüren, Hayber kalesini fetheden Ali’dir. Ali benim babamdır, biliniz ki elimdeki kılıç onun kılıcıdır. Kim kendine güveniyorsa kılıcın karşısına çıksın.
*
Güneş gibi atın üzerinde durmuştur
O zalim millete şöyle söylemiştir
Niçin duruyorsunuz ey Kufeli askerler
Bu meydan, bu da benim, bu asker
İçinizde yok mudur bir pehlivan
Çıksın meydana dökelim kan
Bu sözler geldi Mısrı’nın kulağına
Canı sıkıldı taş değdi ayağına
Meydana çıkmaya hazırlandı
Ali Ekber’i yıkmaya hazırlandı
Arkasından vuruldu savaş için davul
Zelzele düştü Kerbela’ya iyi bil
Girince meydana o melun zalim pehlivan
Kâfir askerleri hep birden yu deyip bağırdı bir an
Bu ses geldi çadırda Leyla’nın kulağına
Ellerini şaşırdı dolaştı hem ayağına
İki elini başına vurup ah çekip ağladı
Ne dizinde güç ne cisminde can kaldı
Hüseyin’in huzuruna gelip kapandı ayağına
Dedi Ekberimin Ya Ali sesi gelir kulağıma
Bir yüksek yere çık Ekberimi göresin
Kâfirler ile savaşmak için ona gayret veresin
İmam atına binip çıktı bir yüksek yere
Eğilip baktı Ali Ekber’in savaşını göre
Zalim Mısrı gelmiş önüne Ali Ekbere seslenir
Kılıç ile Ali Ekberi vurmak için heveslenir
Mısrı’ya bakınca gencecik Ali Ekber
Der idi melun ey düşmanlığını göster
Sondur ey Şam’ın kibirlisi gevezelik istemem
İşi gören kılıçtır başka sözü istemem
*
Bu sözü duyunca Mısrı ödlek gibi
Seslendi tıpkı bir köpek gibi
Kılıcını çekip havada dönderdi
Vurmak için Ali Ekber’e salladı
Ali Ekber üzengiyi boşalttı
Kâfirin hamlesi boşa gitti
Bir ikinci darbeyi vurmak için denedi
Mısrı kılıcını kaldırıp sinir ile salladı
Ali Ekber kalkanını karşı verdi
Kâfirin kılıcını cam gibi parçaladı
Vuruşundan parçalar etrafa saçıldı
Kılıcın parçaları yere döküldü
Sıra mazlum Ali Ekber’e gelince
Aslanlar gibi feryat edip seslenince
Zülfikâr’ı çekip bir parlattı
Kâfir Mısrı’nın canını tir tir titretti
Dedi ey melun başına giy miğferini
Deme Ekber habersiz vurdu beni
Zalim Mısrı miğferini başına giydi
Kalkanın altından baktı söylendi
Zülfikar başı üzerinde dolaşır durur
Altında kâfirin canı burkulur
O melun ölmedi ama yarım can oldu
Gönlüne ecelin korkusu doldu
Tepeden Ali Ekber Zülfikar’ı indirdi
Kalkan, miğfer, zırhı kırdı bitirdi
Zülfikar’ı indi atın sırtına
Az kaldı ki yer ikiye ayrıla
Bir de tuttu yanlamasına vurdu
Kâfiri o anda dörde ayırdı
Kâfirin içine düştü velvele
Her bir bölük kaçar idi bir yere
Ali Ekber kılıcını çekti aslan gibi
Daldı Yezid’in içine can gibi
Gencecik Ekber o deniz içine daldı
Sağ ve solunda hiç kimse kalmadı
Kılıcından kan akıyor oluk gibi
Kınalandı her tarafı keklik gibi
Atlıların hepsi piyade kaldı
Piyadeler Kerbela da perişan oldu
Ali yavrusu Zülfikar’ı vururdu
Başları dökerdi sanki yağmurdu
Kimin başına vursaydı Zülfikar’ı
Bölünüp ikiye ayrılır başları
Ancak çok yaralandı Ali Ekber
Çaresizlik içinde kaldı Ali Ekber
Çölün sıcağı akan kanın acısı
İmam Hüseyin’dir Ekber’in duacısı
*
Atın başını çevirdi çadırın tarafına
Akan kan ile atını sürüp geldi huzura
Vardı imamın yanına ayaklarına kapandı
Kanlara boyanmış görünce imamın canı yandı
Dedi kâfirleri öldürdüm ey dünyanın sultanı
Vücudum yaralanıp ağıtım fazlalaştı
Melun Mısrı’yı kılıç ile ikiye böldüm
Sonra düşman meydanında yalnız kimsesiz kaldım
Oğlum Ekber’de sağlam yer kalmamış yaralanmış
Topuğundan kanlar sızıp yerde kumlara varmış
Ali Ekber dedi hiçbirinden yılmadım
Ciğerim kavruldu bir katre su bulamadım
Susuzluktan halim perişandır baba
Dudaklarım susuzluktan parçalandı baba
İslam’ın emevi değilim baba
Susuzluktan ciğerim kavruldu susuzum baba
Bu sözler imamın ciğerini kasıp kavurdu
Parmağından yüzüğünü çıkarıp Ekber’e sundu
Dedi çöl ortasında kalmışım çaresizim
Günlerdir ben de senin gibi susuzum
Bu yüzüğü benden al dilinin altına koy kalsın
Cennet şerbetlerinden sana ferahlık gelsin
Babam senin yolunu bekler şimdi elinde Kevser
Haydi dön kâfirleri yok et topraklara ser
Ali Ekber ayrılıp gideceği zaman hemen
Sakine elinde bir deste otla geldi hemen
*
Buyurdu bu otun suyunu sık ağzına dök kardeş
Susuzluğun bir zaman azalır ey kardeş
Ekber sordu ey bacı kim verdi bu ilacı
Bu otu sana veren Ekber sana duacı
Sakine ağlayıp dedi ki senin için bizler ağlar
Bu otu bacın verdi bana, dedi ki tekrar
Kardeşim Ali Ekber susuz olduğu anda
Susuzluk yarası derdi çıksın aklından
Dert ateşiyle yanmıştır ateş çıksın dudağından
Bu otu ver benim için mübarek söyle senden
O anda Ali evlatları etrafına toparlandı
Ali Ekber eline bir kalem kâğıt aldı
O kalemi vücudunda ki yaraya batırdı
Bu kederli mektubu Medine’deki bacısına kan ile yazdı
*
Selam olsun sana ey kimsesiz bacı ölüyorum
Ben de can kalmamıştır daha ölüyorum
Bana küsme daha dönmeğe çare yoktur
Bu mektupta durumumu açıklayıp ölüyorum
O ay gibi gül yüzüm göresin ay gibi yok oldu
Selvi gibi dik boyum kamburlaştı ölüyorum
Senin yerine Sakine zahmetimi çekti ay bacı
O çaresiz giyindirdi yola saldı ölüyorum
Seni görmek için çok ah çektim yararsız
Bu Kufeliler yolumu kesmişlerdir ölüyorum
Çok yaraladılar daha yoktur sağ yerim
Günahım yoktur dirilmeye bir daha ölüyorum
Bacılarım Şimr elinde boynu bükük kalacaklar
Ali Ali diyerek ağlayıp ölüyorum
*
Mektubunu vermiştir bacısına Ali Ekber
Ali evlatlarından helalleştiler tekrar
Oğlunun son helalleştiğini görünce Leyla
Arkasınca yere düşüp dedi yandım vaveyla
Sabreyle gitme hasret kaldığım oğul
Ayrılık ateşine her zaman yandığım oğul
Gül yüzünü bir daha göreyim doyunca
Kara yaşlara batayım boyunca oğul
Gözümün nurusun gözümden uzak gitme
Yoluna ben can verip ölüyorum oğul
*
Ekber annesinin elini öpüp çıktı meydana
Düşman safları önünde durdu yine merdane
Teke tek çıkmaktan korktu o hayasızlar
Arkasından ok atmağa durdu o hayasızlar
Ali Ekber Ukab üzerinde şahin gibi dönerdi
Kime bir kılıç vursa onu ikiye bölerdi
Haydar gibi dönerek saflar içine dalardı
Kerbela çölü akan kanlar ile boyandı
Saflar daraldı bölük bölük bölündü
Kufe askerine kaçmanın yolu göründü
Tamamı dağıldı cümlesi bir birine karıştı
Zalim Şimr o anda hemen ortaya çıktı
Askere bağırıp Yezid ile korkuttu
Cümlesini Ekberin üzerine sevketti
Dizlerini yere vurup binlerce kâfir oklarını aldılar
Ekberin yaralı sinesine bin bir ok vurdular
Gücü kalmadı çok kan aktı yarasından
Sıyrılıp çıkmak istedi düşmanın arasından
Sinesinden sel gibi kanlar sızar bir taraftan
Susuzluk ise sinesinde ateş yakar bir taraftan
Kılıcını eline alıp yeniden gayrete geldi
Kufe askerlerini koyun sürüsü gibi önüne aldı
Laf olaydı dillerim söylemiyeydim şunu
Bir kılıç vuruşu ile böldü Ekberimin başını
Dedi Ali gibi başından yaralandı
Yeryüzü ağlayıp gökler parçalandı
Peygamberin evladı kılıcın kuvvetinden
Duramadı devrildi yere düştü atından
İki kolunu Ukab’ın boynuna dolandırdı
Yüzünü babası Hüseyin’in çadırına çevirdi
Vefalı hayvan anladı Ekber’in halinden
Çadırları taraf dönünce aktı yaş gözlerinden
Bağrına bastı Ali Ekberin yaralı alnını
Birer birer geçerdi düşmanın saflarını
Kâfirin kimi kılıç vurdu kimi de kama
Hançerlerin yarası işledi şirin cana
Bu durumda bile Yakub Eskelani adlı biri
Ali Ekber’e hücum etti çekip hançeri
Başı aşağı sarkmış yorulmuştu kolları
Kakülünden kumlara dökülüyor kanları
O zalim vardı Ali Ekberin kakülünden tuttu
Hançerini kaldırıp yüreğine saplattı
Ali Ekber’in kolları dayanmayıp çözüldü
Attan düşüp kum üzerinde tor toparlak büzüldü
Hançerin sivri ucu işledi ciğerine
Yakub çekti hançeri sapı geldi eline
Hançer kaldı Ali Ekber’in yüreğine de
Takatı kesilmişti kuvvet yok bileğinde
Ekber kan dolan gözünü çadırlara dönderdi
Dertli dilleriyle babası Hüseyin’e haber gönderdi
Attan yıkılmışım baba sen durma acele gel
Kendin kenarda durma bu yas yerine tez gel
Kurban kesen kurbanının üzerinde dua okur
Öldürüldüm kurbanınım üzerime duaya gel
Sen gelmeyince can veremem ey Kerbelâ sultanı
Oğlun bu çölde kefensiz ölür duaya gel
Zamanın imamı Hüseyin duyunca bu sözleri
Zülcenah atına binip hamle etti aradı her yeri
Kerbela çölünü gezip Ekberini aradı
Uçan kuşlara Ekberden haber sorardı
Bakıp gördü ki bir taraftan Ukab delir
Bulut gibi seslenip koşarak gelir
İki gözleri ağlar sel gibi yaşlar akar
Garip garip Hüseyin’in gül yüzüne bakar
Yüzü gözü tüyleri kızıl kana boyanmış
Kulağına kulağı kandan dolanmış
Ayrı kalmış sahibi düşmüş üzerinde yok
Hayvanın derdi, üzüntüsü çöldeki kumlardan çok
Her yanına binlerce oklar gelip saplanmış
Ok saplanan yerlerden çeşme gibi kan akmış
Yüzünü yerlere sürüp Ekber için yaş döker
Bir ağlayıp bir meydana dönüp Ekbere bakar
Ukab gelip varınca imamın huzuruna
Yüzünü sürdü imamın ayağının tozuna
İmam Ukab’ın gözlerinden öpüp ağladı
Ekberin yeri nerdedir diye sorup yalvardı
Hayvan sanki anladı imamın bu sorusunu
Hüseyin’in önüne düşüp gösterdi yavrusuna
İnsanların ve cinlerin imamı vardı bir yere
Depreşiyor Ali Ekber al yanağı düştü yere
Ekber çölün üstünde can veriyor garip garip
Ağlar başı üzerinde üç tane yüzü maskeli garip
Biri başını dizinin üzerine almış yatmış
Biri elinde Kevser’den şerbet tutmuş
Biri sol tarafında gözlerinden siliyor kan
Yaş döküp gözlerinden ağlayıp Ekber can
Biri dertli Hüseyin’in ceddi Mustafa’dır
Elinde şerbeti tutan atası Necef sultanıdır
Üçüncü Kasım’ı kurban veren imam Hasan’dır
Sanki hepsinin canında olan candır
Ali Ekber gözünü açıp şerbeti aldı içti
O anda babası Hüseyin’e taraf gözü ilişti
İmam buyurdu sana tufan getirdim
Savaş meydanına ağıt, feryat getirdim
Gözyaşları ile karşılamaya geliniz
Belalı zalim Mısrı’ya Yusuf’umu getirdim
Yüzü kan ile kınalanıp ağzı kan ile dolup
Baştan ayağa kan ile boyananı getirdim
Leyla’yı söyleyin gözü yolda kalmasın
İmam evladı oğlumu Leyla’ya misafir getirdim
Sinesinde sağ yer yok yaraları çoktur
Gül yüzlümün yarasına ilaç getirdim
*
Ali Ekber gözünü açınca hasret ile çekti ah
Dedi ki Eşhedü enla ilâhe illâllah
Şehadete varıp cenneti âlâya uçtu
Ali evlatları onun derdiyle kendinden geçti
Hüseyin kanlı başını alıp koydu dizine
Yağmur gibi yaş inip doldu iki gözüne
Hangi insan bu kanlı olayı duyup ağlamaz
Ekberin derdiyle kendi kalbini dağlamaz
KUMRU ağladı bu musibete gece gündüz çekti ah
Ah kederli Ali Ekber dertli Ali Ekber vah
ALİ ASGARIN ŞEHİT OLMASI
Ey Felek…
Ey felek sen zulm ve işkenceden utanmadın
Zulm ile işkence ettin Ali soyundan utanmadın
Dünyaya saldın bin musibet bin bela
Bir zerre kadar dahi dert sahibinden utanmadan
Zulm ile yıktı Ali peygamber yuvasını
Bilmem niçin Allah peygamberinden utanmadın
Hazreti Fatıma’nın lambasını tutup söndürdün
Niçin kadınların hayırlısı Fatıma’dan utanmadın
Bir günde öldürdün bunca Haşimi gençlerini
Asla bu kadar esirlerden utanmadın
Rivayet şöyledir dinleyiniz bütün seven can
Aşura günü sabahın erken ağarırken tan
İmam Hüseyin çaresiz kalmıştı
Belalı başını bin belaya salmıştı
Elini koynuna koyup ah çeker ağlardı
Onun ağıtı Ali evladının gönlünü dağlardı
Ya Rabbim! Kimsesizim hastayım gölgelerim gitti
Kapılardan garibim dost ve yardımcılarım gitti
Hicaz’ın sultanı idim Kerbela’da zelil oldum
Peygambere naz ettiğim güzel günlerim gitti
Su üzre kestiler Abbas’ımın iki kolunu
Abbas’ın derdiyle belim koptu ellerim gitti
Bu çölde Kasım’a düğün yaptım damat ettim
Muratsız yavrum düğününde doğranıp gitti
Ali’nin nişanesi ceddime benzer bir genç
İmam evladı Medine’nin Yusuf’u Ekberim gitti
*
Baktı gördü bir kalbi dağlı şansı kara gelir
Ayak atıp yıkılır ikinci bir kez gelir
Elinde bir kundak başına kara bağlamış
Tırnak ile yüzleri yara olmuştur gelir
Şehribanu zamanın imamına vardığı zaman
Ağlayarak selam verip böyle söyleşir gelir
Sana feda olayım ey sevgili anam oğlu
Uygun olmaz su diye yansın bu imam oğlu
Dil bilmez ki ağzını açıp da söz söylesin
Daha çocuktur konuşup da su diyemez nelesin
Her şeye güçlüsün bilirim imam
Ya sen buna su bul ya da al canını tamam
Bu çocuğu götür Şamlılar bakıp dursun
Ya su versin yahut kalbine oklar vursun
Aynı çocuğu elleri üzerine almış o güzel imam
Savaş yerine varınca yakasını açtı tamam
*
Hazreti imam Hüseyin, savaş meydanına gelince, Ali Asgarı kucağından yere indirip koydu, kâfir askerlerine karşı bir recez okuyup kendini tanıttı.
Dedi ki:
Ben o insanım ki vücudum gökyüzünün nurudur. Allah’ın yaratıklarının tümünün arasında en yücesi benim.
Gök ve yeryüzü benim adım ile ayakta duruyor, dünya benim adım ile dönüyor. Ben olmasam dünya dağılıp parçalanır, ben olmasam dünyanın hareketi bile bozulur. Peygamber makamındayım, Allah’ın halifesiyim. Dünyada tüm işlemler benim elimdedir. Karanlık ve ışık benim elimdedir. Ben istesem denizi dağ ederim, dağları deniz ederim. Peygamberler bana muhtaçtır.
Eğer Allah’ın razılığı olsa bu Kerbelâ çölünü şimdi cehenneme çevirir başınıza uçururum. Kufe askerleri bu sözleri duyunca içlerine bir velvele düştü. Zalim Şimr ileri çıkıp dedi ki:
*
Senin dedenin bize peygamber olduğunu biliriz
Peygamberlerin en ulusu olup Miraca gittiğini biliriz
Burak’a binip gökleri dolaştı
Allah ile yüz be yüz olduğunu biliriz
Baban Hayber’i yıkan Allah’ın Velisi Ali’dir
Yere göğe feleğe hükmettiğini biliriz
İki kanat vermiştir aziz ve yüce Allah
Cennette ucanın amcan Cafer olduğunu biliriz
Kadınların hayırlısı hazreti Fatıma annendir
Bütün inananlara şefaat verendir biliriz
Kendin zamanın imamısın peygamberin torunu
Ey Hüseyin kimsesiz yalnız olduğunu biliriz
Kanadına kundağını alıp göklere gittiğini
Cebrail’in ziyaretinde olduğunu biliriz
Ancak dünya saltanatına sattım ben ahreti
Boğazını kesecek hançerin bu olduğunu bilirim
*
İmam buyurdu beni öldürünüz ben razıyım
Bu günahsız Asgarın suçu nedir söyleyin ki bileyim
Üç gündüz üç gece su deyip ağlar
Bir yudum su gözyaşının akmasını sağlar
İmansız Nahsı Şumu bu sözü duyunca
Elinde yay ok hemen ayağını attı yayı gerince
Eli kemanda dizi yerde o pis köpek
Asgara nişan aldı oku çekti pek
Seslendi acımazam ben Asgara ey Hüseyin
Su yerine al ok vereyim ben sana ey Hüseyin
O zalim ve imansız bu sözleri tamamladı
O imam evladını bela okuna nişan aldı
Zulm oku çıktı zalimin elinden
Boğazından geçip ucu çıktı dilinden
Boğazına değmesinin gizli sırrı bu idi inan
Boğazından boğazlansın kabul olsun kurban
Bela oku Ali Asgarın delince boğazını
Yuvasında Asgar kuşlar gibi açtı ağzını
Babasına bakınca bir güldü naz eyledi
Gözlerinden yaş döküldü bahar hem yaz eyledi
Dudakları birbirine dokununca gözleri aktı
Gözlerini çevirip çadırlara bir baktı
Sonra yine imam Hüseyin’e yüz çevirdi
Dilini güç ile şu sözlere çevirdi
Kurban olayım bu gözlere ey dertli baba
Dilim tutmuyor halimi söyleyeyim baba
Bu nimete bin şükür senin gibi bir baba
Beni alıp getirdi oklara kurban baba
Seviniyorum çıkacaktır Ali Ekber karşıma
Saklar beni can içinde sanki başka can baba
Çok inciyor oku boğazımdan kenara çek
Ama dökülmesin yere bir damla kan baba
Kenarda kabrimi kaz kumlara göm vücudumu
Kundağımı anneme al armağan götür baba
*
Zamanın imamı kurtuldu naz ile niyazından
Elini uzattı çeksin o oku boğazından
Zalimin kanlı oku boğazından çıktığı zaman
Yıldırım düşer gibi fışkırdı yerlere kan
Hüseyin bir avuç kan alıp havaya attı
Yüzünü çevirip ellerini Allah’a duaya tuttu
O an boğazından kan kesilip tamam oldu nefesi
Ruhu cennete uçtu kaldı kuru kafesi
*
Ey felek senin zulmün dostları yaktı
Zalimin zulm ateşi dünyayı yaktı
Ey felek senden hiç kimse zamana da razı olmadı
Zulümlerinin hepsi yerleri gökleri yaktı
Yine sen bir ateş yaktın Kerbela bahçesinde
Susuzluk tatlı dilli Asgar yavruyu yaktı
Babasına bakınca bir ağladı yine güldü
Bu ağlamak ile arşı ilahiyi yaktı
İşaret etti baba oku çek boğazımdan
Bu ok yarası ben zavallıyı yaktı
Bu zavallının olayı bütün dünya insanlarını
Özellikle dertli KUMRU’yu yaktı
BEŞİNCİ TOPLANTI HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN AYRILIĞI
Ey dostlar…
Ey dostlar ne zulmdür yine ağıt sesi geliyor
Zamanının insanları hep birden ağlayıp geliyor
Yavaş yavaş açılıyor ağıt feryat goncası
Gül bahçesine dost bülbülleri geliyor
Musibet bulutları dost bahçesinin üzerini tutmuş
Bu neden ile dert yağmuru yere dökülüp geliyor
Niçin yine gözden akıyor kızıl kan
Gözyaşı bir akan çeşme gibi akıp geliyor
Kabe’nin sultanın peygamberin öz evladı Hüseyin
Kerbela garibi hazreti imam Hüseyin
Kerbela toprağında kimsesiz ve yalnız kaldı
Kendi ev halkıyla ah vah vaveyla içinde yalnız kaldı
Elleri koynunda gözyaşı döker, ah çekerdi
Lisanı Hal ile bu sözleri söylerdi
*
Garip kimsesiz yıkılan yuvam canım vay
Dostları ölüp yardımcıları dağılan canım vay
Garip memlekette zelil olan canım
Üç oğlu altı genç kardeşi kefensiz ölen vay
Cenazeleri mezarsız olan canım
Dostları ölüp yardımcıları dağılan canım vay
Ev halkı kara giyinip gözyaşları kana dönen
Eli kalbinde gözü yaşlı kalan canım vay
Hüseyin’in böyle ağıtlarını duyunca
Zeynep sonsuz derdini dedi bir an önce
Vay yüz bin vay felek kimsesiz bıraktı beni
Dünyada dert çekmek için seçti bıraktı beni
Dünya evinde bir güzel gün nasibim olmadı
Kadınlar içinde şansı kara etti bıraktı beni
Her zaman bağrına basıp saklardı kardeşini
Zeynep’in sana kurban babam Ali bıraktı beni
*
Zeynep böyle söyleyince imam Hüseyin cevap verdi:
Ne yazık ki sabrımı taşırdı bela sesi
Hiç gelmiyor kulağıma bir dost sesi
Bu genç yavruya Kerbela’da toy binası var
Hiç gelmiyor kulağıma zevk ve sefa sesi
Fırat ırmağının üzerinde iki kol oldu kalem
Dünyayı doldurdu keder dert bela sesi
Allah aslanının oğlu gök ve yerin imamı
Bir ah söyledi gözlerinden akıttı kan yaşını
Kalbim kan ile doldu dert aldı canımı
Bu garip memlekette yoktur bilen halimi
Kırk kişi esir kadın kalmış bir de ben kaldım
Bilmem kimle sorunum var cevabını alaydım
Yüce Tanrının sınırsız kudretinden cevap verildi
Sakine bu dilleriyle sanki cevap verdi
*
Her ne kadar şanın şöhretin yok olmuş üzülme ey Hüseyin
Senin sızlayıp ağıt ve feryatların dünyayı yıkmasın ey Hüseyin
Darda kalmış kuluma ben dost ve yardımcıyım
Ben gibi perişan bacın var ağlama ya Hüseyin
Dosta varmak isteyen canından geçer can istemez
Muhabbet testinin susuzluğu acıma suyu istemez
Sevilen sevenden uzak kenarda durmaz
Yakınlık bahçesini isteyen ayrılık isteyemez
Dostun zulmü ve işkencesi yüz bin sefa gözükür
Muhabbet hiç başkasının teklifini beklemek istemez
*
Hazreti imam Hüseyin yine Kerbela çölünde üzüntü ve dert denizine batıp peygamberlerden yardım istedi. Bu kez de gökyüzünde ki peygamberlerin hepsinden ses geldi.
