Unutulan Coğrafya
ANADOLU TÜRKMEN TARİHİNDE UNUTULAN ÇOĞRAFYA
Tokat ilinin Turhal, Zile ve Pazar ilçelerinin sınırları içinde yer alan Kazova, sakatat dağları, deveci dağları ve buzluk dağları (Kelit ve Varay) bölgesi Anadolu bozok kolu kızıl oğuz Türkmenleri’nin en karanlık tarihlerini yaşadıkları bir çoğrafyadır. Bu coğrafya da Hangi olaylar olmuştur? Osmanlıya karşı Tarih 1512 Şah Kulu isyanı, 1519 Celali İsyanı, 1526 Zünnün Baba isyanı, 1527 Şah Veli isyanı. Zünnün oğlu Halil İsyanı, Kalender Çelebi isyanları meydana gelmiştir. Bu coğrafyada bu isyanların sayısız izleri bulunmaktadır. Çoğu kayıp olma aşamasına gelmiştir. Çoğunun anlamı değiştirilmiş yalan ve yanlış anlamlar yüklenmektedir. Olaylar Osmanlının taraflı resmi tarihine göre ve Osmanlı vakauz namelerine göre bu günkü yazar, çizerlerce çarpıtılarak yorumlanmaktadır. Gerçekler gizli kalmıştır. Bu coğrafyada ki olaylar ve izler bu günkü anlayış doğrultusunda araştırmayı ve tarafsız bilimin ışığında yeniden değerlendirmeyi beklemektedir. Bu günün Tarih anlayışına göre bu isyanların gerçek müsebbibi Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selimdir. Yoksa akrabaları ve Tebaası olan Türkmenler ne onun tahtına göz dikmişler. Nede onun saltanatını ortadan kaldırmayı istemişlerdir. Öyle ise gerçekler nedir? Orta Asya dan Anadolu’ya binlerce yıllık Türkmen tarihi içinde Türkmenlerin Tek bir hasasiyetleri vardır. Oda “ Arap İslam Şeriatı ve inanç yolu ile Araplaşma , assimile olma korkusudur”. Bir ulus Şuuruna sahip , köklü gelenekleri, töreleri, harsı ve İslam öncesi eski dini bulunan ondan izler taşıyan Türk İslam sentezi (Halk Müslüman’ı) olan Türkmenlerin bu hassasiyetine saygı duyulmalı idi ve horlanmamalıyıdırlar. Yavuz Sultan Selim devletinin aslı unsuru olan, akrabası bulunan ve tebaası Türkmenlerle İlişkilerini keserek devlet tebaa kopukluğu içinde Halifelik sevdasına düştü . Türkmenlerin, akrabalarının yoğunlukta bulunduğu komşu ve bir kardeş Türkmen devletinin Hükümdarı Şah İsmail ile çekişmeye girerek yenilgiye uğratması. Bu zafer ide her iki tarafın hüküm sürdüğü coğrafyada yaşayan Kızıl Oğuz , Boz ulus halk dilinde Alevi, Kızılbaş tayfası Türkmen topluluklarına iftiralar atarak ve hasmehane tavırlarla bu tebaa toplulukları horluyarak sevdalısı olduğu din ve şeriat kuralları esasında şeyhülislam Abu Suud efendi, İbni kemal efendinin cihat fetfaa ve fermanlarını imzalıyarak Türkmen halkına soykırım uygulanması bu olayların müsebbibi olduğunun bir açık delili değimlidir? Bu durum karşısında Türkmenlerin isyanları haklılık kazanmaz mı? İşte bu düşüncelerle konuyu açalım. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Arapların Resmi dini “Şeriat Halifeliğine” soyununca ve Şah İsmail’ ile de rekabete girince Osmanlı coğrafyasında yaşayan Türkmenler korku ve paniğe kapıldılar. Padişah Halife olursa “Arap Şeriatını” bize uygular. Bizleri Araplaştırır. Türklüğümüz, Türkmenliğimiz ortadan kalkar. Asimile oluruz. Arap generali Kuteybe ile binlerce yıl önceki mücadelemiz ve kazanımlarımız son bulur. Akrabamız Yavuz sultan Selimin ihanetine uğrarız tasa ve kaygısını yaşarlar. Bütün Türkmenler infiale, paniğe kapılarak İçin, için aynarlar ve komşu hükümdara giderler. “Biz padişahımıza kaygımızı anlatamıyoruz. Bize yardımcı olun.” derler. İki hükümdar arasında bu konuda mektuplaşmalar başlar. Birbirlerinin mektuplarına yanlış anlamlar yüklüyerek sertleşirler. Her iki hükümdarın çevresindeki iç ve dış Türk düşmanları her iki hükümdarı da kışkırtırlar. Osmanlı Tebaası olan kızıl Oğuz Türkmenleri suçlanır. Tahammülü imkansız , zalimce zulme, horlanmaya ve yer, yer katliama başlanır. Bu süreçte Kazova gibi verimli Topraklarda gözü olan ve Türkmenlerle birlikte yaşayan Rum, Ermeni gibi etnik kökenliler Türk ve Türkmenleri kendi devletleri ile birbirine düşürüyoruz diye cesaretlenirler. Onlarda nüfuzlarını balkan kökenli eski hıristiyan Osmanlı devşirmesi sahte Müslüman bölgede idareci, kadı, müftü , asker ve mülki yönetici olan Makedon, Arnavut, Pomak , Boşnak, Hırvat, Sırp, Bulgar ve Yunan kökenlilere baş vurup temasa geçerek ortalığı karıştırmaya çalıştılar. Türkmen Tebaa ile Osmanlı devleti arasında kopukluk başladı. Türkmenler Osmanlıdan, Yavuz Sultan Selimden el eteğini çekerek Safavi hükümdarı Şah İsmail’e yöneldiler. Bu yönelişi tesbit eden Yavuz sultan selim, etrafında bulunan devşirme vezirleri ve paşaları, danışmanı akıl hocaları Toy ve ulusal tecrübesi az olan padişah’ı, babası Beyazıt hanla olan mücadelesini de dillendirerek padişahı Türkmenlere karşı zalimane eylemlere yönlendirdiler. Fetva ve fermanlara dayanarak diğer tebaa halkları ve yöneticiler cihat’a başladılar. Türkmenlerden ilk karşı hareketi Antalya Teke yöresinde bulunan Türkmenler Hasan Halife oğlu Şah Kulu sultan liderliğinde isyana başladılar. 1512 Hareket yönleri Tokat Kazova Türkmenleri ile bütünleşmekti, savaşarak ve Osmanlı kuvvetlerini yenerek Sivas ve Tokat yönünde ilerilediler. Tokat’a yakın yerde Yıldızeli Yenihan Mevkii’nde Osmanlı kuvvetleri ile yapılan savaşta Kuru çay mevkiinde Şah kulu sultan şehit düşmesine rağmen Şah kulu kuvvetleri Tokat’ı işgal ettiler. Halife Ali adına ve Şah İsmail adına ve Nur Ali adına Tokat ulu cami de Fetva ve hutbe okuttular. Osmanlı saldırısı başlayınca da Tokat şehrini yakıp yıktılar. Osmanlı bu ayaklanmayı zorla ve çok kanlı bastırdı. Binlerce Türkmen öldürüldü. Yavuz Sultan selimle , Şah İsmail arasındaki rekabet artarak savaşa dönüştü. İki ordu 1514 de Çaldıranda karşılaştı. Yavuz Sultan Selimin zaferi ile bitti. Tahtı ve eşi Yavuz tarafından alındı. Şah İsmail kahrından öldü. Yavuz Sultan Selim savaş harekatını devam ettirerek Mısır’a kadar ilerledi. Memluklulardan Halifeliği ve Mukaddes emanetleri aldı. Kahire’de bulunan El-Ezher medresesinden 2000 Arap şeriat imamını Anadolu halkını Araplaştırmak şeriat kurallarını uygulatmak görevi ile “tebliğci” adı altında Anadolu’ya getirdi. Bu zalimlikleri gören ve bunlara şahit olan Anadolu Türkmen halkının daha da sabrı, tehammülü kalmadı. Onlarda karşı tedbirlere yöneldiler. Yavuz’un bu acımasız tavırları, Türkmenlerin ümidi olan Şah İsmail’in yenilgisi ve binlerce Türkmen’inin imhası Sivas (Rumeli Beylerbeyliği) ‘ne bağlı Tokat sancağı “Kaz ova” bölgesinde bulunan “Kalenderi ve Haydari” Türkmenlerini korku sardı. Siyasi ve dini önderleri karşı karışı tedbirlere ve savunma planları, örgütlenmeye yöneldiler. Bu sırada Zile sancağının eski ermeni papazı iken sahte müslüman olup kadılık makamı verilen Zile kadısı Abu suud efendinin fermanını eline alarak Zile kışlasının komutanı olan Hırvat asıllı Rüstem Paşa’ya gider. Bu fermanın hükmünün Kaz ovada ki Türkmenlere de uygulanmasını ister. Türkmenlerin obalarında bulunup öldürülmesi için Rüstem paşa kışladan “Mir miran” denilen balkan kökenli askeri birlikleri Türkmenler üzerine gönderir. Bu arada bahsedelim. Rüstem Paşa çok rüşvet yiyen ve 4 bölgeden toprak satın alıp adına vakıflar kuran bir kişidir. Gönderdiği askeri birlikler Kazova obalarında Türkmenleri bulurlar. Halkı toplayıp öldüreceklerini söylerler. Halk gelen askerlerin eline, eteğine düşerler. Yalvarır, yakarırlar. Osmanlının akrabası olduklarını söylerler. Öldürülmelerinin sebebini ve suçlarını sorarlar. Olumlu bir cevap alamazlar. Askerler ellerindeki padişah fermanını ve fetvayı gösterirler. Türkmenler “başka bir yolu yok mu? bizim sağ kalmamızın” deyince de askerler şu tekliflerini ileri sürerler. “Bize 500 koyun, elinizdeki bütün yapağıları, yağ ve çökelekleri, peynirleri, bir kaç iyi binek atı ve zile de ki komutanımız Rüstem paşaya götürmek üzere güzellerinden bir kaç tane çar iye kız vereceksiniz. Birde bu obayı biz gider gitmez hemen boşaltacaksınız. Başka dağlara çekileceksiniz derler. Türkmenler bir iki defa bu isteği kabullenirler. Göç nedenini de şöyle izah ederler. Biz Zile’ye gidince komutanımıza ve kadıya şöyle diyeceğiz. Gittik bir kaç Türkmen obası bulduk ama Türkmenler obayı terk etmişler. Bu hayvanları. Bu yiyecekleri ve bu kızları obada bırakıp kaçmışlar. Diyerek kendimizi kurtaracağız derler.ertesi günler yine obalar mir