TEBDER KURULUMUDUR
MANA YAZILARI
ALEVİLİK İNANCININ ÖZLERİ

Makamları

kazim kemerkaya:

              SARI SALTUK     Sayfa  :  2


Tunceli’nin Hozat ilçesinin sekiz kilometre kuzeyindeki 2276 rakımlı Sarı Saltuk tepesinde aynı adla anılan bir makam bulunmaktadır. Tepenin güney ve güneybatısındaki Karaca ve Akviran (Akören) köylerinde Sarı Saltuk soyadını taşıyan bir aile de yaşamaktadır. Sarı Saltuk’a mal edilen kerametler sonucunda bu makam, bir adak yeri ve Kızılbaşlarca kutsal bir ziyaretgâh haline gelmiştir. Çevredeki köylü­ler, Sarı Saltuk’un gerçek mezarının burası olduğuna inanmaktadırlar[34]. Akviran (Akören) köyünde Sarı Saltuk ailesinden birine ait bir türbe ile yüzyıllık bir mezarlık bulunduğunu belirten N.Sevgen, bu mezarlıktaki eski mezar taşlarının yurdumuzun her tarafında bulunan mezar taşlarıyla aynı olduğuna ve bunların yardımıyla Dersim (Tunceli)’deki mezar taşlarının Türk kültür ve folkloru bakımından aynı değer ve anlamı taşıdığına dikkat çekmektedir[35].

Diyarbakır şehir merkezindeki Urfa Kapısı yakınlarında Gülşeniler Tekkesi olarak adlandırılan tarihî yapılar arasında Sarı Saltuk’un bir türbesi de bulunmaktadır. Kesme taştan yapılan sekiz köşeli bir yapı olan türbe, içeriden bir kubbe, dışarıdan da yüksek bir kasnak üstünde piramit biçimi çatıyla örtülüdür[36]. Türbe, dört bir yanı duvarla çevrili külliyenin içindedir. Külliyede halen ibadete açık bir mescit bulunmaktadır. Türbe, girişin hemen sağındadır. Türbenin eskiden iki pencereli olduğu anlaşılıyor. Sonradan bu pencerelerden biri örülerek iptal edilmiştir. Mescidin yanında ayrıca iki de mezar bulunmaktadır. Halk, türbede yatan kişiyi Sarı Saltuk, Sarı Sadık, Seyyar Saltuk gibi adlarla anmaktadır. Sarı Sadık Camii imamı Sadık Özbağlar’ın anlattığına göre türbede gömülü olan kişi alplar döneminde yaşamış bir alp-eren olan Sarı Saltuk’tur. Ölümü yaklaştığında adamlarına şöyle bir vasiyette bulunmuştur: «Ben öldüğüm zaman yedi tabut hazırlayacaksınız. Bu tabutlardan birinde ben olacağım, altısı ise boş olacak. Boş olanları küffar diyarlarına gömeceksiniz. Tabutumun bulunduğu ülkeleri Türkler küffardan alacak.»[37]. Halk arasında yaşayan başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlerden birine göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. Gazalara da katılmıştır. İnanışa göre Diyarbakır’da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve türbenin olduğu yere gömülmüştür[38].  Türbenin halk inanışlarında önemli bir yeri vardır. Cuma akşamları (perşembeyi cumaya bağlayan akşam) türbeyi yalın ayakla ziyaret eden kadınlar can u gönülden bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır[39]. Birinden kötülük gören kişinin türbeye gelerek kendisine kötülük yapana kılıç çalması için duada bulunduğu da oluyormuş. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar, türbeye mum dikerler[40].  Sarı Sadık Camii imamı, kadınların türbeye mum dikmesinin dinimizce uygun bir iş olmadığını söylüyor, ancak buna mani olamadıklarını belirtiyor. Sarı Saltuk’u rüyasında görenler gelip adakta bulunurlarmış. Dilekleri gerçekleştiği takdirde türbede horoz, koyun, keçi gibi hayvanları adak olarak keserlermiş. Çevredeki cami ve binaların duvarlarını sarmaşıkların sarmasına, hatta tamamen kaplamasına rağmen Sarı Saltuk türbesini yıllardır hiçbir sarmaşığın sarmaması da Sarı Saltuk’un manevî gücüne bağlanmaktadır[41].

Bor’daki Sarı Saltuk makamı, Saltuk-nâme’nin bir nüshasının da bulunduğu Halil Nuri Yurdakul Kütüphanesi ile aynı cadde üzerindedir. Bu kütüphanedeki Saltuk-nâme nüshasını incelemek üzere 1982 yılında Bor’a gittiğimizde ziyaret etme fırsatı bulduğumuz bu makamın harap durumunu görerek üzülmüştük. Daha sonraki yıllarda yaptığımız ziyaretlerde makamın onarıldığını görmek bizleri sevindirdi.  Binanın 1732’de bir onarım gördüğü türbede bulunan kitabeden anlaşılmaktadır. Bunun gerçekte bir makam olduğu Hacı Mahmut Hoca’nın 1869’da basılan Nesayih-i Amme adlı risalesinde belirtilmektedir[42]. Buna karşılık Sarı Saltuk’un Bor’daki bu makamının öteden beri bilindiği edebî kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ahmet Kuddûsî bir şiirindeki

Belde-i Bor’daki Saltuk türbesi

Kim ziyaret itse kalmaz kürbesi[43]

dizeleriyle, Konyalı halk şairi Lemi de

Geç Akşehir’den uğra Nevşehir’e

Niğde’de Kesikbaş Kemâl Ümmî

Bor’da Sarı Saltuk pünhana yalvar[44] 

dizeleriyle Bor’da Sarı Saltuk’a ait bir ziyaretgâh bulunduğunu göstermektedirler. Bu türbenin halk arasında büyük bir saygı gördüğünü ve kutsal günlerde ziyaret edildiğini, türbede adaklar adandığını görmüştük.  Türbenin halk arasındaki itibarının göstergesi sürekli olarak temiz tutulması, onarılması ve ziyaretçisiz kalmamasıdır.