Ey Hüseyin! Sana Feda…
Ey insanların imamı ve Allah’ın halifesi sana feda olayım
Ey yerlerin nuru ve göklerin ziyneti sana feda olayım
Kimsesizim deyip üzüntü ile bakma her tarafa
Peygamberler sana yardıma geldiler sana feda olayım
İmamlık gözü ile baktı Hüseyin’in iki gözü
Naz ve niyaz ile peygamberlere söyledi bu sözü
Şehadete aşıkım ben sizden şefaat istemem
Bu benim bayram günümdür gidiniz yardım istemem
Hüseyin böylece peygamberler ile sohbet etti
Yüz binlerce melekler gökten yere indi
Cevap verdiler ey doğu ve batının sultanı feda oluruz sana
Ey dertli Hüseyin feda olalım sana
Dikkat ile baktı tek tek o sultanı Necef
Melekler hep gelip durmuşlardır saf saf
Derler izin ver bize biz varalım düşmana
Hiçbir dert oku Kerbela’da değmesin sana
Hüseyin buyurdu bu Allah’ın takdiridir bozamam
Bunca şehit Kerbela’da varken ben çıkıpta gezemem
Tüm İslam’ın imamı Meleklere dönün diye emir verdi
Ondan sonra kalbi kederli iken Kerbela’ya döndü
Dördüncü kez heybet ile seslendi
Şehitler yerlerinden kalktı silkindi
Boğazlarında kanlı gömlek başları açık
Dediler ya imam Hüseyin haydi savaşa çık
Kiminin kolu kesilmiş, kiminin sinesinde ok
Kiminin ağzı var oklanmış içinde dili yok
Şehitler saf saf dizilip Kerbela çölüne
Dediler ya imam emret yeniden edelim hamle
Kerbela çölünde kum üzre kum koymayalım
Bu çölde ölmemiş insan düşman koymayalım
İmam Hüseyin buyurdu ey vefalı dostlarım
Siz sıranızı savdınız şimdi mertçe ben varım
Siz yerinizde yatınız rahatlayınız biz gidelim
Savaş meydanına bir de tek biz gidelim
Şehitler tek tek silkinip tekrar yerlerine döndüler
İmamın gözleri çadırlardan yana döndüler
O anda çadırlardan duydu feryatlı sesi
Dertli feryat der idi ey Allah’ın halifesi
Hüseyin bakıp gördü bir vefalı dost gelir
İki gözünün kanlı yaşı sel gibi akar gelir
Dizinde gücü yok bazen yıkılıp kalkıyor
Zayıf canı düşmüştür sonsuz derde gelir
İki ayak atarsa bir kez de toprağa düşer
Yavaş yavaş sürünür zarı zar edip gelir
Baba can reva mıdır sen batasın kızıl kana
Reva mıdır yaralı sinen olsun Kufelilere nişane
Gözüm baka baka ben çadırda rahat olayım
Sen Kerbela da ölünce ben ardınca sağ kalayım
İmam Hüseyin buyurdu ey vefalı dostum vefan var
Çok üzülme çünkü bu işlerde hikmet var
Bu Kerbela’da benim kısmetim şehid olmaktır
Ey oğlum senin nasibin ise imamet makamıdır
İmam olan insanı incitir bu nasıl millet
Zaman gelir çekersin sen dahi her türlü zillet
Hemen hasta oğlu Zeynel Abidin’e teselli verdi
O meydanda savaşmaya niyet eyledi
*
Hazreti İmam Hüseyin, savaş hazırlığını yapmak için kendi çadırına vardı. Zeynep, silahlarını hazır etmişti. İstemedi. İmam dedi ki; sen bana bir takım eski elbise getir. Zeynep dedi ki sen zamanın imamısın. İmama, Zülcenah adlı atına binip meydana varınca, Kufeliler seni seyr edecek, yazık değil midir ki onlara bir eski elbise ile gözükesin dedi. İmam buyurdu ki ey iki gözüm! Ben attan düşünce o zalim millet, gelip benim elbisemi soyarlar, eki giyersem belki soymazlar da vücudum çıplak kalmaz. Böyle söyleyip mübarek vücuduna eski elbiseleri giydi. Eline Allah’ın Peygamberi Hazreti Muhammed ceddinin imamesini aldı silahını giyinip kuşandı:
Ali’nin yadigârı doğruluğun nuru güneşi
Düşmana karşı silah kuşandı yok idi eşi
Ev halkına teselli verip susturdu ızdırabı
Sevgili imam çadırdan çıktı yaptı hitabı
Gözünü dört tarafa dolandırıp bir baktı
Dert ve kederi fazlalaşıp hasret ile ah etti
Kalbinde ki dert ve kederi taşınca coştu inledi
Mübarek diliyle bu sözleri söyledi
Garip memlekette kaldım yardımcım nerdedir
Düşman benim etrafımı sardı askerlerim nerdedir
Bugün Abbas’ıma haber veren olsa idi
Gelsin o ünlü vefalı kardeşim nerdedir
Başım sıcak kumlar üzerine düştüğü zaman
Başımı diz üstüne almak için peygamberim nerdedir
Bedenim toprak üstünde hasret ile kıvranınca
Kur’an okumak için Ali Ekber’im nerdedir
Gaslımı verip kefenimi sarıp kabre kaymak için
Necef sultanı Arap Amiri Ali babam nerdedir
Bu sözleri deyip sonra baktı her bir tarafa
Ne gördü gelen yoktur yüzünü döndü Necef’e
Ağıt sesleri ve ah vaveyla feryatları göklere ulaştı
Seslendi ey Necef mülkünün sultanı ızdıraplaştı
Medine’de vefa edince hazreti Selman
Kendin ona VELÂYET ile vardım o zaman
Kendi ellerin ile kefen dikip defin eyledin
Vefalı dostunu öldüğü zaman aziz eyledin
Necef ile Kerbela arasında o kadar bir mesafe yok
Bu çölde ben ölürüm derdime hiç çare yok
Ben bu kanlı meydanda kızıl kana düşüp boyanınca
Oğul demezsen bile beraber tut Selman’ca
Necefte yatma dahi bu gün beni yol sal
Şimr başımı kesince dizinin üstüne al
*
Hazreti imam Hüseyin bunları söyledikten sonra Zülcenaha binmek istedi. Fakat dört tarafta Zülcenahı hazır edecek bir erkek görmedi. O zaman kalbi yanık şekilde söyledi:
*
Ey dertli günümde derdime ilaç olanlarım
Baştan ayağa kan ile boyanan dostlarım
Allah yolunca zevk ile kahramanca can verenler
Dünya da zor işleri kolay eden dostlarım
Bilmem sebep nedir yardıma gelmezsiniz
Dert ve bela çölünde İslam ümmetine kurban olanlarım
Zülcenahımı getiren yoktur bu gün yalnızım
Ey savaş meydanında parça parça olanlarım
Kerbela sultanı Hüseyin bu sözleri tamamladı
Mustafa evlatlarının göklere yüceldi ağıt feryadı
Zeynep yanağına siyah saçlarını dökmüştür
Bir izzet ile Zülcenah’ını gitmiştir
Zeynep üzengiye basınca Gülsüm sancağı alır
Sürelim atını meydana dert çekme nolur
O anda göklerden bir güzel ses geldi
Daha durma yere in ey Cebrail dedi
Hemen Meleklere indi Cebrail biliniz
Kerbela da kıyamet olmuştur görünüz
Bir tarafta düşman ordusunun saflarını gördüler
Bir tarafta Hüseyin çıplak ayak gördüler
Sancaktar gitmiş kana batmış sancağı ağlar
Yedi bacı beş ev halkı ah çekip ağlar
Yerde insan gökte melekler ağlar
Onun mazlumiyetine Zülcenah ağlar
Üzengiye bastı Cebrail’i emin
İsrafil, Mikâil tuttular elin
Bu hal ile o iyilik sultanı Zülcenah üstüne binmişti canı
*
Hazreti İmam Hüseyin Ehli beyte şöyle seslendi:
*
Helal edin hakkınızı aman ben gidiyorum
Abbas’ın çektikleri sabrımı aldı gidiyorum
Onun ayrılığı kadimdi bükmüştür
Bir tarafta gitme deyip ağlar sakinem gidiyorum
Diğer tarafta sesler beni genç Ali Ekber
Yetim yavrularımı güzel sakla ey Zeynep gidiyorum
Senden başkasına yoktur daha güvenim
O anda ev halkı ile vedalaştı dedi ben gidiyorum
Zülcenahı çadırlar arasından sürdü kenara
Böyle söyleniliyor dedi artık Aşura
Allah’ın halifesi veda etmek için tek tek
Ne gördü ağıt sesleri yüceldi dayanmaz yürek
Bir ardınca gelip der Medine sultanı baba
Sabret sana kızın Sakine kurban ey baba
Göklere yükseldi ağıtlarım feryatlarım
Dur ki varayım çoktur gizli saklı sırlarım
Ağlar sakine gelip imamın huzuruna vardı
Ayaklarına kapanıp ateş alevi gibi ah vah yandı
Dedi aman ey baba koyma bu belâda beni
Bu Kerbela çölünde zelil etme beni
Küçüklüğümde çok kara güne düştüm
Bu günde hatırlayan yok mudur acep beni
Ne nazımı çeken olur ne bir kucaklayan
Bu zalim Kufeliler korkarım öldürür arada beni
Yanında gidip önünde ölmeye razıyım
Yetim koyma ardınca gözü yaşlı ağlarım beni
Bakınca Sakine’ye çok ağladı zamanın imamı
Piyade esir edip Şam’a kadar götürürler seni
Buyurdu iş işten geçti bu kadar ağlama
Yeter sen ağlayıp kebap edip üzme beni
O zamanın imamı ayrılık sözlerini tamamladı
Zülcenah’ı sürüp düşmana hamle eyledi
O deniz gibi düşman ordusuna seslendi
Kendini tanıtınca iman sahipleri kederlendi
*
Hazreti imam Hüseyin atını sürüp kendini şöyle tanıttı, görelim Şam askerlerine neler söyledi: Ey Utanmaz millet! Ben din ülkesinin süsüyüm, iyilik dünyasını aydınlatan güneş benim, gökyüzünün yıldızları aydınlığını benden alırlar, ben inananların kalbinin Mescid’i Aksa’sıyım. Çayır çimen hep yeşilliğini benden almıştır, İslam dininin gül bahçesinin lalesi benim. Yeryüzünde ne kadar nüfus varsa hepsi benden gelir bana gider, bilinmeyen dünyalardan gelip anasır elbisesini giymişim, Allah’a yakın olmakta benden ileri gitmiş kimse yoktur.
Melekler bensiz uçmaz, dünya bensiz dönmez, Dünyayı aydınlatan güneş, nurunu benden almıştır. Şahı Necef denizinin eşi bulunmaz bir incisiyim. Ben Musa peygamberin mucizeler gösteren YED’İ BEYZA’sıyım. Kur’an-ı Kerim benim sinemde yazılıdır, hakikatte Kur’an’ın aslı benim.
Ben istesem dünyayı tersine dönderir, Fırat’ı kan akıtırım, ama Allah’ın takdiri böyledir, Ben Allah’ın şehid kuluyum.
*
Ey hayasız millet ben ne Rum’um ne Habeş
Yandım susuzluktan kavruldum sanki çöl bir ateş
Ev halkım kara giymiştir o çaresizler ağlar
Yok mudur susuzluklarına sizlerde çareler
İleri attı adımını sözlerini edince tamamı
Kâfirlerden cevap gelmez hiçbir zaman
Tam bir heybet ile seslenip ün saldı
Kâfirlerde ne cisim kaldı ne can kaldı
Bölükleyip düşmanı ortadan iki parçaladı
Yıldırım gibi zalimlerin ortasına daldı
Kolunu kaldırıp dolandırıyordu Zülfikar’ı
Sanırsın Zülfikar çıkmıştır gökten yukarı
*
Düşmanların üzerine indiriyor
Gören der ki gökten ateş iniyor
Akan kanlar Kerbela’yı suladı
Şam askerleri önünde meledi
Koyun gibi başlarını eğdiler
Her biri bir yana dağıldılar
Kesilen başlar düşerdi bir bir yere
Hüseyin’in koluna Allah kuvvet vere
O mübarek sohbete başlayıp deridi
Zülfikar’ı sağa sola dönderir idi
Kerbelayı kan doldurmam gerek
Sizleri tek tek öldürmem gerek
Sevdiklerinizi bir bir ağlatmam gerek
Kerbela şehitlerini sevindirmem gerek
Ey dinsiz millet haberdar olup biliniz
Yardımcım Ali’dir güvenim Allah görünüz
Zülfikar düşman başına değince
Ucu çıkardı ta kuma düşünce
At ile düşman iki olurdu
Yan yana gelince ölmemiş denirdi
Ancak at üstünde kımıldayınca
İki parça olup düşerdi kumlara anca
O anda şimdi zamanın imamı gördü
Gelip Zülfikar’ın önünde bir ahmak durdu
İmam Hüseyin Şimri görünce elini çekti geri
Dedi ey Şimr korkma seni öldürmem belli
Ey fırsat düşkünü sen çekil kenara
Kim olursa öldürür senin gibi şaşkını mudara
*
Pis pis bakma git Zülfikar seni sağ koymaz
Bilirim fırsat bulunca hançerin beni sağ koymaz
Bu sebeple seni öldürmek için elim varmaz
Başımı kesince hiç kimse senin gibi incitmez
Başkaları utanır naz ile niyazımdan
Ancak senin gibileri keser beni boğazımdan
İmamlar imamı şehadete oldu razı
Serbest bırakıp vurmadı o kara yüzü
Kendini düşman safına vurdu
Kâfir ordusunun sık tarafına daldı
Kılıcının sesi gök gürüllemesi
Zülcenahtan çıkıyor şimşek sesi
Hamle ediyor düşmana, korku salıyor dünyaya
Sahraya kanlar döküp çeviriyordu ırmaklara
Canı hararetten yandı susuzluk takatten kesmiş idi
Dil susuzluktan ağzında bir yana dolaşmaz idi
Derdi dert ortağım yoktur şehid oldu kardeşim Abbas
Gel ey kolsuz sancaktarım beni bağrına bas
Bu gün bir güvendiğim yoktur garibim hiç sığınağım yok
Susuz ölüyorum, keserler kurban gibi günahım yok
Haydar-ı Kerrar oğlu Hüseyin pek çok kâfirleri öldürdü
Atının başını çekti kendini bir kenara döndürdü
Kenarda nefes alıp bir miktar oturdu
Dönüp seslendi ey Şamlılar, Kufeliler sizlere noldu
Noldu gelip bu çöle tamamen dolarsınız
Peygamber evladının kanını helal mı sanırsınız
Ey zalim Kufeliler nedir benim suçum
Bu yorgun vücudumu kan ile boyarsınız kalmadı gücüm
Düşün ki ne imamım ne de imam evladıyım
Peygamber ümmetiyim ben de bir İslam’ın
Ey sapık millet düşünün ki bir garibim
Dilimde hep LA İAHE İLLALLAH söylerim
Açılmış güllerimi soldurup sararttınız
Ali Asgar oğlumu onlara nişan aldınız
Ben kalmışım bir de kırk kişi hanım
Yetmez mi bizlere verdiğiniz bu eziyet ey zalim
Bana ne kadar yara vursanız yine kabulüm
Ben kazaya razı olmuş Allah’ın kuluyum
Benden uzak olunuz buradan yol verin bana
Gideyim Habeş, Frenk ve yahut Urum’dan yana
Tamam siz varıp gidiniz o Yezit’in emrine
Beni bırakınız giderim Vilayetler dışına
Bu yerde malımı servetimi bırakıp gideyim
Eş dost ev halkımı yanımda götüreyim
*
İmam Hüseyin bu sözleri deyince melekler duydu
Başı üstünde bir bulut gelip durdu
O buluttan ses geldi sahraya tek tek
Der idi ey Hüseyin sen yalvarmaktan el çek
Acz ile zalimlere yalvarma ya Hüseyin
Bu hayasız millete yalvarma ya Hüseyin
Meleklerin tümü ağlaştı Hüseyin’in ağıtına
Ah seslerin göklere ulaştı ya Hüseyin
Emret ki başının üzerine açayım kanatlarımı
Zülfikar’ın düşmanına çok yalvarma ya Hüseyin
Yeniden atını sürüp düşman içine daldı
Kiminin sırtına vurdu kiminin bacaklarını kırdı
Kılıç elinde saflar arasından dönerken aslan gibi
Bir kadın girdi meydana hükmü Süleyman gibi
Sordu kimdir bu çölde kurban olan söyleyin bana
Üç gün su içmeden susuz kalan söyleyin bana
Burada bir eşi dostu ölen var söyleyin bana
Hangisidir o Tanrı sevgilisi bileyim söyleyin bana
*
Susuz kalanların şahı şehitlerin sultanı
Kalbi susuz Hüseyin varıp çıktı ileri
Aradığın o kimsesiz eşsiz dostsuz kalan benim
Vücudu parça parça susuz doğranan benim
Yardımcısı dostu ölüp kapısı bağlanan benim
Fırat suyuna hasret kalan garip benim
Kadın Hüseyin’in gözyaşına baktı
Çölden bir avuç toprak alıp başına saçtı
Hava pek sıcaktır ciğerim yandı bilirim
Al sana içmek için su getirdim veririm
Ey kalbi yaralı garip halini gördük acıdık biz
Fırat üstünde oturuyor bizlerin kabilemiz
Bu zor günde olmuştur bir sakallı nurani
Sabah akşam kabilemiz içinde vardır yeri
Vücuduna kara giymiştir yakasını yırtmıştır
Gözlerinden yaş yerine kanlı sular akmıştır
Bizlere söyledi ki bu çölde bir sultan yalnız kaldı
Üç gün üç gece Hüseyin Kerbela’da susuz kaldı
Hüseyin dedi ey bacı o sultanın işareti var mıydı?