miran bölüklerince basılır. Baskın ve yağmalama devam eder. Çaresiz Türkmenler Erkilet köyünde ki siyasi ve dini önderlerine giderek durumu bildirir şöyle dilekte bulunurlar: “pirim bize kerametinle dua mı edip bu zulümden kurtaracaksınız yoksa önümüze düşüp Zile’de ki kadıya ve rüstem paşaya haddini bildireceğiz” derler. Kalenderi ve Haydari ocağı’nın (Hubyar Abdal soylu) lideri Bozoklu Celal baba taliplerim haklısınız durumunuzu biliyorum. Haber salın bütün obalardaki önde gelen liderler dergahıma gelip toplansınlar. Konuşup hallederiz der şikayete gelenleri obalarına gönderir. Obaların ileri gelenleri Erkilet dergahında ve Celal Baba huzurunda toplanırlar. Konuyu tartışırlar. İsyan etmekten başka çare bulamazlar. Ayaklanma hareketinin merkezinin Erkilet köyünün olamayacagına karar verirler. Türkmen halkının yerleşik olduğu obaların dışında harekete uygun bazı özellikleri olan gizli bir merkez karargah yeri ararlar. Kazova güneyi ve kuzeyi yüksek sıra dağlarla çevrili Doğusu Tokat’a kadar uzanan ve batısı da Turhal köyüne uzanan genişce vadi şeklinde bir ovadır. Ovanın ortasından Tokat istikametinden Turhal istikametine akan yeşil ırmağın en büyük kolu Tozanlı deresi geçmektedir. Türkmenler Kazovanın orta merkezi olan bu günkü Pazar ilçesinin bulunduğu çukurluk bölgeyi kışlık mekan olarak kullanırlar. Obalar halinde yerleşik durumdadırlar. Tek yerleşik köy Haydari ve kalenderi dergahının bulunduğu ve aşiretlerin dini ve siyasi önderlerinin oturduğu Erkilet köyü kış ve yaz yerleşik yerleridir. Obalar bahar ayından itibaren güney ve kuzey dağ eteklerine çekilirler. Sonbaharda kışlak yerde toplanırlar. Bölgede kızıl oğuz Beg dilli “hubyarlı” Türkmenlerin dışında başka bir Türkmen boyu yoktur. Ara sıra Ermeni ve Türk kökenli Rum yerleşgeleri ve çiftlikleri bulunmaktadır. Türkmenler bu merkeze bağlı olarak kazova, zile ve yozgat. Amasya ovalarına dağılmış durumdadırlar. Ayrıca Erbaa, Niksar ve Reşadiye ovalarında da yoğunluktadırlar. İşte Türkmenlerin yerleşik hali böyledir. Aranan gizli karargah özelliklerini şöyle tarif ederler. Gizli karargahtan bakıldığında ovanın Tokat yönünden gelecek tehlikeler uzaktan görülmelidir. Turhal, Zile yönünden gelecek tehlikelerde görülmelidir. Karargahtan bakıldığında bütün Türkmen Obaları ve pirin oturduğu Erkilet köyü gözlenebilmelidir. Karargah bir Osmanlı süvari ordusu saldırı ve baskınına karşı can- baş kurtara bilecek en az zayiat verecek sıra dağların eteğinde ve engebeli bir arazi olmalıdır. Bir miktar su kaynağı bulunmalıdır. İşte bu özelliklere en uygun yer olarak bir yer bulurlar. Ayaklanmayı yönetecek Türkmen kocaları, Heterodoks bilge dervişleri ve liderler bu yerde toplanırlar. Öncelikle buraya bir ad, isim verme gereği duyulur. Türkmen önderleri kendilerini Orta Asya da bıraktıkları “Harezm” devletinin Anadolu’da ki devamı saydıkları için seçtikleri bu karargaha Harezem devletinin başşehrinin adı olan “KAT” adını verirler. Karargah’a Türkmenlerin benliğini ,Ulusallığını temsil eden ön yüzü kırmızı al renk anlamı “Türkmenler Öncelikle Türktür.” Düşüncesini simgeli yen, Arka yüzü ise Arap yeşili renginde anlamı Türkmenlerin sonrada (ikinci öncelikte) Ehli Beyit’e saygılı Şamanlık ve İslam sentezi “algıla nan” Halk İslamı olduklarını simgeliyen bir bayrağı “KAT” karargahına diktiler. Pir Sultan Abdal bir deyişinde bu bayrağı “Kazovaya sancağımızı diktik” diyerek dillendirir. Türkmenlerin isyanları başarısızlığa uğrayıncada bu bayrağı gelin kızlarının başlarına “duvak” yaparak bu olayı canlı tutar ve unutmazlar. Kat karargahında planlanan siyaset İsyan ederek önce Osmanlıya seslerini duyurmak akabinde de Osmanlıdan ayrılarak başşehri “KAT” olan 24 Oğuz boyunu içine alan “Göktürk” devletinden sonra Anadolu da ilk kez kızıl Oğuz Türkmen devletini kurmaktı. Selçuklu, Osmanlı gibi bir boyun kurduğu aile devletlerinden kurtulmaktı amaçları. Bu düşüncelerle Türkmenler “Kat” denilen yerde 1517 ve 1519 Tarihinde kısa ömürlü Anadolu Türkmen devleti kuruldu. Bundan sonra üçüncü Türk devletini kurmak Beğ dilli boyu kocacık oymağından Türkiye Cumhuriyetini kurmak Mustafa Kemal’e nasıp oldu. (29-10 1923) Türkmenlerin Mustafa kemal’e bağlılığı bundandır. Türkmenler yüzlerce yıldır bir gün bir kurtarıcı er çıkacak 24 Oğuz boyunu içine alan ulusumuz adına devlet kuracak diye hayal ederlerdi. Şükürler olsun gerçekleşti. Türkmenler arasında “KAT” karargahı hiç unutulmadı. Başı ağrıyan, dertlenen, çaresiz kalan Türkmenler orayı ziyarete koştu derman aradı ve buldular da. Bu gün “KAT” mukaddes büyük bir ziyaretgahtır. Lakin ne Türkmenler nede orayı ziyaret edenler nede orayı işleten Sünniler “KAT”ın neden kutsandığını bilmezler. Araştırılmamış gerçekler gizli kalmış Tarih sayfalarına geçmemiş bir Türkmen tarihi mekanıdır. İşte makalemin konusu “kat” ve bunun gibi yerlerin araştırılmasını istemektir. Kat karargahı Türkmen Heteredoks ermiş ve bilge dervişlerce dua lanarak, ilahilerle kutsanmış, kurbanlar Tıglanıp pişirilip Türkmen yiğitlerince lokma edilmiştir. Alalede bir yer değildir. Şifa dilenecek, şifa bulunacak bir yerdir. Toprağı çöher olarak kullanılır. Suyu şifalıdır. Derdine derman bulanlar adak adar kurbanını keser. Türkmen geleneğinin mukaddes tarihsel Tekkesidir . Allah, Muhammet ve Ali üçlemesinin adları zikredilerek ve Pir sultan abdalın sazı sözü ile kutsanmıştır. Türkmenlerin Celali Ayaklanması bu noktadan başlatılarak 1519 devam ettirilmiştir. Pir sultan abdal, çırağı Kul himmet bu karargahtan emir alarak oba oba dolaşarak ikna ettiği genç Türkmen yiğitlerini guruplar halinde bu karargah’a getirmiş bu karargahtan görev alan Türkmen yiğitleri gerila türünde zile sancağına baskınlar, sabotajlar düzenleyerek yakıp yıkmışlar. Kadı, Müftü, Hırvat Asıllı Rüstem Paşa askeri, mülki makamlara hadlerini bildirmişlerdir. Pir sultan Abdal sazı ile bu savaşa katılmış onun ikna ettiği Türkmen yiğitleri de silah ve becerileri ile Zile sancağını dize getirmişler. Türkmen sesini Osmanlı topraklarına ve saraya duyurmuşlardır. Türkmen Sesini duyan Halife ve Padişah Yavuz Sultan Selim bu ayaklanma üzerine yeniçeri ordusunu gönderirsem onlarda Türkmen , Türkmen, Türkmeni öldürmez kaygısı ile Kürt asıllı Aşiret reisi ve Diyarbekir valisi HÜSREV Paşaya ferman buyurur ki. Bölgenden yüz bin kişilik şafii Kürtlerden asker topla Çuhadar ağa makam sahibi olarak Tokat Kazovaya git ayaklanmayı bastır. Bozoklu Celal nam adli kişi ve yandaşlarının kellelerini bana gönder diye buyrukta bulunur. Zile kışlasındaki Hırvat asıllı Rüstem Paşayada balkan kökenli askerlerinle Hüsrev paşaya yardımcı olmasını buyurur. Sivas Rumeli Beylerbeyliği de bölgeye kuvvet kaydırır. Bölgedeki kuvvetlerin asıl yetkisi Hırvat asıllı Rüstem paşaya verilir. Hırvat asıllı Kuyucu Murat bu kuvvetlerin içinde Alay komutanı seviyesinde bir zabittir. Rüstem paşanın yardımcısıdır. Türkmenleri Kuyulara gömerek ve ateşlere atarak imha eden Kuyucu murat ünlenerek paşalığa yükseltilir. Rüstem paşada ünlenerek Kanuninin damadı olur ve sadrazamlığa kadar yükselir. Kürt asıllı Hüsrev paşa topladığı kuvvetlerle yola çıkınca ve Zile sancağı etrafında ki askeri hareketlilik artınca zile de del lallar bağırtılır. Davul zurna çalınarak eğlenceler yapılır. “ Padişahımız efendimiz yüz bin kişilik suvarı ordusu göndermiş bu bölgede ne kadar celali Türkmeni varsa kelleleri kesilip çuvallarla İstanbul’a padişaha gönderilecekmiş diye seslendirirler.” Bu haberleri duyan Türkmenler KAT karargahındaki liderlere haber verirler. Bu haberleri duyan lider Celal Baba, diğer liderlerle toplantı yapar. Aralarında tartışırlar.Celal baba diğer liderlere derki bu üstün silahlı Osmanlı kuvvetlerine elimizdeki nacak, balta, orak, tırpan ve kılıçlarla karşı koyamayız. Halkımızı kırdırırız. Yeterince Osmanlıya sesimizi duyurduk, bu hareketi yapmamış sayılalım gelin kaz ovayı boşaltıp dağlara çekilelim der. Bu düşünce bütün liderlerce kabul görür. Kararı obalara ve Türkmen halkına duyururlar. Halk hazırlanır. Liderler “Kat” kararğahını yine dualarla kutsuyarak bu yerin ve bu Türkmen tarihi anının unutulmamasını diliyerek üzüntü içinde diktikleri