İznik’teki Sarı Saltuk türbesi şehir merkezinin dışında, Cevdet Hersekli adlı bir kişinin üzüm bağının içerisindedir. 1963 yılındaki tadilata kadar türbenin üzeri açık durumdaydı. C. Hersekli, dedesi Mehmet Hersekli’den dinlediğine göre, Sarı Saltuk «Türbemin her tarafı açık olsun rüzgâr alsın, üzeri açık olsun rahmet yağsın !» diye vasiyette bulunmuş. Dört sütun üzerine oturtulmuş bir kubbeden meydana gelen türbenin dört tarafı da açıktır. Türbe, İznik ve çevresindeki halk tarafından saygıyla ziyaret edilmektedir. Hacca gitmeğe niyetlenen hacı adayları­nın ilk ziyaret ettikleri türbelerden biri de Sarı Saltuk’un türbesidir. Okulların kapan­ma­sına yakın öğrenciler de türbeyi ziyarete gelmektedir. İznik ve çevresinden, özellikle Bilecik’ten gelen kadınlar ise hemen her cuma Sarı Saltuk türbesini ziyaret ederler[45].  Halk arasında anlatılanlara göre Sarı Saltuk bir alp-erendir. İznik’in fethine katılmış, Türklüğü ve İslâmiyeti yaymak amacıyla Hindistan’a kadar gitmiştir. Tür­bey­le ilgili bazı rivayetler bulunmaktadır: Bir yaz günü türbenin gölgesinde uyuyan bir kişinin rüyasına giren Sarı Saltuk «Yolumun üzerinde yatma !» diyerek kızmıştır. Sarhoş veya izinsiz olarak bağa girenlerin, görünmez bir elle cezalandırıldığına dair rivayetler anlatılmaktadır. Bu rivayetler, ülkemizdeki pek çok yatıra ve türbeye bağlı olarak anlatılan cezalandırıcı olma özelliğini İznik’teki Sarı Saltuk türbesinin de taşıdığını göstermektedir.

İstanbul boğazının Karadeniz’e açılan en uç iki noktasından biri olan Rumelifeneri’ndeki fener binasının içerisinde Sarı Saltuk’a ait bir ziyaretgâh vardır. Karadeniz’e dik inen bir tepenin üzerine yapılmış olan bu fener 147 yaşındadır. Fenerin giriş katında merdiven dairesinin hemen sağındaki sahanlığı kaplayan ziyaretgâhta bir sanduka bulunmaktadır. Sandukanın baş ucunda duvara dayalı bir şekilde duran yedi satırlık kitabede şunlar yazılıdır: 1Hüvel bâkî  2Kutbu’l-ârifîn gavsu’l-vâsılîn 3Hazret-i Hacı Bayram-ı Velî kaddese (sırrıhû)  4evlâd-ı kirâmların­dan Sarı Saltuk  5 Hazretlerinin merkâd-ı şerîfine el-fâtihâ  6 ……. 7 Sene 1204 [46].  Ziyaretgâhın son derece temiz ve düzenli olması, Türkiye Denizcilik İşletmelerinin Rumelifeneri’nde çalışan görevlileri sayesindedir. Fener görevlilerinden Rasim Uçar, ziyaretgâhın bakımı ve temizliği ile yakından ilgilenmektedir. Fener 1850 yılında yapılmıştır. Fenerin yapılacağı sırada köyde yaşayan Mehmet adındaki bir kişi, gece rüyasına bir velinin girdiğini, incir ağaçlarının olduğu yerde Sarı Saltuk'un mezarının bulunduğunu, fenerin bu mezar üzerine yapılmasının daha hayırlı olacağını söylediğini anlatır.  Yapılan kazı sonucunda işaret edilen yerde gerçekten bir mezar bulunur ve mezarın olduğu yer ziyaretgâh şeklinde düzenlenerek üzerine fener inşa edilir[47]. Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında köy düşman gemilerinin bombardımanına maruz kalmış, köydeki bütün evler yıkılmıştır. Feneri hedef alan düşman topçusu bütün gayretine rağmen isabet kaydedememiştir. Fenerin eski görevlilerinden Fenerci Hafız ve daha sonra görev yapan Adem Kanyılmaz gibi kişilerin anlattığına göre mezarın yanındaki takunyalar sabah ıslak bulunurmuş.  Takunyaları abdest alan Sarı Saltuk'un ıslattığına inanılmaktadır.  Fenerdeki eski görevliler fenere tırmanırken zikir seslerinin duyulduğunu anlatırlarmış. R.Uçar da bu sesleri bizzat duyduğunu ifade etmektedir. Köydeki balıkçılar eskiden ziyaretgâha büyük saygı gösterirlermiş. Yirmi beş yıl öncesine kadar, balıkçılar denize açılmadan önce tekneleriyle fenerin etrafında toplanıp, avın bereketli geçmesi için Sarı Saltuk'un ruhuna dualar okuduktan sonra denize açılmak için Sarı Saltuk'tan izin isterlermiş. Balıkçılar, Sarı Saltuk'un ruhunun kendilerini koruduğuna inanırlarmış[48]. Çevredeki içkili gazinolarda, müstehcen film gösteren kahvehanelerde meydana gelen sandalyelerin sağa sola savrulması, duvarların sallanması gibi çeşitli olaylar da  Sarı Saltuk'a bağlanmaktadır.  Mezarın sağaltıcı özelliği olduğuna da inanılmaktadır.  Fenerin hemen yakınındaki suyun sağaltıcı olduğunu söyleyen R. Uçar, bu sudan içerek astım hastalığından kurtulanların bulunduğunu, iyi olanlardan birinin  adı, adresi ve telefon numarasının kendisinde bulunduğunu anlatmaktadır. Saltuk-nâme'nin çeşitli yerlerinde Sarı Saltuk'un yer altından şifalı sular çıkardığı anlatılmaktadır. Romanya'daki türbenin hemen karşısında akmakta olan pınarın da şifalı olduğuna inanılması dikkat çekicidir.

Babaeski’de de Sarı Saltuk’a ait bir ziyaretgâh olduğu tarihî kaynaklarda belirtilmektedir. Bu konudaki bilgiyi yukarıda ele almıştık. Ancak, Babaeski’deki makam günümüze ulaşamamıştır. İlçenin doğusunda, Cedid Ali Paşa Camii’nin yakınında bulunan bu makam ve tekke Balkan Savaşı sırasında Bulgarlar tarafından yıkılmıştır. N.Sevgen, bu hareketin Bulgarların Sarı Saltuk’a besledikleri düşmanlığın önemli bir delili olduğunu belirtmekten kendisini alamaz[49]. 1990 yazında Babaeski’de yaptığımız araştırmada biz de Sarı Saltuk makamından ve tekkeden en küçük bir iz bile bulamadık.