Kadın dedi halk arasından geçerken başı yaralıydı
*
Kendi kendine hem söylerdi hem usulca ağlardı
O’nun bu sözleri kabilemizin insanlarını dağlardı
Zulm eli ile dağılmıştır evi barkı var oğlum vay
Zamana da başı belaya kalan oğlum vay
Yanmıştır dudakları susuzluktan kalbi ateşten
Fırat’a varmadan yaralı canı susuz kalan oğlum vay
Hüseyin bildi dolaşan yorgun ve gariptir
O, babası Haydar’ı Kerrar Ali bin Ebu Talip’tir
Suyu elinden alıp dudağına götürdü
Ancak tasın suyunu içmedi geri getirdi
O anda su diye can verenleri hatırladı
Bir damla su içmeden yer altına girenleri hatırladı
Dedi haram olsun bana ben su içersem vefasızım
Susuz ölenler gibi kerbelada yalnız bir insanım susuzum
Zülcenah ile hamle etti bu sözleri söyleyip
Önünden düşman safları kaçardı hepsi parçalanıp
Öyle kılıç vurdu ki benzeri kimse bulunmazdı
Düşman arasında Hüseyin tek başına kaldı
Yanında yardımcısı önünde sancaktarı yok
Ayakta durmak için Hüseyin’in canında gücü yok
Buyurdu ey Kufeliler zulmünüz yaktı beni
Kurbanlar gibi bu çölde boyadınız kana beni
Yaralıyım dertliyim susuzum ey Müslümanlar
Dudak ve dillerimi bu susuzluk yakmıştır beni
Fırat suyuna gözüm hasret ile bakıyor ölüyorum
Bu kadar oklara hedef tutmayınız beni
Kalbim yanmıştır ağzımda dolanmıyor dilim
Bu kadar incitmeyin ey millet perişan halim
Veriniz bana bir içim su da kesiniz başımı
Çok hasretim genç Ali Ekber’e götürünüz beni
Birden ne gördü çok nişaneler gözüktü
Cebrail elinde billur tası göklerden indi
Dedi seni dinlemez bunlar zalimdir ya Hüseyin
Ey üç gün susuz kalbi yanan Hüseyin
Gökte arş’ı âlâ’yı titretti ya Hüseyin sesi
Az kaldı ki mahşer günü olaydı ya Hüseyin
Bugün sana su getiren benim asla üzülme
Bu zillete razı değil o Allah ya Hüseyin
Bu elimdeki billur tasını temiz badeyi doldurdum
Cebrail dedi al iç ciğerin bu kez çok yanacak Hüseyin
Fırat’ın susuz sultanı bu sözleri duyunca
Lisan’ı Hal ile Cebrail’e söyledi heyhat “zillet bizden uzak”
Gözümde ne Kevser suyu ne de bade gerek
Ne selsebil gerek bana ne billur tası gerek
Bu çölde ben şimdi garip ve susuzum ölüm var
Götür bu su tasını ver garip Ali Ekber var
*
Tamamlandı imam Hüseyin’in sözlerinin hepsi
Düşman askerlerinden Şamlılardan geldi harp sesi
Sen hepimiz tanırız ey Hüseyin
Fazlasını söyleme utanırız ey Hüseyin
Bil ki Yezit senin biatına muhtaç
Yok Sana biatten başka bir ilaç
Bu çölde akıtmaktansa kanını
Kabul et kâfir düşmanın biatını
*
Dertli Hüseyin yüksek ses ile seslendi
Elinde bela şimşeği Zülfikar var idi
Kendini aslan gibi vurunca saflara
Düşmanlar kaçıştılar her biri bir yanlara
Susuzluk imam Hüseyin’in canını yaktı
Yüzünü Fırat’a taraf çevirip baktı
Zülcenah atını çevirip o tarafa
İstedi ki varsın hemen o Fırat’a
Her ikisinin yarasından kan akardı
Düşman arasından atını sıyırdı
Atını sürüp Fırat’a yaklaştı
Bir yerde at durup yavaşladı
Durdu bir daha tek adım bile atmadı
Hüseyin’in sözünü de tutmadı
Buyurdu ey bana dost olan hayvan
Noldu sen ayağını ileri atmazsın
Güneş altında kumun üzerinde yandın
Korkarım acı şekilde yaralandın
Hayvan imamın sözünü anladı
Zülcenah orada sohbete başladı
Yaram acı bir yaradır derdimi sorma
Daha bir adım bile gidemem bana vurma
Eğer önüme baksan Necef Sultanı Hüseyin’sin
Fırat’a taraf sende daha gidemezsin
Nasıl adım atayım gitmek için yol mu var
Karşımda kanlara boyanmış iki kesik kol var
Ey göktekilerin ve yerdekilerin imamı beni hoş gör
İn bak ki bunlar kardeşin Abbas’ın nişaneleridir
Dertli Hüseyin attan aşağı indi
Bir çift kol buldu her tarafı kandı
Kolları bağrına basıp dedi can aziz can
Kardeşin Hüseyin kesik koluna olaydı kurban
O anda Zülcenah ile geri döndü
Kâfirlerin başlarını bedenlerinden ayırdı
Varınca hiç fırsat ve mecel vermezdi
Evlerini başlarına yıkar idi
Ağaç yaprağı gibi döktü başları
Toparlandı üst üste kâfirlerin leşleri
Allah’ın halifesi onları sürüp götürdü
Düşmanın hepsini çadırlarına yetirdi
Bu arada bir hayasız utanmaz Yezit
Ebtiha adında kudurmuş bir zalim it
Gördü düşman askeri bozulmuş kaçıyor
Sesler nerdeyse ağıtlara karışıyor
Çıkıp askerlerin durdu önünde
Dedi bu şan yakışır mı melun Yezid’e
Bir insan karşısından bin kişi kaçasınız
Şandan şereften candan geçesiniz
Hani sizin utanmanız arınız
Bir kişi karşısında duramıyor bininiz
Bu sözleri söyleyip meydana çıktı gitti
O zalim bir biçare gömleği giyinmişti
Eline bir yalın kılıç aldı
Hüseyin’in karşısına dikildi kaldı
Ardınca geldi binlerce zalip asker
İmam Hüseyin’e birlikte hamle ettiler
İmam geriye bir dönüp baktı
O kâfir Ebtiha’yı kendine taraf çekti
Düşman askerlerinden ayırıp durdu
Ne istersin benden be mel’un deyip sordu
Sonra üzengiler üstünde dikilip
Eline şahin gibi Zülfikar’ı alıp
Ebtiha’nın dört bir yanına dolandı
Ebtiha’nın küçücük kalbi bulandı
Yüzünden rengi uçtu aklı da başından
Ne söyleyeceğini şaşırdı telaşından
Zülcenah Ebtiha’nın yanından rüzgâr gibi geçti
Bir kılıçta kâfirin o mındar başı uçtu
Atından uzağa fırladı başı
At üzerinde başsız kaldı pis leşi
Vuran el Allah’ın eli vuran Zülfikar
Bu kılıçtan o Ali’den nişan var
ZAĞFERİ CÜNNİ “R.A.”IN HAZRETİ İMAM HÜSEYİN “A.S.”IN YARDIMINA GELMESİ
İmam çekmişti kendini düşmanın arasından
Çeşme gibi kan akardı imamın yarasından
Yakamdan elinizi çekiniz ey Kufeliler ölüyorum
Yaralı sinem oklarınıza nişan oldu ölüyorum
Pek çok ok vurdunuz daha vücudumda sağ yer yok
Bedenimden ruhum çıkıyor canım kalmadı ölüyorum
Ev halkım susuzdur kendim de pek susuzum
Geliniz bana bir yudum su veriniz ölüyorum
Ben su içmem bırakınız Zülcenah atım içsin
Utancımdan gözyaşlarım sel olmuştur ölüyorum
*
O anda bunu deyip sultanı Necef
Atını çevirdi Fırat’a taraf
Zülcenah kanatlanıp da uçtu
Kâfirlerin saflarını rüzgâr gibi geçti
Hazreti Hüseyin’i ulaştırdı Fırat’a
Susuz canı kavuşturdu Fırat’a
İmam Hüseyin su kenarında durdu
Hayvan susuzdur deyip atı duya vurdu
Zülcenah durup suya bakardı
Gözlerinden kanlı yaşlar akardı
Bir damla dahi içmedi hayvanların sezgili hası
Hatırlamıştır susuz kolları kesilen Abbas’ı
Yaralı canı hayvana bakıp ağlardı
İki gözünden öpüp boynunu kucaklardı
Derdi ah ile ağlayıp dünyayı yıkma
İç suyu sen durup bana bakma
Hayvan ağzını dokundurdu Fırat’a
Suyu içmedi baktı Hüseyin’den tarafına
Ağzı bir zaman suda öyle durdu
Önce İmam içsin diye beklerdi durdu
Hayvanın maksadını bildi imam hemen
Suya avuçlayıp ağzına götürdü o dem
Değdirince suyu dudaklarına
Şehitlerin sesi geldi kulaklarına
Zer’â isimli derler bir zalim Yezit
Fırsatını kolladı o an o vakit
Utanması yok dini imanı yok
Yayına yerleştirdi bir zehirli ok
Sinir ile yayını bıraktı kemanından
Zehirli ok girdi İmam Hüseyin’in dudağından
İmamın canı titredi durdu
Su yerine ağzı kan ile doldu
Hemen oku çekti damağından
Çeşme gibi kan aktı dudağından
Buyurdu varmayasın muradına ey imansız
Su içmeden ağzımı kan ettin koydun dermansız
Sen ki bana bu zulmü gösterdin
İçtiğim suyu kızıl kana dönderdin
Zülcenah bu durumu görünce hemen
Çok ağlayıp ah vah çekti o zaman
Hüseyin’i çekip Fırat’tan çıkardı
Bir rahat yer arayıp bakardı
Hüseyin gelmiştir ah ile vaha
Söyledi o anda o Zülcenah’a
*
Bir susuz dertli insanım, bedenimde yaram çoktur
Ey Şamlılar yalnızım, ah ki garibim garip
Oklar değmiştir canıma yanan kalbime
Boyanmışım kendi kanıma, ah ki garibim garip
Başım belaya düştü, kana döndü gözyaşım
Gel ey kardeşim ah ki garibim garip
Susuz Ali Asgar’ım öldü, yaralandı canım
Nerde kalmıştır Ekber’im ah’ki garibim garip
Sıcak canımı bıktırdı gel ki gör susuz dudaklarımı
Kanımı alan yoktur ah ki garibim garip
Ne gelen var yanıma ne acıyan canıma
Boyanmışım kızıl kanıma ah ki garibim garip
Garp ve mazlum imam bu sözleri söyleyince
Bir garip grup belirdi gökyüzünde
Önde bir komutan deniz gibi asker
Aslan gibi pençesi, at gibi bir başı var
O komutan İmamın huzuruna gelince
Hemen saygı ile selama durdu imama önce
*
Ey garip kalan imam sana selam olsun
Cinler tarafından selam var sana selam olsun
Garip imam cevap verdi sana da selam olsun
Derdime sen doktor oldun sana selam olsun
Sen kimsin adını söyle ben bileyim
Kendini göster sen kimsin seni göreyim
Dedi Ali’nin kölesiyim bilesin ey Hüseyin ben
Bizleri İslam eden Allah’ın halifesi baban Ali’dir
Bizler cin grubuyuz onların komutanıyım ben
Babamın adı Rahim adım Zagfer’dir ben
Ey sultanım! Senin yalnızlığını bilip yardıma geldim
Bizler varken başkasını yardıma sesleme ey sultanım
Yardımcım yoktur diye sakın üzülme sen
Kerbela’yı alt üst ederiz Sen emretsen
Bu dergâh’a geldim ey insanların cinlerin efendisi
İzin ver ki biz intikamını alalım kardeşin Abbas’ı
Bizlere izin ver sana feda olalım
Kerbela toprağını kan ile sulayalım
İmam cevap verdi izin vermek zordur
Takdiri ilahi böyle yazılmıştır o gün bu gündür
İman sahipleri böyle savaşa izin vermezler
Çünkü siz onları görüyorsunuz kâfirler sizi görmezler
Cinlerin gizli olarak insanlara hamlesi doğru olmaz
Ey Zagfer! Bu onlara zulüm olur adalet olmaz
Zagfer bu söze ağlayıp dedi ey sultanım
Senin canına dünyadaki varlıklar feda olsun kanım
Sana zulüm değil mi onların sana ettikleri
Dostlarının kâfirlerin elinden çektikleri
Ey Medine sultanı meğer zulüm değil mi bunlar
Kasım’ın gül bedeni atlar altında dağılmışlar
Acaba zulüm değil mi ey kalbi dertli garip
Kardeşin Abbas’ın kolları kesildi buda mı nasip
*
İmam buyurdu Ey Zagfer beni sana yalnız
Böyle yazmış diyorlar alnınıza Tanrımız
Bilmelisiniz ki ben memnunum sinemin yarasından
Gel sen de bir bak parmağının arasından
Zagfer imamın iki parmağının arasından baktı
Sanki can alıcı Şahin Kerbelayı sarmıştı
Peygamberler saf saf olup dizilmiş
Ellerinde LA İLAHE İLLALLAH YAZILMIŞ
Hepsi imam Hüseyin’den emir bekler
Yerde peygamberler gökte melekler
Her biri bir dil ile vaveyla çekerler
İzin ver bize savaşalım ey Hüseyin derler
Zagfer bu durumu görünce yüz çevirdi
Cinlerden oluşan askerini geriye çevirdi
Dedi ey İmam! Üzülerek geri dönüyoruz
Bizlere bir vazife ver biz Ali’nin dostuyuz
İmam Hüseyin buyurdu sizlerden bir şey istemem
Kendim için hiç birinize bir şey söylemem
Zalim ve melun Şimr beni edecektir şehit
Hasta Zeynelâbidin burada üzerimi örtecek kefen edip
Ev halkım Şam’a esir giderler
Onlara hizmet ediniz ki gariptirler
ŞEHİTLER EFENDİSİ HAZRETİ İMAM HÜSEYİN “A.S.”IN SAVAŞ ANINDA KAYBOLARAK HİND ŞAHINI ASLANIN PENÇESİNDEN KURTARMASI
Dudakları susuzluktan yarılmış sinesi yaralı
Hüseyin yardım için her tarafa bakardı
Derdi ey imansızlar yakamdan el çekiniz ölüyorum
İşkence ve zulüm ile işim tamamlandı ölüyorum
Anlayamaz oldular Kufeliler bu sözleri
Yine bir başka diller ile söyledi bu sözleri
Bir damla su verin sonra bu garibi öldürünüz
Sakın bana acımayınız hemen beni öldürünüz
Kılıçlar ne kadar kesse bu yaralı canımı
Helal etmem size kıyamete kadar kanımı
Düşmanlar kılıçlarını çekip imama saldırdı
Kerbela çölünden bir top duman kaldırdı
Birbirlerine girip saflar yakınlaştılar
Hüseyin’e ok vurmak için üzerine koşuştular
İmam elinde Zülfikar pek çok canları yakar
Melekler gökyüzünden onun seyrine bakar
Kan akar başlar doğranır kelleler uçar
Kâfir askerleri imamın önünden kaçar
Dinsizin biri imamın arkasına saklandı
Gizliden kılıç vurmak için duraklandı
İmamın mübarek başına zulm okunu fırlattı
Ne acıdır ki imamın başına zulm kılıcı saplandı
Bu darbeden imam şöyle bir sarsıldı
Kılıç ile başı çokça yaralanıp parçalandı
Atını kenara sürüp meydanda durmadı
Zeynebin çadırına vardı selam veremedi
Başını görünce al kanlara boyanmış
Zeynebin yüreği kızgın ateşe yanmış
Sargı alıp yarasına sarmaya niyet etti
Gör bu anda Felek ne yaptı ne etti
Tam bu anda Hindistan’dan bir sultan
Avlanmaya çıkmıştı genç ihtiyar nice can
Bir geyik çıktı önüne ceylan gözlü
Kara başlı ve sürmeli yüzlü
Hint şahı hayran kaldı bu ceylanın gözüne
Atına sürüp düştü hayvanın izine
Pek çok dağları ormanları geçtiler
Sonunda bir gizli geçide ulaştılar
Kükremiş bir aslan kesti yolunu
Kaçmak için yolu yok hem sağ ile solunu
Hindistan şahı vezirine dedi ne yapsak
Kime yalvarıp kimden yardım dilesek
Vezir dedi burada Allah’a yalvarıp yakarmalı
Yardıma gel ya Hüseyin diye seslenmeli
O sultan vezirin bu sözlerini duyunca inledi
Hemen yüzünü Medine’ye taraf dönderdi
Ey hidayet dünyasında ay ve güneşim ya Hüseyin
Her iki dünyada sensin padişahın ya Hüseyin
Zorluklarda kalmışım ey zorluklara koşan
Yardımcım yoktur gel yardımıma koş ya Hüseyin
Ben senin hizmetçinim zillette koyma gel kurtar
Kimsesizim bana acı sığınağım yok ya Hüseyin
*
Zamanın imamı bu durumdan haberi oldu
Yarasını unutup çadırından çıktı yola koyuldu
Dünya bohça gibi dürülüp katlandı
Sanırsın zamanın imamı kanatlandı
Hindistan’a vardı aslan hamle etmeden
Pençesini kaldırıp o sultana vurmadan
Ey beni sesleyen çaresiz sultan geldim
Çok ağlayıp sızlama üzülme geldim
Sesin gelince başımın yarasını bağlatmadım
Yaralarımdan çeşme gibi kan akıyor geldim
Ev halkımı Şimr elinde boynu bükük bırakıp
Seni kurtarmak için zevk ile geldim
Kays sultan ah ile meşgul iken duaya
Gördü karşı tepeden bir toz kalktı havaya
Arasından bir atlı belirip çıktı
Parlaklığından ay batıp güneş çıktı
Yaralarından kan akar yüzü kanlı
Ah çektikçe dünyalara ağıt salıp gelir
Mübarek sinesine pek çok ok saplanmış
Sinesi kan ile boyanmıştır gelir
Sinesine pek çok yaralar vurmuşlar
Baktığın zaman yara üzerine yara gelir
Yanlarına gelince o yüzü kanlı pehlivan
Yanına koşarak geldi o kükremiş aslan
Atın üzengisinden tutup yüzünü yerlere sürdü
Sonra sohbete başlayıp edep ile selam verdi
Ey yerlerin ve zamanın imamı sana selam olsun
Tanrının aslanı imam sana selam olsun
Ey çocukluğun zamanında kundağı arşa çıkan
Meleklere dost olan sana selam olsun
O ünlü imam Hüseyin aslana seslendi
Dostları üzmek için sebep nedir ki dedi
Niçin dostlara eziyet ediyorsun
Bunlar Ali dostlarıdır sen ne yapıyorsun
Artık beni gördün muradına ulaştın
Yuvana geri dön sen burada fazla bekleştin
O kükremiş aslan edeple toprağa düştü
Gözleri ağlar dönüp yuvasına gitti
Kays padişah bu durumu görüp ağladı
Hüseyin’in sevgisi ile kalbini parçaladı
*
Huzura gelip dedi ey imam bu ne haldasın
Sen zor durumlardasın pek zorluktasın
Din ve dünya, o Medine sultanı dedi ki beni
Ceddimin ümmeti işte bu duruma saldı beni
Öldürdüler Kerbela’da dostlarımın hepsini
Beş oğlumu ve altı gencecik kardeşimi
Onlar yanıma grup grup geldiler
Fırat üstünde gerek başımı susuz keseler
Beni bu vaziyete salan ehli Kur’an’dır
Peygamber ümmeti görünüşleri müslümandır
Hindistan sultanı imamın ayağına kapandı orda
Dedi gitme ey imam geldin kal burada
Hindistan memleketinde çok servetim makamım var
Nazını çekmek için bir garip hanımım var
Yaralarını sarıp sargılasın benim doktorlarım
Gidersen gökleri delecektir benim ağıtlarım
İmam buyurdu bu yara ilaç yarası değil
Ne tabibe ne doktora ihtiyaç değil
MOLLA BAKIR’IN KONUŞMASI
İmam buyurdu bende sultanım güzel makamım tacım var
Yanımda beş hanımım yedi nazlı kız kardeşim var
Hindistan’ın Hüseyin’e mezar olması olmaz uygun
Üç gün üç gece çıplak güneş altında kalmasın dostum
Dostu sevmenin aşkının çıkması imkânsız başımdan
Kolsuz Abbas’ı koyamam Fırat kenarında
Ciğerleri susuz kimsesizim kabirde yatınca
Defn olmalıdır Ali Ekber gerek ayak altımda
Kerbela çölünde mezar bana kazılmalıdır
Her yıl baş açık ziyaretçiler ziyaretime gelmeliler
Ey dindar Padişah sana olan vasiyetim budur
Beni çıkarma aklından ne kadar ki ömrün var
Ölümümde kara giyinip sinesini dağlasın
Her zaman aklına salıp ölümümde ağlasın
Hedefim bugün seni beladan kurtarmak idi hep
Gerek gideyim yolumu gözlüyor bacım Zeynep
Zamanın imamı bunu deyip kayıp oldu
Hindistan padişahının gözleri kan ile doldu
*
Kerbela’da kalan Kufe askeri
Gözden kaybedince o imamı serveri
Arayıp dört bir yana baktılar
İmamın kayıp olduğunu gördüler
Biri der Hüseyin buldu ilacı
Göklere çıktı yaptı miracı
Şimr burada seslendi zalim
Kan etti kalbimdeki yarayı zalim
Dedi Hüseyin göklere dahi çıksa da
Onun yine Fırat üste öldürürüm yoksa da
Korkumdan dünya ağıta gelir
Hüseyin şimdi meydana gelir
O zalim böyle deyip yürüdü
Ardınca çadırlara asker yöneldi
Asker çadıra taraf yürüdü taştı
Necef sultanının ev halkı birbirine karıştı
Zeynep’de o an güç kuvvet kalmadı
Kardeşi imam Hüseyin’e neredesin gel dedi
*
Gel ey zulm ile yuvası yıkılan kardeş gel
Zamana da evi harabe olan kardeş gel
Babamın nişanesi annemin oğlu ceddimin bedeli
Kalbi yaralı derdimin ilacı ey kardeş gel
Bu saçlarım beyazlaşan zamanda uygun olmaz
Şimrin zulmü beni öldürecek ey kardeş gel
Kendini bana kavuştur bir kez kucaklaşalım bari
Zincir yarası boynumu kesmeden ey kardeş gel
Sakine kızın kendisini korkudan öldürüyor
Dahi kızını annesi susturamıyor ey kardeş gel
Askerin önünü kes koyma çadırlara gelsin
Gelen ayaklarına kurban olayım ey kardeş gel
Zeynep dertli dertli bunları söyledi
Gökten o an bir şimşek parladı
*
Buluttan sıyrıldı parıltısı
Göklere çıktı gürültüsü
Çöl üzerine gölge indi
Zülfikar’ın ucu birden gözüktü
Kılıç elinde atın üstünde o şah
Görenler derdi maşallah
Üzengi üzerinde dimdik duruyor
Ya Ali deyip hep sesleniyor
Ey ev halkım üzülmeyiniz geldim
Elime Zülfikar’ımı aldım
Toplandı etrafıma yakınlarım
Hepsi sevinip şad olun canım
Kimi elinden öperdi ayağından
Kimi kan ağlardı merağından
İmam onlara tek tek teselli verdi
Sağlıklar diledi hepsine temenni etti
Zülcenahı üzengileyip sürdü
Varıp düşman karşısında durdu
Elleri ve yüzü kan içinde kalmıştı
Atının üzeri kanlar ile dolmuştu
O anda ya Allah deyip seslendi
Ya Ali bana yardım et deyip seslendi
*
Hazreti imam Hüseyin yüksek sesler ile Kufelilere şöyle seslendi: Ey Kufeliler! Bizden daha ne istersiniz, kardeşlerimi, çocuklarımı şehit ediniz, beni kızıl kanlara boyadınız, susuzluktan Ehlibeytin ağzında tükrük bile kalmadı.
Ben sizin Peygamberinizin torunu değil miyim? Ben sizin imamınız değil miyim? Hangi millet öz imamına sizin bana yaptığınızı yapmıştır? Kuldan utanmıyorsunuz, Allah’tan da mı korkmazsınız? Yarın, Kıyamet gününde bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Hazreti Peygamberin ve hazreti Ali’nin huzuruna ne yüzle çıkacaksınız? İmam Hüseyin, bu sözleri söyleyince Kufe askeri içine bir fısıldı düştü. Kimi ettiğinden pişman olup vazgeçelim dedi, kimi gelin zulm yapmayalım, günahtır dedi, kimi o da müslümandır bir miktar su verelim ondan sonra öldürelim dediler.
Zalim ve melun Şimr, askerin içindeki bu kararsızlığı görünce atını ileri sürüp seslendi: “Ey Hüseyin! Dil döküp askeri kandırmağa kalkma, ne yapsan ne etsen Yezid’e biat etmedikten sonra sana kurtuluş yoktur. Gel Yezid’e biat et, kendini de ev halkını da kurtar” dedi.
“Artık imamet makamı Süfyanilerindir” dedi. İmam, bu sözleri duyunca kanı içine aktı, gözlerini çevirip Necef’e taraf bir baktı, sonra kılıcın kabzasına yapışıp, senin bu sözlerine ey zalim ve melun Şimr ancak kılıç ile cevap verilir dedi ve kahramanca meydana girdi.