bayrağı gönderinden indirir kumaşını bir genç kızın başına duvak yaparlar. Bayrağın dikildiği sopayı üç parca ‘ya ayırır bir parçasını Keçeci babaya, ikinci parçasını Çeltek babaya, üçüncü parçasını da Erikli babaya teslim ederler. Bu sopa parçaları ileride kalenderi, haydari tarikatının görgü “tariki” olarak kullanılacak ve unutulmuyacaktır. Liderler “kat” karargahından ayrılır. Erkilet te toplanan Türkmenlerin arasına dağılır. Göç etmeyi planlarlar. Göç üç ayrı dağa planlanır. Çeltek baba kendine tabi aşiretleri ve oba liderlerini alarak Kaz ovanın güneyinde bulunan ve zile önlerine kadar uzanan Deveci Dağlarına çekilir. Keçeci Baba kendine tabi aşiret ve liderlerini alarak Kaz ovanın kuzeyinde bulunan sakatat dağlarının Erbaa ilçesine uzanan batı ucuna çekilirler. Kalan aşiretin en kalabalık gurubu da Erüklü Baba, Dikmen Baba, Sarı saltuk baba, Buyur Abdal baba, Yağcı Abdal baba, Yağmur Dede, Ayan dede, öksüz dede, Arap dede, Elikli Baba komutasında ve ismi bilinmiyen diğer liderlerle Kaz ovanın batı ucu Turhal bölgesinden başlıyarak , Zile’nin kuzeyini çevreliyen , Çekerek ırmağına kadar uzanan Amasya Gögnücek, varay bölgelerini içine alan kuzeyde Sivas- Samsun demir yolunun ve Tozanlı çayının Amasya istikametine aktığı vadiyi meydana getiren kayrak dağlar ile de bütünleşen BUZLUK dağlarına çekilirler. Lider Bozoklu Celal Baba yanına birkaç bilge adamını alır. Bunların dışında akrabası ve Ahmet Hubyar Abdal soylu Deger yerköylü Yar Ahmet oğlu Hubyar, Ali Baba, bu iki genç Celal Babadan dedelik icazeti almak için erkilette bulunuyorlardı. Ayaklanma çıkınca olaya dahil oldular. Pir sultan Abdal, Kul himmet bir gurup oluşturarak Tokat civari’na geldiler. Buralarda bulunan Türkmen obalarının halklarını yanlarına alarak tozanlı deresine çekildiler. Tozanlı deresinde emniyetli buldukları yerlere obalar kurdurarak ilerilediler. Bozoklu Celal Baba’nın amacı birkaç bilge ve sadık arkadaşı ile İran’a gidip safavi hükümdarı Şah Tahmasb’dan sığınma veya yardım talep etmekti. Birde 1243 tarihinde ki köse dağı savaşında moğol askerlerince yanında bulunan 7 arkadaşının hanımıyla birlikte öldürülen Kalenderi ve Haydari tarikatının Kazova Erkilette ilk kurucusu , Seyit kalenderinin oğlu Seyit Ali’nin kızı Ayni Hatundan doğma ve Hoca Ahmet yesevi’nin oğlu veya yakın akrabası olduğu ileri sürülen Kütbeddin Haydarın oğlu ve Yalincak Babanın kızı Gönül ananın biricik eşi Hubyar Ahmet’in Tozanlı Deresinin doğu güney ucunda yıldız dağı serisinden Tekelü Dağı Gürgen Çukuru denilen mevkide bulunan gizlenmiş Türbesini ziyaret edip orada yeni kararlar aldıktan sonra İrana gitmekti. Yeni düşünceleri vardı. Çünkü ortada birbirinden uzak dağlara dağıtılmış talipleri, İşlevsiz hale getirilmiş ecdat yadigarı dergah ortadayken , halkı perişanken o canını kurtarmak için İrana kaçması abes ve halkına ihanete yakın vefasızlık olurdu. Bu yüzden yanına dergah’ın hakiki sahiplerini almış ecdadının huzuruna gelmişti. Ecdadı Ahmet Hubyar Dergahını Kazovada Erkilet köyünde 1238 tarihinde kurmuştu. Dergahı orda idi. Öyle ise Ahmet Hubyar Abdal Gürgen Çukurunda ne arıyordu? Bu konuyu biraz açalım. Ahmet hubyar 1238 yılında Hacı Bektaş, Kardeşi Menteş bey, Ahmet hubyarın oğulları, Kudbi haydar, Mahmut Şeyh abdal ve aile efradı ile birlikte Erkilete geldiler. 1220 yıllarında kazovaya gelip yerleşen kızıloğuz Türkmenlerinin kendilerine gösterdikleri yakın ilgi ve alaka sebebi ile oraya yerleştiler. Bu zatlar seyit soylu oldukları için ve atalarının dergah sahibi olduklarından, Türkmenlerinde istek ve talepleri ile Dergah ocağı açıldı. Kısa zamanda halkla birbirlerine kaynaştılar. Kazova iyi bir yerleşim yeri ve iyi bir yurttu. Lakin Anadolu’nun durumu, Selçuklu devleti Hakanı Giyasettin key Hüsrev’in Devlet siyaseti iflas etmiş. Halkla arasında kopukluk doğmuş oda halkı unutmuş Gürcü kızı olan hanımıyla birlikte Ceneviz saraylarında zevk sefaya düşmüşler. Halkın idaresini İran Gulam denilen Medreslerde yetişmiş Türk ve Türkmen halkının hasasiyetlerini bilmiyen Rüşvetci idareci ve yöneticilere bırakmışlardı. Bunlarda Rum , Ermeni kökenli zengin esnaf tebaa ile ortak çalışıyor. Halkı soyuyorlardı. Arap bağnazlığı Türk ve Türkmenleri uyuşukluğa sürüklemiş bu arada da Horasana ve Anadolu’ya yönelen Mogol İlhanlıları önü sıra kaçarak guruplar halinde Bozok kolu Türkmenleri akın , akın Anadolu’ya sığınıyorlardı. Devlet bunların iskanıyla ilgilenmiyordu. Düzen bozulmuştu. Anadolu Türk birliği, dayanışması yok olmuştu. Anadolu’ya ilerliyen Moğol öncü askeri birlikleri Türkmen obalarını talan ediyordu. Perişan çare bulunması için dini ve siyasi liderlerine koşuyordu. İşte bu şartlar içinde Anadolu da bulunan Türkmen bilge kişileri, Heteredoks dervişler Baba İlyas, Baba İshak, Hacı Bektaş, Kardeşi Menteş Bey ve Ahmet Hupyar ile oğulları Kudbi Haydar , Mahmut Şeyh Abdal önderliğinde planlanan Babai Ayaklanması Diğer Türkmen dervişlerinin katılmasıyla 1239-1240 tarihinde ilan edildi. Sivas vilayeti Babai kuvvetlerinin eline geçince Şehrin idaresi Ahmet Hupyar’a teslim edildi. Babai kuvvetleri Amasya üzerinden, Çorum üzerinden ileriliyerek Kırık kalenin güneyinde ki May la ovasında Türkmenlerin imhası ile son buldu. Konya’ya ulaşamadılar. İşte bu haber Sivas’a ulaşınca Erkiletli Ahmet Hubyar akrabası ve kurmayı 9 arkadaşını yanına alarak saklana bilecekleri en emin yer olan Gürgen Çukuruna kaçtılar. 9 arkadaş orada kaçak yaşamaya başladılar. Aile Efratları Erkilet köyünde kaldı. Oğlu Kudbi haydar Selçuklu askerlerince Kırıkkale keskin ilçesi “Konur köyünde” kuyuya atılarak orada öldürüldü. Şimdi Haydar Sultan Türbesi diye anılır. Gürgen Çukurundaki dokuz kaçak ot yiyerek, birkaç keçi belsi yerek ve av hayvanları yakalayarak geçinirlerdi. Yaz aylarında evli olanların hanımları Erkiletten Gürgen Çukuruna gizlilik içinde gider. Eşleri ile yazı orada geçirir. Sonbaharda hanımlar Erkilete geri dönerlerdi. 9 kaçağın her biri sıra ile adını verdikleri dokuzlar tepesinde gözcü olarak nöbet tutarlardı. Tarih 1243 üçtü (kaçakların oraya geldiği üçüncü yıl) Yaz ayları idi. Evli olanlardan 7’sinin hanımı oradaydı. Dokuzlar Tepesinde ki gözcü yakınlarında Mogol -Selçuklu savaşı başladığını haber verdi. Ahmet Hubyar Abdal arkadaşlarına , hanımlarını kendi çadırına getirmelerini ve kendilerinin de o Çevrede buldukları sık ormanlık, çalılık, kaya kovuğu gibi bir yer bulup askerler bölgeden uzakaşana kadar saklanmalarını söyledi. Bu isteğe uyuldu . saklandılar. Ahmet Hubyar Abdal 7 arkadaşının kadınıyla birlikte çadırında otururken Selçuklu askerlerini kovalı yan bir kaç mogol askeri çadırı gördüler. Açıp kapısını baktılarki içeride bir erkek ve 7 kadın kötü niyetle kadınlara saldırdılar. Ahmet Hupyar müdehale edincede Hepsini öldürdüler. Askerler bölgeyi terk edikten sonra gizlendikleri yerden çıkan kaçaklar. Ahmet Hubpyarın çadırına gelince öldürüldüklerini gördüler. Saklananların arasında Ahmet hupyarın kardeşi “Behlül Beyde” vardı. Oda saklandığı yerde bulunup öldürülmüştü. Sağ kalanlar Kadınları o yere defin ettiler. Mezarlarını belirgin kıldılar. Ahmet Hupyar ve Kardeşi Behlül’ü de oraya defin ettiler. Behlül Baba, Ayaklanma öncesi Zile de yaşıyordu. Zile de adına izafe edilen bir sokak vardır. O sokaktaki kahramanlıkları ve alicenaplıkları anlatılır. Ama mezarlarını belirsiz kıldılar. Çünkü Selçuklu Liderimizin öldüğünü duyarsa Halkımıza zulüm eder diye. Sonra sağ kalan kaçaklar liderimizi burada yalınız bırakıp gitmeyelim diye dağdan Aşağı dereye indiler. Bu günkü “Değeryer” köyünü kurarak oraya yerleştiler. Erkilette ki akrabalarını oraya taşıdılar. 1243. İkinci Hupyar 1508 yılında Oraya yerleşenlerin neslinden YarAhmet oğlu Hupyar Sultandır. Ölümü 1581-82 olabilir. Bunun Türbesi şu anda ziyaretgahtır. Allah cümlesinin mekanını Cennet etsin.Celali ayaklanmasının bütün liderleri Ahmet Hup yarin 4- 5 nesilden akrabalarıdır. Türkmenlerde değişmeyen bir gelenek vardır. Oda Türkmenler seyit soyundan olmayan bir kimsenin arkasından gitmezler. Başlarına lider yapmazlar.Bunu unutmayalım. Konuyu geçmişe doğru çok uzattık. Tekrar Celal Baba’ya dönelim.