Dobruca bölgesinin Romanya'da kalan kısmında Babadağ olarak anılan küçük bir kasabada Sarı Saltuk türbesi vardır[50]. Burada yatan kişinin gerçekten de Sarı Saltuk olduğuna dair kaynakların bulunduğuna yukarıda değinmiştik. Kuzey Dobruca’daki 9.000 nüfuslu bu kasabanın güney kısmındaki Maçin sokağında Sarı Saltuk türbesi ve bu türbenin karşısında da yaz kış akan Baba Pınarı bulunmaktadır. Türbe yakın zamanda bir onarımdan geçirilmiştir. Ancak, bu onarım sırasında türbenin tarihî yapısı kısmen kaybolmuştur. Türbe, bugün de kasabadaki ve çevredeki Türkler tarafından ziyaret edilmektedir. Türbeyle Vedat Tairoğlu adlı Babadağlı bir Türk ilgilenmektedir. Babadağ’ın yaşlıları, eskiden bu türbenin yanında bir bina daha bulunduğunu söylüyorlar. Arif Reyip’in dedesinden dinlediğine göre bu bina eskiden tekke olarak kullanılıyormuş[51]. Evliya Çelebi’nin Seyahat-nâme’de büyük bir hayranlıkla anlattığı bu türbe ve tekkeden bugün sadece üzeri kapalı bir mezar kalmıştır. Kasabanın en yaşlı kadını Sıdıka Emriye Hanım eskiden beri türbenin ziyaret edildiğini, kadınların adaklar adadığını anlatıyor. Çocukluğunda  türbe ziyaretinin büyük bir tören şeklinde yapıldığını, Hıristiyanların da türbeyi ziyaret ettiğini[52] belirtiyor[53].  Günümüzde ise Hıristiyanlar artık bu türbeyi ziyaret etmiyor. Kasabadaki bir başka ziyaretgâh olan Koyun Baba'yı Müslümanların yanı sıra Hıristiyanlar da ziyaret etmektedir. Sarı Saltuk türbesini ziyaret eden kadınlar dileklerinin olması için türbede dualar okumakta, mum yakmaktadır. Eve döndükle­rin­de koku çıkarma olarak adlandırdıkları kızgın yağda hamur kızartma işini yapmaktadır[54]. Anadolu’da lokma dökme olarak adlandırılan bu geleneğin Babadağ’da koku çıkarma olarak adlandırılması dikkat çekicidir. Kokunun ve tütsünün eski Türk inancı içerisinde, özellikle nazardan, büyüden ve tehlikelerden korunmakta önemli bir yeri olduğu bilinmektedir[55].  Bu hamurlar daha sonra hayır için üç veya yedi eve dağıtılmaktadır. Bunlar da Türk inanç sistemi içerisinde yeri olan sayılardır.

Makedonya Cumhuriyeti’ndeki Ohri şehrinin yaklaşık 30 km. güneyinde Ohri gölünün güney kıyısı üzerinde kurulmuş olan Sveti Naum Manastırındaki şapelde Hıristiyanların Sveti Naum’a ait olduğunu düşünerek ziyaret ettikleri ve sesler geldiğine inanarak dilek tutup kulaklarını dayadıkları bu mezar, geçmişte Türkler tarafından da Sarı Saltuk’un mezarı olarak kabul edilmiş ve saygıyla ziyaret edilmiştir[56]. Tarihte bu mezarın hem Hıristiyanlar hem de Müslüman Türkler tarafından ziyaret edildiği, Hıristiyanların mezarda Sveti Naum’un yattığına inandıkları, Müslüman Türklerin ise mezarda Sarı Saltuk’un yattığına inandıkları araştırmacıların çalışmalarıyla ortaya konulmuştur[57]. Daha sonra Türklerin pek çoğunun bölgeden ayrılmasıyla mezarın Türk ziyaretçilerinin sayısı gittikçe azalmış, zamanla Türkler mezarı ziyarete gitmemeğe başlamıştır. Böylece mezar sadece Hıristiyanların ziyaret ettiği bir yer haline gelmiştir. Buna karşılık Sarı Saltuk’un bölgedeki Türkler üzerindeki etkisi hâlâ sürmek­te­dir. Ohri’deki Halveti Tekkesinin müridleri arasında Sarı Saltuk’un hatırasının yaşa­dı­ğını, müridlerin mezarda yatanın Sarı Saltuk olduğuna yürekten inandıklarını 1996 yılının yaz aylarında bölgeye yaptığımız araştırma gezisinde görmüştük. Ohri'deki Halvetî tekkesinde hâlâ Sarı Saltuk'un menkıbeleri anlatılıyor. Son derece güçlü olmasının yanı sıra keramet gösteren bir velî olduğu da belirtilmektedir. Buradaki müridlerden Sarı Saltuk'un bir rahiple iddiaya tutuşması menkıbesini dinledik. Bu menkıbe aynen Saltuk-nâme'de de yer almaktadır. Gerek tekke şeyhi Abdülkadir Şeyh, gerek tekkedeki müridler, Türklerin Makedonya'da çoğunluğu ve hakimiyeti kaybetmesinden sonra bu mezarın Hıristiyanlar tarafından bir Hıristiyan ziyareti haline getirildiğini belirtiyorlar. Gerçekten de günümüzde bu mezarın Sarı Saltuk'a ait olduğunu gösteren en küçük bir iz bile kalmamıştır. Oysa daha geçen yüzyılın sonlarında bile burada namaz kılmak için seccadeler bulunuyordu[58].  Manastırdaki Makedon rahibe, Türklerin  bu mezarın Sarı Saltuk'a ait olduğuna inanarak ziyarete gelip gelmediğini sorduğumuzda çok büyük bir tepki ile karşılaşmıştık.       

Ortodoks mezhebine bağlı olan Gagavuz Türkleri arasında Sarı Saltuk'un özel bir yeri vardır. Bu ilginin sebebi Gagavuz tarihi incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi Gagavuzların kökeni ile ilgili tezlerden biri de, Gagavuzların değişik Türk boylarının karışması ve kaynaşması ile oluştuğu düşüncesidir. Tedeusz Kowalski, bu görüşleri değerlendirmiş ve Gagavuzların üst üste üç Türk tabakasından   meydana geldiği tezini ortaya atmıştır. T. Kowalski'ye göre en eski tabaka kuzeyden gelen bir Türk topluluğunun kalıntısıdır. İkinci tabaka Osmanlıların Balkanlara gelişinden  önce güneyden gelen bir Türk topluluğudur. Üçüncü tabaka ise Osmanlı devrinin Türk kolonilerinden ve Türkleşmiş unsurlarından meydana gelmiştir[59].  İkinci tabakayı meydana getiren güneyli Türk topluluğu içerisinde II. İzzeddin Keykâvus ve Sarı Saltuk kumandasında Anadolu’dan Balkanlara geçen Türkler de yer almaktadır. Yazımızın girişinde bu konuyu Yazıcıoğlu Ali’nin Tevârih-i Al-i Selçuk, Seyyid Lokman’ın Oğuz-nâme’sini kaynak göstererek ele almıştık. Tevârih-i Al-i Selçuk’ta Sarı Saltuk’un ölümünden sonra Balkanlarda kalan ve Hıristiyan olan bu Türklerin, Gagavuzların asıl nüvesini teşkil eden Hıristiyan Türklerle karıştığı bilinmektedir[60]. Bu sebeple Gagavuz Türkleri de Sarı Saltuk’u baba olarak adlandırmakta, tarihî köklerini buldukları bir tarihî kişilik olarak görmektedirler. Gagavuzların yaşadıkları bölgelerde Sarı Saltuk’a ait bir ziyaret bulunmamaktadır, ancak Gagavuz aydınları Sarı Saltuk’tan büyük bir saygıyla söz etmekte, onu bir aziz olarak kabul etmektedirler[61]. 