Bir nice zaman savaşa devam ettikten sonra gördü ki bir Arap elinde mektup ile ağlayıp gelir, hem ağlayıp hem şöyle söyleyip gelir:
*
Bu ne tufandır ey Allah’ım görem Kerbela çölü yıkılsın
Gencecik Abbas’ın kalbi kana dönmüş ayrılığından
Canımı aldı Yesrib’deki hasta kızın derdi
Elimde mektubu kan ağlarım onun ayrılığından
Ey kaş öleydim görmeyeydim o kızı öyle kara günde
Asgarın gözü gece gündüz yolda kalmış ayrılığından
Bazen baba der bazen amca der bazen gencecik Kasım’ın
Ali Ekber gözyaşlarını döküp ağlar senin ayrılığından
Göktekilerin ve yerdekilerin o imamı bu hali görünce
Aynı zamanda seslenir ey arap kardeş ayrılığından
Benim bir gözleri yolda kalan kimsesiz kızım var
Canım yanmıştır o dertli yavrumun ayrılığından
Eğer mektup kızımdan ise hemen onu bana ver
Ruhum canımdan çıkmıştır o yavrumun ayrılığından
Arap mektubu çıkarıp verdi Kerbela şehidine
İmam mektubu açıp okudu gördü kızının hedefi ne
Kızı yaş gözü ile ağlayıp kan ile yazmış
Ciğerine batırıp hem kalemi can ile yazmış
*
Ey baba! Bu nasıl yolculuktur sonu yoktur baba
Ne de sefalı imiş Kerbela havası ey baba
Gözden uzak olanlar gönülden çıkar imiş
Seni sevmenin yüceliği gözler üstündedir ey baba
Kufe şehrinin yollarına sabah akşam bakmaktan
Gözlerimin nuru tükendi kalmadı ey baba
Ne bir mektup yazarsın ne aklına beni salırsın
Orada bir yaprak kâğıt çok pahalı mıdır ey baba
Ben sanırdım ki çok vefalıydı amcam Abbas
Bu mudur bacı kardeşliğin binası ey baba
Nolur gelsin götürsün Ekber oğlun göreyim düğününü
Ben de elime bir toy kınası yakayım baba
Yanında saklamamıştır beni annem Leyla
Niçin bana bu kadar işkence yaptı ey baba
Niçin beni gözden atmıştır o bibim Zeynep
O’nun elindedir bu derdin ilacı ey baba
Medine’de kalan küçük Fatma böyle yazmış
Baba ayrılığından yavrun yanmış yakılmış
HAZRETİ İMAM HÜSEYİN “A.S.”İN KERBELA TOĞRAĞINDA ZÜLCENAH ATINDAN DÜŞMESİ
Bu mektubu eline almıştır o güzel imam
Hazreti Peygamberin Ehli Beytine okudu tamam
Sonra vardı Kerbela hastası Zeynelâbidine
Veda etmek için o vefalı Zeynelâbidine
Hasta Zeynelâbidin serilmiş yerde yatar
Damarları çekilmiş ateşlere batar
Sıcak ve hararetten vücudu baştanbaşa yanmıştır
Zayıf haliyle kalbi keder ile dolu yatar
Güzellik manzarasından düşmüş gözünde nur kalmamış
Esir olacağını hayal edip sabredip yatar
Hastalığın şiddetinden bedeni tamamen erimiştir
Hastalığın düzelmesine ihtimal yoktur yatar
İmam hasta Zeynelâbidin’in başını tuttu
Kucağına alıp bir miktar teselli verdi uyuttu
Aç gözünü bir bak derdi ey çaresiz oğul
Dünya hayatında vücudu kırk yıl kansız kalan oğul
Ey Kerbela hastası oğlum kollarını sal boynuma
Sabırsızım çünkü ömrümün baharı sondur oğul
Bu sözlere gözlerini açtı o perişan olan hasta
Güç ile doğrulup oturdu dizleri üste
Gözlerinden yaş döküp seslendi ey baba
Bu kadar yaraya nasıl tahammül ettin ey baba
Sinem parça parça ok yarasından yarılmış
Her bir yanına yüzlerce kılıç yarası vurulmuş
İmam Hüseyin Kerbela hastasının sözlerine ağladı
Yavrusunu kucaklayıp vasiyetlerini ona söyledi
Ey yavrum şimdi beni bu düşman milleti şehit eder
Vücudumu üç gündüz üç gece çölde çıplak terk eder
O günkü gün özünü Kerbela çölüne yetir
Beni mezara koy Kıyamet dünyasına yetir
Nerde olsan ey oğlum tahammül göster et sabır
Çünkü imamı mezara ancak imam olan kor
Bana kardeşin sağlığında bana etti vasiyet
Ali Ekber kardeşini ayağımın altında defnet
Ali Ekber kardeşinin ayrılığı canımı saldı derde
Oğlumun vasiyeti sen onu bırakma başka yerde
Ali Asgar çocuktur yanıp yakılır ayrılığımda
Gerek o kabirde yatsın benim kucağımda
Çünkü bu çölde odur Ehli Beytin su sakası
Koyun kabre Fırat’ın kenarında Abbas’ı
Kalan şehidleri bir mezara koy ey oğlum
İntikamımızı almayı Tanrıya bırak oğlum
Ey tüm insanların imamı budur sana olan sözüm
Bütün dostlara benden selam söyle iki gözüm
Hüseyin buyurur yabancı yerde garip ölürüm
Susuz ciğerim kavrulup kalbim parçalanmış ölürüm
Vasiyet ediyorum sizlere bu dünyada
Serin suyu içince beni seven nasıl unuda
Bana yas tutup kan ağlayınız şehadetime
Beni unutmayınız mezarıma geliniz ziyaretime
Muharrem ayı olunca elbiseler giyiniz kara
Beni hatırlayıp başlayınız ağıtlara
*
Kerbela sultanı imam Hüseyin çıkardı tamam
İmamet nişanesini oğluna teslim etti o an
Veda edip çadırdan çıktı yürüdü
Ağıtlar ile ev halkı etrafını bürüdü
Kendince onlara teselli verdi imam
Yoluna sürdü Zülcenahını İmam
Kahramanlar kahramanı o anda girdi meydana
Sanırsın bir büyük parça nur indi meydana
Üzengide yücelip yükseltti Allahü Ekber sesini
Düşmanlara hamle edip hem sesledi ceddini
Sıraları dağıtıp büktü parçaladı
Ortalarından Zülcenaha yol araladı
O yalnız imam askerlere zelzele saldı
Kerbela çölünde mahşer günü başladı
Yaralı canı ile Zülcenahı indirdi
O vuruşta on bin kişiyi cehenneme gönderdi
Düşmanın kalanları oklarını hep imama dönderdi
Hepsi bir olup oku ok ardınca gönderdi
Oklar gökyüzünde gelirken seslenirdi
Hüseyin’e naz ile niyaz edip yalvarırlar idi
İzin var mıdır gelelim sinen üzerine ya imam
İzin ver ayrılık sinene ulaşsın gitsin ya imam
Sanki imam şöylece cevap verdi oklara
Sinemin üzerine geliniz sizin ile varayım sefaya
Geliniz geliniz ki ölüm ipini bağlamışım
Sizlere bu hidayet bahçesinin evini saklamışım
Pek çok oklar geldi imamın sinesine saplandı
İmamın sinesinde yarasız yeri kalmadı
İmamın kalbi hasta olup kuvveti kalmadı
Zülcenahım yüzü boynu üste düştü aşağı kaldı
İki kolunu hayvanın boynuna sardı
Evlat gibi Zülcenahını koynuna bastı
Sonra aşağı eğilip kulağına yavaşça seslendi
Yorgun nefes ile şunları bir bir söyledi
*
Felek çaresi bulunmayan dertlere salmıştır beni
Sırtında saklama yok Kerbela toprağına beni
Yaralarım acır bir miktar rahatlayayım
Bu yolun yolcusuyum sal kılıcı dünya yoluna beni
Ne kadar zahmetimi çektiysen helal et
Artık havale et zalim Şimr’e beni
*
O hayvan bu sözleri sahibinden işitince ağladı
Ayağını yere vurup gözleri kan ağlardı
Hüseyin’i toprak üzerine inmeğe bırakmazdı
Gözlerinden kanlar akardı da yaşlar akmazdı
İmam buyurdu ey Zülcenah bırak ineyim toprağa
Bu kanlı çölde bende artık defn edileyim toprağa
Zülcenah dile gelip dedi ey perişan efendim
Oğul derdi ile sırtı kamburlaşan efendim
Ne kadar zahmetini çektim bu çölde senin
Bak senin yolunda nasıl kana boyanmışım efendim
Fırat’a girdim suyu içmeyip geri döndüm
Hasret ile yana yana soğuk suya baktım efendim
Bu sıcak günde seni sırtımda gezdirmişim
Bu zahmetimi dile getirmeğe gerek yok efendim
Ahdim budur kıyamet günü Cebrail gelince
Başka atlar içinde beni rezil etme efendim
Demesinler Zülcenah Hüseyin’e bakmadı
Ardına alıp düşman içinden çıkmadı
O gün ben günahlıyım lutf eyle bana
Deki ben emrettim çıkmasın kenara
Hidayet imamı Zülcenahın ricasını kabul etti
Yavaşça Zülcenah dizlerini yere koydu itaat etti
O Kerbela sultanı üzengiden ayağını çekti
Önüne eğilip döndü dahi düşmedi
Sağına yönelip sonra inmeye baktı
Ayağını yere koymadan geriye çekti
Soluna dönüp inmeye niyetlendi
İnmedi bir zaman orda durup bekledi
Zülcenah bu halinin sebebini sordu
Nedir ya imam inmedin diye sordu
*
İmam buyurdu önce niyetlendim dedemi gördüm
Kollarını açmış yüzüne yüzümü sürdüm
Der kucağıma gel düşmeyesin toprağa
İncinirsin diye seni bırakmazdım toprağa
İstedim ki yavaşça düşeyim sağ taraftan
Yolum üzerinde kollarını açmıştır Ali babam
Kalbi yanmıştı benim ayrılık ateşime
Der ey aziz oğlum gel benim kucağıma
Sol tarafıma dönüp inmek istedim
Annem Zehra’yı gördüm oraya da inemedim
Ey zülcenah bu nedenle boynu bükük kalmışım
Ne yapayım ne edeyim ben çaresiz kalmışım
Ruhlar yaratıldığı zaman Allah’ımla bu ahdi etmişim
Kalbi parçalı kuru topraklara düşmem gerek demiştim
Anne ve ceddim kucağında yatmam uygun olmaz
Kuru yerde şükr etmem gerekir salmaz
Bu sözleri buyurdu o güzel imam
Ayağını üzengiden çıkarıp Kerbela’ya bastı Kadem
Yüzü kıbleye iki diz üzre düşmüştür o imam
Yıkılınca söyledi SUBHANE RABBİYEL ÂLÂ o imam
Süsün evvelinden Kerbela çadırı düştü
Yanlış değil desem arşı Kibriya düştü
Bundan evvel kılıçlanıp Ali yül Murteza
Yaralı canı ile Zülcenah’ın üstünden düştü
Bütün dünya o anda titredi durdu
Yer üzerine Kerbela sultanının vücudu düştü
DÜŞMAN ASKERİNİN FATIMA’YA DARBE VURDUĞU ABDULLAH’IN ONUN ÜZERİNDE ŞEHADETİ
Böyle rivayet olunur ki Kerbela sultanı Hüseyin
Kerbela’nın garibi dudakları susuz imam Hüseyin
Yaralı canı ile o susuz imam yanmış
Kuru yer üzre yıkılıp kanlara boyanmış
Fırat’a bakar bazen o gök ve yerin imamı
Sorardı nerdedir kolları kesilen Abbas’ı
Hasret ile çadıra bakardı o güzel sultan hep
Derdi gel gözümü bağla ey annem Zeynep
Sıcak kum üzerinde bedeni kebap gibi yanardı
Bu sözler ile Allah’ına yalvararak derdi
Allah’ım senin yolunda feda olmak ne güzeldir
Başımı yoluna koyup Kerbela şehidi olmak ne güzeldir
Ne gözümde Ali Ekber var ne de Abbas’ım
Ne toy otağına hasret kalan Kasım’ım
Olaydı bin evladım cümlesi senin kurbanın
Bir bir o Fırat üzerinde keseydiler başların
Her gün düşman vuraydı bedenime bin yara
Hançer ile doğranaydı bin kere böyle yara
Ciğerlerim parça parça dökülüyor öldürün
Daha fazla ağzımda kan kalmasın öldürün
*
Dizde kuvvet kolda güç akıl’da söylenecek kalmadı
Sevenlerin yoluna bu can fedadır öldürün
Allah’tan korkmayın peygamberden utanmayın
Bulutların üstünden babam bakıyor beni öldürün
Peygamberin öptüğü dudaklar kan ile boyandı
Vücuttan kan seller gibi akıyor öldürün
Ok yarası kılıç darbesi hançer vurması
Vücudumda boş yer kalmadı öldürün
Öldürün ye zalimler utanmayın öldürün
Vücutlar kale gibi vücut üzerine toparlanmış öldürün
Kur’an’ı çiğnediniz, Ali evlatlarını incittiniz
Size de bir Tanrı gazabı olsun öldürün
Vücudum kafesi kırık can kuşu gitti gider
Daha fazla işkence vermeyiniz aman öldürün
Kolaydır zoru budur ey Allah’ım Allah yolunda hep
Esir olup gitmeyeydi Şam’a bacım Zeynep
İmam sağını solunu yere koyunca yaralar açardı
Saplanan okların hepsi vücuttan kalbine geçerdi
Bu halde bile kimisi ok vuruyordu kimisi hançer
Hançerin yarası kalbime kadar geçer
O anda melun Şimr’in hançeri başına geldi
Elini kaldırıp sinirle kılıcını çekti
İmamın iki kaşı arasına indirdi
Bu darbe Kerbelayı ateşlere saldı yandırdı
Bir darbe de utanmadan sinesine vurdu
İmamın iki kaburgasını birden kırdı
Kılıcını imamın çekince ciğerleri arasından
Kanlar oluk gibi fışkırdı imamın yarısından
Zulm ile dağıldı bedendeki göğüs kafesi
Ah çekince iki yerden çıkar oldu nefesi
İmamda güç kalmadı zayıf oldu bedeni
Bu haliyle yine zalim millete seslendi
Ben kimsesiz yardımcısı olmayan garibim öldürün
Yüz bin derde belaya düşmüşüm beni öldürün
Benim kanımı sizlerden alan dünyada yoktur
Belki sizin yanınızda suçluyum öldürün
Abbas öldükten sonra canım bana gerek değil
Derdime çare yoktur perişanım öldürün
Kardeş ayrılığı gözyaşımı kana çevirmiştir
Topraklar üstünde öten bülbülümü öldürün
O zalim millet bu sözlerden utanıp arlanmadı
İmama yara vurmaktan bir an geri kalmadı
Yaralı sinesi oklar ile delik delik delindi
Yaralardan kanlar akardı oluktan akar gibi
Abdullah amcasının bu halini gördüğü zaman
Seslendi ah çekip feryat etti o zaman
Ey insanlık sultanı ne eylemişsin neylerler seni
Ey amca senin günahın nedir salmışlar bu hale seni
O çocuğa hemen şehitler efendisi cevap verdi:
*
Sorma ey oğlum kimsesizim garibim şimdi
Pek zorluk çekiyorum ölüm bana kolaydır şimdi
Amcasını böyle boynu bükük görünce tuhaf
Aldı eline hançerini yürüdü meydana taraf
Ey Kerbela sultanı amcam geldim
Bin derde düşen amcam ben geldim
Ey zamanın imamı sesime ses ver
Derdime ilaç bul amcam ben geldin
Çadırlarda benden başka erkek kalmadı
Demesinler Hüseyin kimsesizdir ben geldim
Ey amca dostlar öldü yoktur yardıma gelen
Bu anne yüzü görmeyen yetim canım ben geldim
Ey amca sana feda olsun canım bin kere
Bu canımı sana kurban vermeye ben geldim
İkimizde ölünce beraber ölelim
Hiç ayrılmayalım ey amca ben geldim
*
Gördü imam çocuk koşar gelir
Bazen kalkar bazen de düşer gelir
Bacısını çağırıp dedi ki bak
Bırakmayın gelsin Abdullah
Abdullah’ı tuttular kollarından
Çocuk çırpınıp kurtuldu ellerinden
Der idi amcam ölürken ben duramam
Bu yüzle vallahi kıyamete varamam
Bırakın hançerler ile doğranayım
Amcam gibi varıp ben de yaralanayım
O küçük çocuk o anda asker arasından geçti
Yetişti baktı Hüseyin şehid düştü
Bedeni yaralı kalbi dağlı kanına boyanmış
Güneşin önünde pişmiş kebap gibi çıplak kalmış
Kardeşinin oğlunu gözleri kanlı görünce
İki kolunu açıp Abdullah’ı bağrına bastı eyce
*
Dedi ey Allah’ın armağanı hoş geldin
Hüseyin’in, Fatıma’nın cismi canı hoş geldin
Bu Kerbela çölünde ağlar kalan hoş geldin
Ben mazlumu ziyaret etmek için hoş geldin
O yetim çok ağlayıp söyledi ey amca emmi
İnsanın buradan sağ salim gitmesi mümkün mü?
Seni yalnız görüp bu belalı çöle geldim
Yardıma ulaşmak için bu meydana geldim
Ali Ekber ile o Kasım gibi bugün
Kurban olup kızıl kana boyanmak için geldim
Ey yerin ve göğün imamı budur benim maksadım
Senin yolunda bugün kanıma boyanaydım
Bu sözleri deyip ayrılmazdı yanından
Çıkarırdı o okları yaralı canından
O anda bir Yezit melun utanmaz piç
Hamle edip imama salladı bir kılıç
Kılıç havadan aşağı geldiği zaman aniden etti ah
Elini önüne tuttu imam evladı Abdullah
O kılıç Abdullah’ın koluna gelip değdi
Yavrunun kolunu tamam dibinden kesti
Kolunun biri düşmüş amcasına sarıldı
Canı tebreşip sanki vücudundan ayrıldı
Yavaş diller ile aşk yoluna canını etti feda
Garip amcasına şöyle seslendi eyledi nida
Kılıç yarası benim canımı aldı ey amca
Bu çölde kanımı senin yoluna döktüm ey amca
Mümkün ise beni anneme ulaştırın hasret ölmeyeyim
Bağlasın bu kan ağlayan gözümü ey amca
*
HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN ŞEHADETİ
Ey Allah’ım! Ben perişan ve garibim
Yolunda her türlü sizden geleceğe razıyım
Yapışmıştır parça parça kan yüzümde
Ne Zeynep var ne Sakine gözümde
Benim fikrim İslamların derdidir
Onlar kıyamet günü dert çekmemelidir
Ruhlar yaratıldığı zaman ahdim budur duamda
Ki başımı vereyim susuz Kerbela toprağında
*
Yüzü kanlara bulanmış vücudunda yarasız yer kalmamış
Ne gördü aniden başı üzerinde bir bulut durmuş
Sordu ey benim yardımıma gelen kimsin
Bu güneşli anda başımın üzerine gölgeyi salan kimsin
Seni kundaktan tanırım yabancı değilim ben
Canım sana feda olsun bil Cebrail’im ben
O zaman imam Hüseyin Cebrail’e der neden geldin
Senin gölge etmene ben hiç razı değilim
Kanadını götür bana bu gölge lazım değil
Arşın üzerinden ceddim bana bakıyor eğil
Dost ve arkadaşlarım bu çölde ateşlere yandılar
Güneş altında gölgesiz pek çok gün kaldılar
Reva değil onlar kavrulurken ben serinleneyim
Senin kanadın altına girip de dinleyeyim
Bırak ben de güneşin önünde yanayım kebap gibi
Şehitler üzerine kanatlarını aç serin bir bulut gibi
Durma kendini Necef’e ulaştır söyle ya Ali
Oğlun Hüseyin ölüyor sana çok duası var ya Ali
Gel Kerbela’ya bir kez başımı dizinin üzerine al
Kufeliler görsünler ki Ali gibi babası var
*
Durma haber götürüp annemi acele getir bana
Anneme hasretim var işte budur ricam sana
Cebrail’i emin sözlerine itaat etti durdu
O anda Hüseyin’in kanına kanatlarını sürdü
Hüseyin’in kalbinden bir ağıt feryat sesi geldi
Cebrail haber götürmek için göklere yükseldi
O anda düşman ordusundan bir zalim ayrıldı
İkinci nemrud adlanan Beşir oğlu Malik geldi
O zalim melun ileri adım attı
Bir kılıç imamın başına sapladı
Bu kılıç yarası imamın evini yıktı
Başının beyninin kemerlerini kırdı
Ebulhunuk adlı zalimde imanından çıktı
Ok ile imamın mübarek başına vurdu
Nemirin oğlu Hasin de okunu hemen attı
İmamın dişlerini kırıp çöller de kana kattı
Sonra Ebu Eyyuv adında bir imansız murtel yürüdü
Ardından bir sürü kâfir askerini sürdü
Kim ok atardı kimisi taşı başına
Parçalanan başından kan sızardı kaşına
Ebu Eyyub utanmadı insanların kınamasından
Saplandı bir ok o susuz mazlumun boğazından
Din sultanı o imam ağıtla şükrünü ederdi
Yerle gök arasından bir ses geldi
Gelen sesden gök ve yer titrerdi
Cebrail’i Emin edeb ile yaklaştı geldi
*
Kenara çekilin peygamberlerin sonuncusu Mustafa geldi
Hüseyin’in ziyaretine ceddi Mustafa geldi
Yaralı oğluna teselli vermek için
Allah’ın aslanı LAFETA sultanı geldi
Başını dizinin üzerine alıp ağlamak için
Ciğerleri zehir ile parçalanan Hasan-ı Müçteba geldi
Gece sabaha kadar zahmetini çeken annesi
Gözünü bağlamak için kadınların hayırlısı geldi
Peygamber dizinin üzerine almıştır başını
O durumda susuz imam Hüseyin açınca gözünü
Yaralarının acısını unutup candan geçti
Kalbinde güller gül olup goncasını açtı
Dönüp düşman askerine seslendi
Soluğu yetmeyince şöyle bir nefeslendi
*
Zeyneb’in kan ağlama zamanı oldu öldürün beni
Can üzerine koymayın bekleyeyim öldürün beni
Allah rızasına beni öldüreni acele gönderin
Acele edin faniden bekaya gidem öldürün beni
Güneşin sıcaklığı bu yorgun canımı yaktı
Bu kadar incitmeyiniz aman öldürün beni
Dünya sizin olsun artık gerekmez bana
Acele beni kalıcı dünyaya yolcu edip gönderin beni
Güneşin sıcağı bu yorgun canımı yaktı
Ömrümün mevsimi geçti öldürün beni
Geciktirmeyin tez öldürün zaman geçmesin
Allah’a and olsun can dudağıma geldi öldürün beni
*
O anda el koydu başına imansız Sinan netti
Bir çıplak hançer ile öldürmesine gitti
Yetişip gördü Kerbela’yı bir ağıt tutmuş
Hüseyin gözükmüyor çevresini nur sarmış
Pek çok nişaneler çıkıpta gözüktü
Korktu utandı o melun geri döndü
Çünkü Hüseyin’in başı üzerinde Ali Ekber’i gördü
Kanat kanada verip çırpışan melekler gördü
Bu sefer eline hançeri imansız Huli aldı
Susuz Hüseyin’i öldürmeyi niyet etti
Vardı gördü toprağa düşmüştür şehid imam
Yapa yalnız vücudu yaralı sanki kızıl kan
Ayrılıp derdi LA İLAHE İLLALLAH
O çölde gölere çıkardı sesi ya Allah
*
Peygamber başında oturmuş eline almış elini
Hüseyin’in kanına batırmıştır sakalını
Kimsesiz garip ve dertli oğlum vay
Çöllerde cenazesi zelil olan oğlum vay
Sıcak güneşin altında kefeni bulunmayan
Yaralı vücudu mezarsız kalan oğlum vay
Zalim Huli’ye de pek çok nişaneler gözüktü
O dahi korkup askere taraf yolu tuttu
Bu olayları görünce zalim melun piç Şimr
Dedi ne korkudur ey cesaretsizler
Biliniz ki kesin ben bu işi göreceğim
Ceddi peygamberden korkum yok en kötü işi edeceğim
Zulüm ağıtıyla gök ve yeri doldururum
Fatıma’nın Hüseyin’ini ben burada öldürürüm
Allah’ın dininin direğini ben yıkarım
Çizme ile Hüseyin’in sinesine çıkarım
El vurup çıplak hançerini tuttu
Ya Hüseyin sesleri dünyayı tuttu
Peygamber, melun Şimri görünce
Yetişti hazreti Fatıma’yı tuttu
Şahı Merdan Ali Şimr’i görünce
Eliyle ağlar gözünü tuttu
Dedi ey Allah’ım Ali oğul acısı zordur
Ağıtı yukarıdaki dünyayı tuttu
Sakine çadırlarda kan ağladı
Göz yaşı her iki dünyayı tuttu
Çadırlarda kuruldu mahşer günü
Kıyamet aşura gününü yas tuttu
Neticede o melunun iki gözünü kan tuttu