Celal Baba ve İran’a götüreceği arkadaşlar ile akrabası, genç dervişleri “Dergahı, yolu sürdürecek, emanet edeceği” YarAhmet oğlu Hubyar Sultan, Ali Baba ve tecrübesiyle onlara göz kulak olacak, yol, yöntem gösterecek , himayesinde bulunduracak hemşerileri olan Banaz ‘lı Pir sultan abdal ve ocağa bağlı , akrabayı taaluk dan olan bir gurup Türkmen ile birlikte geldikleri ecdat yurdunu ziyaret ederler. Erkilette işlevsiz kalan Kalenderi ve Haydari Dergahını ikinci defa burada açmaya karar verirler. Dergahın kurucusu olarak Yar Ahmet Oğlu Hubyar sultanı görevlendirirler. Ali Baba ve Pir Sultan abdal Hupyar sultana özden bağlı yardımcılar olacak ve Pir Sultan Abdal ve oğlu bu tecrübesiz iki genç dervişleri irşat edecek ikrar ve kararını verirler. Dağlara çekilen lider ve Türkmen yiğitlerinin Osmanlıyla mücadelesini sürdürmeleri ve desdeklenmeleri kararlaştırılır. Dağılan , uzak dağlara çekilen Türkmen taliplerin “Gürgen Çukurunda” yeni kurulacak dergaha yönlendirilmesi kararı alınır. Türkmenlerin geleceği bu şekilde planlandıktan sonra Lider Bozoklu Celal Baba, arkadaşları gözleri arkada kalmadan Gürgen Çukurundan ayrılır. İran Yolculuğuna çıkarlar. Dağ yollarından gizli ve sapa, kestirme yollardan gideceklerdir. Ama Su uyur Düşman uyumaz, Osmanlı İstih baratcıları Celal Babanın İran’a gitmek üzere yola çıktığını haber alırlar. Canlı olarak yakalanması için Dulkadirli Beylerinden istenir. Dulkadirli muhafızlar iz sürerek takibe başlarlar. Celal Baba ve arkadaşları Erzincan yakınında ki “Kara Su “ kaynağı’nın başında dinlenirlerken yakalarlar. Celal Babayı Tanır ve oracıkta Padışah’a götürmek üzere kellesini keser alırlar. Arkadaşlarını yaralarlar, döğerler ama öldürmezler. Bedenini onlara teslim ederler. Bunu duyan Osmanlı paşaları ve yöneticiler muhafızların bu aceleciğine çok ofkelenirler. Sarayda dulkadirli beylerine kızar ve hatta araları açılır. Sağ istenir, ölü kelle götürülür.
Celal Baba’nın, beraberinde olan yaralı, arkadaşları çevrede ki köylere sığınırlar. Yaraları iyileşip kendilerine gelince sığındıkları köylerden At satın alırlar. Celal Babanın başsız bedenini bir ata yüklüyerek kestirme ve gizli yollardan Kaz ova’ya getirirler. Orada göçedemiyen Türkmenlerden Gurubun büyük bölümünün Buzluk dağlarına çekildiğini öğrenince Celal Babanın naaşı ‘nı buzluk dağlarına götürürler. Buzluk dağlarında Şimdi Ulu tepe (kelit) köyünde Top taş denilen su kaynağında At sulu yan , Celal babanın akrabası ve çobanı (öğrencisi) olan Değer yer köylü Deli Veli (çoban veli) daha sonra Şah Veli olacak kişi ile karşılaşırlar. Durumu anlatırlar. Pirinin öldürüldüğünü duyan Çoban Veli üzüntüsünden deliye döner. Yerleri tırmalar. Teskin ederler. Göç edenlerin dağlarda ormanlar içinde saklandıklarını ve bu çevrede olduklarını bulundukları yerin merkez olduğunu Naaşı getirenlere anlatır. Getirenler Celal babanın öldürüldüğünü Halka söyleyeceklerini ama Halkın mezarını bilmemesini isterler. Derler ki. Mezarı halk bilirse kulaktan kulağa Osmanlı duyar. Kellesini götürenler. Mezarı açar Celal Babanın Bedenin ide götürürler. Bunun için Celal Babanın naaşını kendi aramızda sır ederek halktan gizliyerek defin edelim derler. Mezar yeri ararlar. Ufacık bir tümsek tepe bulurlar. Bu tepeye mezarı kazırlar. Çoban Veliye derler ki. Sen Celal babadan dedelik öğrenip icazet almak istiyordun ama ayaklanma çıktı alamadın. Pire hizmetin geçti. Boşa gitmesin. Gel pirin, Mürşidin Celal Babanın başsız bedenini kendi elinle kabrine sen endir. Dedelik hakkını elde etmiş ve icazet almış olursun dediler. Böyle yaparak Celal Baba defin edildi. Mezarı belirli ,belirsiz hale getirildi. Halk Celal baba’nın öldürüldüğünü öğrenince Mezarını gösterin diye bizi ve duyduğu kişiyi sıkıştırırsa ne yapacağız derler. Aralarında bu yeri Şifrelemek isterler. Halk tarafından sıkıştırılan kişi eli ile uzaktan bu tepeciği işaret ederek “ESSAH” desin dediler. Anlamı Türkmence Pirimizin gerçek mezarı burasıdır demektir. Bu şifre ile Mezarı Celal baba adına mezar şifrelenir. Celal Baba’nın öldürüldüğü ve mezarının yeri ve şifrelendiği şifre bölgede bulunan bütün liderlere bildirildi. Halka öldürüldüğü söylendi. Bundan sonra Nerede öldürülürse öldürülsün öldürülen Türkmen liderleri’nin naaşları Celal Babanın mezarının yanına getirilip defin edildi. ESSAH şifresi artık lider mezarlığının adı oldu. Celali ayaklanması boyunca öldürülen liderlerin, lider mezarlığı burasıdır. Bu mezarlıkta Celal Babadan sonra ayaklanma lideri, Zünnün Baba, Nur hak dağında öldürülen Kalender Çelebi ulu lider olarak definedilmişlerdir. Tabi bu liderlerin öldürüldükleri noktalarda da aldatıcı , makam ve mezarları vardır. Bu Türkmenlerin doğal bir töresidir. ESSAH mezarlığında iç içe gömülmüş belirgin mezar taşları bulunan yüz ve yüz elli’ye yakın mezar mevcuttur. Bu liderlerden 45 kişinin kellelerinin kesilip Osmanlı Padişah’ına göstermek üzere İstanbul’a götürüldüğü bir çok kaynakta ifade edilmektedir. Yani burada yatan liderlerin bir kısmının bedenleri vardır. Kelleleri olmadığı söylenmektedir. Sonra Celal Baba, Zünnün Baba, Kalender Çelebi hariç hiç birinin gerçek isimleri bilinmemektedir. Bu Tarihi mezarlığın etrafına 1900 lü yıllarda buraya yerleşen Karslı 93 muaciri insanlar ölülerini gömmüşlerdir. Bunlar mermerle yapılı mezarlardır. Lider Mezarlığı harap ve köhne halde bakımsızdır. Sadece Celal Baba ve sonradan defin edilmiş Hubyar Sultan soylu, Himmet oğlu Hüseyin Abdal ve Behzat Abdal soylu Topuzlu Dede (Cuma) mezarlarının üzeri ahşap bir bina ile örtülüdür. Ziyaretgahtır. Bu mezarlık yer olarak Turhal İlçesi (Kelit) Ulutepe Beldesinin batısında Su gözelerinin ve Tırmıkcı’nın güneyinde yerleşim bölgesine bitişik Ah bunluklar denilen ve Üzerinde yaşlı iki Alıç ağacı bulunan bir yerdedir. Bölgenin yüksek tepelerinde Gözcü liderliği yapmış yanlarındaki mahiyetleri Türkmen yiğitleri ile Kürt Asıllı Hüsrev Paşanın , Kürt asıllı ordusu ile ve Hırvat Asıllı Rüstem Paşanın Balkan kökenli devşirme askerleri ile mücadele etmiş nihayetinde halkı uğruna kellelerini vermiş Liderlerden Erüklü Baba, Buyur Abdal, Sarı kaya (Satılmış Baba), Kazancı Tepesinde yatan Dikmen Babnın Kardeşi, Çivril Tepesinde yatan Öksüz Dede, Ağca şar köyündeki Arap baba. Zile’nin Yayla yeri köyünde Dikmen tepesinde yatan Dikmen Baba. Dere boğazında yatan Yağcı Abdal Baba, Kervansaray köyünde yatan Çöl tepe gözcüsü Ayan dede, İmi dolu köyüne yakın Elikli Baba “Kod adları “ ile anılan Türbeleri şu anda ekol olup aynı dergahın yetiştirdiği Barak baba dervişlerinin soyundan Hupyar soylu Türkmen Celali liderleridirler. Aynı ekole tabi Celali ayaklanmasına katılmış kaz ovadan sonra başka dağlara çekilen Çeltek Baba (Mahmut Şeyh soylu) ve onun adını taşıyan, Keçeci Baba (Şeyh İbrahim) Tokat Ahi evren ocağından ve Hac bek taş ocağından ayrıca icazet almış, Aziz Baba, Kara Musa (Abdal Musa) zile Emir ören köylü, Zile Çeresinde “Kara şeyh” (bu ikisi kardeştir) ve Acı su köyünde Ayaklanma lideri Değer yer köylü Şah Veli Türbeleri de ziyaretgah olup Türkmen celali liderleridirler.