Bu yazımızda ele aldığımız Sarı Saltuk’un türbe ve makamlarıyla ilgili inanmalarda Türk inanç sisteminin izleri görülmektedir. Bu türbe ve makamlar genellikle tepelik yerlerde, akarsuların ve büyük ağaçların yanlarında bulunmaktadır. Bilindiği gibi bunlar, İslâmlık öncesi Türk inancı içerisinde kutsallık atfedilen yerlerdir. Yine, bu türbe ve makamların normal mezarlıklar içerisinde bulunmaması da yurdumuzdaki diğer makamlarda görülen özelliklerdendir. Bu türbe ve makamlarda adak adama, dilek dileme, çeşitli ibadet şekillerine ve pratiklere bağlanmıştır. Kabir ziyareti, adak, medet umma, dilek dileme, ağaçlara bez bağlama gibi uygulamaların atalar kültünün özellikleri olduğu bilinmektedir. Bu uygulamalar, günümüzde diğer türbe ve makamlarda olduğu gibi İslâmî şekillere büründürülerek yaşatılmaktadır. Türbe ve makamların yanındaki akarsunun sağaltıcı olduğu inancı diğer makamlarda da görülen ortak özelliklerdendir. Sarı Saltuk menkıbelerinin türbe ve makamların bulunduğu yerlerde hâlâ anlatılması da, bu türbe ve makamların kutsallığını yansıtmakta önemli bir unsur olarak kullanıldığını göstermektedir.

Zaman zaman Türkiye’de bir kültür mozaiği bulunduğunu bilimsel temele dayanmadan ileri sürenlerin yanıldığını Sarı Saltuk’un tarihî kişiliği, türbe ve makamları ortaya koymaktadır. İster Sünnî, ister Alevî, ister Ortodoks; ister Doğu Anadolulu, ister Batı Anadolulu, ister Balkanlardaki Türkler tarafından büyük bir saygıyla anılan, türbe ve makamları ziyaret edilen Sarı Saltuk birleştirici bir unsur olarak karşımızdadır

kazim kemerkaya:
                  SARI SALTUK   Sayfa  :  3

 
               

         BİR BAŞKA AÇIDAN SARI SALTUK       


Seyid Lokman tarafından yazılan Oğuzname’de 1263 - 1264 yıllarında, “Dobruca’da Baba Dağı havalisinde bulunan on bin ilâ on iki bin civarında olan Türkmenleri idare etmiştir” yazılıdır.
Hoca Ahmed Yesevî Sarı Saltuk’un beline tahta kılıç takar ve şu nasihatı verir: “Saltuk Muhammed’im! Bektaş’ım seni Rûm’a göndersin. Leh diyarında, dalâletayin olan Sarı Saltuk suretine girip, ol mel’unu bir tahta kılıçla katleyle... Makedonya, Dobruca’da yedi krallık yerde nâm ve san sahibi ol...”

“Hayatı Efsaneleşmiş
Tahta Kılıçlı Alperen Sarı Saltuk”
Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’nde yer alan:
“Sarı Saltuk Baba, Pravadi yakınında vefat ettiğinde, eski vasiyeti üzerine cenazesi, yedi adet tabuta konarak, her biri bir tarafa götü-rülürken, Edirne Kralı da, “Bu adam bizdendir” diye, Saltuk’un naaşını getirdiği Babaeski’de gömdürür. İşte buna dayanarak kasabaya Babaeski demişlerdir” ifadesinden hareketle Babaeski’ye geldiğimizde, 1 Kasım 1992’de karşımıza çıkan şahsa:
“Hemşerim! Sarı Saltuk türbesi nerededir?” diye sorduk...
“Ben böyle bir türbe duymadım, ama ileride Küçük ayazma Sokak’taki türbelere bir bakın.” cevabını verdi.
Evliya Çelebi yedi tabuttan söz etse de, benim yaptığım araştırmalara göre. Sarı Saltuk’un on üç yerde makamı (türbesi) bulunmaktadır.

“Geldikti bir zaman, Sarı Saltuk’la Asya’dan
Bir bir diyâr-ı Rum’a dağıldık Sakarya’dan”
Yahya Kemal Beyatlı

Sarı Saltuk Gazi, Türkistan’ın büyük pîri Hoca Ahmd Yesevî’nin dergahında yetişmiş, hayatı efsaneleşmiş olan derviş gazilerden birisidir.
Evliya Çelebi’nin tesbitlerine göre, Ahmed Yesevî, Hacı Bektâş’a Sarı Saltuk lakabı ile tanınan Muhammed Buhari’yi, Horasan erenlerinden yedi yüz kişi ile beraber, ona yardıma yollar. Ayrıca, meşhur tahta kılıcını Sarı Saltuk’un beline takarak, şu nasihatı verir:
“Saltuk Muhammed’im! Bektâş’ım seni Rûm’a göndersin, dalâlet ayin olan Sarı Saltuk suretine girip, el mel’unu tahta kılıçla katleyle... Makedonya, Dobruca’da yedi krallık yerde nam ve san sahibi ol...”

Avrupa’da... (Dobruca’ya geçişi)
Sarı Saltuk, Rum diyarına gelişinden sonra, (o çağlarda Türkler Anadolu ve Balkanlar’a Rum diyarı derlerdi) verilen işaret doğrultusunda 1263-1264 tarihinde, Türk boyları Sarı Saltuk maiyetinde olarak Dobruca’ya geçmişlerdir. Sonradan Balıkesir’deki Karesioğulları’ndan İsa Bey zamanında tekrar Karesi’ye döndüklerini görüyoruz.
Seyid Lokman tarafından yazılan Oğuzname’de ise, 1263 - 1264 yılında, “Dobruca’da Baba Dağ havalisinde bulunan on bin ilâ on iki bin civarında olan Türkmenleri idare etmiştir” yazılıdır.
Yine Sarı Saltuk hakkında bilgi veren Evliyâ Çelebi, O’nun Beserabya’ya yerleşmeden önce Arpa Çukuru, Sivas ve Tokat’ta kaldığını nakleder.
Sarı Saltuk hakkında en eski bilgiler, Seyyah İbn-i Batuta’dadır. Batuta seyahatnamesinde, Babadağı’ndaki iki makamını ziyaret ettiğinden ve menkîbelerinden söz eder.
Rumeli’nin Türkleşmesinde ve islâmlaşmasında büyük emeği geçen Sarı Saltuk Gazi, ölümünden sonra, bedeninin bulunduğu yerin bilinmemesi için, vasiyet üzerine, oğullar ve mürîdleri yedi tabut yaptırarak, tabutları Babaeski, Babadağı, Kaliakra (Varna dolaylarında), Buzev (Romanya), Danzing, Lipka ve Niğde’nin Bor ilçelerine gömerler. (Sekizinci makam İznik’tedir)


 

kazim kemerkaya:

         SARI SALTUK' A NASIL SAHİP ÇIKILIYOR  :  1

1. SARI SALTUK OCAĞI’NDAN KASIM YILMAZ İLE GÖRÜŞME

(Bu görüşme 19 Aralık 1996’da   İstanbul, Merdivenköy’de bulunan Şahkulu Sultan Dergahı’nda gerçekleştirilmiştir.)