Hidayet imamına taraf kendini sevk etti
İmam Hüseyin’in yanına yedi adım kaldı
Dünya âlem hazırlığını görmeye başladı
O melun atı ile ikinci adımını attı
Ya Hüseyin sesleri çadırları yüceltti
Üçüncü adımda ağıtlar göklere yükseldi
Peygamberler kan ağladı ağıt sesleri yüceldi
Dördüncü adımda dünyanın çarhı çevrildi
Cennette melekler huriler karaya battı
O zalim adımını attı beş adım kaldı
Hazreti Fatıma başını açıp saçını yoldu
Altıncı adımını atınca o imama taraf
Başına vurup ağlardı Şahı Necef
O pis tinetli yedinci adımını attı
Peygamber imamesini alıp başını açtı
Bütün gök ve yer titremeye başladı
Cebrail’i ruhul emin kanatlarını çekmeye başladı
O sapık zalim zamanın imamına yaklaşmıştı
Nasıl söyleyeyim ey kaş dillerim tutulaydı
Kan içen zalim cellad canını sıkmıştır dişine
İnanç yuvasını yıkıp harabe etmek düştü fikrine
Uğursuz adımını atıp Zeynep’in evini yoktu
İmamın yaralı sinesine cellad çizmesi ile çıktı
İmama nasıl kıyar korkmaz mı Allah’tan
Yarın mahrum kalacak kıyamette şefaatten
Ama melun Şimre bu sözler gerek değil
Şimre kıyamet ve mahşer olayı gerek değil
Yezid’in ödülü yeterli Ray Valiliği
Yüce Allah ve peygamber zalime gerek değil
Koy başımı kessin o zalimin canı cehenneme
O zalime ne cehennem ne cennet gerek değil
*
Fatıma’nın azizi Hüseyin Şimre buyurdu
Bir ricam vardır gel kabul eyle diye buyurdu
Hangi dinde revadır ey zalim yok etmek canı
Su vermeden keserler mi hiçbir kurban
Dilim dudağım yanıp kavrulur ey melun
Susuz kalmışım bir damla su verin
İmansız Şimr dedi sen bak neylerim
Senin başını zulm ile keserim
Hançerini okunun boynuna koymuştur
İmamın boğazını kesmeğe gelmiştir
Ne kadar sürdüyse hançer kesmedi
Zulm rüzgârı Kerbelâ’da esmedi
Peygamber öptüğü için hançer kesmedi
Benim yavrum diye peygamber severdi
İmam zorlama hançer kesmez dedi
Beni öldürmek için başımdan kes dedi
Din sultanı Hüseyin hançer altında perişandı
Ceddi peygambere şu diller ile seslenir idi
*
Müşküldür işim Şimr’e kalsa ya Muhammed
Gözlerimden kanlı yaşım akar ya Muhammed
Kuru yer üzre hançer yemişim susuzum
Başım cellad elinde kaldı ya Muhammed
Bu kadar yaralanan canım hürmetine
Günahsız dökülen kızıl kanım hürmetine
Ceddimin ümmetini bu halime bağışla
Temiz ismin ve celalinin nuru hürmetine
Duasını son edip kalbinden çekti bir ah
Dedi EŞHEDÜ ENLA İLÂHE İLLALLAH
Ne el tutar ne cüret eder yazmak için kalem
Nasıl şehadetini açıklasın yazmaya elim
Şehadet emri Hüseyin’in ömrünü tamam etti
Gökler kara giyinip yerler zelzele etti
Göklerden kan akıp havada SABA rüzgârı esti
Cebrail’i emin eline tacını alıp ağlar idi
Söndü Hamse’i Ali Âba’nın lambası ya Hüseyin
Kerbela kan ile doldu ya Hüseyin ya Hüseyin
Hayasız Şimr dostların evini barkını yıktı
Her iki dünyanın sultanı kan ağladı ya Hüseyin
Sakine düşman elinde zelil ve perişan saldı
Ha ya Hüseyin deyip başına kara sardı ya Hüseyin
Kerbela garibini susuz öldürdüler
Ali evlatları esir oldu ya Hüseyin ya Hüseyin
Dokuz imamın babasını kan ile boyadılar
Allah’ın gökleri yıkıldı ya Hüseyin ya Hüseyin
Peygamber oğlunun başını susuz kestiler
Kadınların hayırlısı Fatıma karalar giyindi ya Hüseyin
HAZRETİ İMAM HÜSEYİN’İN ŞEHADETİNDEN SONRA ZÜLCENAH’IN ÇADIRLARA GELMESİ
Ahmedi Muhtar’ın yavrusu şehadete varınca
Güneş tutulup yıldızlar çekildi dünya kararınca
İnsan ve cinn ya Hüseyin diyerek başına burdu
Ağıt sesleri inleyerek o çölleri doldurdu
Cennet’i âlâda melekler kara giyindi
Hazreti Zehra başına vurup ağlardı
Eli belinde oğul vay deyip ah çekerdi
Peygamberlerin sultanı meydanı gezerdi
Hüseyin’in derdi mazlumiyeti dünyayı sarmıştı
Hüseyin’in ev halkı elleri koynunda çadırda kalmıştı
Ağlar Zeynep’in iki gözü bakmış meydana
Derdi ey babam oğlu kız kardeşin kurbanım sana
*
Gel ey bacısını ağıtlar salan kardeş gel
Gel ey beni yüz bin belaya salan kardeş gel
Kerbela çölünde ev halkını zelil koyan
Yetim kızların karalar giyinmişler kardeş gel
Reva değil kolumuz bağlanıp gidelim Şam’a
Benim gibi kimsesize rahmeyle kardeş gel
Saçlarım Medine’den çıkalı kına görmedi
Gel kanın ile kınalayayım saçımı kardeş gel
*
Zeynep ağlayarak bu sözleri deyip her tarafa bakardı
O anda düşman safları arasından tozlar kalkardı
Ne gördüler Zülcenah kanlara boyanmış gelir
Yaralı vücudu oklara nişane olmuş gelir
Üstünde sahibi yok kan ile dolmuştur gözü
Tüylerinin rengi dönmüştür kızıl kana gelir
Elini kumlara vurup toprağı başına savurur
Ah çekince göklere ahlar yükselip gelir
Vücudunu, kakülünü yelesini kan ile boyanmış
Yüzünü gökyüzüne tutup daima ağlar gelir
Bazen yüzünü çevirip meydana bakar
İki gözünün yaşını akıtıp döker gelir
İşaret ile söyler ey kardeşi ölen Zeynep
Kolları bağlı esir olmak için düşmanın gelir
Bazen yüzünü meydana çevirip bakar
İki gözünün yaşını sel gibi akıtıp gelir
*
Hayvanı araya alıp biraz sevdiler
Her biri bir dil ile naz ve niyaz ederler
Kimi öperdi gözünden kimisi alnından
Kimi haber sorardı Hüseyin’in halinden
Biri boynunu kucaklayıp ağlardı
Biri o kan ile saçlarını boyardı
O kibar Zülcenah gözyaşlarını akıtırdı
Bir tarafta garip imam evlatları ağlardı
Sakine gelip bakınca o hayvana
Eli kolları değip boyandı kızıl kana
*
Sordu nerde bıraktın benim babamı
Kana boyandı mı yoksa daha ayakta mı?
Yaralı canını hasret ile verince gören kim idi
Mübarek dudağının kanını silen kim idi
Zalim Şimr başını kesince su verdi mi?
Ölmeden önce yanında yakınlarını gördü mü?
Deyince EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH
Yanında başını açıp kim çekerdi ah
Bakıp gördüler Şehribanu şansı kara
Çadırların arasından hemen çıktı kenara
Yüzüne nikab çekmiş bağlamıştır belini
Kıbleye taraf dönüp göklere açmış elini
Zülcenahı öpüp boynuna elini saldı
Kerbela garbinin halini haber aldı
Gemini kolanını muhkem çekip bağladı
Bismillah deyip adımını üzengiye attı ağladı
Bu günü görmektense ölmek bana daha kolaydır
Helal edin gidiyorum aman ayrılık zamanıdır
Beni üzüntü ateşiyle kavurdunuz gidiyorum
Kapımı yıllarca bağladınız gidiyorum
Bu dertli çölde felek başıma vurdu taşını
Çöllere düşüp geyikler ile dost olayım gidiyorum
Yirmi beş yıl gelin oldum size Zeynep
Bir yanlışlık sadır olduysa affeyle terki edep
Gözümde kanlı yaşım bir kara elbisem var
Bu çölde kayb olup gelmemeye niyetim var
İki gözünün sürmesi Hüseyin’in kanıyla boyandı
Gelip bir bir Zehra’nın yavrularını kucakladı
Bazen Sakine’nin susuz dudağından öperdi
Bazen Zeynep’in ayağını kucaklardı
Bazen Gülsüm’ün eteğini tutup ağlardı
Bazen Ali Ekber’in annesini tutup ağlardı
Ehli beyte çok hasret ile bakıp ağladı
Ağlayıp sızlayarak zülcenaha bindi ağladı
Yakasını çekip gitmedi bir zaman durdu
İki elini açıp üç kez başına vurdu
Yaralı diller ile dünyayı kebap etti
Yüzünü meydana çevirip hepsine hitap etti
*
Kerbela çölünde susuz kefensiz ölen
Cenazesi çıplak kalan efendim hoşça kal
Yaralı vücudunun üzerinde başını açmayanım
Dudakları susuzluk ile kavrulan efendim hoşça kal
Bu yaralı yüzünü kıble tarafına çeviren
Kur’an ayetini okuyan efendim hoşça kal
Kendin bu hale düşüp vücudunu saldın
Düşmanın ölüm hançerine efendim hoşça kal
O zamanın imamının hanımı bu sözleri söyleyip
Atını hemen Kerbela çölüne çevirip
Dilinde ağıt, kalbinde zulümden başka kalmadı
Sürüp gitti dahi kimsenin haberi olmadı
ZALİM KUFELİLERİN ÇADIRLARI YAĞMASI VE EHLİ BEYTİ ESİR ETMELERİ
Aşura gününün sabahı olunca böyle anlatılıyor
O zalim millet elinde Hüseyin’i şehit oluyor
Melun Sââd oğlu Ömer yüce bir ses ile dedi
Ehlibeytin çadırları yağmalansın dedi
Ali ve Muhammed dert ateşine yanmaları gerek
Ali’yel Murtaza’nın çadırı ilk önce yanması gerek
Kadınların kolları bağlanması gerek
Çocukların dudakları çiğnenmesi gerek
Yezid’in ödüllerini almakla hedefime ulaşmam gerek
Fatıma kızı Zeynep esir olup Şam’a gitmesi gerek
Bir ateş vurunuz ki alevinden dünya da yansın
Her kim var ise çekinmeyiniz bırakınız yansın
Çocuklar ağlarsa hiç bakmayınız gözyaşına
Hangisi olursa olsun vurunuz bokz ile başına
Bu sözleri işitince insafsız Kufeliler
Atlarını sürüp çadırlara yürüdüler
Kimi derdi Ali kızlarını esir edelim
Hüseyin’in çadırlarını ateşlerle alevlendirelim
O anda ağlar Zeynep görünce gelenleri
Bir çadırda toparladı kızları gelinleri
O anda pek çok dinsizler acele vardılar
Her birinin elinde parıldayan ateşlenmiş alevler
Kadınların toparlandığı çadıra vardılar
İnsafsızlar halka olup etrafını sardılar
Ne yüce Allah’ın gazabından korktular
Ne hazreti peygamberden haya ettiler
Dört taraftan alevlendirdiler çadırları
Göklere arşı âlaya yüceldi ateş dumanı
Ah ateşi ile çadırların ateşi birbirine karıştı
Peygamber evlatları çadırda ağlaşıp birbirine karıştı
*
O zaman ki kimsesiz sultanın çadırı yandı
Yanlış olmaz desem gökler yerler yandı
Ali evlatları dağıldı etrafa bir bir
Atılan ateş ile Allah dostlarının evi yandı
Duman çoğalıp dünyayı bürüdü hava karardı
Gören derdi ki ilk önce peygamber yandı
Kaçardı biri ötekisinden haberi yok idi
Hemen derlerdi ki bütün akraba yandı
Peygamberin kapısında kalan nişane idi
O’nun kapısı zalimlerin ateşi ile yandı
Zeynep yavruları bağrına basardı
Derdi ağlamanıza Kerbela çölü yandı
Gördüler ki sürünerek çıkıyordu bir hasta
Hasta Zeynelabidin’in her tarafı tutuşup yandı
Her an Zeynep çocukları bağrına basardı
Derdi ağlamanıza Kerbela çölü yandı
*
Zalimler utanmadan kadınları tutup sürüklediler
Hiç kimse kalmasın diye ateşi körüklediler
Din yuvasını yıkıp yakıp yok ettiler
Ne kadar mal var ise hepsini yağma ettiler
O anda Ali evlatlarının çadırları yağmalandı
Yeryüzü sultanının imamın ev halkı zelil kaldı
Tamamen ruhları uçup kuru kafes kalmıştı
Nefesleri yok olup gözlerinin yaşı akmıştı
Gece sabaha kadar Allah’ı dillerinde anarlardı
Ey Allah’ın dostu Ali! Deyip ağlaşırlardı
Sabah sabah Amrı Sait denen imansız
Emir verdi çıplak develere binsinler acımasız
Çıplak deve çekilince Zeynep bir ah çekti
Lanetullah Şimr yüksek bir ses ile dedi
Ey Ali kızı dön bir celâline bak
Hayale salma geçen günkü haline bak
Sizleri başı açık götürmem gerekir
Kufeye çıplak deve üstünde götürmem gerekir
*
Bu durumu görünce yaş döktü ağladı Zeynep
İmam Hüseyin’e şöyle seslendi Zeynep
Ey çöllerde beni zelil koyan kardeş gel
Canımı belaya salan aziz kardeş gel
Ben Şimr’e esir oldum sen bu çölde kaldın
Kuru yer üzre kefensiz kalan kardeş gel
Yardım zamanıdır kardeşlerim durup gelsin
Bacından uzak olmasınlar ey kardeş gel
Bu çölde sonunda Şimr’in elinde ben kaldım
Esirler grubu sensiz Kufe’ye çekildi kardeş gel
O anda ister istemez o zalim melunlar
Peygamberin ev halkını develere bindirdiler
Sürüp çekmeleri için Amr’ı Sait emir verdi
Develeri savaş meydanından geçirsinler dedi
Ali evlatları şehitleri görüp üzülsünler
Şehitleri kan içinde görüp kana boyansınlar
Ali evlatları esaret kafilesi meydandan çekilince
Nasıl ben anlatayım ağıt ve feryat seslenince
Gözlerine parça parça doğranan vücutlar gözüktü
Şehitleri görünce kıyamet koptu belleri büktü
*
Muharrem ayı oldu yine gönüller ağladı
Dünyaya velvele düşüp insanlar ağladı
Peygamberlerin sonuncusu ve enbiyaların sultanı
İmamesini eline alıp peygamber ağladı
Melun Şimir İmam Hüseyin’i öldürmek için niyet edince
Şimr’in elindeki kılıç merhamete gelip ağladı
Başını dizinin üzerine alıp kefensiz can verince
Kadınların hayırlısı Fatıma kana boyanıp ağladı
Sakine dağlanan kalbinden bir ah çekti
Meydan içinde Ali Ekberin vücudu ağladı
Gülsüm mazlumiyet ile deveye binince
Gökte melekler seslenip ağladı
Ali’yel Murtaza’nın o ağıtlarına
Dert ve keder çölünde inançlı inançsız ağladı
Dertli kafile Şam’a doğru yönelince
Yer ve gök ağladı, insan ve cinn ağladı
KUMRU bu dertli hikâyeyi eyle tamam
Elde kalem bir ateş alıp defter yandı ağladı
Şehitlerin kaldığı yere vardı sağ kalanlar
Kemikler kırılmış toprağa dökülmüş kanlar
Göğüsleri başları açık ayakları çıplak
Kimi kumlara serilmiş kimi bulanmış yanarak
Ne elbise, ne kefen, ne kabir, ne de tabut var
Süvariler atlardan dökülüp hep piyade olmuşlar
Her tarafta dolaşıp ağlayarak sızlayarak gezerler idi
Gördüler şehitler başsız bedenleri ile çıplak kalmışlar idi
Tanımak için farkları yok idi nişaneleri
Tanımak için ne baş vardı ne de elbiseleri
Bela okunun üzüntüsüne hedef olan Zeynep
Hüseyin’in başına geldi sırtı kamburlaşan Zeynep
Dedi ey gülleri solan kardeş sana selam olsun
Ey güneş altında vücudu kavrulan sana selam olsun
Boğazı kesilen göğüsleri delik deşik olan
Ey başı hançerler ile doğranan sana selam olsun
Bedende sağ yeri yok öpüp koklamağa
Durdu kardeşinin üzerinde Zeynep ağlamağa
Zehra gelip gördü aziz kardeşini
Yüzü üzre yıkmışlar hem kesmişler başını
Sivri hançerler ile doğranmış gül bedeni
Ne gusül var ne mezar ne elbise ne kefeni
Hazreti Zeynep böylece ağlayıp sızlardı
Gördü orda birkaç kuş uçuşuyorlardı
Hemen kanatlarında Fırat’tan su alırlar
Getirip tamamını Hüseyin’in üzerine serperler
Daima o kuş hareket dili ile der idi ona
Susuz şehid ve şahımız sana olalım feda
Zeynep bazen boğazını öpüp ağlardı
Bazen ayaklarını kol salıp kucaklardı
Derdi ey kardeş esirim gözlerimden akar kan yaş
Senin yoluna ben feda olaydım ey kardeş
Ne diyeyim ne söyleyeyim bu sahrada yoktur ilaç
Bacın esir olmuştur başörtüsüne muhtaç
*
Herkes kendi yakınının cenazesini buldu
Leyla Ali Ekber’i kucağına aldı
Sakine Kasım’ı okşar yanında hem bacım var
Benimde derdime ne ilacım var ne çare var
Şehitlerin bedenine sarımlı ayrılmazlar
Ali evlatları şehitleri bırakıp yola koyulmazlar
Onları ayırmak için pek çok zorladılar
İmam Hüseyin Sakine’den elini çekmediler
Zalim Şimr sinirlenip eline kırbaç aldı
Sakine’nin başını rastgele kırbaçladı
Bu durumda imam Hüseyin’in vücudu titredi
Yetim kızın elinden elini tutup çekti
Şehadet meclisine konan ayarlanınca ayırdılar
O anda yetmiş iki canı canandan ayırdılar
Eyl-i Beyt esir olup çadırlar yakıldı
Otuz dokuz esiri sızlanarak ayırdılar
Dertli kafile savaş meydanına taraf yöneldi
Zalim Şimr tayin edildi o kafileyi ayırdılar
Peygamber evladı şehitlerin bedenini görünce
Saçlarını yolup tamamını perişan ayırdılar
Zeynep der idi ya Hüseyin dert çekip beni
Senden sonra beni çöl esiri diye ayırdılar
Ben mazluma zincir kısmet ettiler
Kimsesiz olan sana kesici hançer ayırdılar
Kerbela şehitlerinin vücudundan Sakine’yi
Bin hasret ile gözü yaşlı ayırdılar
*
ALİ EVLATLARININ ÜLKÜM NEHRİ KENARINDA ESİR OLMALARI
Bu şekilde yazıldı çöllere düşüp kaldılar
Fatıma’nın kızları Şam halkına esir oldular
O şanssızları binlerce dert ve üzüntü ile
Melun Şimr savaş meydanından geçirdi elemle
Akşam zamanı gelince Ülküm ırmağı kenarında
Konuk ettiler akan yaşları esirlerin yanağında
Zeynep karanlığa yüz koyup kan ağlardı
Usul diller ile kardeşine seslenir ağlardı
Dün akşam var idi altı gencecik kardeş
Aman Hüseyin bu gece gözlerim döker kan yaş
Geçen gece sen bana verirdin teselliler
Ne kara gündür bu gece yoktur gencecik Ekber
Mazlum Zeynep bu sözleri deyip ağlardı
Bir de gördü ki Gülsüm bir kenarda ağlardı
Beni dünyada kimsesiz koyan ey kardeş
Fırat kenarında susuz doğranan ey kardeş
Sancak, asker nerde asıl bayraktar nerde
Bir zerre nişane gözükmüyor ey kardeş
Gece karanlığı düşman içi yaralı kalp
Yardıma gelip ulaşan yoktur ey kardeş
*
Bir başka taraftan yine göklere ses yüceldi
Ne gördüler bir oğulsuz anne ağlayıp geldi
Sakine gözünden elmas gibi döktü yaşı
İmamoğlu Kasım’a tutuyor idi yası
Gel ey dünyada toyu belaya dönen yavrum
Annesini çaresi bulunmaz derde salan yavrum
Dün gece toy içinde seviniyor idin
Gel şimdi gör bu gece karaya batmışım ey yavrum
Her birisi bir dil ile ağlayıp sızlar idi
Kimi vay oğul derdi kimi aman kardeş derdi
Bakıp gördüler kalanların ağıtları durmaz
Ama Sakine’den hiçbir sen ve seda gelmez
Sakine’yi çağırıp her tarafı hepsi aradı
Aramaktan dizlerindeki kuvvet kalmadı
O karanlık gecede Zeynep ağlayıp sızladılar
Gülsüm’ü yanına alıp durmadan aradılar
Bir yerde gördüler Hüseyin Sakine yanında
Seven ile sevilen konuşurlardı elleri kanında
Bülbül gülün yanına varıp gülün kokusu gelir
Sakine’nin bu görüşme üzerine sesi gelir
Ey bu çocuk yavrunun başını belada koyan baba
Ey muhabbet derdimi çoğaltan baba
Niçin seni böylece hançer ile doğradılar
Yok muydu bir zerre insaf o hayasızda ey baba
Ben o Sakine’yim ki sinen üzre beslerdin
Derler Şam’a piyade gitmem gerekir ey baba
Sakine böyle soru ve cevap halinde konuşurken
O boğazdan ses geleydi ona cevap verirken
Diyeydi ey kızım yine sen benim gözüm nurusun
Evimin ziynetisin kalbimin sevincisin
Sesini yükseltme zalim Şimr işitir
Sen o melunu bilmezsin ne zalim kişidir
Derdin için daima kemiklerim ağlar unutmaz seni
Ey kızım eğer bu çölde koysalar mezara beni
Sakine ağlayıp dedi ey zamanın imamı
Senin akan kanına bu kızın kurban olaydı
Ayrılık vakti geldi beni kucağına al
Yaralı sinene bas kolunu boynuma sal
Buyurdu şimdi basarım bağrıma doyunca seni
Tamam bildim ki en son kucaklamamdır seni
Sakine Hüseyin ile kucaklaştığı zaman
Hazreti Zeynep ve Gülsüm seslerini yücelttiler o an
Vardılar her birisi sardılar Sakine’nin her tarafını
Dağıttılar saçlarından her taraf akan kanını
Sakine’yi bir yere yatırmışlardır dertlice
O iki bacı çıkmıştır kenara karanlık gece
Bir atlı gözüktü karanlığın arasından
Çadıra doğru gelir bakar hep hayran hayran
Önünü kesip koymayalım ileri gelsin
Söyleyelim durumumuzun perişan olduğunu bilsin
Sebep nedir atını çadıra taraf sürersiniz
İyi bil ki bizleriz Necef sultanı Ali evlatlarıyız
*
Canı yanmış şansı kara olanlarız
Dokuz genci parça parça ölen biziz
Gözler yaşlı Şimr elinde zeliliz
Ey süvari aman gelme biz esiriz
Eğer amacın dünya malı ise sen
Yağma oldu inci altın, gümüşler hem
Pek çok gözyaşım var mazlum Hüseyin’den
Ey süvari aman gelme biz esiriz
Abbas’ın derdi kalbime yerleşmiştir
Annemiz Zehra’nın lambası sönmüştür
Bu zalim millet bizi derde salmıştır
Ey süvari aman gelme biz esiriz
Biz zelil kalmışız efendimiz göçmüştür
Çadırda gözümüz kan olup yatmıştır
Halimizi görse korkar Sakine uykudadır
Ey Süvari aman gelme biz esiriz
Bizler bugün musibet, dert çok çekmişiz
Muratsız Kasım’ı şehit vermişiz
Otuz dokuz hanım yas da kalmışız
Ey süvari aman gelme biz esiriz
Hüseyin’i öldürdüler Kerbela’da
Vücudu çıplak kalmıştır arada
Bizleri götürürler Şam’a piyade
Ey süvari aman gelme biz esiriz
Ekber’in anası oğulsuzdur ne yapsın
Nolur bu feleğin temeli yıkılsın
Göreyim dünyayı ki yuvası yıkılsın
Ey süvari aman gelme biz esiriz
*
Hazreti Zehra bu şekilde söyledi
Gelen atlı da ona şu şekilde cevap verdi
Bugün benim kendimde dertliyim
Sizin ile ağlarım çok dertliyim
Kızım korkma ben Ali’yel Murtazayım
Ardımda Kara gün geldim ki edeyim yardım
Altı oğlum ölmüştür kimsesiz kaldım
Sabah vaktinden Kerbelada ağladım
Zeynep kızım sizlere kurbanım bende
Belaya sabr ediniz yoktur çare bu derde
Kerbela çölü dağılsın ey Allah’ım!