Şimdi Bütün Türkmen yazar , çizerlerine, dernek ve vakıf , federasyon ,konfederasyon ve Akademisyen bilim adamlarına, tarih cilere sesleniyorum. Bu ulu zatlar, Bilge kişiler ,Heterodoks Türkmen dervişleri Tarih sayfalarında Osmanlı “Vakavusname” yazarlarının taraflı ,yanlı yazılmış yalan, dolan resmi tarih yazıları ilemi kalıp “kod adları” ilemi anılsınlar? Yoksa bu günün tarih anlayışı içinde araştırılarak gerçekler su yüzüne çıkarılarak , gerçek isimleri bilinip aklanarak mı yerlerinde yatsınlar. ? Bu Ben Türküm, Türkmenim diyen herkese düşen bir görevdir. Bu insanlara ödenmesi elzem olan bir vefa borcudur diyorum. Bu insanların sürdürdüğü mücadeleyi açmak için konunun başına tekrar dönüyorum. Ne Olmuştu? Türkmenler Kaz ova’yı terk edip dağlara çekilmiş savunma tetbirlerini almışlardı. Osmanlıda dağları muahasarıya almak için devşirilen Balkan kökenli köyler kurarak Türkmenlerin tekrar ovalara inmelerini önlemişler. Dağlarda hapis etmişlerdi. Diyarbakirdan Yola çıkan Hüsrev Paşa komutasında ki, Kürt ordusu kaz ova’ya ulaşmış ve kaz ova’yı dolaşmış Türkmen isyancılarını bulamamış ancak bir kısım Ayaklanmaya katılmadıklarını söylüyen erkiletli “Malaklar Soyadlı” Türkmenleri bulmuş fakat onlara dokunmamış. Ayaklanmaya katılanları göç edemiyen özürlü, yaşlı, sahipsiz çocuk, kadın erkekleri toplamış getirip Zile kalesine hapis etmişler. Mahkeme kurup kadılar önünde sorgulamışlar. Sorguda Türkmen isyancılarının ve liderlerinin nereye ve hangi dağa kaçtıklarını sormuşlar. Soru sorulan Türkmen Ellerini göğüslerinde bağlıyarak sorgu sorana “Sırdır açıklıyamam” cevabını verdikce, kadılar Türkmene şöyle dermiş. “Sırrını aç” sizi af edelim. Kaleden dışarı salalım burada aç , susuz sürünme derlermiş ama Türkmenlerin ağzından gerçek bir söz alamazlarmış. Türkmenlerin bu söylemleri zile halkına yayılmış Zileliler bu günde kullandıkları Türkmen halkına “Sıraç” lakabını takmışlar. Devlet kaledeki bu mahkum Türkmenlerin karınlarını doyuracak erzak temin etmekte zorlanınca Şöyle bir tedbire baş vurmuşlar. Çalışa bilecek küçteki mahkum Türkmenlere altı ve üstü sarı renkli tulum biçiminde elbise giydirmişler. Tanınsınlar ve kaçmasınlar diye. Sonra zile de del lallar bagıttırmış lar ki. “İşi olan Zileliler gelsinler kaleden kaç kişi istiyorlarsa alsınlar. Öğle, akşam yemeğini versinler. Tarlalarında, bahçelerin de ve evlerinde çalıştırıp işlerini bitirince de getirip kaleye teslim etsinler. Bunlardan kaçanlar olursa götüren kişiler sorulu olacaklar” diye eklerler. Kaleye işci almaya giden Zileliler birbirleri ile karşılaştıklarında biri ötekine Ömer Nereye gidiyorsu diye sorduğunda Osman ömere kaleye gidiyorum çalıştırmak için birkaç “sırtı sarı” alacağım der. Türkmenlere Zileliler tarafından “Sırtı sarı” lakabı takılır. Bu günde bu lakabı söylerler. Sorgulama sırasında bazı ağzı gevşek Türkmenlerden büyük Türkmen gurubunun Buzluk dağlarına çekildiğini öğrenen Hüsrev Paşa kuvvetlerini alarak buzluk dağlarına hareket eder. Türkmenlerin yaşlılarının yerleştiği obaları bulur. Onları sıkıştırsada bilgi alamaz. Ancak ormanlık bölgelerde gizlendiklerine kanaat getirir ama ormanlık alanlara girmeye çekinir. Ordusunu bu gün çuhadar denile yerde kendi çadırını kurdurur. Askeri orduğahınıda suya yakın olan “Kürt yurdu” denilen çayıra yerleştirir. Bu iki isim o zaman ortaya çıkar.
Paşa Çuhadar Ağa “makamını” temsil eder. Askerlerin Kürt olduğu için onların çadırlı ordugah kurduğu için Türkmenler bu isimle “Kürt yurdu” diye tarif ederler. Bu şekilde ordugah’a yerleşen hüsrev Paşa ve Rüstem Paşanın temsilcileri korkudan ormanlık araziye giremediklerinden bölgede bulunan bütün su kaynakları başlarına nöbetci dikerler. Dağlarda gizlenenler susuz kalırda su içmeye inince yakalamayı beklerler. Dağ başlarında bulunan gözcü liderler Ateş dumanı ile durumu dağdaki Türkmenlere bildirirler. Ölseniz bile Su başların inmeyin derler. Türkmenler su başlarına inmezler. Beklemesinin bey huda olduğunu anlıyan Hüsrev Paşa, Türkmenlere korku vermek için askerlerine emir verir. Obalarda ki yaşlı, kadın ,erkek ve çocukları toplatır. Bu gün “Kamlı Dere” denilen adı o zaman konan dere’ye (Küçük vadiye) doldurur. Etraflarını askeri muafazaya altırtır. Gözcü liderler kuşbakışı bu olayı görür ve birbirlerine bildirirler. Bunları öldürseler bile kimsenin gidip teslim olmamasını emrederler. Yine Hüsrev Paşa ve Rüstem Paşa temsilcileri Türkmenlerin teslim olalarını günlerce beklerler. Kimsenin akrabalarımı öldürecek korkusuna kapılıp ta teslim olmadıklarını görünce bu kamlı dereye topladığı Türkmenlerin imha edilmesini isterler. İmha şeklini şöyle planlarlar. Bu düşünce Hırvat asıllı Kuyucu Murat ismini alan Rüstem Paşanın Temsilcisi zabit tarafından ortaya atıldığı rivayet edilmektedir. Kamlı Derenin altında bulunan derenin yumuşak topraklı kısımlarına 50 veya 100’er kişilik çukur kuyular kazınacak askerler tarafından kamlı dereden getirilen Türkmenler Kılıçlarla boynu vurularak çukur kuyulara itilecek kuyu dolunca da üzerleri toprakla kapatılacaktır. Kararlaştırılan emir böyledir. Hemen kuyuların kazılmasına başlanır. Bir kaç kuyu hazırlanınca askerler Kamlı deredeki “Kam, kasevet çeken” Türkmenleri tek sıra dizip 50- 100’er kişilik guruplar halinde kuyulara götürürler. Bu sırada Kamlı derede bulunan Türkmenler ellerini hava’ya kaldırarak yüksek sesle “KELİT, KELİT” diye bağırır ve soloğan atarlar. Bu kelimenin Türkmence karşılığı “Uyuz itler, Uyuz köpekler, Kelitler” Yezitler anlamını çağırıştırmaktadır. Askerler “Kuyuların Dere “ denilen yerde kuyu kazacak yumuşak toprak kalmayınca. Bu sefer bir gurup asker Kamlı derenin güney batısında bu gün “Fırınlar” denen gür ormanlık olan bölgede göklere direk olacak büyüklükte gür ateşler yakarlar. Bu sefer askerler yine tek sıra halinde Türkmenleri bu ateşlerin başına götürürler. Tutup, Tutup Türkmenleri ateşlere atarlar. Tarihi kaynaklarda bu bölgede 20 bin Türkmen in İmha edildiğinden bahsedilir. Bu kazılan kuyulardan gömecek insan kalmadığı için Yayla denilen düzlükte 4 adet boş kuyu yakın tarihe kadar duruyordu. Kuyu cıvarlarını tarla yapan Hüseyin Baytekin taşla doldurarak üzerini Tarla yapmıştır. İstenirse kuyular kazınıp ortaya çıkartılabilir.İnsanların gömülü olduğu kuyuların zaman içinde bir kısmı sel suları ile ortadan kalkmış. Bir kısmının üzeri tarlalar yapılmış. Bir kısmı da kuyu yeri olduğu belirgin değildir. Ama gözlemci ehil arkoloğlar marifeti ile bazı izlere rastlanılacağı kanaatindeyim. Bu gün en belirgin iz olarak bu yerlerin “Kamlı Dere, Kuyuların Dere, Fırınlar bölgesi adları ile o zamanın “Kelit” soloğanı ayan beyan ortada durmaktadır. Yine “Çuhadar” “kürt yurdu”, Kovala yakala) ,Kızlar Seküsü, Kızoğlan seküsü gibi bir çok askeri Türkmen terimleri bölgede ki izlerdir. Türkmenlerin İmha hareketi bitmek üzere iken. Buzluk dağlarının Batı bölgesinde Hupyar sultanın ,Pir Sultan Abdalın, Ali babanın örgütlediği Şah Veli ve Zünnün oğlu Halil ayaklanmaları başlar. 1527. Aynı tarih içinde Pir sultan’ın şiirler ile ikna ettiği Kalender Çelebi büyük bir ayaklanma başlatır. Amasya Göğnücek ve Varay bölgesini ele geçirirler. Hupyar Sultan 3’ncü Muratla buluşur. 3’ncü murat Amcasından Babasının öcünü almak için Hupyar sultan’a ve Şah Veliye, Zünnün oğlu halil’e destek verir. Amasya’yı taciz ederler. Kalender Çelebide kuvvetleri ile Sivas üzerinden Tokat’a ve Kaz ovadaki “Kat” karargahını tekrar ele geçirmek için buraya yönelince Buzluk dağlarında orman içlerinde saklanan Celali Türkmenleri ikiye bölünerek bir kısmı Kayı deresinden tozanlı çayı boyu sura Turhal üzerinden Kalender Çelebi kuvvetlerine katılmak için gittiler. Bir kısmı da varay bölgesindeki Şah veli ve Zünnün oğlu Halil’e Yardıma gittiler. Kelit bölgesinde sadece dağ başlarında gözcü liderlerle çok az sayıda savaşcı Türkmen kaldı. Bunu istihbarat eden hüsrev paşa imha hareketini bitirir bitirmez korkusuzca ormanlık alanlara girerek gözcü liderleri ve mahiyetlerini bulup , bulup yakaladığı yerde öldürdü. Liderlerin kellelerini alıp bedenlerini dağ başlarında bıraktı.bütün gözcü liderler öldürülünce de kelleler İstanbula gönderildi.Hüsrev Paşa kuvvetlerini kelit bölgesinden geri çekerek Amasya kuvvetlerince Çekerek yönüne doğru kovalanan Şah Veli kuvvetleri ve Zünnün oğlu Halil kuvvetlerinin önünü kesmek ve zile’yi korumak için Çekerek vadisine gitti. 1527.