Sivas İmranlı İlçesinin Tokluca Köyü’nden Emir Hüseyin’in torunu Seyit Kasım’ım ben. Dedem Tunceli Hozat’ın Ağviran Köyü’nden gelmiş. Erzincan’ın Kabullar Köyü’ne oradan da bu İmranlı’ya gelmişler burada 200-300 senelik mazimiz var. Şimdi dedeliğe geldi mi, Dede, mürşid, pir demek: evlad-ı resuldan gelmek yani ehlibeyt soyundan ama kendi zatını sıfatını bilmeyen, kendi özünü bilmeyen, hakkı kendinden tecelli etmeyen dedelik yapamaz Dört kapı kırk makamı bilmeyen dedelik yapamaz. Evvela kendi zatından sıfatından özünden sorumludur. Ne zaman ölmeden evvel ölür, zatını sıfatını bilir o zaman dede olur. Dedelik babadan evladadır ama Hz. Muhammed demiş ki belimden düşen evladım değil yolumu süren evladımdır. Evladımdan daha efdaldir, dedelik budur. Dedelik dört kapı kırk makamı bilmeli, bir dede dört kapı kırk makamı bilmezse, İmam Caferi Buyruğu Sadık buyuruyor ki, dedelik ona  erkân değildir. Kendi zatını tanımayan dede olamaz, çiğ lokma yiyen dede olamaz. Dört kapı kırk makamı yerine getirmeyen zaten çiğ lokma yer zaten yediği belli değil. Şimdi dört kapı ne demek? Şeriatın, Tarikatın, Marifetin ve Hakikatin  kapıları var. Tarikatın da 4 kapısı var, birinci kapı mürşid  kapısı, ikinci kapı pir  kapısı, üçüncü kapı rehber kapısı, dördüncü kapı ikrar iman kapısı. Ehlibeytin yolu ikrara bağlıdır.

Musahibi olmayan pençei Ali abadan geçmeyen, erkâna girip de oturamaz. Ön safta oturamaz ön safta oturanlar eline beline diline, özüne sahip olanlar ön sırada otururlar. Böyle kişiler erkânda oturur. Eğer dede de aynı sıfatı taşırsa taliple bir olursa özü bir olursa işte o zaman orası Kırklar Meydanı olur, işte o zaman o Ehl-i Beytin dostu olur.

Ocaklar benim bildiğime göre, mürşidi kamillerle gezdiğime işittiğime göre ocaklar HBV zamanında sonra her birine bir  nişane göstermiş, bir nüfuz vermiş. Gitmişler çalışmışlar ben şu koldayım, ben Zeynel Abidin Ocağındayım, ben Musayı Kazım Ocağındayım, ben Hıdır Abdal Ocağı’ndayım derken Hıdır Abdal Karaca Ahmet soyundandır. Karaca Ahmet mermeri buradan atmış Aşutka’ya düşmüş orası düşkünleri şaşkınları taşırır pişirir.  Ocaklar böyle keramet sahibi olanlara verilmiş. Dünyanın ilk kuruluşundan itibaren ocaklar şöyle vardı. Kırklar cemi vardı.  Ne zaman ehlibeyt soyu hizmet verildi o zaman ocaklar kuruldu. Ehli beyt soyundan gelenler ocakları kurdular. Mesela kimi İmam Hasan, kimi İmam Hüseyin, kimi İmam Zeynel, kimi Muhammed Bakır bunlara herbir ocaktan  onikimam soyundan gelenler al-i aba olanlar dede oldular.

Bizim ocak Sarı Saltık Musayı Kazım’a bağlı. Soyu Muhammed Buhara’dan gelme Tapduk Emre’den el alma Sarı Saltuk Sultan. Hünkara hizmet eden Tapduk Emre’den el almış. Soy şeceresinde böyle yazılıdır.

Bir şecere var heder olmuş Tunceli Hozat’ta. Bir de Sivas’ın Ezeltere Köyü’nde Molla Kıdonun çocuklarında. Molla Haydar efendi yedi sene Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahı’nda hizmet etmiş. Şimdi Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye gittiğin an şecere sorduğun an ilk şecere Sarı Saltuk’undur. 

En son gelen er Sarı Saltuk’tur. Atadan dededen duyduğuma göre bir zaman Alevi olanlar dedesiz kalmış, o demiş benim dedem yok. Sarı Saltuk demiş ki beni yıkayın bir tabuta koyun. 7 tabutu yanyana düzün. Ben hangi tabutta baş gösterirsem ben ordayım.  7 tabut yanyana koyuyorlar müritler geliyor benim dedem yok bu bana dedelik yapacak, öteki diyor ben götürecem bana dedelik yapacak. Bakıyorlar yedi tabutta Sarı Saltuk baş gösteriyor. Bunun için Sarı Saltuk son gelen erdir. Yunanistan’da var. Erdebil’de var, Romanya’da var, Babaeski de var, Rumelifenerinde var, İznikte var. Sarı Saltuğun 8-10 yerde nişanesi var. Ben böyle biliyorum fazla bir şey bilmiyorum.