Hayasız Yezid hedefine ulaştı kalmasın ahım
Kızım Zeynep korkma senin ile Şam’a giderim
Necef’te artık durmam sizinle giderim
PEYGAMBER TORUNLARININ KUFE’YE VARMASI VE ZİYAD OĞLU ÜBEYDULLAH’IN MECLİSİNE GİRMESİ
Raviler, yazarlar rivayet ederler böyle
Ehli Beyt Kerbela’da şehit olduktan sonra
Peygamber torunlarını yorgun argın esir götürdüler
Şehitlerin vücutları Kerbela kumu üzerinde yatırdılar
Said oğlu Zalim Ömer böyle emir etti
Kafile yola çıkıp da Kufe’ye devam etti
Karar verildi başlar mızraklara dizilsin
Şehitler öylece uzaklara götürülsün
Her evladın başı annesinin karşısında gitsin
Arkasından annesi ah ile feryat etsin
Kardeşlerin başları hem bacıların karşısında gitsin
Mızraklar üzerinde parçalanıp kufeye gitsin
Her kadının sevdiği baş önünde durmalı
Peygamber evlatlarının kalbine ok üstüne ok vurmalı
Kadınların başlarından alasınız örtülerini
Kufeye varınca ben onun veririm hesabını
Peygamberin torunları ah içinde yana yana
Kerbela çölünden ayrılıp uzaklaştılar Kufe’den yana
Kafilenin önünde Hüseyin’in başı mızrakta parlar
Ardından mazlum Zeynep pervane gibi yanar
Kerbela sancaktarı Abbas’ı onun ardınca
Gülsüm kara giyinmiş Abbasın başı yanınca
Ali Ekber’in başı mızrak üzerinde parlar
Annesi Leyla çıplak deve üzerinde kan ağlar
Arkasında Kerbela damadı Kasım’ın başı
Sakine ah ettikçe akar gözünün yaşı
Böylece mızrak üstünde kalan şehitlerin
Var idi bir yaş dökeni yanında her birinin
Ali evlatları Kufeye perişan halde varınca
Ne gördüler ki Kufeliler karşılayınca
Biri derdi ki yabancı esiri geliyor
Kerbela toprağından Şimr’in esiri geliyor
Bir başkası derdi ki bakınız yabancı esiri
Çünkü hepsi aldatılmış bilen yok gerçek sırrı
Biri derdi ki bakınız seslerine ve veyla
Biri derdi ki ne güzel ulaştılar cezalarına
Biri derdi mızraklarda ne güzel başları var
Biri derdi taşlayınız esirleri pek çok günahları var
Ağlar Zeynep bu durumu görüp izledi
Yüzünü Hüseyin’in başına dönderip ağladı sızladı
*
Dedi ki ey babam oğlu Hicaz sultanı Hüseyin
Her zaman Allah’ın peygamberine naz eden Hüseyin
Esir olan ev halkına bak bir de Kufelilere bak
Kan dolan gözlerin ile biraz bizlere bak Hüseyin
Hanımların başı açık kız kardeşlerin örtüsüz
Niçin bunların yapılmasını bana caiz gördün Hüseyin
Başım açık beyazlaşan saçlarım örtüsüz
Kim şimdi bana çare bulur ey Hüseyin
*
Bu sözleri söyledikten sonra Hüseyin’in başına baktı
Ne gördü baktı sakalı kızıl kan ile boyanmıştı
Bu hali görünce pervane gibi ateşlenip kavruldu
Bir ah çekti ki sesi çıktı göklere her yerde duyuldu
Saçlarını Hüseyin’in buladı başından akan kana
Çıplak deve üzerinde giderdi yana yana
Zeynep gider iken üzüntülü, kederli son nefes
Hüseyin’in başından sanki geldi yanık bir ses
Her ne kadar kalbinde dert ve keder var
Sabret her ne kadar yaşlı canında can var
Peygamberin Ehli Beytisiniz Allah her yerde över
İçinizden birisi dahi Kufelilerin binine değer
Senin yüzünü görmez yabancıların gözü
Dokunmasın sizlere olur olmazın sözü
Her ne kadar zulm olsa ilahi takdirdir
Kabul ettim İslam’da şefaatim makbuldür
İmamın kesik başından gelince ses
Kufelilerde o anda korkudan kalmadı nefes
*
Bu durumu görüp bir grup uykudan ayıldılar
Utançlarından başlarını aşağıya eğdiler
Bir kısmı hemen korkudan kenara çekildiler
Ya Hüseyin söyleyerek evlerine döndüler
O halde yine bir takım cahiller
Zevk ve sefaya dalıp meşgul oldular
Biri derdi sizi bugüne saldı Allah
Yezid’e düşman olup ettiniz büyük günah
Kimi taş atardı kimi ayıplardı bunları
Hüseyin’in mızrak üzerinden sızardı al kanları
Böylece Peygamber evladını başları açık çıplak
Şehrin her tarafını dolandırdılar ayıplayarak
Akşam vakti o utanmaz torunu Ebu Süfyan
Harap bir mescidi Ehli Beyte verdi mekân
Mescitte ne kapı var ne yer ne de duvar
Oraya peygamber evlatlarını kondurdular
Ehli Beyt sabaha kadar orada ağlaştılar
O gece birbirlerine sarılıp sabahladılar
Gece orada geçip parıldayan sabah oldu
Gecenin karanlığı geçti sabah gün doğru
İbnu Ziyad’ın toplantısı hadsizce kuruldu
Esirlerin bu meclise gelmesine karar verildi
Peygamber evlatları yola düzüldü tek tek
Ağlayıp sızlayarak gözlerinden yaşlar dökerek
En önde şehit olan gençlerin başı
Ardınca kolu bağlı esir hanımlar döker gözyaşı
O toplantıya Ehli Beytin dahil oldu hepsi
Zannettim ki yıkıldı gök ve yerin yapısı
Başlar mızrak üzerine yıldız gibi dizili
Hepsinin alnında LA İLÂHE İLLALLAH yazılı
Ebu Süfyan torunu murdar ağzını açtı
Dilinden dökülüyor kötü sözleri saçtı
Elinde bir kırbaç vardı bakardı sol ve sağına
Kırbacı dokundurdu Hüseyin’in mübarek dudağına
Dedi Allah Ebu Süfyan’ı muzaffer kıldı
Bedr ve Hüney savaşında ölenlerin kanını aldı
Bin şükürler olsun ki Bedr intikamını aldım
Hüseyin’in cenazesini at ayağına saldım
O anda Zeynep de sabır kalmadı
Susup da oturmayı kendine haram kıldı
Seslendi ey babasız ey zinadan olan piç
Biziz sevgili dünyada ve ahirette yüce güç
Bizim hakkımızda inmiştir TETHİR âyeti
Senin haddine mi düştü suçlamak bizleri
Allah’ın sevgili kulları belaya düşer
Peygamberler ümmetlerini şikâyet eder
Eğer ki dünyada bizlere beş gün zillet var
Şikâyet etmeyiz çünkü ilelebet izzet var
Kamçıyı sen vurma bu mübarek başın dudağına
O dudak dokunmuştur peygamberin yanağına
Bu mızrak üzerinde olan Hüseyin’in başına
Peygamber her zaman basardı bağrına (döşüne)
O melun zalim o anda bilmedi ki neylesin
İstedi ki Ali kızı Zeynep’i orda şehit eylesin
Toplantıdakiler dediler ey deli divane
Dünyada kadını öldürmeye bulanmaz bir bahane
Hasta Zeynelabidin celallendi yerinde duramadı
Ortaya çıkıp Zeynep’in önünde durdu vermedi
Dedi ey utanmaz dinsizler bu Ali’nin kızıdır
Sizleri korkudan titreten bir Velinin kızıdır
Kimin hadidine düşmüştür onun kılına dokuna
Daha ben ölmemişim başımı veririm onun yoluna
Zalim İbni Ziyad duyunca bu sözleri
Eline eline vurup cellada emr eyledi
Cellat elinde bela kılıcı meclise girdi
Ali evlatlarından göklere vaveyla sesi yüceldi
Esirlerin kalbi yeniden kan ile doldu
Hepsi ağlayıp sızladılar dediler bizlere noldu
BENİ ESAD KABİLESİNİN KERBELÂ ŞEHİTLERİNİ DEFNETMESİ VE ZEYELABİDİN’İN KERBELA’DA HAZIR BULUNMASI
Kabileler arasında Esad oğulları adlı bir kabile vardı
Korkudan imam Hüseyin’in yardımına gelememişlerdi
Genç ve ihtiyar kabile bir araya geldiler
Gözlerinden kan ile yaşlar döktüler
Böylece ağlayıp iki elçi ettiler tayin
Kerbelâ’ya göndermek için hazin hazin
Gidip görünüz Ali evlatlarının şehitleri ne haldedir
Şehitlerin vücutları defin edilmiş mi yoksa meydandadır
İki kadın devam edip yola çıktılar
İkindi vakti idi Kerbela’ya vardılar
Hem evvel Fırat kenarına düştü yolları
Ağlar idi gözleri hem dua ederdi dilleri
Gördüler ki toprağa bir kahraman yıkılmış
Vücudu baştan başa hançer ile doğranıp yıkılmış
Başı yok kolları yok ok vurulmuş üst üste
Sanırsın Anka kuşu Kaf dağı üzerine yıkılmış
Gördüler sağ tarafından kesilmişti iki kol
Düşman hançeri kolunu bedeninden ayırıp yıkılmış
Ya Abbas diye başlarına vurup ağladılar
Sen öldükten sonra bil Fatıma’nın evi yıkılmış
Ey uzun kollu Hüseyin’in vefalı yol sancaktarı
Hürmet ile dergâhına KUMRU yıkılmıştır
O iki vefalı dostlar o yerde ağladılar
Oradan savaş meydanına kadar piyade yürüdüler
O susuz şehitlerin arasına düştüler
Onların cisminin yarasına bakıp şaştılar
O anda gördüler bir gül beden yaralı düşmüş
Beden değildir görenler sanarlardı nur ile ruh düşmüş
Vücudunda sağ yer yok yara yara üstüne
Çok vurmuşlar vücudu vücut üstüne
Güneş vuruyor o damla damla kanları parlatıyor
Sanki düzmüştür kırmızı mercanı mercan üstüne
Saçlarını yolup yanlarına hep dökmüşler
Kara kara taş gibi o kavrulan sine üstüne
Bildiler dünyada arzusuna ulaşmayan taze gençtir
Ki perişan halde ağlayıp saçlarını dökmüştür
O anda o gençler vücut için ahı çekmişler
Başka tarafa doğru yollarını çevirdiler bükmüşler
Gözüktü gözlerine bir ışık sanki bir nur
Kumlar üzerine serilmiştir garip garip durur
Kufeliler pek çok üzerinde at gezdirmiş
Bütün vücudu ezilmiş sağlam yeri kalmamış
Feleğin elinden bir birleriyle ağlaştılar
Bu gencecik şehidi yenice damad etmişler
Çok ağlayıp oradan ağlayarak sızlayarak geçtiler
Perişan halde Hüseyin deyip Çölü gezdiler
Bir yere nurum göklere çekildiğini gördüler
Kerbela çölüne bir nur direklenmiş gördüler
Kerbi belâ sahrasında bir beden düşmüştür
Hala yaralarından oluk gibi kan akmıştır
*
Yüzü aşağı düşmüştür sanki utanasından
Kolu bağlı esir olmuş şansının karasından
Ne yıkanmış ne kefen var ne de elbisesi var
Göklere nur çıkıyor apaçık yarasından
Şehid olduktan sonra ellerini kesmişler
Kılıcını almak için iki elinin arasından
O iki kişi şehitlerin durumunu gördüler
Dönüp kabilelerine, durumu haber verdiler
O gidip gelenlerin kalpleri kebap olmuştu
Kabilelerine böyle yakıcı dertli haber gelmişti
Ey kabile! Daha başka yoktur bir çare
Baştan ayağa giyiniz hep siyah kara
Ali evlatlarının vücutları çıplak kalmıştır
Güneş önünde mezara koyan olmamıştır
Kerbela sultanını yalnız koymuşlardır
Ali Ekber ölmüştür Leyla oğulsuz kalmıştır
Abbas da Fırat üzerine kolsuz düşmüştür
Kolları vücudundan kenara atılmıştır
Peygamberin torunları vatansız kalmıştır
Başları bedensiz mızraklarda gitmiştir
Ali Ekber mezarsız ve kefensiz kalmıştır
Kuru yer üzerinde vücudu parça parça olmuştur
Kasım’ın gül bedeni çıplak yerde kalmıştır
Kerbela çölü kan üzerine kan dolmuştur
Gençlerin dudakları susuz kesilmiştir
Yara üzerine taze yara vurmuştur
Kerbelâ toprağı benzemiştir Mina dağına
Yetmiş iki kurban düşmüştür kenarına
KUMRU ya Hüseyin seslerini yükseltmiştir
Sultanlar sultanı Hüseyin’e yas tutmuştur
*
Kabiledeki insanlar bu durumdan haberdar oldular
Hüseyin’in Kerbela’da yalnız kaldığını bildiler
Kimi derdi gidelim bir mezara koyalım
Kimi derdi Yezid bizleri öldürür varmayalım
Kabilenin içine düştü bir ayrılık
Yezid’in korkusundan hepsinin kalbi kırık
Hanımlar hep kocalarını teşvik ederlerdi
Kocalarının korkudan elleri titrer idi
Kenara çekilip durup hep oturdular
Yezid’in korkusunu akıllarına getirdiler
Çocuklar bir araya gelip dediler
Ali Asgar için ağlayıp sızlaştılar
Dediler ki gelin bizler varalım
Ali Asgar’ı bizler mezara koyalım
Çocuklar el ele verip çıktılar
Erkekleri utanç içinde bıraktılar
Ardından kadınlar yola çıktılar
Kazma, kürek ellerine aldılar
Mezar kazmak için Kerbela’ya vardılar
Bu halde erkekler çok utandılar
Onlarda kalplerinden korkuyu attılar
Erkekliklerinden utanmaya başladılar
Onlar kadınların peşlerinden yürüdü
Kerbela çölünü ağıt sesleri bürüdü
Ağlayarak Kerbela çölüne vardılar
Dizilmişler kan içinde kurbanlar
Karıştı birbirine kadın çocuk ve erkek
Kerbelada kıyamet nişanı var ne hikmet
Şehitlerin faciasını görüp ağlaştılar
Dertli kalple, yaşlı gözle kucaklaştılar
*
Zulm ile işkenceyi aştılar
Zalim kufeliler reva gördü seçtiler
Peygamberin torunları zillete düştüler
Ya Hüseyin, Hüseyin ya Mustafa
Nerede kalmışsın ey şahım Ali
Kerbelâ çölüne uzat bir eli
Baştanbaşa oldu çöller kan seli
Ya Hüseyin, Hüseyin ya Mustafa
Kerbelâ çölü kan, zulm ile taşmıştır
Goncaların güler yüzü solmuştur
Ali Ekber arzusuna varmıştır
Ya Hüseyin, Hüseyin ya Mustafa
*
Kabile milleti pek ağlayıp sızladılar
Kabir kazdılar ama cesetleri tanıyamadılar
Bedende baş yok idi bir nişane tanısınlar
İmamın cenazesini o kabre koysunlar
Ne kadar fikr ettiler çare bulamadılar
Göz kaldırıp, tek tek her tarafa baktılar
Ne gördüler uzaktan bir toz bulutu gelir
Öyle nur saçıyor ki bakar her görü kamaştırır
Toz arasından bir genç çıkıp belirdi
Simasından yeni doğmuş güneş ışık verirdi
Elinde imame yakası yırtık halde geliyor idi
Biliniz ey bilmeyenler gelen zamanın İmamı idi
Eline cübbenin eteğini toplamıştır
Onların yanına kadar varıp selam vermiştir
O anda gelip ulaştı bir genç yüzlü nurani
Onun yüzü nurlandırdı gökleri ve yerleri
Gördüler eline almıştır bir baş
Yapıştırdı bedene gözlerinden döktü yaş
O vücudun yanında aynen köle gibi durdu
Edep ve erkan ile o cesede selam verdi
*
Ey kerbela şehidi sana selam olsun
Ey vücudu kızıl kana boyanan sana selam olsun
Kızın Sakine’nin sana pek çok selamı var
Kızına zevk ve sefa yoktur sana selam olsun
Kabile insanları bu durumu görüp şaşırdılar
Ey genç sen kimsin deyip soru sordular
Ey bülbül! Diye sordular sen kimsin
Bahar güneşinin parlayan örneği sen kimsin
Susuz ölenler için gözlerinden kan yaş dökersin
Senin derdin gökleri salladı sen kimsin
O dertli genç kabile insanlarına baktı
O anda hemen onlara durumunu böyle anlattı
*
Vefa bahçesinin gülüyüm bin derde düşmüşüm
Canım işkenceden yanıyor ben yas tutuyorum
Solmuş gülüm dertten kebap olmuşum
Uzak yoldan geldim Kerbela esiriyim
Feleğin çerhi dönsün sineme vurdu dağı
Gören derdi ey kardeş bin derdin var eritmiş yağı
Başı belaya düşen kırk gün gözyaşı döken
Ali Ekber’in, Ali evlatlarının canıyım
Musibet şerbetini içen, günlerin üzüntüsün görenim
Bu zamanın imamı hasta olan imamım
Kabile insanları bu durumu haber alınca
Onlardan yine ağıt sesleri göklere ulaşınca
Kerbela sultanının başını ziyaret ettiler
Ya Hüseyin deyip gözyaşları döktüler
Hemen o başı bedene yapıştırıp öperdi
Zamanın imamı İmam Hüseyin’i defin etti
Ayağının altına koyuldu dertli Ali Ekber
Onların hepsini aynı kabirde defin ettiler
Fırat kenarında koydu kabre Abbas’ı
Allah’a havale edildi onun davası
Zeynelabidin kalan şehitleri bir mezara koydu
Zeynelabidin defin işleri tamamlanınca kayıp oldu
O yerde Kerbela şehidine mezar kazıldı
KUMRU daima yas tutup, ağlayıp sızlardı
EHLİ BEYTİN ŞAM ŞEHRİNE VARMALARI
Düşman askeri peygamberin ev halkını esir ediyor
Ağlatarak esir edip Şam’a götürüyor
O Şam’a bir gün kaldığı zamanda
Şam’a bir elçi gönderdiler aynı zamanda
Yezid’e haber verdi aynı hal ve hareketi
Yarın yolda karşılasınlar esirleri
O dinsize o kâfire mektup ulaştığı zaman
Dinsiz imansız Şamlılara emir etti hemen
Elbiselerini giyinip ellerine kına yaksınlar
Çarşıyı pazarı hep süsle süslesinler
Alsınlar ellerine her türlü çalgılarını çalsınlar
Yollara esirleri karşılamak için dökülsünler
Karşılamaya bütün insanlar sevinç ile çıksın
Sancaktar Abbas mızrak üzre geliyor baksın
Esirleri görünce birbirlerine mübarek olsun desinler
Ehli Beyti taşlamak için yola dökülsünler
Gece bitti ışıldayan sabah başladı
Ağlatarak Ehli Beyti develere bindirdi
Necef sultanının Ehli Beytinin kafileleri
Tutup çektiler Şam’a taraf develeri
Esirlerin kafilesi Me’vâ yerine ulaşınca
Gördüler Şamlılar seyretmek için varınca
Kadınlar erkekler birbirlerine karışmıştır
Kimi eline davul, kimi zurna almıştır
Hepsi davul zurna çalıp sevinirlerdi
Edebi terk edip Yezid’i överlerdi
Gülsüm bu vaziyeti görünce dedi nolmuşum
Dedi ey Necef sultanı sen nerde kalmışsın
Dünyada felek zelil etti Zeynep’i
Kimsesiz garip ve üzüntülü Zeynep’i
Dokuz tane kardeşe kefen giyindirmek için
Zamanının derdi üzüyor Zeynep’i
Bir saniye bile kalbi gülemedi
Yüz bin derde ve belâya müptela olan Zeynep’i
Sakine’yi kervancı deveden yere saldı
Seslendi ah çekip ağlar çağırdı Zeynep’i
Ey Kerbela hastası imam Zeynelâbidin
O çocuğu koyma ki görmeğe hasret Zeynep’i
Sakine kervandan düşüp çölde kalmıştır
Şimr’in esiri gönder mazlum Zeynep’i
Söylerdi yoktur bir yanıma getiren benim
Zehra’nın göz ışığı o vefalı Zeynep’i
*
Peygamberin torunlarını o zalim millet kırdı
Esirler develeri Şam şehrine vardı
Şamlılar esirleri yol boyunda karşıladı
Kimi sevincinden güldü kimi de ağladı
Kimi derdi hanımların parçalanan kalbine bak
Onları zelil etti bugün hamdolsun Allah
Biri derdi ki bunların hepsi dinden çıkmışlar
Tanrı başlarına cezalarını vurmuş çekmişler
Said oğlu Sehl şöyle anlatam der sana
Var idi yol kenarında bir yapılmış bina
Onun kenarına üç beş hanım toplanmıştı
İçlerinden sevinçle esirlere bazıları gülmüştü
O melunların içinden bir acuza adlı koca karı
Atardı imam Hüseyin’in başına taşları
Taşlardan biri gelip düştü yakına
Biri dahi değdi Hüseyin’in kanayan dudağına
O anda Ali evladından bir ağıt yüceldi
Aniden yüceldi göklere bir ya Allah sesleri
Bu feryatlar döne döne göklere çıktı
Tanrının gazabıyla o bine hemen yıkıldı
Altında kadınların hepsi kalıp ezildiler
Peygamberin Ehli beyti ve niceleri gördüler
Melunun biri de binanın üzerine çıkmıştı
Elinde bir alevlenen ateş duraklamıştı
Binanın altından esirlerin kafilesi geçerken
O melun binanın üzerinden sesini yüceltirken
Ateşin alevini hızlandırıp kenara çıktı
İmam Zeynelabidin’in imamesi üzerine döktü
Bu imameki peygamber o imameyi giyinmişti
Miraca giderken bu imameyle Burağa binmişti
İmame zulm ateşi ile ateş alıp yandı
Görenler gökyüzünden bir nur iniyor sandı
Peygamberin Ehli Beyti birbirine karıştı
Mızraklardaki başlar gül yaprağı gibi titreşti
Sakine Hüseyin’e taraf bakınca başına vurdu
Yezit milleti bu duruma pek sevindi durdu
*
HAZRETİ GÜLSÜM VE SEKİNENİN FERYADI
Hazreti Gülsüm, imam Hüseyin’in yürekler yakan haline dayanamadı. İmamın o kanlı başına seslenerek şöyle ağlayıp dedi:
Derde düştüm aman babam oğlu kime diyeyim
Kardeş yanımda yok annem yok babam yok
Zulm vilayeti Şam insanları kana susamışlar
Neyleyem o Necef sultanı babam Ali Turap yok
Ey Hüseyin zulme gücüm kalmadı canıma doydum
Bundan fazla çekmek için sabrım takatım yok
Utanmaz Şamlılar biz imam evlatlarına
Yüzümüzü örtmek için örtü bile yok
*
Hazreti Gülsüm, böyle acı ile sızlayıp ağlayınca, Sakine de dertlenip ah çekti. Etrafına bakınca, iki eli ile dövünerek ağlamaya başladı. Sakine’nin dili ile dostlardan KUMRU da ağlayıp şöyle dedi:
Ali Ekberin kesik başını görünce
Ağlayarak derdini böyle söyledi kardeşine
Bir bülbülüm ölmüştür ilkbahar gülüm solmuş
Solmuş yeşillikler yok olmuştur güller çiçekler yok
Gül bahçesi içinde kuşlar gibi ötmeye başladım
Ey solan güllerim ben de daha sabır karar yok
Ben kız çocuğuyum gezip dolaşamam başım açık
Ne yapayım bugün dahi derdimize ortak olan yok
İnsanlar arasında ortalıkta bizleri beklettiler
Oturup dinlenmek için bir kenar yer yok
Bunlar bibilerindirler, ben de kız kardeşin bu da annen
Bunlar da Şamlılardırlar namus ve utanmak yok
Grup grup durmuşlardır bizleri seyrederler
Bu millet içinde insaf nedir bir bilen yok
Ağlar Sakine derdini kardeşine söyleyince
Kalbinde dertleri coşmaya başladı o taze gonca
Yüzünü çevirip o yaralı tarafa baktı
O’da aynı diller ile ağlamaya sızlamağa başladı
Dünya da ayrılık ateşinden kötü dert yok
Sonbahardır bülbül yok gül yok bahçe yok
Beni aşk ile çöllere deli ve divane edip salan
Gezmediğim ne köy ne çöl ne dağ yok
Bazen mescit içerisinde bazen de dışarıda yatmışım
Aç ve susuz yatak yok ateş yok ışık yok
Bu kanlı başına amcan kızı kurban olsun
Mezarda taşını öpecek bir dudak yok
Güller içinde bülbül gibi ağlayıp sızlar
Başın bir deste güldür mızrak üzerinde yok
Sen kan ile yüzünü boyayıp gizledin cemalini
Ben taze gelinim yüzümde gizlenmek için duvak yok
O zalimler esir edip zincirle bağlamış
Zincir ile bağlanmışız açık el yok ayak yok
*
ZEYNEBİN AĞITI
Hazreti Zeynep’te güç ve sabır kalmadı. Hazreti imam Hüseyin’in kanlı başına seslenerek şöyle dedi:
Kardeş ne sabır ne kuvvet sen dertlide var
Bilmem ki ne fikirdesin ne irade var
Burası Hüseyin’e Şimr’in zulmlerini unutturacak
Her ne zulm var ise bu zulm merkezi Şam’da var
Bazen ateş vuruyorlar bu kan kuruyan dudağına
Var ise dünyada dert bütün dertler Zeynelabidin var
Fatıma’nın gelinleri başı açık Şamlılar bakıyor
Ne yazık ki bu âdet hangi dağılmış binada var
Ey babam oğlu insaf mıdır ki bunlar böyle baksın
Kız var, gelin var, imam evlatları var
Bu saçlara güneş ışığı vurmadı ey Hüseyin
Şimdi başımda benim tükenmez belalar var
Kan ile boyanan gözünü açıp bir kez ev halkına bak
Gaip değilsin çünkü bu başın mızrakta var
Allah’a derdimi söyleyip ederim O’na dua
Başka şeye gücüm yetmez ilacım dua da var
Bir ah sesi ile Allah’ın kahrını coşturdum
Bilsinler şansı kara Zeynep’de ne rütbe var
Şam vilayetini eğer dağıtmasam rahatlayamam
Paralarım, her ne ki fani dünyada var
Kalbim gibi dünyayı ateşle alevlendirsem gerek
Dert sahibi olmaya geldim pek çok derdim var
Kırk yıldır Hüseyin kapısında ya Hüseyin der
KUMRU’nun ağıt ve feryatları Kerbela’da var
*
Zeynep ağlayıp sızlayarak böyle sesler ile feryada gelince, imam Hüseyin’in kanlı mızrak üzerindeki kana boyanan başının kımıldadığını gördü. Kızıl kan ile örtülmüş baştan dama damla gözyaşı aktı. Ve bir “Ah” sesinden sonra “LA İLÂHE İLLALLAH” sesi yükseldi. Hazreti İmam Hüseyin “a.s”ın, kız kardeşi hazreti Zeynep söylediği sözleri, KUMRU şöylece dile getirdi.