Şah Veli kuvetleride Dulkadirli lerin hilesi ile “ Kat” karagahına ulaşmadan tokat’ın çir çır denilen yerinde 4000 kişilik kuvveti 1000 kişiye düştü. Bunlarda Akdağ madeni sınırlarında bulunan Nurhak dağlarına çekildiler. Hüsrev Paşa bunları takibe başladı. Şah Veli ve Zünnün oğlu Halil ayaklanmalarıda çok kanlı bastırıldı. Hupyar sultan, Ali baba, Pir Sultan Abdal ayaklanma dışında hareket ederek Sağ kurtuldular.Ama yıllar sonra bu suçlarından dolayı yarğlanmaktan kurtulamadılar. Pir Sultan abdal’ın suçu sabit görülerek asıldı. Diğer ikisi İstanbul’a gönderilerek orada (Sarayda) yargılandılar . suçsuz bulundular. Olaya dolaylı destek veren 3ncü Murat “Kızılbaş murat” anadoluyu terk ederek Şah Tahmaz’a sığındı. İşte Buzluk Dağları Kelit bölgesinde bu olaylar oldu. Bu gün bu bölgede yüzlerce iz bıraktı. Arştırılmayı bekliyorlar.Birde bu konu ile ilğili benim ailemin hikayesi var. Şöyle ki : Kuyuların derede imha sırasında Çok kalabalık olan aşiretimizden iki kişi birisi Ahmet, Diğeri Hüseyin karabacak iki kardeş yolunu bulup askerlerin önünden kaçıyorlar. Kürt askerleri onları kovalarken Ahmet’e yaklaşıyorlar kılıçla koluna vurup kolunu koparıyorlar ama yakalıyamıyorlar. Hüseyin ise hiç yara almadan kurtuluyor. Çolak Ahmet ve kardeşi Hüseyin karabacak kaçarak olayların geçtiği bölgeden çok uzak Bu gün fındıklı Eşme denen yere ulaşıyorlar.Orada bu gün Çolakların Taş denilen kaya kovuğunda yaşamlarını sürdürüyorlar. Bölgede tehlike kalmadığı zaman ortaya çıkıyorlar. Onları gören diğer kurtulan insanlar. Birbirlerine “ey Allah ım görüyormu sun? Koskoca kalabalık aşiret imha edildi gittide “Yani büyük bir ağacın bütün dalları” yok edildi de iki çatallı (Tille) dalı kaldı. Diye hayıflanırlar. İşte benim şimdiki aile bu iki kardeşten ürüyen nesillerdir. Bu yüzden Ailemize “Tille oğulları” denir. Beğ dilli boyu mesutlu oymağındanız. Bu macera’yı benim atalarımda yaşadı.Şimdi yine bu konu içinde gizli kalmış bir konuyu açarak bahsedeyim. O da hani 45 liderin kellesini kesip padişah görsünde korkusu gitsin diye birde kürt komutanlar ve Hırvat devşirmeciler ve askerleri padişah’tan mükafat ve alkış alsınlar diye kelleleri İstanbul’a götürmüşlerdi. İşte şimdi bu 45 kellenin akibet öyküsünü anlatıyım:
Kürt ve Balkan kökenli askerler kelleleri Padişah’a ve saraya götürürler. Türkmenlere ölüm fermanlarını veren Padişah Yavuz Sultan Selim sırtında çıban çıkarak 1520 tarihinde ölmüştür. Hareketi yerine geçen oğlu Kanuni devam ettirmiştir. Kellelerin saraya getirilmesi 1527veya 28’dir. Padişah Kanuni Sultan Süleyman görür. Padişah kellelerin Yeniçerilerce teslim alınarak “Yedi küle mezarlığına” gömülmelerini buyurur. Balkanlarda ki Türkmenlerden olan Yeniçeri askerleri, Kelleleri Niçin öldürüldüklerini öğrenerek. Kellelerin tek , tek isimlerini, makam ve mevkilerini. Nerede öldürüldüklerini Getiren askerlerden öğrenerek kelleleri Teslim alırlar. Kelleleri yedi küle mezarlığına götürürler. Kendileri ile k arın daş ve inanç birliği olduğunu öğrendikleri kelleleri, Yedi küle mezarlı gına gömmezler. Hemen civarda özel bir yer ararlar. Dost ve samimi oldukları bir Ermeni Papazı bulurlar. O bölgede geniş bir çiftlik arazisinde oturan papaza keselerle altın vererek ikna ederler. Sırlarını saklamasını tenbihliyerek 2-3 dönüm büyüklüğünde Dut bahçesini papazdan satın alır. Uy ğun bir yerine Topluca bu 45 Türkmen bilge kişisinin kellelerini tek bir Mezara gömerler. Mezar taşına bölgenin lideri olan Erüklü Babanın adını yazarlar. Daha sonra bu mezarı Türbe yaparlar. Çevresine tek katlı bir kaç bina yatırarak Tekkeye dönüştürürler. Bektaşi Baba ve Dedesi bulup bu binalara yerleştirirler. Bir kaç Türkmen yeni çeri balkanlara gider. Kosova ve Bulgaristan bölgelerinde bulunan ve Dede, babası (din adamı) bulunmayan Türkmen köylerini dolaşır. Akıllı, Zeki görünümlü ve soy aile olan ailelerden çocuklarını istiyerek alıp bu Tekkeye getirirler. Gelen bu çocuklara isimlerini sorarlar. Çocuk ismini söyleyince ona derler ki. Oğlum artık sen bu ismi unut. Senin adın bundan sonra postunda oturacağın pirin , Mürşidin “Erüklü Babanın adı” olacak. Senin adin “Erüklü Babadır” derler. Bir öteki çocuğa senin adın “Dikmen Baba olacak” derler. 45 pirin isimleri onların postunda oturan ve bu Dergahta eğitilerek dede baba, yetiştirilen bu çocuklara verilir. Dede baba yetişen çocuklar balkanlarda ki köylerine gönderilirler. Ömürleri yettiğince köy ve bölgelerinde orada ki Türkmenlere liyakat la Dede, Babalık yaparlar. Ölünce onlarında mezarları “Erüklü Baba, Dikmen Baba Türbe ve tekke ziyaretgahı olur. “ Bu gün Kosova ve diğer balkan devlet ve şehirlerinde ki Türkmen köylerinde bu isimlerle Tekkeler mevcuttur. Balkanlara 1350- 1460 arasında binlerce Alevi inançlı Kızıl Oğuz Türkmeni ( Beğdilli, kızık, Kargın ve Avşar ) (Yörük) konar ,göçer Türkmen ailesi Tokat, Amasya ve karaman, Aydın yörelerinden Balkanlara sürüldü, Neydi amaç, Birincisi Türklere Barbar diyen Balkan Halklarına “Hiç bozulmamış töre ve geleneğinden,hiç taviz vermemiş, bağnaz değil, özgürlüğü benimsemiş hoşgörülü, sevecen, sıcak kanlı, alicenap Türkleri onlara göstererek fikirlerini değiştirmek için. İkincisi Balkanlarda Üretken bir toplum yaratmak ve bu halka köyler kurdurup , toprakları üzerlerine tapuluyarak Hiç silinmiyecek Osmanlı mühürü ile işgal Balkan topraklarını Osmanlı mühürüyle damgalamak için, Üçüncüsü, Balkanlara yerleşip “Edirne’yi başşehir yapan” Bir balkan devleti özelliğini kazanan ve Anadolu’dan uzaklaşan Osmanlı sarayı , Anadolu da bıraktığı kendi kökeninden korktuğu kalabalık Türkmen aşiretlerinin bir kısmını balkanlara taşıyarak göz önünde bulundurmak ve Anadolu ve Balkanlarda denge kurmak için Türkmenleri balkanlara, balkanlardan devşirilenleri Anadolu’ya mecburi göçle oralara taşımıştır. Bu günkü karışıklıkların kökeninde iki tarafta da çekilen acıların mesulü Osmanlının denge siyasetidir. Türkmenleri balkanlara taşırken o günün şartları ve anlayışı içinde Seyit Ali sultan, Sarı Saltuk, Mürsel baba, Otman baba (Hürsem Şah) bu heteredoks Türkmen dervişlerini halkla birlikte götürmüş onlara saygıda kusur etmemiş onlarda sadakat la Osmanlıya bağlı kalmışlar. İrşatlarına Devam etmişler. Ama Osmanlı siyasetini asimile üstüne kurduğu için ve geleceği hesapladığı için bu Dervişlere “evlenemezsiniz” Çünkü postunda oturduğunuz “Hacı bektaş” mücerritti (Evlenmedi, bekar yaşadı öldü) sizde onu izliyeceksiniz diyerek. Soy aile ve seyit soylu aile kökenini kuruttu. Bu soylardan olmayan önderlere İtibar Edimiyen Türkmen töresi yüzünden Balkan Türkmen köyleri “dedesiz, Babasız” kaldılar. Yol İz sürülmez oldu. Balım Sultanın tuzağına düştüler. Yüce allah’ın Hikmetine ve Anadolu Evliyalarının Kerametine bakınız ki: Halkları uğruna Buzluk dağlarında “kellelerini veren hupyar soylu dervişlerin bedenleri kıyımdan kurtulan bölge Türkmenlerin dertlerine derman yollarına ışık olurken, İstanbul Zeytinburnun daki Erüklü Baba Tekkesinde gömülü bulunan kelleler “Beden Değiştirerek” balkan yiğitleri donunda “Dedesiz, Babasız” kalan Balkan Türkmenlerine ışık, olmuş irşatlarına devam etmişlerdir. Adlarını, kerametlerini o topraklara taşımışlardır. Bu gün onlarda Ziyaretgahtırlar. İşte bunlar Türk ve Türkmenliğin ulu bir Ulus ve yüce bir keramet göstergesi değil de nedir? Bu ululara, ecdatlarımıza vefasızlık etmiyelim. Araştırıp aydınlatalım diyorum.Cümlesinin Ruhları Şad olsun, Mekanları cennet olsun. Zeytinburn unda ki Erüklü Baba Tekkesi Erzincanlılarca vakıf haline getirildi. Anadolu ve Trakya Türkmenlerince İbadete açık ziyaretgahdır. Yukarıda İzahetiğim konu benim araştırmam dışında hiç bir kaynakta yoktur. Erüklü Baba Tekkesindeki idarecilere ve Dedeye bilgi verdim ve konuyu anlattım ama fazla itibar etmediler.