Ne kadar okursan oku, ne kadar faziletli olursan ol dedelik yapamazsın. Dedelik bir nişandır insanlarda gösterilen. Hiç bir şey bilmez lal olur okuması olmaz ama o Allaha kul olmak için, Muhammed’e ümmet olmak için, Ali’ye talip olmak için onun içerisine bir ateş girer. Kendi kendisine, Cenabı Allah’ın bir vergisidir bu Allah veriyor ona. Şimdi mesela o kişi öyle tarihten, coğrafyadan falan anlamaz ama ikrara geldi mi yola geldimi Cenabı Allah onun içine bir ateş kor o dedeliği yapar. Dedelik nedir, ölmeden evvel ölmek, özünü bilmek, kendini bilmek,  ölmeden evvel zatını sıfatını tanımak, kendi zatına sahip olmayan dede olamaz. Evvela gel kapıya ikrar sonra kapıya git toz ile duman.  O dede olamaz. O bir yedi başlı hınzırdır. Dedelik ateşten bir gömlektir herkes giyemez, demiş giyebilirsen gel beri girebilirsen.  Demiş ki gelenin malı dönenin canı böyle ikrar sahibi olan dedelik yapar yoksa ben çok okumuşum ben çok biliyorum dedelik itikatla inançla olur ben dedeyim ben falanın oğluyum. Dedelik meydana geldi mi hakim, hekim hiç bir şey istemez. Yalnız dedenin karşısına geldin mi o dede Allah’a kul, Muhammet’e ümmet, Ali’ye talip sen bir hakimden daha üstünsün çünkü zatına sıfatına sahip olmalısın. Onun nüfusu kimyadır keser seni. Dedeler normal kıyafetle cem yapıyorlardı. Şimdi cemlere gelince. Bizim cemler nasıldır. Bizim Tunceli yöresinde Önce semah yapılır. 12 hizmetin biri semahtır.  Tunceli’de böyledir önce semah yapılır. Bizlerde evvela bir gözcü tayin edilir. Gözcü tayin ettikten sonra gözcü cemden sorumludur. Hangisi gülüyor hangisi  bağırıyor, hangisi çığırıyor, hangisi edeb, erkân oturmuyor,  kim kime ters bakıyor. Cem’in kilidi gözcüdür ve kapıcıdır. Bunların ikisinden sorumludur. Ondan sonra gözcü olduktan sonra. Bir süpürge meydana vurulur ondan sonra dualar okunur. Sonra cem devam eder.

Bizde saz çalmayan beyit bilmeyen dedelik yapamaz bizde öyle. Erzincan, Tunceli, Malatya buralarda dede saz çalacak. Sivas’ın Hafik falan oralarda aşık da var. Biz aşık falan bilmiyoruz.

Eskiden çok büyük pirler vardı sakallıydı. Şimdi dede yok ben de dahil. Benim babam öldü nabalın boynuma teneşirin üstünde keramet çıkardı. Eski dedeler kerametliydi. Benim amcam öldü öleceği saati dakikayı bildi yarın gideceğim dedi. Benim kardeşim Çamlıca’da oturuyor bundan 5-10 sene evvel dedi ben bu gece ölecem dedim sen ölmezsin yalan söylüyorsun.. Sabahınan  benim kapımı çaldılar ki Haydar ölmüş. Benim babam tarla biçerken adamın biri yanına gelmiş  demiş senin tarlan kurudu arpan kurudu  biçilmiyor. Orağı almış çabuk çabuk ya  Ya Hızır ya Hızır demiş. Yağmur gelmiş yağmış, biz öyle dedeler gördük. şimdi öyle dedeler yok.. Eski dedeler inancı itikatıyla yapıyorlardı. Eskiden dedelerden çekinilirdi, saygı vardı, korku vardı. Burada kimse kimseyi tanımıyor. Şimdi ben sana bir şey söyleyeyim mi Pir Sultan demiş ki nefse tapan Hakka tapmış değildir. Gaziler namazını kılmış değildir, Bu gezen abdallar derviş değildir.

Bizim orada Erzincan Tunceli semahı hep birdir. Bizde bir semah yaparlar Kırat mırat yok Gördüğün Kırklar semahı ağırlama birinci defada ağırlarsın, ikinci defa da az yürü der, üçüncü defada pervaza yani döner. Ayakları yalınayak birbiriyle görüşürler. İlk defa sola sonra sağa döndüler mi onlar yorulana kadar sürer. Dede baktı ki onlar düşüyorlar. O zaman Dede durur, onlara dua verir sonra yerlerine otururlar semahçılar. Kırat semahıymış turnaymış biz çeşitli semahlar bilmiyoruz. Biz Muhammed miracda yapılan Sivas Tunceli bunu yapar ervahı ezelden ceddimiz hangi semahı yaptıysa onu yapıyoruz bir tane semah edilir. Cenabı Allahın emrettiği semahı ediyoruz biz.

Şimdi görgü cemleri oluyor.  Kurbanlar gelir meydana akşam veya öğlenden evvel görgü kurbanları Dede sazı alıyor eline üç tane beyit söylüyor. Cemin dışında bu kurban için üç tane düvazde imam söylüyor. Üç tane düvazde imamı söyledikten sonra  Ya ben bunu gördüm içinde yaşıyorum. Onlar geliyorlar meydana müsahipler abdestini alıyorlar güzel kurbanları yıkıyorlar güzel. Getiriyorlar meydana kurbanları Dede dizçöküyor üç tane düvazde imam söylüyor. Kurbanı koyveriyorlar, o kurban nişan gösteriyor. Ya meliyor. O kurban nişan gösterdi mi, dedeyle talibin özü bir olmuş demektir.  Nişan gösterdi mi dede onlar kurbanların arasına giriyorlar. Kurbanları tutuyorlar. Kurbanları dede tekbirliyor. Kurbancıya teslim ediyor. Kurbancı kurbanları keser kestikten sonra görgüsü görülmeyen o kurbandan yiyemez. Hutbesi okunmayan yiyemez, düşkünler de yiyemez bizde. Bizde o cemlere düşkünler, giremez komşular birbirinden razılık yoksa onlar, hutbesi okunmayanlar  da giremez. Cemler ağırdır. Evli olmayanlar, hutbesi okunmayanlar, pirden destur almayanlar giremez. Dede derki iki kurban getirdiniz biri görgünüz niyetiyle kesin bir de halk için kesin ki halk yesin. Görgü için kesilen kurbandan dediklerim katiyen yiyemezler. İnanç eskiden ben bunu gözümle görüyorum.

İnanç işte, eskiden ben bunu gözümle gördüm, Dede böyle elini kazana sokuyor cem aşkına diyor diyor dağıtıyor. Bu kerametti. yanmıyordu eli eli yanar mı. Şimdi bazı kişiler derki bu hurafe ama biz bunları yaşadık. Görenler var bismillahi cem aşkına, pir aşkına diyor şöyle kaynar kazandan kurbanı çıkartıyor dağıtıyordu. Diz boyu karda adamın iki tane kardeşi  böyle cem yapılırken kendilerinden geçmek suretiyle kalkıp bir anda kapılara fırladıklarını  biz de ilkokula gidip geliyoruz. oraya gidip geldiklerini yalınayak ama karın içinde ceme yetiştiklerini dedenin elini öpüp oturduklarını dua aldıklarını gördüm.