Bakalım zamanın imamı ne söyledi. KUMRU nasıl nazm etti:
Bunalıp duralım perişan hale düşme ey bacı
Her dert ve musibete sabr etmen gerekir ey bacı
Bugün insanlar arasında Fatıma’nın nişanesisin
Ne kadar zulm etseler sabret ey bacı
Eğer desen ki bu yabaniler içinde başım açık
Hakları yok senin başına baksınlar ey bacı
Güneş doğunca kimsenin gözü yıldızı göremez
İmamet güneşi oğlumdur izzete layıktır ey bacı
Ne kadar taş vururlarsa vursunlar dudaklarıma
Kendim katlanırım, razıyım bu zulme ey bacı
Kerbela çölünde ne çektim ise sen gördün
Belalı başımı kendim belaya saldım ey bacı
Ali Ekberi, Abbas’ı, Kasım’ı yola saldım hep
O gençler susuz şehadete vardılar ey bacı
Yaralı sinem üstüne çıktı mel’un Şimir
Boğazım nişan yeri oldu o mel’una ey bacı
Bu canı bunların hepsini kabul edip çektim
Gerek razı olasın sen de bu işkenceye ey bacı
Ey Felek zulm ile her kalbi kana çevirdin
Her zaman gülbahçesini soldurdum ölüye çevirdin
Hiç kimseyi aziz bırakmadın zelil ettin
Her zaman işi dünyada ağıta çevirdin
Sakineyi kolu bağlı salmıştır çöllere
Tüm yaşantısını yas mateme çevirdin
*
ÜMMÜ LEYLA OĞLU ALİ EKBER’İN KANLI BAŞINI GÖRMESİ
… Taşın, toprağın, kurt ve kuşun dayanamayıp feryat ettiği, gözyaşları döküp ağladıkları böyle bir zamanda anne kalbi dayanabilir mi? Hazreti peygamberin “Cennet annelerin ayağı altındadır” buyruğu boşuna söylenmemiştir. Ağlayıp sızlayanlar, taşlayanlar, gözleyenler çekilince, Leyla oğlunun gövdesiz kalan başına vardı:
Yıldızlar gibi başlar mızraklarda parlayıp durur
Hüseyin’in başı yıldızlar içinde doğmuş ay gibi durur
Kimi ağlaya ağlaya sızlaya sızlaya varmıştır uykuya
Kimi’de çekilmiş bir köşede dertlere dalmış durur
Ali Ekber’in annesi Leyla ayağa kalktı
Esirlere baktı gördü ki uykuya dalmış durur
Kimsede ağlayıp sızlamaktan ilaç kalmamış
Yavaş yavaş yürüdü dertleri üzüntüleri çok durur
Varıp başlara bir baktı gözleri yaşlı
Gelip durdu oğlu Ekber’in o kesik başı durur
Bakıp gördü kan kurumuştur susuz dudağında
Kan durur canı gitmiş yaşla ızdırap durur
LEYLA’NIN AĞLAMASI
Ey millet gül bahçesi solmuştur seyredilmez yavrum
Kimsede vücud kalmadı aylara gönderdin yavrum
Kara güne düştüm çünkü senden çoktan ayrıldım
Cemaline aşkın gelmişim seyredeyim yavrum
Kan ile örtü çekmişsin bu gül yüzüne
Elim ulaşmıyor ben yaklaşmaya hasretim yavrum
Ağlayıp sızlamak için Şimr izin vermiyor bana
Ağlayınca başıma kırbaç ile vuruyor yavrum
Adım Leyla’dır sanki ama ben mecnunum
Demek ki aşık olan bu duruma düşer yavrum
Bazen beni yatırırlar bu kuru yerlerde
Bazen piyade yola sevk ederler yavrum
Yola perişan halde düştüm yoldaki durumum iyi değil
Ayak yalın baş açık üzüntün ile yattım yavrum
Gözünü açıp harabeye bak yattığım yere bak
Başkası değil hepsi peygamber sülalesi yavrum
Sabah bizleri götürürler Yezid’in meclisine
Ecel ulaşmaz ki elinden ölüm şerbeti içeyim yavrum
İmam Hüseyin’in hanımı, Fatıma’nın gelini idim
Bu zillet günü nasıl hayale geliyor yavrum
Küfrettiler, soydular, dövdüler yoktur elbisemiz
Güneş çıktı ömrüm kısaldı ömrüm güneş batmasına varmaz yavrum
Ey gencecik Ekber oğlum olmaz muradına ulaştın
Sonunda beni de ulaştırdın nur yüzüne yavrum
*
Ağıtlarını sızlamalarını vaveylaya dönderdin
Ali evlatlarını Yezid’in sarayına çektirdin
Satılık cariye gibi ağıtlara dönderdin
Harabede esirleri pek çok sakladın
Kuru yerlere serilen paspaslara dönderdiler
Esirleri yalın ayak başı açık gezdirdiler
Şam’ı sokak sokak gezdirip canlarından bıktırdılar
Güneşin battığı vakitte hepsini bir yere getirdiler
Akşam oldu konakladı kondurdular
Zulm ile bir yıkık harabeye indirdiler
Öyle harabe ki ne kapısı var ne de duvarı vardı
Koyunları dahi doldursalardı canları sıkılırdı
Pençeleri kırılıp içine saman dolmuştu
Duvarları ateş dumanıyla siyan olmuştu
Buraya pek çok yıllardır canlı vardık girmemişti
Fareler yuva yapmışlardı insanlar görmemişti
Böylesi harabe içine Ehli Beyti yerleştirdiler
Kebap olan kalplerini bir daha yaktılar
Gece karanlık esir hanımlar pek yorgunlar
Ne bir eski hasır var ne yastık ne de minder
Kimi çocuk kimi hasta, kimi susuz kimi aç
Hepsi bir lokmaya bir yudum suya bile muhtaç
Hepsinin yastığı kerpiç döşekleri de toprak
Yatardı her biri bir kuru yerde ağlayarak
Yetim çocukları bir bir sustururlardı
İmamın kızları kuru yer üzre yatalardı
Yıldız gibi parlayan başlar mızraklara dizilmiş
Ne yazık ki alınlarına yazı böyle yazılmış
Peygamberin o temiz Ehli Beyti bu harabede
Sabaha kadar ağlayıp sızladılar o harabede
Karanlık gece geçti yücelerden güneş doğdu
Güneş bu belalı dünyayı yeniden Nura boğdu
Yezid’in adamları gelip harabeye daldılar
Esirleri tek tek çıkarıp yola saldılar
Hepsinin gözü yaşlı kalbi dağlı
Zincirler ile elleri birbirine bağlı
Yezid toplantısını kurup sofrayı donatmıştı
Hayasını terk edip namusu başkasına satmıştı
Bu hayde esirleri o melunun getirdiler yanına
Yezid sevindi sevincinden ateş düştü canına
Peygamberin torunları kara günlere düştü
Ağaçların hepsi ah çekip ağlaştılar dağlar sanki hep yastı
Hepsini yorgun argın ayağı bağlı meclise sürüklediler
Tam bir rezalet ile dursunlar ayak üzre dediler
*
Sakine başı açık ayak yalın durmuş idi
Melun, zalim Yezid kim olduğunu sormuş idi
Seslendi ki ey şansı kara sen kimsin
Dünyayı ah sesin karartmıştır sen kimsin
Yüzün solup sararıp zulm rüzgârı gibi rengin
Zincir boynunu sıkıp yara etmiş sen kimsin
Pek ağlıyorsun sen yetim kızlara benziyorsun
Kimlerdensin apaçık söyle bakam sen kimsin
Susuz isen su versinler aç isen dahi versinler yemek
Kendi kendini pek üzme söyle bakam sen kimsin
Bana söyle bakayım hangi bahçenin gülüsün
Sararıp solan güllerin gülüsün söyle sen kimsin
SEKİNE CEVAP VERDİ
Ben kimsesiz bir sızlayan yetimim ağlarım
Kalbi yaralı gözleri yaşlıyım ah çekerim ağlarım
Yüzlerce naz ile Ali’nin kucağında beslendim
Şimdi düşkün kimsesiz ve perişanım ağlarım
Kardeşim amcalarım hem de babam şehid oldu
Bende can kalmamıştır ben yarıcanım ağlarım
Beni tam kırk gün sıcak güneş altında başı açık gezdirdiler
Ben de su içemeyen bir kalbi susuzlukla kavrulanım ağlarım
Ey Yezid merhamete geldiysen bibim Zeynep’in kolunu açtır
Zincir boynunu sıkmıştır perişanım ağlarım
*
Kerbela sultanının perişan kızı Sakineyim
Ekberin derdiyle her zaman ağlarım sızlarım
Sakinenin bu sözlerine herkes ağlaştı
Ama Yezit’te merhamet kalmamıştı
Orta yere bir kızıl kab getirip koydu
İmam Hüseyin’in başı teşt içinde parlıyordu
Öteki başlar ise hep konuldu soluna sağına
Hepsini dizdiler zalim Yezid’in karşısına
O zalim ve melun tek tek baktı başlara
Dedi şükür benim talihim güzeldir dünyada
Bugün ne güzel gündür ey Mervan kitlesi
Şereflendirdi yüce Allah işte Ebu Süfyanı
İşaret etti İmam Hüseyin’in susuz dudağına
Bazen gülerdi Yezid bazen alırdı alaya
Derdi şükür ki Kerbela’da intikamımı aldım
Senin başını görüp dünyada ödüncümü aldım
Yezid bu sözleri Hüseyin’e deyip gülerdi
İmamın kesik başı kızardıkça kızardı
Dahi Zeynep bu duruma fazlaca dayanamadı
Celalle yerinden kalkıverdi dahi duramadı
O imamın dudaklarına vuruyorsun sen el ile
Kerbela’da kesildi doldu kızıl kan ile
Ne Allah’tan korkarsın ne peygamberden haya edersin
Elindeki kırbaçla peygamberin öptüğü yere vuruyorsun
Bu baş o baştır ki alıcısı yüce Allah’tır be nadan
Ceddi peygamber öperdi o susuz boğazından
Ey dinsiz zalim bu baş o sultanın başıdır
Çocukluğunda onun koruyucusu Cebrail’dir
Bu baş o baştır ki onun sahibini ey kâfirler
Kundakta iken melekler göklere götürdüler
Safa sofrasını kurup önüne sermişsin eydini yok
Kanlı teşt içinde imamın başına bir bak
Ne imanın var, ne dinin ne de Kur’an ehlisin
Hayretler ki sen belli sahte bir Müslümansın
Ağıt sesleriyle yerleri gökleri doldurdun
Peygamber oğlunu Kerbela çölünde öldürdün
Bu kanlar ile taş gibi kalbin ferahlanmadı yine
Uygun gördün zulmü biz iman sahiplerine
O anda bir Şamlı ayağa kalktı adı Ahmer
Dedi Yezid’e ey Amir bana emir ver
Senin yanında eğer kıymetim biline
Bu esiri ver bana evimde olsun köle
O melun Şamlı sözlerini tekrar edince
Gülsüm’de güç kalmadı sabrı gitti eyice
*
Deme bu sözü ey imansız Fatıma köle olmaz
Peygamber evladı ölse de sizlere köle olmaz
Fatıma’nın gelini Kerbela şehidinin kızıdır bu
Vefa burcunun parlayan ayı Ali Ekber’in canı köle olmaz
Gözün kör kulağın sağır dilin lâl olsun
Kolların kesilsin Ali evlatları köle olmaz
Gülsüm böyle dua edince şınsı kara
Duası kabul oldu Şamlıda kalmadı çare
Kolları kötürüm olup kulakları duymaz dilleri hem lâl
Yezid’in meclisine korku saldı bu durum bu hal
Gözü İmam Zeynelabidine takıldı melun Yezid’in
Kimdir bu ölmeyip kalan bana çabuk bildirin
İmam Zeynelabidin buyurdu ey melun zalim
İsmim Ali’dir imam Hüseyin’in oğluyum
Yezid dedi bana böyle haber vermişlerdi
Hüseyin oğlu Ali’yi Allah helak etmişti
Hasta Zeynelâbidin buyurdu ey Şimr taraftarları
O benim kardeşimdi Ali Ekber zalimler öldürdü onları
O genç Ali Ekber’i susuz doğrayanlar zalimler
Ahirette nasıl peygamberden şefaat beklerler
Bu zulmünüze yüce Allah razı olur mu?
Yanınıza şehitlerin kanları hiç kalır mı?
Bu sözleri söyleyince Şehitlerin sevgilisi
Yezid sinirlenip sanki kesildi nefesi
Ali evlatlarında yine cesaret kalmış
Ölmüş sanırdım ben içlerinde bir erkek kalmış
Bu başlara bakıp da ibret alıp korkmaz mısınız?
Karşımda cevap vermeğe nasıl cesaret edersiniz
O kâfir bu sözleri deyip bir cellad istedi
Zeynelabidin’i huzuruma getiriniz öldürmek için dedi
Hayasız cellad kılıç elinde hemen geldi
Zeynelabidin’i tutunca ah vah sesleri yükseldi
*
Ali evlatları araya Zeynelâbidin’i aldılar
İmamı vermemeye iyice zorlandılar
Dünyada hepimiz birden karaya batmışız
Başımız yüz bin belaya uğramışız düşmüşüz
Amandır dur gel ya Ali evlatlarına yardıma
Bugün Ali evlatlarına yoktur artık acıma
Kardeşlerim Kerbela çölünde hep ölmüştür
Başımız yüz bin bela musibette kalmıştır
Ümidimiz hemen bu Zeynelabidinde
Salma zalim onu sakın böyle çaresiz derde
Aman Allah bizlere sen eyle çare
Gençler şehit oldular doğrandı pare pare
Kırk tane esir kalbi kedere gam ekmiştir
Ne Kasım var ne Abbas ne de Ekber kalmıştır
Bu çaresiz mazlumu öldürmek isterler
Elim ulaşmaz babam Allah’ın aslanına seslerler
HAZRETİ SAKİNENİN ŞAM ŞEHRİNDE VEFATI
Şam acısını raviler şöyle rivayet etmiştir
Peygamberin ev halkı harabede kalmıştır
Gece gündüz eli koynunda gözleri ağladı
Kolları kanatları kırık ağlayıp sızlardı
Akşam üzeriydi bir gün Sakine perişandı
Düştü hayale izzet ile beslendiği günleri hatırladı
Harabede gözleri yaş ağlayıp sızlardı
Sesini kesmek için imkân kalmamıştı
Çaresiz Zeynep o çocuğu kucağına aldı
Derdine bulmak için bir çare arardı
Dizleri üzerine alıp öperdi iki gözünü
Şefkat ile sürerdi onun yüzüne yüzünü
Sakine kalbinden bir ah çekip Zeynep’e baktı
Bırak ağlayayım deyip Zeynep’in yüreğini yaktı
Ağlanmaz mı bak Sakine ne hale düştü
Nasıl ağlamayayım aklıma Medine şehri düştü
Hani o günleri ey Hicaz şahının kızı
Babam İmam Hüseyin’e daima ederdim nazı
Aklıma Ali Ekber’in hayali düştü
İki elâ göz ile gül yüzü düştü
Rengi soluncaya kadar bir elbise giymez idim
Beğenmediğim yemek olursa yemez idim
Nazar et arkamdaki elbisemi bir bak
Yattığım kuru yere zinet esasıma bak
Harabede kuru yer nice gündür susuz aç
Başım açık kalmıştır eski örtüye muhtaç
Bizim şimdi evimiz yuvamız yok mudur söyle?
Harabe yuvalarda perişan kalmışız böyle
Eskiden bizimde adımız makamımız vardı
Medine şehrinde yuvamız evimiz vardı
Babam vardı amcam vardı hem kardeşim
Niçin şimdi durmaz akar daima gözyaşım
Zeynep çok ağlayıp dedi aman Sakine kızım
Benim de gönlümde Medine şehri vardır kızım
Baban Kâbe’ye yolcu oldu yakında gele
Medine’ye gideriz sevinç ile verip el ele
Babam eğer Kâbe’ye etmiş ise seferi
Hani kahraman Abbas amcam yoktur onun eseri
Söyle bakıyım Ali Ekber’im nerde kaldı
Onun ayrılığından rengimiz sararıp soldu
Zeynep dedi kızım Ekber ile Abbas babana lâzım
Babanın yanına gittiler birbirlerine lâzım
Sakine yine inanmayıp ağladı sızladı
Gözlerinden yaş yerine akar kızıl kan idi
Bir çocuğun babası eğer Kâbe’ye giderse
Yüzüne tokat başına kırbaç mı vururlar
Bir insanın babası Kâbe’ye yolcu olursa
Ona acaba harabe içinde yatak mı verilir
Sebep nedir ki peygamber torunları ağlarlar
Bazen ya Hüseyin bazen de vay Ali Ekber derler
Niçin her gece sabaha kadar tutarsınız yas
Ağlarsınız dersiniz vay kolu kesilen Abbas
Sakine’yi zor ile uykuya daldırdılar
Başı üzre toplanıp kadınlar oturdular
Uyku arasında Sakine dile geldi böyle
Atasını seslerdi hem ağlayıp sızlardı şöyle
*
Senden sonra perişan olmuşum baba
Yüz bin dert, keder sahibi olmuşum baba
Kırk gün yolu piyade kolları bağlı geldim
Bazen çıplak deveye binmişim baba
Bazen bana ey harici kızı diyorlardı
Kırbaçlar dayaklar altında ezilmişim baba
Başım açık açık, sokak ve caddeleri gezmişim
Allah bilir nasıl perişan olmuşum baba
Felek yetimlik adını koydu benim üzerime
Sabırsız kimsesiz ve perişan olmuşum baba
Böylece ağlayıp babasına derdini söyler iken
O karanlık gecede uykudan uyandı hemen tez erken
Bakıp gördü harabe içinde tek ve yalnız bir baktı
İki eli ile başına vurup vaveyla çekti
Her tarafa tamamıyla ellerini sürüp arardı
Derdi ya baba sen nerdesin senden haber çıkmadı
Kendisini bazen vuruyordu yere bazen de duvara
Baba deyip dolaşırdı yok idi derdine bir çare
Zeynep’i uyandırdı rahat bırakmadı uyusun
Ey gözüm Zeynep canım sana kurban olsun
Allah’ın halifesi babam yanıma gelmiş idi
Beni naz ile şimdi kucağına almış idi
Hani beni bu halde bırakıp yine mi gitti
Niçin o gül yüzünü kızından gizleyip gitti
Sakine yerden yere atardı hep kendi özünü
Yolardı bazen saçlarını bazen vurardı iki dizini
Derdi ağıtlarla feryatlarla bu dünyayı doldurayım
Baba ulaşamaz olursam kendi kendimi öldüreyim
Sakine’nin sesine Ehli Beyt koştular
Ağlayıp sızlamaktan hepsi bayıldılar
Bu ağıt sesini Yezid’in adamları işitti
Yalan uydurdular bir sürü haber gitti
Yezid dedi Hüseyin’in başını alıp götürünüz
Teselli bulsun onunla orda esirlerle oturunuz
Harabeye getirip imamın başını attılar
Ehli Beytin evini bir daha başlarına yıktılar
Sakine babasının kanlı başını öpüp bastı bağrına
Hasret ile bakardı Medine sultanı babasına
O kadar ağladı ki zemin ve zaman ağladı
Sakine’nin gözleri kızıl kana boyandı
Ne kadar zorladılar elindeki başı vermedi
Sakine’nin kalbine bir can telaşı geldi
O kanlı başı dertli sinesi üzerine koymuş idi
Sakine’yi pek yavaş toprağa yatırırlar idi
Ey şansı kara ayrılık mevsimi yaklaşıyor
Dostların muhabbetine ulaşmak için ruhum uçuyor
Gül bahçesinin üzüntü gülü idim harabede
Güllerin sararıp dökülme zamanı yaklaşıyor
Bir bülbülün uçup giderim başka bir gül bahçesine
Ağlayıp sızlamakta acele zaman yaklaşıyor
Şimdiden sonra ruh alıcı bu meclise tez gelir
Bu ruh bedende durmaz çıkma zamanı yaklaşıyor
Al başımı dizinin üzerine canım kardeşim
Senin başın üzerinde dua etme zamanı yaklaşıyor
Dünya menfaati için karşı çıkanlar çıktılar
Dünyada konaklamanın bitiş zamanı yaklaşıyor
İmam evladı Ekber’imin kanlı gömleğini ver
Leylâ annem odur bana ilaç yaklaşıyor
Sizler de bugün beni eli boş salmayınız yola
Bir yeni armağan için bağış zamanı yaklaşıyor
Eski elbiseler ile aman beni göndermeyiniz
Zamanı gelince çeşitli hediyeler yaklaşıyor
*
Başında oturan hazreti Zeynelabidin idi
Dizilip insanların hepsine seslenirlerdi
Sakine bir an gözlerini açıp Leyla’yı istedi
Ali Ekber’in kanlı gömleği derdime ilaçtır dedi
Sakın bugün beni sizler eli boş yola salmayınız
Benden sonra ağlayıp saçınızı yolmayınız
Ah çekerek Leylâ o gömleği getirdi
Sakine alınca ağlayıp vaveyla sesini etrafa saldı
O gömleği bağrına basıp seslendi dedi can
Bugün bacın gelecek kardaşım canım sana kurban
Unutmam bana ettiğin o fedakârlıkları
Şam’a geldiğin vakit yolda çektiğin zahmetleri
Şimr bana vurdukça gözlerinden döktün yaşını
O kırbaçların karşısına kendin verdin başını
Sakine sakin olup bir an kendine geldi
Vasiyetini söyleyip bir bir onlarla veda etti
Ali Ekber’in kanlı gömleğiyle kefenleyiniz
O kefen ile kabre koyunuz susuz defnediniz
Hemen bu yerden çıkarmasınlar kenara beni
Koyun harabede zincir ile mezara beni
Beni Kefene sarıp kabrimi yol üzre kazınır
Mezarımın taşına garip Sakine yazınır
Yaralı canıma doyup Ali evlatlarından ayrıldım
Garip yerde ölüp siz yakınlarından ayrıldım
Kıyamete dek ağlarım kendi zilletime
Yılda bir gelen olmaz benim ziyaretime
O kimsesiz ağlar çocuk bu sözleri deyip
Kardeşine başım üzre Kur’an oku diye işaret edip
Gözlerini dolaştırıp Ehli Beyte bir baktı
O kanlı başa doğru gözünün yaşı aktı
Dedi ki EŞHEDÜ ENLA İLÂHE İLLALLAH
Peygamberimdir Muhammed, Ali’dir veliyullah
EHLİ BEYT’TEN ESİR OLANLARIN YEZİD’DEN İZİN ALIP MEDİNE ŞEHRİNE DÖNMELERİ VE DE KERBELA’DA GEÇMELERİ
Dert ve keder yazarları böyle yazarlar
Şam şehrinde Ali evlatları perişan durumdalar
Bir yıl harabede üzüntülü, kimsesiz kederli
Gece gündüz Hüseyin deyip ağlarlar idi
Yezid bu zaman içinde pek görmüş idi nişaneler
O temiz Ehlibeytten zuhur etti kerametler
Bir gece rüyasına Ali’yel Murtaza girdi
Yakasını tutup canına zelzele verdi
Dedi bırak yetimlerimi gitsinler
Medine şehrine doğru yola devam etsinler
Eğer göndermezsen o günahsız yetimleri
Allah başına yıkacak bu bütün şehirleri
O melun zalim ve dinsiz sabah olunca durdu
Zeynelabidin’i huzuruna gelmesi için emir verdi
Dedi ey Allah’ın peygamberinin yardımcısı zulm bitti
Sizlere zulm etmekten artık Yezid el çekti
Kader böyleymiş artık geçenler gelip geçti
Her ne kadar baban şehadet şerbetini içti
Şam memleketinde eğer kalsanız söyle bana
İstediğiniz gibi vazife vereyim sana
Ama Medine’ye dönüp gitmek isterseniz
İsteyiniz benden bugün neler isterseniz
Kerbela’da aldığım ganimetleri vereyim
Sizlere kılavuz verip Medine şehrine göndereyim
Bir iştir oldu artık gerisini boşlayınız
Yalnız sizler Hüseyin’in kanını bağışlayınız
*
İmam Zeynelabidin Yezid’in bu sesini işitti
Kalmadı vücudunda rahatlık sabrı ve takatı bitti
Cevap verdi ki ey din yuvasını yıkan zalim
Zulm ateşleri ile kalpleri kavuran zalim
Her ne kadar mücevheratın ile doldurursun bu dünyayı
Sakın hayal etme babamın kanı bağışlanmayı
Eğer dünya dolsa yakut ve elmas ile
Değil Abbas’ın binde birine eşit gele
Sen bu dünyada görünüşte bir evi yıkmışsın
Ama aslında harabeye çevirip dünyayı yıkmışsın
Peygamberlerin tümü başlarını açıp sorarlar netmişsin
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed’in evini yıkmışsın
Döktüğün bir kan değil bin kan değil zalim sensin
Dünyayı öldürmüşsün gökleri, yerleri yıkmışsın
Ali evlatlarını sizler çölde boynu bükük koydunuz
Muhammed peygamberin kapısını kapayıp evini yıkmışsın
Ey yuvası yıkılası meğer yaptığım zulmden haberin yok
Göklerin ve yerin tabanını aslını yıkmışsın
Ben nasıl o kanı sana bağışlarım kan sahibi Allah’tır
Kıyamet gününün sultanını şefaatçisini yıkmışsın
Kıyamet olunca kimsesiz KUMRU ağlayıp sızlar
Bahçeyi süsleyip o güllerin bülbülünü yıkmışsın
*
O anda Yezid yağma olan eşyayı verdi
Eşyayı verip Ali evlatlarını yola hazırladı
Kafile hazırlandı peygamber evlatları için
İmamı garip dizildi decelet ile yola gitmek için
Esirlerin hepsi perişan halde toparlandılar
Sakinenin kabri üzerinde ağlayıp sızladılar
Ehli Beyt Sakine’nin kabri üzerinden ayrıldılar
Harabeden çıkıp hemen kenara adım attılar
Kimi derdi ki gel ey Medine bülbülüm vay
Kimi derdi kefensiz defn olan Sakinem vay
Kimi derdi esire zulm olan Sakinem vay
Dert üzüntüsü ile her zaman ağlayan Sakinem vay
O kabri bağrına bastı Zeynep dert ile
Derdini ağlayarak sızlayarak getirdi dile
ZEYNEBİN SAKİNE İÇİN SÖYLEDİĞİ AYRILIK AĞIDI
Ayağa kalkıp gözünü aç bu ah vah seslerine kızım
Derdin ile bitkin Zehra ağlamaya geldi kızım
Harabede nice gün zorluklarla nazını çektim
Sonunda beni karalarla giydirdin kızım
Garip ülkede yol bilmez zalimler arasında
Seni Kerbela çölüne bırakıp giderim kızım
Eğer baban haber alsa dese hani Sakinem
Utançtan ne diyeyim Kerbela sultanına kızım
Nasıl söyleyeyim kuru toprak üzre verdi canını
Harabede koyup kendim Mina’ya geldim kızım
Nasıl söyleyim ki garibe mezar olup kaldı
Mezarı üzerine duaya giden yoktur kızım
Sorsa benden dahi halini o amcan Abbas
Nasıl cevap vereyim o kahraman kızım
Ali Ekber dese ki hani Sakine kız kardeşim
Demek olur mu hasret kaldı buraya kızım
Üzülme kabrini Şam’da yalnız koymam
Gerek bir daha geleyim bu dertli yere kızım
*
Büyük küçük pek çok yol gittiler
Önlerinde kılavuz idi Numan ibn Beşir
Hayli zamandan sonra Kerbela’ya vardılar
Hepsi ellerini açıp Allah’a yalvarıp yakardılar
Hepsi ayak yalın baş açık ağlarlar
Hüseyin, Hüseyin deyip başlarına toprak saçarlar
O çölde vay Hüseyin sesi göklere çıktı
Ağıt sesleri feryatları gökleri yıktı
Kimi derdi Hüseyin’in doğranan sancaktarı vay
Kuru yerlerde Zillet ile can veren Hüseyin vay
Kimi derdi kızıl kana boyanan Hüseyin vay
Kimi derdi çölde susuz kavrulan Hüseyin vay
*
Allah’ın aslanı Ali’nin evlatları develerden indiler
O anda ağıt seslerini göklere yücelttiler
Kerbela toprağının sahrası ağıt yeri oldu
Kıyamet sanki oldu aynen aşura sanki oldu
Ali evlatları peygamberin ev halkı torunları
Susuz şehitlere yas ve matem tutarlardı
Ağlayıp sızlayarak sanki kıyameti kopardılar
O çölde üç gece üç gündüz kaldılar
Dördüncü gün olunca oradan göç edildi
Ayrılık zamanında ağıtlar her tarafa yükseldi
Leyla ile imam tamamen nazı niyaz eyledi
Yola çıkmak için kafileden bir ses yükseldi
GÜLSÜM’ÜN AĞIDI
Sen şehit olduğun zaman neler çekmişim kardeş
Yezid’in yanında kan ile yaş dökmüşüm kardeş
Harabede kuru yer üzre üzüntü, dert çektim
Vücudum ezilmiş elif gibi bükülmüşüm kardeş
Gece gündüz kalpte ayrılık ateşin ile
Ne yatmış ne uyumuş ne gülmüşüm kardeş
Korkumdan ağladığımda başıma vuruyorlardı
Gözlerimin yaşı gelince akmadan hemen sildim kardeş
Bir yıl zincir ile kolu bağlı dert çektim
Şimdi çıkıp ziyaretine geldim ey kardeş
Yıkılsın dünyanın kuruluşu geldi ayrılık zamanı
Hüseyin sana emanettir ey Kerbelâ toprağı
Birbirine karıştı dostu yoktur saklaya yası
Kardeş ayrılığı görmüştür bağrına bas Abbas’ı
Peygamber bahçesinin gülü hançer ve mızrak şehidi
Sana emanet Ekber susuzdur gül dudağı
Bütün insanlar derdine yas tutmuşlardır
Sana emanet Kasım’on harabedir toy odası
Harap olsun bu çöller başıma döküldü küller
Ali Asgar çocuk olduğundan ister anne kucağı
Pek çok yol gittiler gözleri kan yaş ile
Kucakları kan ile gözleri kan yaş ile
Medine şehrine yaklaşınca hemen etrafa baktı gördü
İmam Zeynelabidin kılavuz Beşire emir verdi
*
Secde edenlerin efendisi dedi durma iler gel
Medine halkına bu acıklı haberi ver
Güller solmuş bülbüller yuvasına gelir
Hepsinin gülleri sararıp solmuş gelir
Ehli Beyt olayların zincirinden kurtulmuş
Hepsinin rengi dönmüştür solmuş gelir
Kerbela toprağında kardeşi kalan Zeynep
Hüseyin’in derdi kametini kambur etmiş gelir
Elinde sinesi parça parça bir gömlek var
Annesi Fatıma’ya göstermek için gelir
*
Hasta imam sözünü böylece tamamladı
Beşir atını iyi bir sürdü hızlandı
Ardından imam buyurdu peygamberin kabrine varınca
Karşıdan bir yaşlı adam gelir kendi halince
Cafer’i Tayyar’ın oğlu Abdullah duysun
Ona haberini ver emirden haberdar olsun
De ki iki oğlunu susuz halde kurban kestiler
Sakın deme ki Zeynep esirlerle Şam’a gittiler
De ki iki oğlunu hançerle doğradılar
Ancak söyleme ki Zeynep’i zincirle bağladılar
Orda imam Hasan’ın mezarına varınca
Şehitlerden ne zaman ki haber verince
De ki oğlunun kanından kına yaktılar eline
Ama zincir vurdular deme taze geline
De ki Kasım oğlunu Kerbela’da doğradılar
Deme genlini esir edip bağladılar
De ki Kasım’ın kanıyla boyandı Mariye
Deme gelinini köle istediler ki kalsın geriye
Beşir atını sürüp kendini yola vurdu
Medine’ye varınca şöyle seslendi durdu
*
Biliniz ki peygamber evladının elçisiyim ben
Haber vereyim sizlere Kerbela casusuyum ben
Medine birbirine değip kıyamet koptu
Beşir’in etrafına genç ihtiyar toplandı
Şehrin içine yayılınca bu haber
O yorgun Fatma’ya durumu verdiler haber
Yerinden düşe kalka durdu ayağa diyerek vaveyla
Ceddesi Ümmü Seleme’yi sesledi o şansı kara
Ey nene can, dur ayağa güllerine güller gelir
Bahçenin gülleri açıp güller bülbüller gelir
Medine halkı bu halde iken Numan Beşir
Peygamberin kabrine varıp seslendi dedi Allahû Ekber
Beşir imamesini ele alıp yere çaldı
Sonra elini salıp yakasını açtı
Medine halkı peygamberin kapısını kapadılar
Fatıma’nın Hüseyin’in Kerbela’da doğradılar
O’nun ölümünde hepiniz kara elbiseler giyiniz
Ali oğlu sancaktar Abbas al kan oldu biliniz
Dahi giyinmeyiniz biriniz bile süslü elbiseleri
Ali Ekber doğranıp susuz kefensiz gitti
Biliniz Medine’de her insana haber olmuştur
İmam Hasan oğlu Kasım’ın toyu kana dönmüştür
Söyleyiniz baştanbaşa çocuklarınız kara giyinsin
Boğazı oklanan o susuz Ali Asgar gitti bilinsin
Ümmülbenin ah çekip gelip orda ulaştı
Göz gezdirip Beşir’e dikkat ile bir baktı
Dediler yol açınız dertler yuvası gelir
İmam Hüseyin’in annesi Abbas’ın annesi gelir
Buyurdu ki haber ver gözlerimin nurundan
Kadınların ulusu Fatıma’nın göz nuru Hüseyin’den
Beşir dedi ey zamanının dert sahibi
Üç oğlunu kalbi susuz kurban kestiler dedi
Yine o vefalı insan Beşir’e seslendi
Üç oğlumda kendimde olalım Hüseyin’e feda dedi
Beşir söyledi git kara giyin tutacaksın yas
Fırat kenarında susuz doğrandı Abbas
Aman Beşir ağlar gözlerimde dönmüştür kana
Hüseyin’den haber söyle kalmadı canım bana
Beşir söyledi yine başa kara bağlansın
Hüseyin Hüseyin deyip Kıyamete kadar ağlansın
Beşir bu sözleri derken ağıtlar yüceldi
İnsanlar kenara çekilsinler Abdullah geldi
Beşirin yanına gelip ulaştı Abdullah
Gözünden akar yaş kalbinde vah, vah derdi ah
Beşir dedi ey nurani yaşlı ihtiyar
Sararıp solunca gül bahçesinde güller
Haber vereyim sana neler oldu Kerbela’da
Bil iki genç yavrunu öldürdüler Kerbela’da
Bu haberden Abdullah’ın gül rengi kızardı çekti ah
Dedi sana olsun bin defa şükr ya Allah
Yaşlanmışım gücüm yoktu kurban olayın Hüseyin’e
Allah’a şükr olsun iki oğlum kurban oldu Hüseyin’e
*
Beşir şehitleri tek tek saymaya başladı
Medineliler kalbini kanla yaktı dağladı
Kimi oğluna ağlardı kimi yarine kimi kardeşine
Acı tırnaklar yüze çalar toprak atarlar başlarına
Medine insanlarının hepsi giyindi kara
Ayak yalın başlar açık döküldüler yollara
Önde Muhammed Hanefi o tanrının aslanı
Ali’nin evladı o temiz sultanı
*
Bakıp ne gördüler kurban eseri gözükür
Dert kafilesi yürüyüp gelir apaçık gözükür
Kanlı gömlekler develere perde olmuştur
Yaralı yeri kana boyanmış renkli gözükür
Ah vah sesleri heybet ile göklere yücelir
Ne Kasım ne genç Ali Ekber görünür
Yuvasından ayrı düşen kanadı kırık bülbüller
Kanadı yok kolu yok yaraları gözükür
Başları karalı gözleri yaşlı bir bölük kadın
Önlerinde abidlerin ağabeydi Zeynel Abidin gözükür
*
Esirler Medine halkının döküldüğünü görünce yola
Ağıtları feryatları ateş düşürüyor dile
En önde Muhammed Hanefi kara bağlamış
Ayak yalın başı açık kalbi kan dağlamış
Gördü onları geliyor zamanının İmamı
Başı açık eline aldı hemen imame
Birbirine karışıp ağlaştı iki bölük
Öyle ağlamak ki dağlar oldu iki bölük
Sanırsın koyun geldi kuzusuna karıştı
Annesiz kalan yavruları kuzu gibi meleşti
Bayılarak düşüp kalktılar pek çok ağladılar
Gözyaşından ırmaklar denizler akmaya başlar
Ümmülbenin Zeynep’e bakıp ağlardı derdi can
Dedi kızım oğulsuz kalan anne sana kurban
HAZRETİ ZEYNEP İLE ÜMMÜLBENİN’İN SORU VE CEVABI
ÜMMÜLBENİN SORDU
Kızım Zeynep Medine sultanı hani
Ceddi peygamberin nişanesi hani
Fatıma kalbimin nuru Hüseyin hani
Ne oldu ben evi yıkılmışa söyle
ZEYNEP
Anam sahrada güller sarardı soldu
Kerbela’da zulüm tufanı oldu
Hüseyni susuz kestiler kurban oldu
Vücudu kan, kefensiz, kan kefen oldu
ÜMMÜLBENİN
Parçalanan kalbim kan ile doldu
Vücutta güç bitti sabrım bozuldu
Aman! Zeynep kızım Abbas ne oldu
Nolur gel ben çaresize tez söyle
ZEYNEP
Eğer dost Abbas’ı sorarsan benden
Kalmıştır vücudu çıplak kefenden
Kalem oldu kolu düştü bedenden
Gül gibi vücudu kana boyandı
ÜMMÜLBENİN
Kufe’ye gidince kızım ver haber
Götürmüştün sekiz yavrum beraber
Onlar kalsın hanı şehzade Ekber
Zamanın Yusuf’u Ekber nerede söyle
ZEYNEP
Kardeşlerim göçtü uzak vatansız
Mızrakta başları gezdi bedensiz
Ali Ekber yavrum göçtü kefensiz
O çölde feryatlar göklere çıktı
ÜMMÜLBENİN
Ellerin üzüldü Ali Aba’dan
Yanında kim kaldı yakınlarından
Kasım’ın nişanedir o Müçteba’dan
Bir onun durumun açıkla söyle
ZEYNEP
Kasım’a düğün yaptı şehitler şah’ı
Peygamberler o düğünde akıttı yaşı
O gün yağma oldu yaptılar bu işi
Gelini esir gibi alıp gittiler Şam’a
ÜMMÜLBENİN
Niçin rengin solup dillerin susmuş
Saçların ağarmış hepsi dökülmüş
Yeni bir ay gibi kaddin bükülmüş
Yüzünün rengi sararıp solmuştur Kızım
ZEYNEP
Soldu rengim Hüseyin’den ayrılınca
Ağardı saçlarım Abbas ölünce
Ali Ekber’in cenazesi gelince
Bellerim büküldü döndü kemane
ÜMMÜLBENİN
Bildim ki Medine harabe oldu
Zalimler ok vurdu yavrular öldü
Onların bülbülü Sakine noldu
Nerededir tatlı dili Sakine’m
ZEYNEP
Sakine kalpleri parçaladı yaktı
Ali evlatlarını yasa bıraktı
Kuru yerde hasta hasta yatardı
Ömrünün gül mevsimi sararıp soldu
*
Ali evlatları zor günlere kaldı
Hüseyin’den sonra dertler çoğaldı
KUMRU ebediyen yasa boyandı
Kıyamete kadar ağlar sızlarım
SON