Şimdide Tekrar Hubyar Sultan, Ali Baba ve Pir Sultan abdal’a dönelim. Ne yaptılar. Celal Baba’nın verdiği görevleri yerine getirdilermi.? Getirme’ye çalışıyorlarmı? Görelim: Evet Hubyar Sultan, Ali Baba, Pir Sultan Abdal Gürgen çukurunda Önce kendilerine barınacak bir bina yaptılar. Sonra bir Aşevi binası inşa ettiler, Kazanlarını ve kap kacak larını hazırladılar. Yakın çevre köylere Aşevi kurduklarını, Dergah ocağı açtıklarını duyurdular. Gizli yollardan kıyafet değiştirerek dağlara çekilen bölgelere gidip böge liderlerine Erkilette ki ocak ve dergah’ın Gürgen çukurunda faaliyete geçtiğini haber verdiler. Ayrıca İran’a giderken Celal Baba ile kararlaştırılan “Osmanlı ile Mücadelenin” dağlarda ve yeni liderler önderliğinde farklı cephelerde sürdürülmesi hakında karar alıp ikrar verdiklerini söylediler. Arka cepheden destek vereceklerini bildirdiler.Bu faaliyetlerin halka duyurulmasını istediler. Yeni lider olarak Hacı Bektaş soylu Şah Kalender Çelebinin ikna edileceğini, Zile dolaylarını konturol da tutması ve ayaklanmayı canlı tutmak için “Çoban Velinin” (Şah Velinin ) desteklenmesini istediler. Amasya sancağını etki altında tutmak, taciz etmek ,etkisiz kılmak için buzluk dağlarının batı ucunda Çekerek, Göğnücek ve Varay bölgesinde Zünnün oğlu Halil liderliğinde yeni bir ayaklanma örğütleyip desteklenmesini istediler. Bölgede Osmanlı şehzadeleri arasında çıkar çatışması olduğunu biliyorlardı. Bu çatışmanın maduru 3’ncü Muratla temas kurulmasını ve Hupyar Sultanla görüşmesi için 3’ncü muratın Gürgen çukuruna davet edilmesini bölge liderlerine bildirip duyurdular. Sonra Gürgen Çukuruna döndüler. Hupyar Sultanla 3’Ncü Murat’ın buluşması gerçekleşti. Aralarında işbirliği sağlandı. 3 Muratın Avaneleri Zünnün oğlu Halil ayaklanmasına destek verecekler sözü alındı. Ayaklanmaların hazırlığı yapılırken Hupyar sultan, Ali Baba Gürgen Çukurunda Tarikat, Tasavuf ve Türkmen liderliği vasıflarını öğrenmek için Pir sultanın oğlu “Üryan Hızır’dan” ders alıyor. bilgelik öğrenip tecrübelerini geliştiriyorlardı. Üryan Hızırı Derğah’ın piri ve Mürşidi tayın etmişlerdi. Aralarında güçlü bir dostluk vardı.Ali Baba ve Pir Sultan Abdal musehip olmuşlardı. Hubyar Sultanla da Üryan Hızır dostluğu ve yol kardeşliği vardı. Planlanan ayaklanmalar başladı. 1527 fakat hiç birisi muaffak olamadı. Bütünleşme fırsatını yakalıyamadan büyük bir güç oluşturmadan yenilğiye uğratıldllar. Destekci 3.Murat çareyi Şah Tağhmaza sığınmada buldu. Bu başarısızlıklar Hupyar sultan’ı, Ali Baba’yı ve Pir Sultan’ı çok üzdü, Ümitsizliğe kapıldılar. Ayaklanmalarla bir yere varılamıyacağını anladılar. Taktik değiştirmeyi ve yenilğiyi kabul ederek Osmanlıya bağlı kalarak . Bir müddet ortadan kayıp olarak suskunluk içinde kalıp ortalık düzeldikten sonrada Hiç bir şeyden habersiz gibi ortaya çıkıp dağlara çekilen ve dağılan, sağ kalan Türkmenlerin birlik ve beraberliğini sağlıyarak Gürgen Çukurunda ki dergaha bağlı kılmak kararına vardılar. Hubyar Sultan, Ali Baba, Üryan Hızır, Kul Himmet ve mahiyetlerinde ki Türkmenler Gürğen çukurunda yeni dergahın başında Dergah faaliyetlerini yürüterek, gelen talip misafirleri ağırlıyarak geçmişte hiç bir şey olmamış gibi bir köylü, bir çiftci davranışında ellerine baltalarını alarak maki çalılık ormanları kesip temizliyerek Dergah’a tarla açmaya çalıştılar. Seyahat etmeyi, bölgeden ayrılmayı bıraktılar. Ortalıkta görülmemeye ve gizlenmeye çalıştılar. Pir Sultan ise Gezginci bir ozan kılığında Sazı omzunda gizlenerek ve gizli yollardan Seyahata çıktı. Amacı başlarına gelenleri diğer bölgelerde ki Türkmen Cematlarına anlatmaktı. Tokat, Amasya, Merzifon, Osmancık, Çorum , sungurlu, Kırıkkale, Kırşehir üzerinden Haçı Bektaş’a ulaştı.Niyaz etti ve Balım Sultan’a nıyazla baş sağlığı diliyerek taziyelerini sundu. Medet diledi. Geçtiği kentlerde ki bulunan ulu dergahları ziyaret ettiğini şiirler ile anlatıyor. “Piri baba’yı, Koyun Baba’yı, Karpuzu Büyük Hasan Dede’yi, Taptuk Emre’yi, Haydar Sultan’ı, Çiçek dağını, Ahi Evreni ve Hacı bektaş’ı, balım Sultanı şiirleri ile dillendiriyor. Hacı Bektaş, Kırşehir, Ankara, Bolu, İstanbul üzerinden Balkanlara, Bulgaristan’a geçiyor. Otman Baba (Hürsem Şah) türbesini ziyaret ediyor. Cemaati ile görüşüyor. Günlerce burada kalıyor. Bunu şundan anlıyoruz. Bu gün Otman Baba türbesine bağlı zakirler söyledikleri her deyişin şahbeytisinde “Pir Sultan Mahlasını kullanırlar.” Buda gösteriyorki Pir Sultan orada günlerce kalmış ve yüzlerce şiir söylemiş diye değerlendiriyoruz. Demir Baba (Mürsel Baba), Yunanistanin Dimetoka kasabasında “Seyit Ali sultan Türbesini” ziyaret etmiş ve Cemaati ile görüşmüş. Anadolu’daki ayaklanmaları anlatmış. Osmanlının Türkmenlere yaptıklarını anlatmış. Desteklerini istemiş ve oralarda aylarca gizli dolaşmış ve Anadolu da ortalık düzelinceye ve olaylar unutuluncaya kadar oralarda kalmıştır. Eşinden ve Dostlarında ayrı kalmanın acısı canına tak edince de yurduna geri dönmüş. Bu durum şiirlerinde vurgulanıyor. Pir Sultan Abdal Banaz köyüne dönmüş ve sevdikleri ile buluşmuş. Pir sultan Abdal’ın bu Balkanlarda ki gizli karışını iyi değerlendirmiyen yazarlar. Pir Sultan Abdal ayaklanmalar sonrası Sivas- Erzincan arasında ki “Çiçek dağı yaylasında” gizlendi diyorlar. Bu ancak hapis edilmiş sonra serbest bırakılmış işte o zaman kısa bir an için orada gizlendiği doğru olabilir. Pir Sultan Abdal Balkanlar dönüşü yine Gürgen çukurunda ki dergahla ve Hubyar sultan ve Ali Baba ile dostluklarını devam ettirmiştir. Olayların Üstünden bir haylı zaman geçtiği için olaylar unutulmuş sağ kalan dağlarda ki Türkmenlerden “Gürğen Çukurunda” Kalenderi, Haydari ocağının açıldığını duyanlar akın akın guruplar halinde burayı ziyarete ve birbirlerine dert yanmaya gelmeye başlamışlar. Türkmenlerin Gürgen çukuruna bu yoğunluktaki yönelişleri Osmanlı istihbaratcılarının dikkatini çekmiş izleyip takibe başlamışlar. Karşılarına yine Pir sultan Abdal çıkınca tutuklayıp yargılamışlar. Pir Sultanın dik duruşu, Teslimiyetci olmayışı göz önüne alınarak suçluluğuna hükmedilmiş Sivas valisi Hızır Paşa tarafından 1560 tarihinde idam edilerek Hakın rahmetine kavuşmuştur. Kaynak Kitap:Osmanlı Gizli Tarihinde “Pir Sultan Abdal ve Bütün deyişleri,Kilim Matbası baskı 2006. Ali Haydar Avcı.