Şöyle bir olayı mürşidi kamilden duydum:  “Tunceli, Hozat’ın Ağviran köyüne görgüye geliyor iki kişi. İki kişi görgüye geliyor gece. Bunlara bir Ermeni’nin köpeği saldırıyor. Bunlar da köpeğe sopa vuruyorlar. Şimdi Ceme geliyorlar. Dede diyor ki sizi ceme almayacağız. Niye diyor? Siz can incittiniz diyor. Niçin can incittik diyor. Biz nettik yolda bize köpek geldi bizde köpeğe vurduk diyor. Neyse ne. Dede diyor ki gidin köpeğin sahibinden Ermeniden razılık alın gelin. Gidiyor bunlar musahipleriyle dede bizi ceme almadı diyorlar. Gidiyorlar Ermeniye razılık almaya, adam diyor ki tamam, o Dededen Allah razı olsun oğlum diyor, işte bu yolun inceliğine, adaletine hayran kalıyor.  Komun kapısını aç oğlum diyor hangi mal önüne gelirse ver onu cemde lokma etsinler diye o kişilerle cem erenlerine yolluyor.” İşte bizim yolumuzun böyle kıldan ince kılıçtan keskin kuralları vardır. 

kazim kemerkaya:

         SARI SALTUK'A NASIL SAHİP ÇIKILIYOR : 2


AĞU İÇEN OCAĞI’NDAN AHMET MUTLUAY İLE GÖRÜŞME

(Bu görüşme 31 Ekim 1999’da Elazığ’ın Sün Köyü’nde gerçekleştirilmiştir.)

Koca Seyyid, Köse Seyyid, Mir Seyyit ve Seyyit Mençek dört kardeş olarak rivayete göre 650-700 sene evvel Horasan’dan Hoca Ahmet Yesevi irfanından yetişerek buraya gelmişler. Horasan pirlerinin irşadiyeti için. Onlardan sonra da 90 bin Horasan Pirleri gelmiş. Burası Harput havalisi hıristiyan alemiymiş, buraları islamlaştırmışlar. Buradan Diyarbakır’a kadar bu çevre olduğu gibi alevileşmiş. Yavuz Selim’den sonra kayan kaymış, Aleviler azalmış. Buradan Erzincan, Malatya, Sivas’a buraları irşad etmişler, yetiştirmişler, Türkleştirmişler, ibadet şekillerini göstermişler. Dört kardeşin evlatları da buradan Erzincan, Sivas, Tunceli her yere dağılmışlar. Seyyid Mençek, Tunceli’nin Bargini Köyü’nde. Bu dört kardeş buralarda yuva kurmuşlar. Seyyid Mençek,  Bargini’de diğerleri de burada kalmış, Erzincan, Sivas, Malatyaya dağılmışlar evlatları. Yalnız en büyük kardeşleri Koca Seyyid olduğu için dört kardeş ona bağlı olarak kalmışlar. Onun irşadiyetinde yetişmişler. Sonra burası Alevi zümresinin, Horasan Pirlerinin Kabe-i Beytullah’ı olarak kabul edilmiş. Hatta Sultan Murat’ın devrine kadar Diyarbakır’da Sultan Murat’ın huzuruna bile bu dört kardeş gitmişler orada vilayetlerini kerametlerini göstermişler. En küçük kardeşleri Seyyid Mençek orada zehiri içmiş. Bu memleketleri irşad etmişler, yetiştirmişler. Harput Ovası dediğimiz zaman burası hıristiyan alemiymiş. Nasıl Hünkar Hacı Bektaş Veli Rum diyarında hıristiyan alemini yetiştirmişse bunlar da Horasan pirleri olarak bu diyarda bunları yetiştirmişler. Ve bunların arkasından da Horasan’dan binlerce, 90 bin Horasan piri gelmiş. O gelen Horasan pirlerinin hepsi bunlara bağlı olarak kalmış yani tariki müstakim yoluyla ikraren buraya bağlanmışlar. İbadet şekilleri tariki müstakimdir. Zaten Cem kurmaları belli alevi zümresinin.

Şimdi buraya gelen ziyaretçilerin belli bir zamanı yok. Eskiden her Cuma akşamı burada toplanılırmış, cem, cemaat olurmuş ama aradan zaman geçtikçe Alevilik zayıflamış. Şimdi güz aylarında cem  yapılıyor. Hergün kurban kesilir, en çok güz aylarında Alevi zümresinin akınına uğrar burası. 3-5 kurban keserler, lokmalar yaparlar. Aleviliğin Kabe-i Beytullahı gibidir burası.

24 bin nebiden devri daim yaptı bu yol. Adem’den Nuh’a, Nuh’tan Eyyub’a, Eyyub’tan Şuayb’e, Şuayb’den İbrahim’e, İbrahim’den Musa’ya, Musa’dan İsa’ya sürdü geldi. Alevi felsefesinde İsa ile Musa farklı değil hepsi bir nuru vahitten gelmiş, yalnız isim değiştirmiş. İsa, Muhammet, Muhammet, İsa’dır aslında. Olmuş biliyor musun? Cenabı Hak bir insanı Alevi, Sünni, Hıristiyan diye yaratmaz, masum-u pak olarak yaratır. Doğuşta da her ruh Hak-Muhammed-Ali’ye bağlıdır. Ebeveynler tarafından din ve mezheplere sevkedilir. Sünni’nin çocuğu dikkat edersen Sünni olur; Alevi’nin çocuğu Alevi olur; Hıristiyan’ın çocuğu Hıristiyan olur. Değişik bir şey yok aslında tek felsefedir hepsi. Şimdi bizim yaşlı divanelerimiz vardı, eskiden derlerdi ki zaman gelecek  dünyada tek din tek mezhep olacak. Ben şimdi kendi kafama göre düşünüyorum. Bizim Türkiye’de kabul etti ya İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi var. Eğer o tam manası ile kabul edilirse tek din tek mezhep sayılır işte. Sonra mezhepler Peygamberin devrinde mezhep yok aslında. Mezhepler peygamberden çok sonra icat edilmiştir. Herkes kendi arzusuna göre bir mezhep icat etmiş, böyle şey olur mu. Herkesin arzusuna göre mezhep olmaz. Onun için bu acaip bir şey yani.

Dedenin elini öpme onun şahsına yönelik değildir. O Ademe secde etmektir. Seyyid-i sadat evladı olarak Ademden beri gelen nübüvvet nuruna, pencei ali abaya niyazdır. Adem seyfullaha niyazdır. Ancak insanlar bunları bilmiyor. Önemli olan yetişmek, yetişmek çok önemli.