Bu Yargılamada Hupyar Sultan ve Ali Babada yarğılanmışlar. Fakat ikiside kesin suçlu görülmüyerek Sıvatsa aklanmışlar. Tamamen suçsuzluklarının kanıtlanması için birde İstanbul da sarayda yargılanmaları için Hupyar Sultan Ve Ali Baba birlikte ellerine dosyaları verilerek Sivas Kadılığınca İstanbul’a gönderilmişler. 1555 yıllarında. Sarayda ikisi de suçsuz bulunmuşlar. Berat ederek geri dönmüşler. Halk arasında ki “Fırına girdi” efsanesi işte o zaman ortaya çıkmıştır. Dergah ve Aşevi dolup taşarak işlevini sürdürmektedir.geçen olayların halk üzerinde ki piskolojik etkisi gittikçe azalmıştır. Halk işinde gücündedir. Osmanlı Padişah’ı geçmiş atalarını hatırlayarak ve Osmanı Aliyenin kuruluşunda hizmeti geçmiş , devletin kuruluşunda görev almış Seyit soylu ailelere , kişilere Osmanlı Hanadanları’nın, ve Sarayının minnet borcunu ödemek üzere geriye dönük bir kanunname çıkarır. Bunun kabzamı şöyledir. “Osmanlı Aliye’ye kuruluşunda hizmeti geçmiş Seyit kökenli kişi ve ailelere, Türbe, Tekke, İmaret hane, medrese kurmaları için bir kısım padişah mülkü, vatan toprağı Vakıf arazisi olarak bu kişi ve ailelere verilecek Onlarda Vakıf tesis edecekler. Bu vakıflarda bulunan arazilerden vergi, öşür, aşar alınmıyacak. Bu vakıf sahiplerinin çocukları askere çağrılmıyacak. Anğarya işlerde çaliştirilmıyacaklar. Vakıf sahipleri ölürde vakfı işletilmese bu vakıflara asker gönderilecek onlar vasıtası ile vakıflar işlerliğini sürdürecek der.” Bu kanun name bütün sancaklara ve beylerbeyliklerine gönderilir. Bu gibi kişi ve Aileleri bulmak görevi verilir. Sivas (Rumeli Beylerbeyliği yetkilileri) Hupyar Sultan ve Aşevi Dergahı ile birlikte değerlendirerek bu kanunname şartlarına uygun bulunur. Hupyar Sultanın İsmi Padişaha bildirilir. Padişah 1560 yılında vakıf fermanı beratını gönderir. Böylece hupyar Sultan Ve Ali Baba vakıf sahibi olurlar. Bu vakıf fermanı yeniletilerek soy secerelerine göre nesiller boyu devam eder. Vakıf Beratları , kaynak: “Ali Kenan Oğlu ve İsmail Onarlı’nın yazdığı Hupyar Ocağı ve Beğdilli Sıraçları adlı kitabin ekleri bölümünde vardır. İşte Hubyar Sultanın “Vakıf Beratının hikayesi budur. Osmanlının bir Türkmen önderine küçük bir hediyeside olsa Taktirle karşılıyoruz. Hupyar Sultan , soy seceresiyle buna fazlasıyla laik bir kişidir. Onuda tebrik ediyor. Mekanı cennet olsun diyoruz. Yukarıda mealini yazdığım “Kanunnamenin” Araştırılıp Osmanlı arşivlerinden bulunmasını Akademisyen Türkmen Bilim adamlarından diliyorum. Celali Ayaklanması konusu içinde dönüp dolaşarak bir çok bilinmez konuları dile getirdik. Konuları tasnifsiz bir şekilde iç içe girmiş bir düzende anlattım. Biliyorum berrak olmadı. Okuyucu yorulur. Yada Düşünür bu düzensizliği kendisi düzeltir. İşte o zamanda konuyu daha derinlemesine inceler. Ne yapayım ben fazla profosyönel bir yazar değilim. Buda benim sitilim.
Kaz ova ve Buzluk Dağları Bölgesinde de bu gün ki Nüfus ve Kültür yapısı Kozmopolittir: Türkmenler, dağlara çekilince Türkmenlerin çekildiği dağların eteklerine Balkan kökenli devşirmeleri yerleştirmişlerdi. Kaz ova’nın iç bölgelerine de Anadolu dan balkanlara taşıdıkları ve yunanistanın Dimetoka kasabasında oturan ve Osmanlıya sadakat la bağlı olan ve Seyit Ali sultan ocağına bağlı, Bektaşi inançlı Av şar (Yörük) Türkmenlerinden 7 köyü göç etirerek getirip Kaz ovanın içlerine yerleştirdiler. Turhal Çaylı ve Pazar Tepe çay, Tokat’ın Çerçi, var vara köyleri gibi Emir seyit köyü gibi bir kaç köyü de Bursa dan getirip yerleştirdiler. Bunlar ayaklanma sonrası oldu. O sırada bir çok köyde Malatya dan Dul kadirli Beyliği kendi Türkmenlerinden gönderdi. 1850 -1877 kaf kas bölgelerini Rusların iş ğal etmeleri ile baskıya maruz kalan Çeçen, Osetya, Çerkez ve Gürçü gibi (Edigey) Toplulukları damatları Padişah Abdül hamidin direktifleri ile bölgeye getirilerek Kaz ovanın verimli topraklarına yerleştirildiler. Bu gün bölgede refah ve zenginlik içinde yaşıyan bir topluluktur. Rusların Kars bölgesini işğal etmesiyle Türkmen, Kürt,Gürcü ve Mesket Türkü binlerce köy halkı “93 muaciri” göçmen bölgeye geldi. Bunlar daha çok Buzluk dağı bölgesinde 1855 tarihinde çıkarılan iskan kanununa dayanarak kurulu köylere dağıtılarak yerleştirildiler. Bütün bu yerleştirilmede Osmanlının Denge siyaseti göz önüne alınarak yapıldı. Böylece bölgede hakim kültür olan Kızıl Oğuz Türkmen kültürü bu kültürler arasında etkinliğini kayıp etti. Farklı kültürler arası asimile hareketler yoğunlaştı. Türkmenler kültürlerini ancak gizlilik faaliyetlerine önem vererek koruya bildiler. Bunda “dedelerin” çok büyük emekleri vardır.Yine bölge’ye ayaklanma sırasında Kürt asıllı Rüstem Paşa bölgeye getirdiği Kürt kökenli askerlere Kaz ova da, zile maşat ovasında Türkmenlerden aldığı arazileri onlara dağıtarak Kürtleri bölgeye yerleştirmişti. Ondan önce bölgede kürt nüfusu yoktu. Birde bölgeye 1855 yıllarında ayaklanan (Sivas bölgesinde) Türkmen asıllı olup Kürtleşen Şerefhan aşireti Badıllı Kürtleri kaçarak bölgeye sığındılar. Bütün bu kavimler bölgede bir mozaik yarattılar. Birbirini horlamadan yaşamalarını ben bir güzellik sayıyorum.İşte birde bölgede Ermeni, Rum, Türk kökenli hiristiyanlar ve bunlardan dönerek Türkleşenler bölgenin nüfusunu oluşturmaktadırlar. Bu denli zenğin kültür mozayiği bölgeye canlılık katmaktaydı. Düğün dernekler çok renkli idi. Geçim kaynakları azalıp, Geçim zorlaşınca bölge çok göç vermeye başladı. Bölgede genç nüfus kalmadı. Yaşlılar kaldı. Sermaye birikimi sağlanamıyor. Özel teşebüs erbabı yok denecek kadar az, Bölge hızla fakirleşmekte devlet yatırmları yok, tetbirleri yok, senayi yok ve işsizlik göç hareketini durmadan körüklüyor. Halbuki bölge arazileri hem çok bakir ve hemde çok verimli mümbit topraklara ve tükenmez su kaynaklarına sahiptir. Eksik olan genç nüfus, Teşebus erbabi, Arge çalışması ve sermaye ile teknoliji uygulamasıdır.Bölge aydınları ümitle Türkiyenin AB topluluğuna dahil edilmesini beklemektedir.Bölge halkları arasında kaynaşma çok zayıftır. Kooparetifleşme, şirketleşme çok zor olmaktadır. Çok kavimli toplumlar bundan zarar görmektedirler. Kavimler arasında rekabet yoktur. Bu arazları ortadan kaldıracak toplumları ortak hareketlere teşvik edecek kurumlar mevcut değildir. Eğitim eksikliği vardır. Din ve İnanç bağnazlığı vardır. Bölge Turizm yönündende büyük bir potansiyele sahiptir. İklim çok Musaittir. Tokat, Amasya bir zincir oluştursa yarar sağlarlar. Ama her şeyde sermaye birikimi ve teşebüs erbabı öne çıkıyor. Hiç olmazsa Tarımda bari bir marka yaratılsa bölge refah seviyesini yükselte bilir. Hayvancılıkta bölge için önemli bir değerdir. Bölgenin sorunlarını bu ifadelerle dile getirmiş olduk. Şunuda ifade edeyim ki bu bölgenin en enerjik ve en üretken ve en kanaatkar, aydın toplumu Türkmenlerdir. Yani mülkün Temel sahipleridirler. Diğerleri bunların miraslarına konmuşlardır. Bütün toplulukları barış içinde ,dayanışma içinde Türkmenleri takip etmelerini ve rekabete girmelerini içtenlikle diliyorum. İlimiz topraklarını ancak bu şekilde kalkındıra biliriz. Birlik beraberliğe ihtiyacımız var. Kaz ova, Niksar ovası, Erbaa ovası ve Zile ovası halkımızın sermayesidir. Bunları yabancılara kaptırmıyalım diyorum. Bu tavsiyelerle bu coğrahya ‘yı tanıtmaya ve değerlendirmeye son veriyorum. Saygılarımla 01 Eylül 2009
Araştırmacı yazar: HÜSEYİN BAY
ULUTEPE BELDESİ
TURHAL
0 533 514 00 88