Şimdi vakıflara bakılırsa her dernek, her vakıf birbirini eleştiriyor. Git Ankara’da bir yer, İstanbul’da bir yer, Hacı Bektaş’ta bir yer. Dünya Hacı Bektaş’a toplanıyor. Arada bir bende gidiyorum. İlham kaynağı diye birşey kalmamış. Alevilik demek insanlara ilham ve sevgi vermek demektir. İlham verilmeyen bir yerde ibadet olmaz, ibadet olmayan yerde de hiç birşey olmaz. Hepsi bir derneğin başında, bir vakfın başına geçmiş o onu eleştiriyor, o onu. Alevilik böyle bir şeyi kabul etmiyor. Benim bunların hiçbirisi mantığıma uymuyor yani. Konuştursan kendinden başka kimseyi beğenmiyor herif. Bunlar Aleviliğe lekeden başka bir şey getirmez, benim mantığım bunları hiç kabul etmiyor. Onun için bak bu yaşıma gelmişim hiçbir vakfı, hiçbir derneği, partiyi kabul etmem. Kendi kafama göre, inancım neyse onun peşine giderim. Böyle kabul ederim. Hatta akrabalarımızdan bazıları burayı vakıf haline getirelim dediler. Yav vakıf haline getirirsen zaman gelir bu mafyacıların eline geçer, gelen ziyaretçi bile içeri giremez, parayla alırlar. Şimdi serbest olarak giriyor. Şimdi vakıf falan değil, hiçbir şeye tabi değil. Bunu yapalı 6-7 sene oldu. Türbeye 1985’ten sonra başlandı. Ben başında durdum. Koca Seyyid’in defteri var, yapılan masrafların yazıldığı. Şimdi buraya yapılan masrafları yapılan masrafları hesap etsen. 30-40 milyon lirayla başlamıştık yani çok az bir parayla. Burada para yemek diye birşey olmadı. Bak şimdi bu çeşmeyi 500-600 milyona. Mütahitlere vermek istedik 800-900 milyon istediler. 900 milyon paramız yok, kendimiz başlattık insanlar var ya Allah razı olsun, sevenler var. Usta geldi tuğlasını ördü. On liraysa yedibuçuk lira aldı. Taşını ören de, betonu diken de öyle aldı. Kendi gücümüze göre yaptırdık işte.

Koca Leşker, Ağuiçen’e bağlıdır. O da İmam Zeynel Abidin’den geliyor. Ama ikraren buraya bağlı bak. Şimdi böyle bir düzen var. Bak Dedelere sorsan kime bağlısın desen diyorlar ki biz birbirimize bağlıyız.

Derviş Cemaller Kureyşan’a, Kureyşanlılar Baba Mansurlara, Baba Mansurlular Seyyit Sabun’a; Seyit Sabunlular Şıh Ahmet Dede’ye; Şıh Ahmet Dedeler de Ağu içene bağlıdırlar. Koca Seyyidin elinde olan ocaklar, Kara Donlu Can Baba bizim müridimizdir. Koca Keşker de bizim müridimiz. Yani her ocak bir yönden bağlanmış bu ocağa. Ali Abbaslar da bağlı bize. Sinemil dedeleri de bağlı. Bizim amcaların bir kısmı Antep, Maraş, Tokat, Almus’tan Malatya’ya o tarafa gider. Koca Seyyid’in kendisinden iki evlat gelmiş. Biri Mürteza, biri Tacim. Mürteza’dan gelen evlatlar işte o tarafa bölünmüşler. Tacim’den gelen de bizim kabiledir. Bizim kabileden Dambüyük’te amcalarımız var. Bir kısım da Bağıştaş’ın karşısındaki Nordon Köyü’nde amcalarımız var. Kara Pirbad, Karadonlu Can Baba Nordondaki amcazadelerimize bağlıdır. Onlar da bize bağlıdır. Hepsi birbirine bağlı. Koca Leşker, Mir Seyyide bağlı bunlar hep dağılmışlar. Horasan Pirleri Anadolu’ya dağılmış yetiştirebilmek için o zamanda vesayit yok. Babamdan çok bu işlerle uğraşan olmasın Bir de divaneymiş. Buradan hayvanla Erzurum’a  kadar gidermiş. Deli Mahmut derlermiş. Deli Dede dediğin zaman orada Allah gibi taparlarmış ona. Buradan hayvanla oraya gider dönerken de yakındaki köylere uğraya uğraya gelirmiş. Ona göre dikkat etki halkı böyle yetiştirmişler. Hasankale’nin Anzer Köyü’nde amcalarımız var. Buradan gitmiş amcalardan biri talip içinde kalmış. Nordon Köyü’nde amcalarımız var. Erzincan’da amcalarımız var. Nedeni de talip kendini sevmişler bırakmamışlar ve orada kalmışlardır. Dedelerin dağılması da bunlardan olmuş Seyyit Mençek irfanı, Ağuiçen ismini almış.

kazim kemerkaya:
BOSNA'DAKİ SARI SALTUK TEKKESİ, 7'DEN 70'E ZİYARETÇİ AKININA UĞRUYOR

 
 

 
 Bosna Hersek'in Manevi Dinamiklerinden Sarı Saltuk'un (Blagay) Tekkesi Yerli ve Yabancı Turistlerin Akınına Uğruyor. Tekkedeki 2 Sandukadan Birinde Sarı Saltuk, Diğerinde de Talebesi Aşık Paşa'nın Bulunduğu Anlatılıyor.

 
 
Bosna Hersek'in manevi dinamiklerinden Sarı Saltuk'un (Blagay) tekkesi yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. Tekkedeki 2 sandukadan birinde Sarı Saltuk, diğerinde de talebesi Aşık Paşa'nın bulunduğu anlatılıyor.
Şehrin güney batısında Adriyatik sahiline yakın Mostar şehrinin Blagay kasabasındaki tekke, doğal güzelliği bakımından da ziyaretçilerine ayrı bir göz zevki sunuyor.

Saniyede 43 bin litre suyun çıkarak Buna Nehri'ni oluşturduğu kaynağın hemen yanında bulunan ve bölgede Blagay Tekkesi olarak da anılan manevi güzelliğe, Mostar'dan belediye otobüsleriyle gidilebiliyor. Tekkenin sırtını yasladığı dağ, Şanlıurfa'daki Halilurrahman Camii'nin arkasındaki dağı andırıyor.

 
Tekke yolundaki seyyar satıcılarda ve tekkenin alt katındaki bir odada tablo, kitap ve hediyelik eşya gibi çok sayıda İslami eserlerin yer alması dikkat çekiyor. Özellikle Türkiye'den giden kafileler, buradan yaptıkları alışverişlerle yöredeki esnafların bütçesine destek sağlıyor. Bölge halkı, Türklere çok yakın davranıyor. Cami ve restoranlara giden Türkler, vatandaşların sıcak ilgisi ve güler yüzüyle karşılaşıyor.

Tekkenin hemen girişinde bir uyarı tabelası bulunuyor. Tabelaya bakanlar, orada alkol alınamayacağını, balık avlanamayacağını, yüzülemeyeceğini ve ateş yakılamayacağını anlıyor.

 

TEBDER KURULUMUDUR
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol